YAMAN TAKIYYECI...
Kendileri, Edirne ve Kirklareli'nde imamlik ve vâizlik yaparken, yakin arkadaslarina ve dostlarina "Ben, bu insanlarin içinde bunaliyorum, bu hizmetler bana göre degil, Memleketime dönüp, uzlete çekilecegim, belki bes on koyun alir, onlari güder, ikfâf-i nefs kadar rizkimi onlardan çikaririm diye diye.
Izmir'de, Akseki'li Ali Riza Bey'in, Imam-Hatip ve Ilâhiyat'a ögrenci yetistirme Derneginde kalip, Cum'a günleri Kestanepazari Cami'inde va'az ederken, "Sizin gibi cemâdat'a bosuna nefes tüketecegime bitli yorganima sarilip Rabbime niyaz etsem daha iyidir," derken de hep takiyye yapiyordu.
Öteden beri agdali-cinasli konusayi sever, bilindigi gibi, kâinatta, zîruh ve nâmî, üreme ve yetisme kabiliyeti olmayan, donuk cisimlere camid, çoguluna cemâdât denilir. Hazretin va'azlarini dinlemek için bir saat, kirkbes dakîka önceden gelen cemaat için, hissiz ve ruhsuz olduklarini ima ile bunlara "Cemâdât" diye hitap ediyordu.
"Cemaate hakâret ettigi, kirici konusmalar yaptigi" gerekçesiyle def'alarca müftülük nezdinde sikâyette bulunulur, müftülükçe yaptirilan murâkabe neticesinde, bu hususlar murâkiplarca da tesbit edildiginden, Izmir Merkez vâizliginden alinir, Bornova'ya verilir, buraya gönderilirken de: Bornova Müftüsüne "Bornova Merkezinde 57. Topçu Tugayi bulunmaktadir, Tugay'da vazifeli Subay ve Ast.Subaylardan pek çogunun özellikle Cum'a namazlarini Cami'i Kebir'de kildiklari biliniyor, bu sebeple size yeni tâyin edilen zat'i mümkün oldugunca merkeze uzak mahalle aralarindaki cami'ilerde vazifelendiriniz" diye de tenbihte bulunulur.
Henüz söhrete ulasmamis, mütevâzî, egreti, her firsatta kendisinin bu toplumun insani olmadigini, uzlete çekilecegini, memleketine gidip, koyun kuzu güdecegini tekrarlayan iddiasiz birisi...
Talihi yaver gider, Izmir'de bir baska büyük cemaatin temsilcisi olan zât'in bâriz hatalari üzerine, bu cemaate yogun maddi-manevî destek veren Izmir'deki müslüman sermâyedarlar, o zamanlar kendi kösesinde mütevâzî bir dervis gibi yasayan bu zât'a teveccüh ederler, zaman içerisinde Izmir'li bu sermâyedarlara Istanbul'daki uzantilari ve gönüldaslari iltihak eder.
Izmir'li sermâyedarlar, Istanbul'daki uzantilari ve gönüldaslari, daha önce yogun bir sekilde yardim ettikleri cemaat, kurslarinda Islâmî ilimleri, Kur'ân ilimlerini tâlim ediyorlardi. Halbuki, bu zât'in geldigi disiplinde; Kur'ânî ilimler, Islâmî ilimlere ehemmiyet verilmez, Sarf, Nahiv gibi harf ve cümle yapisi, Kur'ân-i ve Kur'ân lisanindaki metinleri dogru okuma ve anlama için ansart olan, Âlât Ilmi, "Kil-u Kâl ilmi" diye hafife alinir, Kur'ân-i Kerimi, fasîh ve belîg olarak okumanin ve Kur'ân-i Kerim'in "Allah Kelami olmasi i'tibâriyle beserüstü belâgat ve fesâhatini bir nebze olsun, anlamaya vesiyle teskil eden Ilm-i Vaz'i, Ilm-i Belâgati, Ilm-i Kelâmi, Fikih ve Usûl-ü Fikhi, hadis usûlünü, Tefsiri okumaya, ögrenmeye ihtiyaç yoktu. Hattâ, Kur'ân-i Kerim'in hifzina ve yüzünden Metn-i Aslî'sinde okumaya bile ihtiyaç yoktur...
Önceleri Osmanlica olarak, daha sonralari ise, latin Harfleriyle teksîr veya matbaada bastirilmis, herhangi bir metodolojisi olmayan çogu kismi tekrar olan, münhasiran, ihtarlar, ârizlar seklinde hazirlayicisinin ilhamina isnad ettirilen-tabiî, ki, ilhamin kimden ve kimlerden geldigi de belli degildir. RISÂLÂT bütün bu yukarida kisaca saydigimiz ilimlerin yerine geçmistir. Bu bakimdan nerede ise her mahallede bir Medrese-i Yûsufiye vardir, ama buraya devam edenlerin hemen hemen tamamina yakini, Islâmî ilimlerden bîhaberdir, hatta Kur'ân-i Kerim'i yüzünden okumaktan da acizdir. Izmir'li ve Istanbul'lu sermâyedarlari bir arada tutmak ve kesintisiz yardimlarini çekebilmek için bir seyler yapilmaliydi.
Islâmî ilimlerde temelleri olmayan, baslangiçtan itibâren herhangi bir disipline girmemis, basibozuk devsirme, az sayida Imam-Hatip okulu talebesi, ortaögretim seviyesindeki talebe ve yine az sayida fakültelerde okuyan talebeye yardimlar yapildi, onlar için isik evleri açildi. Izmir ve diger bâzi Ege bölgesi vilâyetlerinin daglarinda hiç bir makamdan izin almadan kimselere sormadan kamplar kuruldu.
Bu kamplar devletin güvenlik güçleri tarafindan basildi, dagitildi, alâkalilar hakkinda ta'kibat yapildi.
Osmanli Devlet-i Aliyye'mizin yikilmasinda birinci derecede âmil olan Ittihad ve Terakkî Komitacilarinin islevini devam ettirmek üzere Ittihad ve Terakkî'nin Merkez-i Umûmîsi olan "Kizilkonak"ta faaliyet gösteren, kuruldugu günden beridir, araliksiz Islâm'a ve müslümanlara, Türk'ün ruh köküne düsman olan, bitmez-tükenmez bir kin ve hirsla her vesilede Islâm'a ve müslümanlara tecâvüzü mârifet sayan mâhut ve mâlum gazete, bunlari vesiyle ederek, günlerce Islâm düsmanligi ihtiva eden tefrikalar yayinladi. Irtica'nin devleti kusattigi, devleti ele geçirmesinin artik an mes'elesi oldugunu filan ciddi ciddi iddia etti.
Ilerisi gerisi fazla düsünülmeden kurulan bu kamplar bu cenahlarda öylesine î'zam edildiki, Mugla-Izmir arasindaki bütün pamuk tarlalarinin, zeytinliklerin bu zata ve onun yakinlarina ait oldugu bile iddia edildi.
Mâhut gazete'nin bu yayini, gazetenin bu yayinlarina istinâden baska yayinlar bu zât'in karizmasinin yükselmesine ve söhret basamaklarini hizla katetmesine yardimci oldu. Kendisine Islâmî ilimlere bigâne tavri dolaysiyle bir hayli tereddütle bakan Izmir ve Istanbul sermâyesi bu yayinlardan sonra saflarini sikistirdilar, desteklerini artirdilar. Bu cephede söyle bir mantik geçerlidir, "Bizim düsmanimizin düsmani, bizim en yakin dostumuzdur. Kurulusdan beridir, Islâm düsmani olan bu gazete, bu zat'a acimasizca saldirdigina göre demekki, bu zat, mücâhid birisidir, bize düsen de maddî-manevî kendisine destek olmaktir."
Bilindigi gibi 12 Eylül 1980 darbesinde Istanbul hariç, -Istanbul'da, 1. ordu ve Sikiyönetim Komutanliginda bulunan akilli bir Bassavci ve onun vatanperver yardimcilari sâyesinde, istisnalar hariç, topyekûn bir tutuklama tedhis hareketi görülmemistir.- basta Izmir olmak üzere Anadolu'da Islâmî muhitlerde az-çok isim yapmis kim varsa Sikiyönetim komutanliklarina celpedilmis ve tutuklanmislardir. Diger cemaat mensuplari yaninda bu Zat'da bir müddet Izmir Sikiyönetim Komutanligi hapishanelerinde tutuklu kalmistir.
Bu son durum bu zat'in karizmasini taçlandirmis, etrafinda toplananlarin saflarini sikistirmasini saglamistir.
Artik, halk tâbiriyle bu zât'a, "Yürü yâ kulum" denildigi yillardir...
Mustafa AKKOCA
Izmir'de, Akseki'li Ali Riza Bey'in, Imam-Hatip ve Ilâhiyat'a ögrenci yetistirme Derneginde kalip, Cum'a günleri Kestanepazari Cami'inde va'az ederken, "Sizin gibi cemâdat'a bosuna nefes tüketecegime bitli yorganima sarilip Rabbime niyaz etsem daha iyidir," derken de hep takiyye yapiyordu.
Öteden beri agdali-cinasli konusayi sever, bilindigi gibi, kâinatta, zîruh ve nâmî, üreme ve yetisme kabiliyeti olmayan, donuk cisimlere camid, çoguluna cemâdât denilir. Hazretin va'azlarini dinlemek için bir saat, kirkbes dakîka önceden gelen cemaat için, hissiz ve ruhsuz olduklarini ima ile bunlara "Cemâdât" diye hitap ediyordu.
"Cemaate hakâret ettigi, kirici konusmalar yaptigi" gerekçesiyle def'alarca müftülük nezdinde sikâyette bulunulur, müftülükçe yaptirilan murâkabe neticesinde, bu hususlar murâkiplarca da tesbit edildiginden, Izmir Merkez vâizliginden alinir, Bornova'ya verilir, buraya gönderilirken de: Bornova Müftüsüne "Bornova Merkezinde 57. Topçu Tugayi bulunmaktadir, Tugay'da vazifeli Subay ve Ast.Subaylardan pek çogunun özellikle Cum'a namazlarini Cami'i Kebir'de kildiklari biliniyor, bu sebeple size yeni tâyin edilen zat'i mümkün oldugunca merkeze uzak mahalle aralarindaki cami'ilerde vazifelendiriniz" diye de tenbihte bulunulur.
Henüz söhrete ulasmamis, mütevâzî, egreti, her firsatta kendisinin bu toplumun insani olmadigini, uzlete çekilecegini, memleketine gidip, koyun kuzu güdecegini tekrarlayan iddiasiz birisi...
Talihi yaver gider, Izmir'de bir baska büyük cemaatin temsilcisi olan zât'in bâriz hatalari üzerine, bu cemaate yogun maddi-manevî destek veren Izmir'deki müslüman sermâyedarlar, o zamanlar kendi kösesinde mütevâzî bir dervis gibi yasayan bu zât'a teveccüh ederler, zaman içerisinde Izmir'li bu sermâyedarlara Istanbul'daki uzantilari ve gönüldaslari iltihak eder.
Izmir'li sermâyedarlar, Istanbul'daki uzantilari ve gönüldaslari, daha önce yogun bir sekilde yardim ettikleri cemaat, kurslarinda Islâmî ilimleri, Kur'ân ilimlerini tâlim ediyorlardi. Halbuki, bu zât'in geldigi disiplinde; Kur'ânî ilimler, Islâmî ilimlere ehemmiyet verilmez, Sarf, Nahiv gibi harf ve cümle yapisi, Kur'ân-i ve Kur'ân lisanindaki metinleri dogru okuma ve anlama için ansart olan, Âlât Ilmi, "Kil-u Kâl ilmi" diye hafife alinir, Kur'ân-i Kerimi, fasîh ve belîg olarak okumanin ve Kur'ân-i Kerim'in "Allah Kelami olmasi i'tibâriyle beserüstü belâgat ve fesâhatini bir nebze olsun, anlamaya vesiyle teskil eden Ilm-i Vaz'i, Ilm-i Belâgati, Ilm-i Kelâmi, Fikih ve Usûl-ü Fikhi, hadis usûlünü, Tefsiri okumaya, ögrenmeye ihtiyaç yoktu. Hattâ, Kur'ân-i Kerim'in hifzina ve yüzünden Metn-i Aslî'sinde okumaya bile ihtiyaç yoktur...
Önceleri Osmanlica olarak, daha sonralari ise, latin Harfleriyle teksîr veya matbaada bastirilmis, herhangi bir metodolojisi olmayan çogu kismi tekrar olan, münhasiran, ihtarlar, ârizlar seklinde hazirlayicisinin ilhamina isnad ettirilen-tabiî, ki, ilhamin kimden ve kimlerden geldigi de belli degildir. RISÂLÂT bütün bu yukarida kisaca saydigimiz ilimlerin yerine geçmistir. Bu bakimdan nerede ise her mahallede bir Medrese-i Yûsufiye vardir, ama buraya devam edenlerin hemen hemen tamamina yakini, Islâmî ilimlerden bîhaberdir, hatta Kur'ân-i Kerim'i yüzünden okumaktan da acizdir. Izmir'li ve Istanbul'lu sermâyedarlari bir arada tutmak ve kesintisiz yardimlarini çekebilmek için bir seyler yapilmaliydi.
Islâmî ilimlerde temelleri olmayan, baslangiçtan itibâren herhangi bir disipline girmemis, basibozuk devsirme, az sayida Imam-Hatip okulu talebesi, ortaögretim seviyesindeki talebe ve yine az sayida fakültelerde okuyan talebeye yardimlar yapildi, onlar için isik evleri açildi. Izmir ve diger bâzi Ege bölgesi vilâyetlerinin daglarinda hiç bir makamdan izin almadan kimselere sormadan kamplar kuruldu.
Bu kamplar devletin güvenlik güçleri tarafindan basildi, dagitildi, alâkalilar hakkinda ta'kibat yapildi.
Osmanli Devlet-i Aliyye'mizin yikilmasinda birinci derecede âmil olan Ittihad ve Terakkî Komitacilarinin islevini devam ettirmek üzere Ittihad ve Terakkî'nin Merkez-i Umûmîsi olan "Kizilkonak"ta faaliyet gösteren, kuruldugu günden beridir, araliksiz Islâm'a ve müslümanlara, Türk'ün ruh köküne düsman olan, bitmez-tükenmez bir kin ve hirsla her vesilede Islâm'a ve müslümanlara tecâvüzü mârifet sayan mâhut ve mâlum gazete, bunlari vesiyle ederek, günlerce Islâm düsmanligi ihtiva eden tefrikalar yayinladi. Irtica'nin devleti kusattigi, devleti ele geçirmesinin artik an mes'elesi oldugunu filan ciddi ciddi iddia etti.
Ilerisi gerisi fazla düsünülmeden kurulan bu kamplar bu cenahlarda öylesine î'zam edildiki, Mugla-Izmir arasindaki bütün pamuk tarlalarinin, zeytinliklerin bu zata ve onun yakinlarina ait oldugu bile iddia edildi.
Mâhut gazete'nin bu yayini, gazetenin bu yayinlarina istinâden baska yayinlar bu zât'in karizmasinin yükselmesine ve söhret basamaklarini hizla katetmesine yardimci oldu. Kendisine Islâmî ilimlere bigâne tavri dolaysiyle bir hayli tereddütle bakan Izmir ve Istanbul sermâyesi bu yayinlardan sonra saflarini sikistirdilar, desteklerini artirdilar. Bu cephede söyle bir mantik geçerlidir, "Bizim düsmanimizin düsmani, bizim en yakin dostumuzdur. Kurulusdan beridir, Islâm düsmani olan bu gazete, bu zat'a acimasizca saldirdigina göre demekki, bu zat, mücâhid birisidir, bize düsen de maddî-manevî kendisine destek olmaktir."
Bilindigi gibi 12 Eylül 1980 darbesinde Istanbul hariç, -Istanbul'da, 1. ordu ve Sikiyönetim Komutanliginda bulunan akilli bir Bassavci ve onun vatanperver yardimcilari sâyesinde, istisnalar hariç, topyekûn bir tutuklama tedhis hareketi görülmemistir.- basta Izmir olmak üzere Anadolu'da Islâmî muhitlerde az-çok isim yapmis kim varsa Sikiyönetim komutanliklarina celpedilmis ve tutuklanmislardir. Diger cemaat mensuplari yaninda bu Zat'da bir müddet Izmir Sikiyönetim Komutanligi hapishanelerinde tutuklu kalmistir.
Bu son durum bu zat'in karizmasini taçlandirmis, etrafinda toplananlarin saflarini sikistirmasini saglamistir.
Artik, halk tâbiriyle bu zât'a, "Yürü yâ kulum" denildigi yillardir...
Mustafa AKKOCA
Konular
- İki namazı birleştirmek
- Mezheplerle Alakalı Muamelat
- Muhtelif Mevzular
- İyiliği tavsiye ederken
- Din istismarı ve riya
- İyi anlaşılamayan sualler
- Kabir azabı
- Kabir azabı haktır
- Kabir suali
- Yanıp ölene kabir azabı
- Hesaba çekilme riski var
- Sevgiye lâyık olmak için
- Dert ve belanın geliş sebebi
- İnsanları sevindirmek
- Hüsnü zan ve sui zan
- Cuma günü öğle namazı
- Hidayete kavuşturan yollar
- Ölü için devir ve iskat
- En iyi en hayırlı insanlar
- Eshab-ı kiramın üstünlüğü
- Eshab-ı kiram'ın fazileti
- Resulullahın akrabaları
- Ağaç altında söz veren eshab
- İmam-ı Cafer’in konuşmaları
- Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ali’nin konuşmaları
- Hz. Ebu Bekr’in üstünlüğü
- Eshâb-ı kirâmın her sözü senettir
- Farklı görüş beyan etmek
- Cihar-ı yârı Güzin
- Hz. Osman-ı zinnureyn