inkarcılar

GAYR-I METLUV VAHİY

Oryantalistlerin başlattığı ve bazı Müslümanlarca da kabul gören “kuran dışında vahiy olmadığı ve sünnetin vahiy olmadığı” sloganları belli bir mesafe kat etmiş ve Müslümanların düşüncelerini bulandırmıştır. Bugün artık okulda, camide, çarşıda, pazarda bu türden insanları bulmak mümkündür.

KÜFRÜN İSLAM'I ÇÖKERTME PLANI

Etrafımız “ Medeniyet”in defnedildiği makberlerle çevrili. Taftazaniler, Ebussuudlar dünyamızdan çekileli hayli zaman oldu. İlim meclislerinde derinlik, edebiyat oturumlarında lezzet kalmadı. Ne ilimde ne de aksiyonda İslam’ı temsil kabiliyetine sahibiz.
Kur’an imamesine bağlı “ nizam taneleri” bir bir koparıldı. “Kitap” tan uzaklaştıkça “yeksenak” duruşumuz kayboldu. Rekaket önce ilimde başladı. Sonra dinin muhkem kaleleri olan mezhepler tenkit edildi. Onlarda gedikler açılınca hedefe Sünnet alındı. Şimdilerde ise tarihselcilik belası ile Kur’an’ı Kerim buharlaştırılmak isteniyor. Kurgusu oryantalizme ait olan İslam’ı çökertme planı Tanzimat’tan günümüze kadar bu şekilde sahnelendi.

Hadiseyi somut bir örnek çerçevesinde tevsik edelim: Hintli bir Abdullah Çekralevi ( ö.1914) vardı. Nezir Hüseyin Dehlevi’den dersler almış, sıkı bir “ Ehl-i Hadis” ekolü bağlısı olarak yetişmişti. Yani ilk planda sadece mezheplerin münkiriydi.Kur’an ve Sünnet’ten başka otorite tanımazdı. Hadis müdafaası adına yıllarca mezheplerle savaşmıştı.

Tevatürü hafife almak

Zaman zaman gençlerin bilhassa itikadi konularda serbestçe sarf-ı kelam ettiği konusunda mailler alıyorum. İnternetteki kimi forumlarda tevatürle sabit bir takım meselelerin inkârı söz konusu oluyormuş. Bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmanın getirdiği önemli bir tehlike bu.

Hz. İsa (a.s)’ın nüzulü, kabir azabı ve benzeri meseleler hakkında genellikle şu tarz değerlendirmeler yapılıyor: “Bu meseleler Kur’an’da geçmiyor, bazı hadislerde yer alıyor. Ama hadis Kur’an’a aykırı olamaz. Dolayısıyla bu konulardaki hadisler uydurmadır.” Ya da, “Evet, bu konuda bazı hadisler var, ama bu hadisler itikadî sahada bir şey ifade etmez.”

İmam Ebû Hanîfe şöyle der: “Kabir azabını bilmem” diyen kimse helaka uğrayan Cehmiyye’dendir. Çünkü o kimse, kabir azabının ifade edildiği “Biz onları iki defa azaplandıracağız” (9/et-Tevbe, 101) ayetini ve kabirdeki azabı anlatan “Şüphesiz zulmedenlere bundan başka da bir azap var” (52/et-Tûr, 47) ayetlerini inkâr etmiştir. Eğer bu kimse, “Ben ayete inanıyorum; ancak tefsir ve teviline inanmıyorum” derse kâfir olur. Çünkü Kur’an’da, tevili tenzilinin aynı olan (ne ifade ettiği konusunda ayrıca yoruma gerek bırakmayacak ölçüde açık olan) ayetler vardır. Eğer bunu inkâr ederse kâfir olur.” (1)

Sünnetsiz İslâm Arayışları


Ebu Râfî (r.a) 'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:

"Benim emrettiğim veya nehyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde sakın sizden birinizi, koltuğuna yaslanmış olarak, "biz onu bunu bilmeyiz. Allah'ın kitabında ne görürsek ona uyarız, o kadar" derken bulmayayım."1

Batı'nın İslâm ülkelerini istilâ ettiği ve askerî işgali kültürel işgale dönüştürüp sürekli kılmaya karar verdiği yıllardan itibaren planlı ve örgütlü olarak başlatılmış olan sünnet düşmanlığı, ilerliyen yıllar içinde "Kur'an'la yetinme" çağrısına dönüştü. Oryantalistlerin sünnet verilerine yönelttikleri uydurulmuş ithamlarına körü körüne kapılmaktan kaynaklanan bahis konusu düşmanlık ve çağrı, ilginç bir şekilde İran-Irak savaşının sona ermesinden sonra memleketimizde değişik seviyede ulu orta yazılır-çizilir ve konuşulur oldu. Batıya yenik düşmüş İslâm ülkeleri aydınlarından bazıları bu yenikliğin ve ezikliğin etkisiyle İslâm'a müsteşrikler gibi yaklaşıp onların bedava avukatlığını üstlenerek ülkelerin gündemine sünnet karşıtı fikirleri taşımışlar ve kitaplık hacımda yoğun tartışmalara, sürtüşmelere vesile olmuşlardır.

DİNDE DELİL OLARAK SÜNNET VE İNKAR EDENİN HÜKMÜ -III-


III. AHAD HABERLERİN YETERİNCE TENKİT EDİLDİĞİNE DAİR AÇIKLAMA

Muhaddislerin Peygamber sünnetine yönelik çalışmalarındaki gayretkeşliğe aşina olan bir kimse, uzman muhaddislerin sünnete yapılması gereken en büyük hizmeti yaptıkları kanaatine varır. Tarih boyunca da sünnete en büyük ve emsalsiz hizmeti muhaddisler yapmıştır.

Nebevî hadise hizmet etmek için ömürlerini harcayan onlardır. Onlar ki, bu yol uğruna, can ve cananlarını ortaya koymuşlardı. İnsan aklının daha doğrusunu kavrayamayacağı, doğru ile yanlışı birbirinden ayırmak ve tenkit edilmesi gereken haberleri tenkit etmek için öyle ölçüler belirlediler ki, onlarla usul ve kaideler oluşturdular.

Daha sonra da hadisleri, oluşturdukları bu doğru kaidelere sunmakla, sened ve metin tenkidi yaptılar. Böylesi çalışmalarla, akıllara dehşet saçan mükemmel neticeler sergilediler.

Muhaddislerin yeteri kadar metin ve sened tenkidi yapmak için ilme dayalı, esas ve formül saptadıklarını birçok insan itiraf etmekte, ancak bu ilme dayalı esas ve formüllerin sened tenkidinde gereği veya gereğine yakın uygulandığını; metin tenkidinde ise gereğince uygulanmadığından, ‘sahih’ diye bilinen birçok hadis metninin, tenkit edilmesi gerektiğini iddia ederler. .

DİNDE DELİL OLARAK SÜNNET VE İNKAR EDENİN HÜKMÜ


Son yıllarda, çeşitli bahanelerle Sevgili Peygamberimizin sünnet ve hadis-i şeriflerini, dini meselelerde delil olarak kabul etmek istemeyen veya bu konuda çekimser fikirler ileri sürerek, Müslümanların sağlam inançlarının sarsılmasına sebep olan kimseler gündemi işgal etmektedir.

Gülistan Dergisi olarak, bu çok önemli konuda, zamanımızın dünyaca kabul görmüş alimlerinden biri olan M. Salih Ekinci Hocaefendi’den bu konuyu delilleriyle birlikte aydınlığa kavuşturmalarını istirham ettik. Yoğun ilmi çalışmalarına rağmen, bu önemli hizmeti yerine getiren üstada, sizler adına şükran ve minnetlerimizi sunuyoruz.

Önce röportaj biçiminde düşündüğümüz çalışmayı, ilmi bir makale olarak sizlere sunmanın daha çok fayda sağlayacağını gördüğümüzden, bu şekliyle istifadenize sunuyoruz.

Sünnet İnkârcılarına CEVAP IV


Allah ve Resûlü Bir İşe Hüküm Verdimi İnsan Olan İçin İtaat Gerekir

Sünnet'in İslâm'da delil olmasına gelince; Bununla alâkalı olarak İmam Beyhakî şöyle buyurmuştur:

"Şayet Sünnet'in delil oluşu sabit olmasaydı, Peygamber Efendimiz Veda Hutbesi'nde orada bulunanlara dinî hususları öğrettikten sonra şöyle buyurmazdı: "Bakın! Burada bulunanlarınız bulunmayanlara (anlattıklarımı) aktarsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler, dinleyenden daha iyi beller." (1)

Beyhakî sonra Efendimizin şu hadis–i şerifini zikretmektedir:
"Bizden işittiği hadisi, işittiği gibi aynen rivayet edenin Allah yüzünü ağartsın. Çünkü kendisine aktarılan bazı kimseler, dinleyenden daha iyi beller." (2) Bu meyanda İmam Şafiî Rahimehullah da şöyle buyurmuştur:

"Resûlullah kendi sözünün dinlenip ezberlenmesini ve hakkıyla aktarılmasını tavsiye edince, bu onun ancak hüccet olan şeyleri emrettiğinin delilidir." (3)
Çünkü buraya yerine getirilmesi gereken bir helâldir veya kaçınılması gereken bir haramdır.

Sünnet İnkârcılarına CEVAP III..


ALLAH'IN EMRETMEDIĞI BIR SÜNNET HÜKÜM OLARAK KONMAMIŞTIR

Yüce Kitabımız Kur'anı Kerîm'in eksiksiz ve açık, dinimizin de tamamlanmış olmasına rağmen onun Sünnet tarafından yorumlanmasına ve açıklanmasına gerçekten ihtiyaç var mı?" şeklinde bir soru aklımıza gelebilir.

Öncelikle şunu ifade edeyim ki, Allahu Teâlâ'nın, peygamberler aracılığı ile emir ve yasaklarını kullarına duyurması, nasıl ki bir acizlik ve eksiklik değilse, Sünnet'in varlığı da kesinlikle Kur'an'ın eksik ve yetersizliği anlamına gelmez. Elbette Kur'anı Kerîm'in gayet açık ve anlaşılabilir olduğu bir hakikattir. Ancak onun muhatapları olan insanların anlayış seviyeleri farklı farklı olduğundan onu herkesin aynı şekilde, doğru olarak anlayıp kavramaları imkânsızdır. Dolayısıyla kim, neyi anlamak ihtiyacında ise, ona bunu anlatmak ve iyice anlaşılması için de açıklamak lâzımdır.

Sünnet İnkârcılarına CEVAP II


Resûlullah'a itaatin, Allah'a itaatle birlikte yan yana zikredilmesindeki incelik; Allah Resûlü'nün değerini ortaya koymak, 'Kur'an'da bulunmayan dinî emirleri yapmak gerekmez' zannını yıkmak ve Peygamber Efendimizin, Kur'an'dan ayrı ve müstakil olarak Hadislerinde ortaya koyduğu emirlerine itaat etmektir."

Sünnet; İslâm'ı anlamak, kavramak ve yaşamak hususunda en doğru ölçü ve yorumdur. Allah'tan gelen vahyi almak için peygamberlerin aracılığına insanların nasıl ihtiyacı varsa, Kur'an'ı anlamak için de Peygamber'in yorumuna yani sünnete öylece ihtiyaç vardır.

Bütün peygamberler, Allah'tan gelen ilâhî vahyi insanlara harfiyen tebliğ eder, açıklanması gereken yerleri açıklar ve kendi hayatlarında yaşayarak uygulamasını gösterirler. Nitekim Hz. Aişe anamıza Peygamber Efendimizin ahlâkından sorulduğunda Hz. Aişe anamız cevaben "Onun ahlâkı Kur'an'dı." buyurmuştur. Kur'an'ın hangi emri nasıl yerine getirilecek, hangi nehiyden nasıl içtinap edilecekse, Efendimiz bunu bizzat yaşayarak göstermiştir. Hiç şüphesiz o, Kur'an'ı en iyi anlayan ve en mükemmel şekilde hayata geçirip tatbikat sahasına koyandır. Yani Efendimiz, Kur'an'ın canlı bir tefsiri ve yaşayan bir İslâm'dır.

Sünnet İnkârcılarına CEVAP


İlk devirlerde Sünnet düşmanlığı o kadar ileri boyutlara ulaştı ki, ashabı küfürle itham etme ahmaklığını gösterdiler. Bunun sonucu olarak, onların bu bâtıl iddialarına göre Hadis–i şerifler, kâfir olan bir topluluğun rivayetleri olduğu için hiçbirini kabul etmediler.

Hadis düşmanlarının amacı; Sünnet–i Nebeviyye'yi devre dışı bırakarak, akıllarınca Resûlullah'ı devreden çıkarmaktır.İslâm âlimlerinin, Kur'an'ın tefsiri olarak kabul ettiği "Sünnet"i güya bu şekilde hallettikten sonra sıra ikinci adıma, yani Kur'an'a gelecekti!..

Bazı ilimler vardır, ilaç gibidir, insanın sıhhat ve afiyeti için zarurîdir. Bazı fikirler de vardır, zehir gibidir, insan hayatına kasteder, öldürücüdür.İşte bu gibi fikirlere son derece dikkat etmek, bu tür görüş sahiplerinden son derece sakınmak lâzımdır.Bu zehirli fikirlerden biri de, uzun zamandır mevcut olmayan; fakat son yıllarda kötü kokusu yayılmaya başlayan "Hadis ve Sünnet'i Kabul Etmeme Hastalığı"dır.

KURAN SÜNNET AYRILMAZLIĞI

Muhterem müslümanlar!

Son zamanlarda sık sık dile getirilen bir husus var. Kur’an ile sünneti birbirinden ayırmak, hatta sünneti hiçbir şekilde hesaba katmamak. Kur’an bize yeter diyerek sadece Kur’an ile yetinmeye çalışmak. Elbette ki bu, müslümanların kafasını karıştıran yanlış bir telakkidir. Kur’an ve sünnetin bütünlüğünü ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayat-ı pakını anlamadan Kur’an’ı anlayamayacağımızı, dolayısıyla Kur’an ile sünneti bütünleştirerek, İslamî bir hayat yaşamamız gerektiğini özellikle belirtmeliyim.

Sünnet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin söz, fiil ve takrirleridir.

Ayet-i kerimede:

“O hevasından konuşmaz ve O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir.” (Necm 3-4) buyrulmuştur.

Demek ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an olarak biz ümmete ne bildirmişse o Allah’ın kelamıdır. Bir de Kur’an olarak bildirmediği fakat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kalbine Allah celle celaluhun ilham ettiği hak sözler vardır.

Hazreti Mehdi de gelecek

Son günlerde bazı ilahiyatçılar, hazreti İsa’nın gelmeyeceği iddiasını ortaya atarak yeni bir tartışma daha başlattılar. Geçenlerde, bu konuda icma (ittifak) bulunduğu için, Hz. İsa’nın geleceğine inanmamanın insanı dinden çıkartacağını vesikaları ile bildirmiştik. İmam-ı a’zam, imam-ı Malik, imam-ı Safii, İmam-ı Ahmed, imam-ı Es'ari, imam-ı Maturidi, Suyuti, Teftazani, F. Razi gibi Ehli sünnet büyüklerinin Hz. İsa’nın geleceği konusunda ittifakının bulunduğunu yazmıştık.

Şimdi de, buna bağlı olarak Hazreti Mehdi’nin gelmeyeceği konusu tartışılmaya başlandı. Tartışmayı başlatanlar da yine aynı guruh. Aklı naklin üstünde tutan, kendi akıllarının almadığı hadis-i şerifleri, İslam büyüklerinin sözlerini inkar eden guruh. Geçenlerde bunlardan biri, Hz. İsa konusunda; bütün hadis kitaplarında geçiyor, inkarı mümkün değil ancak bunlar akla mantığa aykırı, kabulü mümkün değil dedi.

"Önceki âlimler cahillikle suçlanır!"

Bugün geçmişi inkar; İslam alimlerini, fıkıh kitapları hafife alma, alay etme, hatta hadis-i şerifleri çeşitli bahanelerle (uydurma, akla, mantığı uygun değil gibi) dolaylı inkar günümüz bazı din adamlarının alameti farikası haline geldi. Geriye kalan tek kaynak Kur’an-ı kerime de istedikleri gibi mana vererek, halkın geçmiş ile irtibatını kesmek ve dinde karkaşa çıkarmak istiyorlar. Bu durumu Resulullah efendimiz ondört asır önce “Öyle bir zaman gelir ki, âlimler fitne unsuru olur, camiler ve hafızlar çoğalır, ama, hemen hemen (hakiki) âlim hiç bulunmaz.”, “Daha önce yaşamış âlimler cahillikle suçlanır.” buyurarak haber vermiş, bunun kıyamet alametlerinden olduğunu bildirmiştir.

Kendi foyalarını meydana çıkarttığı için bazı kesimler kıyamet alametleri ile ilgili hadis-i şerifleri de inkar etmektedirler. Halbuki, on büyük alamet çıkmadıkça Kıyamet kopmıyacağını Peygamber efendimiz bildirmiştir.

Vehhabilerin İslama verdikleri zarar

Bugün bütün dünyada Müslümanlığın imajının yerle bir olmasının sebebinin büyüğü Vehhabiliktedir.
Radikal İslam denen şeyin kaynağı Vehhabilik olduğu için Türkiye'de İslam'ın radikal versiyonu tutunamamıştır, tutunamaz. Bu sebeple Afganistan, Çeçenistan ve Bosna savaşlarına 1500 Türkiyeli gitmiş ve Vehhabilikle tanışmış. (MGK Raporundan)

Bu Vehhabilik denilen şey İngiliz İstihbaratı tarafından kurulmuştur.

Mezar ziyaretlerini yasaklayanlar, kızların kendi babaları ile bile sokağa çıkmalarını yasaklayanlar onlar.

Aşırılık her alanda kendini gösterdi ve Vehhabilik sonradan gelişen her türlü yeniliğe sonradan olma diyerek hep karşı çıktılar. Böylece tüm yenilikler engellendi. Dikkat edilirse bu tür davranışlar ağır baskı rejimleri ve istila zamanlarında ortaya çıkıyor.

Mürted Olmaktan Korkmalı

Sual: Mürtedlik hakkında kâfi bilgi verir misiniz?

CEVAP
Müslümanlıktan ayrılıp, kâfir olana veya ana-babası müslüman olup da, kendisi müslüman olmayana mürted denir. Müslüman evladı oldukları halde, Müslümanlıktan haberleri olmadığından ve hiçbir din âliminin kitabını okumadıklarından ve anlamadıklarından, yalnız bir lutfe, bir teveccühe ve dünyalığa kavuşmak için ve akıntıya kapılmış olmak için, Müslümanlığı beğenmeyenler, ilerlemeye engel diyenler de mürteddir.

Yeni müslüman olan kimsenin veya akıl-baliğ olan müslüman evladının, önce Kelime-i şehadet söylemesi, bunun manasını öğrenip inanması, sonra, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan itikadı öğrenip, bunlara inanması, daha sonra da İslam’ın beş şartını ve helal-haram olan şeyleri öğrenmesi, bunlara inanıp uygun yaşaması gerekir. Bunları öğrenmek ve uymak gerektiğine inanmayan, önem vermeyen mürted olur. Yani kelime-i şehadet getirerek müslüman olduktan sonra, tekrar kâfir olur.