Zehirli | Konular | Kitaplar

inkarcılar

RUH ÖLMEZ ÖLÜ İŞİTİR

Sual: (Ölüler işitmez. Peygamberler de ölüdür. Onlar da işitemez. Onun için şefaat ya Resulallah veya yetiş ya Resulallah demek şirktir) diyenlere nasıl bir cevap vermek gerekir?

CEVAP
Bunlar vehhabilerin ve bunlara aldanan bazı mezhepsizlerin iddialarıdır.
Şirk demek büyük hatadır. Çünkü ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Bir âyet meali şöyledir:

(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır.) [Zümer 42]

Bu âyet-i kerime de ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba duçar olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müminlerin ruhları 7. kat göktedir. Orada Cennetteki makamlarını seyrederler.) [Deylemi]

RESULULLAH EFENDİMİZİN ŞEFAATI

Bütün Ehl-i sünnet âlimleri, ittifakla, hepsi şefaati kabul etmişlerdir. Sadece nakilden çok akla tâbi olan Mutezile denilen sapık bir fırka ve Vehhabiler şefaati inkâr etmiştir.

Yeni türedi bazı yazarlar da Peygamber efendimize düşmanlık ederek, “Kur'anı getirmekle onun vazifesi bitmiştir. Kimseye faydası olmaz, şefaat edemez” diyorlar. Onun, âlemlere rahmet olarak geldiğini kabul etmiyorlar, Mutezileye, Vehhabilere inanıyorlar da, şefaatin hak olduğunu bildiren âyet ve hadisleri inkâr ediyorlar.

Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71]

(Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7]
(De ki; “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31]

Sünnet-i Terk Edip Yalnız Kur'an İle Amel Etmek

"Sünnet'i terk edip yalnız Kur'an ile amel etmek isteyenler" var bu konuda ne dersiniz?



Bazı ehliyetsiz insanları görüyoruz ki, yalnız Kur'an-ı Kerim'in getirdiği İlâhî hükümleri kabul edip, dinin diğer temel kaynakları olan Sünnet, İcma ve Kıyas'ı reddediyorlar. Maksatları ise, halkın itikadını bozmak ve saptırmaktan ibarettir. Bunlar, Kur'an'ı tek mezhep kabul edip, sünnet-i Peygamberiyeyi ve İslâm'ın diğer delillerini hafife alırken işlerine gelen hadisleri kabul edip, gelmeyenleri reddederler. Şuurlu müslümanları aldatamadıkları gibi takdir de göremezler, buna haklan da yoktur.

Malumdur ki, müslümanlar Kur'an-ı Kerim'de nazil olan İlâhî hükümlere inanıp onlara uymaya mecbur oldukları gibi, hadislerle buyrulan dinî hükümleri de kabul etmeye mecburdurlar.

Bunlar asırlardan beri tefsir, hadis, fıkıh ve diğer sahalarda yazılmış olan bütün ilim ve fikir ehlinin takdirini kazanan çok kıymetli eserleri hiç dikkate almazlar.

Evet, Kur'an-ı Azimüşşanın gölgesine sığınarak yanlış yönlendirmede bulunan bir kimse hiç olmazsa şunu bilmelidir ki, bir müslüman ne kadar bilgisiz de olsa Kur'an'ı Azimüşşanın Allah kelamı olduğununa katiyyen şüphe ve tereddütü olmadığı gibi sünnet-i seniyyenin de İslâm'ın ikinci bir delili ve dayanak noktası olduğunu kesin olarak bilir ve öyle de inanır.

KUR'ÂN İSLÂMI ( ! ) ÜZERİNE

Günümüzde bir takım insanlar, “Size düşen Kur’ana sarılmaktır, onun helal dediğini helal, haram dediğini de haram saydığınızda kurtuluşa erersiniz!” diyerek inanan insanları sadece bir kaynağa yönelmekte ve bilerek Allah’ın Rasulü(s.a.v.)’nü ve hadisi devreden çıkartarak: “Sünnetsiz bir hayat”ın savunuculuğunu yapmaktadırlar.

Tam bir müsteşrik kafasıyla hareket eden bu yerli “oryantalist işbirlikçileri”nin asıl amaçları sadece sünneti devreden çıkartmak değil, koskoca hadisler deryasını bir çırpıda yok saymak ve dolayısıyla da onları rivayet eden eşsiz sahabiyi nerdeyse “yalan hadis” gibi ağır bir ithamla suçlayarak, inananların gözünden sahabinin etkinliğini silmektir. Bu yüzden olsa gerek, her önüne gelen ahkam kesmekte, hadisleri reddetmekte, sünneti kabul etmemekte ve eşsiz sahabeye dil uzatabilmektedir. Bir de bu yaptıklarını “Kur’an İslamı, Kur’anî İslam, Hanif İslam, Kur’an eksenli İslam” gibi yaldızlı ve süslü tabirlerle cahil halka yutturmaktadırlar.

Bu makalemizde gayemiz, Kur’an İslâmı söyleminin tarihi arka planını irdelemek, İslam'ın ilk dönemindeki örnekleri ve günümüzdeki izdüşümlerini tespit etmek olacaktır..

H.Kırbaşoğlu'nun "Hz.İsa'yı Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi"Başlıklı Makalesine Reddiye

Kur’an’a tarihselci zaviyeden bakan modernist müslümanlar bu gün geldikleri nokta itibariyle ameli hükümlerin yanı sıra itikadi meselelerin arka planında da tarihi motifler aramaktadırlar. Zihinlere nakşedilmeye çalışılan İslam, “buhar gibi yerden göğe yükselen, sonrada yağmur olarak geri dönen” dinin adıdır. Tarihselci anlayış, İslam medeniyetini var eden değerlerin yekununa bu bakış açısını hakim kılma arzusundadır. Bu çerçevede Kur’an’ın açık hükümleri bir takım gayi formüllerle te’vil kılıfına sokulup reddedilirken, Sünnet; “çağdaş” kabul edilen değerler mi’yar ittihaz edilerek doğrudan devre dışı bırakılmaktadır. Sünnet’i etkisiz bir konuma taşımada müracaat edilen en belirleyici unsur ise “metin tenkidi”dir.

Eslafın elinde, hadis-i şeriflerin sahihini zayıfından ayıran bir usul olarak işleyen metin tenkidi, modernist Müslümanlar için İslam’ın müteal değerlerini beşeri formlarda anlamlandırma ameliyesinin bir unsuru olarak faaliyet göstermektedir. Batılılar'ın, özellikle Kitab-ı Mukaddes bağlamında geliştirdikleri, metin tenkidi yöntemi, ellerinde bulunan dini metinlerin beşer müdahalesine maruz kaldığı, hatta beşer eliyle oluşturulduğu gerçeği üzerine ibtina eder. Kur’an’ı da aynı bakış açısıyla okuyan batılılar onun da metin tenkidine tabi tutulmasını talep ederler.

Süleyman Ateş'in"Cennet Kimsenin Tekelinde Değildir"Başlıklı Makalesinin Tenkidi

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

Allah Teâlâ'ya hamd ve âlemlere rahmet olarak gönderilen O'nun değerli elçisi efendimize salât u selâm ederiz.

Değerli kardeşim Prof. Dr. Süleyman Ateş'in, Türkçe olarak yayınlanan İslâmî Araştırmalar dergisindeki “Cennet Kimsenin Tekelinde Değildir” başlıklı yazısını[1] çevirmen aracılığıyla okudum. Hz. Âdem (a.s.) hasebiyle kardeşleri olan insanları savunma gayreti için kendisini kutluyorum; Mezkur makâleden anlaşıldığı üzere, sayın Ateş hiç bir insanın cehenneme gitmesini istememektedir. Bu, her mü’minin hatta her aklı başında insanın, beşeriyetin bütün fertleri için arzu ettiği değerli bir insânî taleptir. Çünkü bizler, bütün bir insanlık olarak kardeşiz ve Hz. Âdem'in çocuklarıyız. Nitekim Allah Teâlâ bunu şöyle ifade eder: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının” (Nisâ, 1). Dolayısıyla akl-ı selîm bir insanın diğer insan kardeşlerinin kurtulmasını arzu etmemesi düşünülemez.

Ancak sayın Ateş'in makalesinin başlığı insanı şaşırtmakta ve dehşete düşürmektedir. Biz Müslümanlar olarak cennetin “tekelimizde” olduğunu hiç öne sürdük mü ki? Yoksa bu iddia hemcinsleri ve dindaşları hususunda ırkçı, mutaassıp ve tutucu bir karaktere sahip olan Yahudi ve Hıristiyanlara ait değil midir?

YALNIZ KUR'AN DİYEN YALANCILAR

Kur’andan başka delil var mıdır?

CEVAP
Mezhepsizler, dindeki dört delilin ikisini kabul etmeyip Kitap ve Sünnet’ten başka delil yok diyorlar. Mezhepsizleri de geride bırakan türediler, Kitap ve Sünnet tâbirine bile saldırıp, “Kur’andan başka bir sünnet adı altında din çıkarmak İslam’ı yıkmaktır, Peygamber Kur’anı getirmekle işi bitmiştir, o bir postacıdır” diyerek Sünneti Kur’andan farklı bir şey gibi göstermeye çalışıyorlar.

Yalnız Kur’an diyenler, kesinlikle Kur’an-ı kerime inanmıyorlar. İslamiyet’i yıkmak için inanmış gibi görünüyorlar. Bunların başında İgnaz Goldziher, Shacht gibi Oryantalist denilen gayri müslimler gelir. Hıristiyanların çıkardığı bu akıma kapılıp biz de resulüz diyenlerden Hintli Mirza Gulam Ahmet ile Mısırlı Reşat Halife ve daha başka zındıklar vardır. Reşat Halifenin kurduğu on dokuzcular bâtıl dinini savunanlar da yalnız Kur’an diyor, Sünneti inkâr ediyorlar.

Dindeki dört delilden üçü inkâr edilince, herkes kendi anladığını doğru kabul edecek ve böylece insan sayısı kadar din meydana gelecek, bir kaos yaşanacak ve nihayet din yıkılacaktır. Fakat bu dini yıkmaya muvaffak olamayacakları Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir:

(Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu [Kur’an, Sünnet, icma ve kıyastan meydana gelen Allah’ın dinini] söndürmeye yelteniyorlar.

KUR'AN'I KENDİLERİNE GÖRE YORUMLAYANLAR

Bid'at mezhepleri, Ehl-i Sünnet alimlerinin tutarlı ve dirayetli delilleri karşısında tutunamamış, çoğunluğu yok olup gitmiştir. Fakat, kitaplara geçen ve nesilden nesile devam eden görüşlerinin yok olup gittiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Bu gün dahi, taassup ve katılıkta haricîleri aratmayan kafa yapısıyla her yerde karşılaşmak mümkündür.


Geçmişte ortaya çıkan bozuk itikadî mezheplerin hemen tamamı Kur'an'a dayandıklarını iddia ediyorlar ve ileri sürdükleri görüşleri destekler gibi görünen her ayeti muhaliflerine karşı bir koz olarak kullanıyorlardı.


İlk asırda meydana çıkan Mu'tezile, Cebriyye ve Haricîlik gibi zahirperest mezhepler, ayetleri tefsir ederlerken Hz. Peygamber s.a.v.'in konuyla ilgili yorumlarını dikkate almıyorlardı. Sadece ayetin zahirine sarılıyorlardı. Hz. Ali r.a. başta olmak üzere, henüz aralarında bulunan Sahabe-i Kiram'ın büyüklerinin dahi görüşlerine aldırış etmiyorlardı. Arap dili ve edebiyatını iyi bilen alim ve müçtehitlerin görüşlerine itibar eden de yoktu. O yüzden Allah'ın ayetlerini diledikleri şekilde tevil ve tefsir edebiliyorlardı. Böylece her bid'at ve dalâlet sahibi, sapık bilgilerini ve bozuk işlerini Kur'an-ı Kerim'den çıkardığını söylüyordu. Nihayet günümüzde olduğu gibi, İslâm dinini içinden çıkılmaz bir hale getirmişlerdi.


Haricî zihniyet


Mesela Haricîler, bu ümmetin kutup yıldızları mesabesinde olan kimseleri kâfir ilan ediyorlardı. Bunların kâfir olarak ilan ettikleri arasında -hâşâ- Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr r.a. efendilerimiz gibi büyük sahabilerden başka, müminlerin annesi Hz. Aişe r.a. da vardı.

SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -I-

Sünneti inkar edenler veya sünnet ve hadiste "ayıklama" yapmak isteyenler, maksatlarına ulaşmak için iki yol takip ediyorlar. Bunlar:

a) Hadislerin Resûlullah’a (sav) âit olup olmadığı hususunda kalplerde kuşku uyandırmak.

b) Buna rağmen ilmî usullerle yapılan araştırmalar sonucunda, bir sözün Resûlullah’a âit olduğu kesinleştiğinde de "Bizim ona uymamız ve onu uygulamamız şart değil" gibi hezeyanlar ortaya atarak -hâşâ- Peygamberimizi sıradan bir beşer konumuna indirgemek.(1)



Bunun için de değişik gerekçelerle sünneti reddetme yoluna gidiyorlar.



Sünneti İnkar Edenlerin Gerekçeleri

Bu gerekçeleri şöyle maddeleştirebiliriz:



I- Her Şeyin Kur'ân'da Açıklandığının Bildirilmesi:



Sünneti inkar edenler, hiç alakası olmayan âyetleri görüşlerine delil olarak ileri sürmektedirler. Bu âyetler şunlardır: "Biz Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık."(2) "Biz Kur'ân'ı her şeyin bir açıklaması olarak indirdik." (3)



İşte bu âyetleri delil göstererek, Kur'ân'ın dinle ilgili her şeyi açıkladığını, sünnetin veya başka bir şeyin dinî hükümlere kaynaklık etmesine, Kur'ân'ı açıklamasına gerek kalmadığını iddia ediyorlar ve aksini savunmanın Kitab'ın din konusunda yetersiz kaldığını söylemek demek olacağı hezeyanında bulunuyorlar.



Böyle kimseler, kendilerinden önce sünneti inkar eden, Haricîlerin "Hüküm ancak Allah'ındır" hak sözü ile, Hz. Ali'ye (ra) karşı bâtıl bir dava ileri sürdükleri gibi, bu âyetlerle bâtıl bir mânâ kast etmekte, bâtıl bir dâvanın peşinde gitmektedirler. Bu âyetler hiç bir şekilde sünnetin inkârına gerekçe gösterilemez.

SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -II-

4. İnsanları Kur'ân'a Yöneltme



Sünnet inkarcıları, sünnet/hadis düşmanlıklarını masum bir havaya büründürmek için, hadislerin Kur'ân'ın yanında değersiz olduğunu, kendilerinin Kur'ân'a ve Allah'ın emirlerine aşırı değer verdiklerini söylemektedirler.




Kur'ân, İslâm dininin en önemli bilgi kaynağı olmakla birlikte, tek bilgi kaynağı değildir. Kur'ân'ı tebliğ eden, onun yaşayan bir tefsiri olan Resûlullah’ı devre dışı bırakarak insanları Kur'ân'a yöneltmek iddiası kadar gülünç bir iddia düşünülemez.



Kur'ân, her türlü sözü dinlemeye ve en güzeline tâbi olmaya çağırır. (2) "Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek istiyor" (3) âyetinde olduğu gibi, Müslümanları, hidâyet üzere olan önceki ümmetlerin hayat nizamına çağırır. Böyle iken, insanlara örnek olarak gösterdiği, (4) en yüce ahlakın sahibi olduğunu bildirdiği (5) Resulünün sünnetlerine uyulmasını hiç istemez mi?



Bizzat Kur'ân'ın sünnete önem verdiğini ve Müslümanları Resûlullaha uymaya çağırdığı düşünülürse, böyle bir fikrin ne derece asılsız olduğu kendiliğinden anlaşılır ve "Kur'ân'daki İslâm"ı savunanların, Kur'ân'la nasıl tezata düştüğü görülür.

SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -III-

Önceki yazılarımızda Sünneti inkar ederek yalnızca Kur’an’la amel etmek gerektiğini söyleyenlerin asılsız iddialarını bir bir ortaya koyup çürütmüştük. Bu yazımızda da Hz. Peygamber’i (s.a.v.) aradan çıkarmak demek olan sadece bir ‘nakilci’ olduğu iddiasını ele alacağız.



Resulullah’ın Sadece Kelamı Nakleden Olduğu İddiası



Sünneti inkar edenlerin bir başka iddiası da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sadece bir nâkil-i kelâm, diğer bir ifâdeyle bir "postacı" olduğu, vazifesinin, sadece Kur'ân'ı tebliğden ibaret bulunduğudur.



Kur'ân'ın dışında hüküm kaynağı tanımamanın idarede büyük sıkıntılar çıkaracağını, yöneticilerin ihtiyaca cevap veremeyeceklerini ifâde eden Hayri Kırbaşlıoğlu, sonraki cümlelerinde bağlayıcı hükümlerin Kur'ân'la sınırlı olduğunu savunanlara, günümüzde Kur'ân'ın temas etmediği konuların nasıl çözüme kavuşturulacağını sorduktan sonra iddia sahiplerinin bu suâle ancak şöyle cevap verebileceklerini söyler:



"Evet, mutlak bağlayıcı olan Kur'ân'dır. Kur'ân'ın Hz. Peygamber dönemiyle mukayese edilemeyecek ölçüde gelişmiş ve karmaşık bir hal almış olan çağımızın toplumsal meselelerine, hazır çözümler sunmasının söz konusu olamayacağı da bir gerçektir.

ALİMLERİN İBNİ TEYMİYYE HAKKINDAKİ SÖZLERİ

Hindistan'ın büyük alimlerinden allâme Muhammed Abdurrahman Silhetî, 1882 senesinde basılan kitabında şöyle diyor:

İbni Teymiyye, Vehhabîlerin büyüğü ve öncüsüdür. O şeyh-ül-islam değil, bid'at ve âsâm, yani sapıklık ve günahlar şeyhidir, önderidir. Vehhabîlerin bozuk itikadlarından ilk konuşan odur. Ve aslında, bu bozuk, sapık fırkayı ortaya çıkaran odur. Zamanından Sultan ikinci Mahmud Han zamanına kadar, zikri ve akideleri gizli kaldı. Sultan ikinci Mahmud Han zamanında, Yemen tarafından [Necd'den] Muhammed bin Abdülvehhab isminde biri zuhur etti. İbni Teymiyye'nin ölümü ile yok olan, üzeri örtülen ve İslam memleketlerinde eli kolu bağlı olan bozuk itikadları körükleyip ortaya çıkardı. Yeni bir din yolu tuttu. Ehl-i sünnet vel-Cema'at mezhebine uymayan bir bid'at kampı teşkil etti. (Seyf'ül Ebrar, s.26)

Hindistanlı Ehl-i sünnet alimlerinden Mevlana Muhammed Fadlurresul 1849 senesinde telif ettiği eserinde şöyle diyor:

Biliniz ki bu İbni Teymiyye bed mezheb [yolu kötü], nefsine mağlup, Ehl-i sünnetten hariç bir kimsedir. Allahü teala için cihet [yön] söylenir dedi. İmam-ı Sübkî ona reddiye yazdı. Tabakat-ı Sübkî'de bunlar anlatılmaktadır. Sonradan çıkan bu fırkanın [Vehhabilerin] onunla çok uygunlukları ve ilgileri vardır. (Tashih'ül Mesail, s.44)

Kur’an-ı kerim değiştirilemez

Reşat Halife ve onun izinde gidenler, Kur’an-ı kerime itimadı sarsmak için Tövbe suresinin son iki âyeti fazla diyorlar. Kur’anın değiştiğini söyleyen kâfir olmaz mı?

CEVAP

Böyle bir şeyi Müslüman yaparsa kâfir olur, kâfir zaten kâfirdir, tekrar kâfir olmaz. Emirler yasaklar Müslüman içindir.

Önce Kur’an-ı kerimin bugünkü hale nasıl geldiğini bildirelim:

İslamiyet kolaylık dinidir

Ateist genç diyor ki: İslam kolaylık dini imiş, kime yutturuyorsunuz bunu? Nasıl kolaylık dini bu? Oruç tut, namaz kıl, hacca git ve zekat ver. Bunları yapmanın neresi kolay? Bir kısmında beden yoruluyor, bir ay aç duruluyor, bir kısmında ise para gidiyor.

CEVAP

Müslümana bunların hiçbirisi güç gelmez. Mesela sen sabahları uykuda iken biz sabah namazına kalkıyoruz. Elbette bunlar, sana ve senin gibilere zor gelir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiştir. Güç yetirilemeyen işleri emretmemiştir. İnsanları zayıf yarattığı için, kolaylık göstermiştir. Bir âyet meali şöyledir:

(Allah, size hafif, kolay emretmek istedi, çünkü insan, zayıf yaratılmıştır.) [Nisa 28]

Miraç kandili

Miraç, merdiven demektir. Resulullah efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir. Recebin 27. gecesi, yani bu gecedir.

Mutezile fırkası, Resulullahın bir anda, Cenneti, Cehennemi ve daha birçok yerleri gezip gelmesine akıl erdirememiş, “Miracı kabul etmek, Allah’a mekan ittihaz etmek olur” diyerek Miracı inkâr etmiştir. Allahü teâlâ, Hz. Musa ile Tur dağında konuşmuştur. Tur dağı Allah’ın mekanı mıdır? Elbette değildir. Cennete giren müminler de Allahü teâlâyı görecektir. Cennet de Allahü teâlânın mekanı değildir. Allahü teâlâ mekandan münezzehtir.