SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -III-

Önceki yazılarımızda Sünneti inkar ederek yalnızca Kur’an’la amel etmek gerektiğini söyleyenlerin asılsız iddialarını bir bir ortaya koyup çürütmüştük. Bu yazımızda da Hz. Peygamber’i (s.a.v.) aradan çıkarmak demek olan sadece bir ‘nakilci’ olduğu iddiasını ele alacağız.



Resulullah’ın Sadece Kelamı Nakleden Olduğu İddiası



Sünneti inkar edenlerin bir başka iddiası da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sadece bir nâkil-i kelâm, diğer bir ifâdeyle bir "postacı" olduğu, vazifesinin, sadece Kur'ân'ı tebliğden ibaret bulunduğudur.



Kur'ân'ın dışında hüküm kaynağı tanımamanın idarede büyük sıkıntılar çıkaracağını, yöneticilerin ihtiyaca cevap veremeyeceklerini ifâde eden Hayri Kırbaşlıoğlu, sonraki cümlelerinde bağlayıcı hükümlerin Kur'ân'la sınırlı olduğunu savunanlara, günümüzde Kur'ân'ın temas etmediği konuların nasıl çözüme kavuşturulacağını sorduktan sonra iddia sahiplerinin bu suâle ancak şöyle cevap verebileceklerini söyler:



"Evet, mutlak bağlayıcı olan Kur'ân'dır. Kur'ân'ın Hz. Peygamber dönemiyle mukayese edilemeyecek ölçüde gelişmiş ve karmaşık bir hal almış olan çağımızın toplumsal meselelerine, hazır çözümler sunmasının söz konusu olamayacağı da bir gerçektir. Bu durumda yapılması gereken, bizim Kur'ân'ı yorumlayarak, bu meselelere çözüm getirmemizdir."



Onların tek cevabının ancak bu olacağını yineledikten sonra, şöyle der: "Kur'ân'da, açıkça çözümü bulunmayan meselelerin çözümü için kendimize Kur'ân'ı yorumlama yetkisi tanımak, aslında Kur'ân dışında yeni çözümler ortaya koymak demektir.



Halbuki sünnetin fonksiyonu da bundan farklı değildir. Şimdi bu durumda biz sünneti reddetmekle, kendimize tanıdığımız Kur'ân'ı yorumlama ve Kur'ân'da olmayan yeni çözümler ortaya koyma yetkisinden, Hz. Peygamber'i mahrum bırakmış oluyoruz ki, bunu akla getirmek dahi insaf sınırlarını aşmak anlamına gelir. Bu ise kısaca şudur:



'Hz. Peygamber, naklettiklerini yorumlama ve ondan ilham alıp yeni çözümler ortaya koyma yetkisi olmayan bir nakilci veya postacıdır; onun naklettiklerini yorumlama yetkisi ise onun değil, bizimdir.' Bu tür bir düşünce açıkça haddi aşmaktır ve bu bakımdan ciddiye alınması dahi söz konusu olamaz." (1)



Diğer taraftan, çeşitli âyetlerden, Resulullah’ın sadece "nakilcilik" değil, naklettiğini "öğretme" görevinin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Meselâ o âyetlerden birisi şudur:



"Andolsun ki, Allah, onlar arasından, âyetlerini okuyan, kendilerini kötülüklerden arındıran, onlara Kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle, insanlara lütufta bulunmuştur." (2)



Burada bu âyet üzerinde iki noktaya dikkat çekmek istiyoruz:



Birincisi, âyette geçen hikmetin, Kur'ân dışında bir şey olduğu, âyete ilk bakışta açıkça anlaşılmaktadır. Demek ki, Peygamber Efendimiz, ümmetine Kur'ân'ın dışında başka bir şey öğretmektedir. Onun Kur'ân'ın dışında öğrettiği tek şey ise hadis ve sünnet olarak bilinen "hikmet" deryasıdır.



Diğer bir husus, âyette; "Kitap ve hikmeti öğreten" buyurulmaktadır. Demek oluyor ki, Peygamber Efendimizin görevi, iddia edildiği gibi. sadece Kur'ân'ı nakletmek değil, aynı zamanda onu öğretmektir de. Resûlullah (s.a.v.) hem Kur'ân'ı tebliğ, hem de onu Öğretme vazifesini en güzel bir şekilde yaparak, âyetlerin kapalı yerlerini açıklamış, yanlış anlaşılan mânâları düzeltmiştir.



Resûlullah’ın naklettiğini "öğretme" görevinin yanı sıra, bir de açıklama vazifesi vardır. Bunu da şu âyetlen öğreniyoruz: "(Kendilerine indirileni) onlara açıklaması için, Biz her peygamberi mutlaka kendi kavminin diliyle gönderdik." (3)



Bir metni açıklama, o metinde bulunmayan bir takım ek bilgilerle yapılır. Nitekim Peygamberimiz de ümmetine, Kur'ân'ı açıklamıştır. Bu açıklamalar bâzı kelimelerin mânâları ile ilgili olabildiği gibi, Kur'ân'da farz kılınan namazın nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı, zekâtın nasıl verileceği gibi hususlarla da ilgili olabilir.



Netice, Resûlullah (s.a.v.) sadece bir "nakilci" diğer bir ifâdeyle "postacı" değildir. Zaten bir peygamberin tebliğ ettiği hükümleri sadece nakletmekle yetinmesini, onu öğretme ve açıklama görevinin olmamasını düşünmek, mümkün değildir. Onlar tebliğ ettikleri hükümleri öğretmişler, açıklamışlar, uygulamışlar, uygulamaları da kontrol etmişlerdir.



Sünnetin Başlangıçta Yazılmamış Olması







Hadislere şüphe iras etmek isteyenlerin üzerinde durdukları bir husus da, Peygamberimiz zamanında hadislerin yazılmadığı, hadislerin yazıya dökülmesinin çok geç tarihlerde gerçekleştiği iddiasıdır.



Onlara göre hadisler gerçekten önemli olsa idi, Resûlullah (s.a.v.) Kur'ân'ı yazdırdığı gibi, hadislerin yazılmasına da karşı çıkmaz, yazı ile kayda geçirmez miydi?



"Hadisi inkar edenler, bu soruyu büyük bir tantana ile sorarlar ve bunun genellikle karşı tarafı cevapsız bırakacağını veya susturacağını sanırlar. Zannediyorlar ki, Kur'ân-ı Kerim, resmen yazdırıldığı için korunmuştur; hadisler ise bizzat Resûlullah (s.a.v.) tarafından kayda geçirilmediği için korunamamıştır. Ama ben kendilerine soruyorum, eğer Resûlullah (s.a.v.) Kur'ân'ı yazdırıp bıraksaydı ve binlerce kişi bunu ezberleyip sonraki kuşaklara aktarmamış olsaydı, yazılı belgeler, daha sonraki kuşaklar için Hz. Peygamber'in yazdırdığının aynısı olduğunun ispatı olabilir miydi? Gerçek şu ki, böyle bir şeyin ispatı, önemli bir problem olarak çıkardı. Çünkü, bir takım insanlar, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bu kitabı gözlerinin önünde yazdırdığına dair şahitlik etmedikçe, bu yazılı kitabın güvenilir olması şüpheli olurdu…”



"Bugün dünyada, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yazdırmış olduğu Kur'ân'ın tek bir nüshası dahi yoktur. Ama bu durum, kutsal kitabın güvenilir ve doğru olmasını zerre kadar etkilemez; zira sürekli ve kesintisiz şifahî rvayetlerden, güvenilir oluşu sabittir.”



“Kaldı ki, Resûlullahın (s.a.v.) Kur'ân'ı bizzat yazdırmış olduğu da rivayetlerden (hadislerden) anlaşılmakta, bununla ilgili herhangi bir belge bulunmamaktadır. Böyle bir belge bulunsa bile, onu Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yazdırmış olduğu kesin olarak ispatlanamaz. Onun için bu beylerin yazılı bir belgeye bu kadar önem vermeleri yersizdir, hatta tamamen yanlıştır."



Bilhassa, müsteşriklerden (Batılı araştırmacılar, bilim adamları) kaynaklanan bu iddiaya cevap olarak burada Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan'ın da bir değerlendirmesine yer vermek istiyoruz.



Çakan, hadis ve sünnetin bir başka millette eşi ve benzeri görülmeyen bir kesinlikle tespit ve nakledilmiş olması, batılı ilim çevrelerini çok rahatsız ettiğini söyledikten sonra, sözlerine şöyle devam ediyor:



"Hiç şüphesiz, doğru olarak anında kaydedilmiş ve iyi muhafaza edilmiş yazılı metinlere göre, şifahî rivayetler daha az emniyet telkin edecektir. Ancak bu, hiçbir zaman, yazılı beyanların her türlü tehlikeden uzaklığı garantisi olarak yorumlanamaz.”



“Şifahî rivayetler için düşünülen güven kırıcı hususlara eş, yazılı vesikalar için de birçok noktadan endişe belirtmek mümkündür. Nitekim günümüz basını konuya ait duyulabilecek endişenin boyutlarına örnek vermektedir. Bu da göstermektedir ki, mesele rivayetin yazılı yada şifâhi olması değil, o rivayeti nakleden kişinin şahsiyeti, inanç değerleri ve mensup olduğu kültür çevresidir. Bu çok önemli noktaları görmezden gelerek, yada kasten dikkatten kaçırarak güveni, vesikaya bağlamak ve bu noktadan hareketle bir takım sonuçlara varmaya çalışmak ilmî dürüstlük ve ciddiyetle bağdaşmamaktadır."



Daha sonra sünnetin yazılı olarak nakledildiğinin de birçok belgesi bulunduğuna dikkat çeken sayın Çakan, şifâhi rivayetlere güvenmenin sakıncalı taraflarını ortaya koyan Güstav Lö Bon'un bir itirafına yer veriyor. O da şudur:



"Geçmiş zamanlara âit hadiselerin tefsirinde hata menbalarının (sebeplerinin) en mühimlerinden biri, müelliflerin o zamanların vak'alarını bugünün fikriyle izaha tevessül etmeleridir.



Hz. Peygamber'in Kur'ân'dan Başka Mu'cizesi Olmadığı Düşüncesi



Bir kısım hadisleri kabul etmeyenlerin bir başka gerekçeleri de, Resûlullah’ın (s.a.v.) Kur'ân'dan başka mu'cizesinin olmadığı iddiasıdır. Böyleleri, Allah'ın Peygamber Efendimize ihsan ettiği yegâne mucizenin Kur'ân olduğunu, dolayısıyla, hadis kitaplarındaki mu'cize haberlerinin sonradan uydurulduğunu iddia ederler. Bunlar iddialarına gerekçe olarak da şu âyeti gösterirler:



"Kendilerine bir mu'cize geldiğinde ona iman edeceklerine dâir, var güçleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: 'Mu'cizeler Allah katındadır.' İstedikleri mu'cize kendilerine geldiğinde, yine iman etmeyeceklerinin siz farkında değil misiniz? (5)



Oysa burada, mucizenin Allah katında olduğu ifâde edilmektedir. Elbette mucize, Ancak Allah'ın izni ile gösterilebilir. Bu âyet hiçbir zaman Resûlullah’ın Kur'ân dışında mu'cize göstermediğine delil olamaz. Kaldı ki, Kur'ân, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Salih, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ gibi, önceki peygamberlerin gösterdikleri mucize haberleri ile doludur. Mucize nübüvvetin bir gereği olduğuna, önceki peygamberler pek çok mu'cize gösterdiklerine, Hz. Muhammed (sallahu aleyhi vessellem) Efendimiz de bir peygamber, hem de son peygamber olduğuna göre, onun Kur'ân dışında bir mucize göstermediğine hükmederek, Resûlullahın mucizelerini bildiren hadisleri reddetmek, akılla ve insafla bağdaşmaz. Evet, Peygamberimiz bine yakın mucize göstermiştir. Bunların birçoğu hadis kitaplarında manevî mütevatir şeklinde nakledilmiştir.



Kaynaklar:



1- Doç. Dr. Hayri Kırbaşlıoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, 196.



2- Al-i İmran Suresi, 3;164.



3- İbrahim Suresi, 14;4.



5- En’am Suresi, 6;109.

İSMAİL MUTLU (ARAŞTIRMACI-YAZAR)

SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -III- yorumları

  • Image Description
    Fereç Hüdür
    04.12.2009

    İSLAM DİNİNİN ÖGRENILMESINDE KAYNAĞIN NE OLMASI GEREKTİĞİ SORUNU
    Bugün İslam alemi adı altında Dünyada yaklaşık 1,5 milyarlık bir kitle bulunmaktadır, kendilerini Müslüman veya Mümin olarak tanımlamalarına ve kutsal kitaplarının kuran olduğunu ifade etmelerine rağmen inanç yönünden çok çeşitli görüşlere ve fırkalara bölünmüşlerdir, bu bölünmüşlük fert bazında olabildiği gibi, mezhep bazında da olabilmektedir, hatta bu bölünmüşlük aynı mezhep içerisinde de oluşa bilmekte, aynı mezhebin bağlısı iki dini şahsiyet aynı konuda tartışa bilmekte ve hiç bir neticeye varamamaktadırlar, hatta inanç bölünmüşlüğü bir şahsın öz nefsinde dahi oluşabilmektedir, aynı şahsın sabahki dini ayrı, akşamki dini ayrı olabilmektedir zira sabah kabul ettiğini akşam, akşam kabul ettiğini sabah değiştire bilmekte veya inkar edebilmektedir. Bu durum günümüzde olduğu gibi bin yıldan fazla bir süreden beri süregelen bir olgudur. Bu kargaşa ve bölünmüşlüğün nedenini, Kûran’ın İslam dininin Tek Kaynağı ve Tek Rehberi olarak kabul edilmemesinden kaynaklandığını söylediğimizde, bu söylemimizi kabul etmeyip karşı çıkan bir çok kimseler tarafından Kûran’a dayandırılma şeklinde karşıt iddialar ileri sürülmekte ve dolayısıyla hatalı olduğumuz iddia edilmektedir. Bununda ötesinde savlarına cevap vermemiz içinde sorgusal olarak çağrıda bulunmaktadırlar. Bende bu noktadan hareketle karşıt iddialara cevap yazmanın bir gereklilik olduğunu düşündüm. Soru bazında çeşitli şahısların iddialarından, benim gördüklerim arasında bana göre en derli toplusu olan, ve Dr. Emin Şimşek tarafından “Kur’an’ı Kerim “Sünnet-i Seniyye’ye uymayı emrediyor” başlığı altında ki çalışmayı ele alarak, kısmet olursa cevaplandıracağım. Dr. Emin şimşek çalışması içeriğinde sorusunu “Günümüzde Kütüb-i Sitte ile ümmetin en muteber Hadis Kitabı kabul ettiği hadisleri, kendi akıl ve mantığına uymadıkları gerekçesi ile eleştirmeyi adet haline getirmiş, ilim fakiri kardeşlerimize sormak isteriz” bağlamında yöneltmektedir. Vereceğim cevapları, okuyucunun kolayca karşılaştırma yapa bilmesi için, suru metni içerisine belli olacak şekilde “CEVAP :” İbaresini başlangıç olarak belirleyip kısmet olursa ifadelendireceğim, Şöyle ki :

    “Kur'an-ı Kerim "Sünnet-i Seniyye'ye" uymayı emrediyor
    Editör Dr. Emin Şimşek
    İslamın Ana kaynağı olan Kur’anı Kerim, birçok Ayeti Kerimesinde Peygamberimizin uygulamalarına vurgu yapıyor, ve İslamın bir bütün olarak yaşanabilmesi açısından, Peygamberimizin(SAV) uygulamalarının olmazsa olmaz olduğunu beyan ediyor:

    1-) “(Farz, vâcib, sünnet, müstehab, âdâb adına) Resûl size ne getirmişse onu alın ve sizi neden menediyorsa, ondan da kaçının”(Haşr,59/7)

    Âyette geçen ve meçhul şey ifade eden “ me' ism-i mevsûlüyle ister vahy-i metlûv adına Kur’ân olsun, isterse vahy-i gayr-i metlûv adına kudsî hadîs ve hadîs olsun, Resûl’ün getirip tebliğ ettiği her şeyi, “ fe ” edatıyla da, bunlara behemehal ittiba ve itaatin vacib olduğunu ortaya koyuyordu. Aynı şekilde, ister Kur’an yoluyla, isterse içtihadları, yorumları ve tefsirleriyle Allah Resûlü’nün nehyettiği her şeyden de kaçınılması gerektiği sarâhatini veriyordu ki, âyetin devamında: “Allah’tan korkun! ” diyerek, bunun bir takvâ meselesi olduğunu ve kılı kırk yaran bir hassasiyetle görülüp gözetilmesi gerektiğini hatırlatıyordu. Sahâbe bunu çok iyi anlıyor ve Resûlullah’ın her sözüne, her fiil ve takrîrine uymakla takvânın kazanılabileceğini, yani Allah’ın vikayesine girilebileceğini düşünüyor ve hayatını hep O’nun vesayetinde sürdürüyordu. Zaten, âyetin sonu ki: “Şüphesiz, Allah’ın ikâbı çok şiddetlidir” tehdidini de gündeme getirdiğinden, sahâbi gibi kurbet kadrosunun böyle bir riske girmeleri asla söz konusu olamazdı.

    CEVAP 1-) :Dikkat edilir ise Yukarıdaki ifadeyi, Peygamber sanki bizimle çağdaş ve yaşıyor intibaıyla vermektedir. Öylesine bir ortam çiziyor ki, sanki peygamber bizimle birebir diyalogda ve bize emirler vermektedir, ve sakın ola ki onun bütün dediklerini yapmamazlık etmeyelim ihtarında bulunuyor. Bu da güncel olarak mümkün olmadığına göre, yani peygamberimiz Muhammed Aleyhissalâtu Vesselâm vefat etmiş olduğuna göre, iddiacının peygambere uymaktan kastı kendi inandığı ve peygambere isnat edilen hadislerin kabulüyle her ne olursa olsun tartışmasız olarak uyulup uygulanmasıdır. Bunlar da, kendisine göre Ehli sünnetin kabul ettiği hadisler olmalıdır, örnegin İmamiyye Şiasının, kabul ettiği el-Kuleyni’ni Usul-u Kâfi deki hadis rivayetleri veya Vehhabilerin kabul ettiği Ahmed İbni Hambelin, Müsned isimli kitabındaki hadis rivayetleri onu sistem olarak ilgilendirmez, zira ilgilendirmiş olursa, ya mezhepsiz hale gelir veya mezhep değiştirmiş olur. Hizip oluşumlara baktığımızda, a) Sünnilere göre, Peygamber Sünni bir peygamberdir, b) Şiilere göre, Peygamber Şii bir peygamberdir, c) Vehhabilere göre, Vehhabi bir peygamberdir, d) Tasavvufçulara göre, Peygamber Sofu bir peygamberdir, v.s. gibi her hizip kendi anlayışına göre peygamberi konumlandırmaya çalışır. Bu açıdan bakıldığında, Kuran’da vasıflandırılan peygamber tanımı dışına çıkıldığında sayısını tespitte dahi zorlanacağımız çok çeşitli peygamber tanımıyla karşılaşırız, ve bu tanımlar bir birlerine uyan tanımlarda değildir, zira tanımlamada hareket noktası her hizbin atalarından devralmış olduğu ve sürdürdüğü çok çeşitli rivayetlerdir. Bunlar öyle şeylerdir ki hem kendi içeriklerinde çelişkili hem de Kuran’la çelişkili oldukları gibi diğer hiziplerin elindeki rivayetlerle de çelişkilidir. Benim peygamberimizle ilgili anlayışım, Peygamberimiz, Muhammed, Aleyhissalâtu Vesselamın Kuran’da tanımlandığı vasıflarla sınırlıdır, Kuran’da O’nun hakkında bilgi verilmekte ve örnek alınması emredilmektedir. Bundan dolayı, O’nu örnek alırken, O’nu hakkında bilgi veren ayetin, peygamberin hangi konumuyla ilgili olduğuna dikkat ederim ve öylece anlarım, kısmet olursa bir sonraki soruyu cevaplandırır iken bahsedeceğim gibi, peygamberimizin çeşitli konumları vardır ve O’nu anlatan ayetlerde bütün konumlarıyla ilgili değil, muhakkak belirli bir veya bağlantılı olarak birden fazla konumuyla ilgilidir, ayetlerin bu şekilde anlaşılmaması halinde, ne ayetten kastedileni anlıya biliriz nede peygamberi örnek edinmenin ne manaya geldiğini anlayabiliriz, Bu anlayışın dışına çıkan kimseler, ayetlerle karşılaştıklarında şaşırır kalırlar, anlayışlarını savunurken Kuran’dan delil getirdiklerinde genelde ayetleri tam metin olarak değil, kırparak verirler, yoksa bütün tezleri kaçınılmaz olarak çöker, zira konumlandırma dışına çıktıklarında ayetler onları doğrulamaz. Şöyle ki:
    Soruda verdiği ayet örnegi , Mealen:
    1-) “(Farz, vâcib, sünnet, müstehab, âdâb adına) Resûl size ne getirmişse onu alın ve sizi neden menediyorsa, ondan da kaçının”(Haşr,59/7)
    Ayetin tam metni, mealen :
    -- Allah’u Teâlâ, Peygamberine ganimet olarak ne verdiyse Allah içindir ve Peygamberi içindir ve akrabaları ve yetimler ve yoksullar ve yolda kalmış kimseler içindir. Tâ ki -bu mallar- sizden zenginler arasında dolaşir bir servet olmasın ve size Peygamber ne verirse artık onu alınız ve sizi neden menettiyse hemen ona nihayet veriniz ve Allah'tan korkunuz. Şüphe yok ki: Allah, azabı şiddetli olandır. 59 Haşr 7
    Bana göre bu ayetten, peygamberin devlet başkanı olarak, ekonomi üzerindeki yetkileri anlatılmakta ve vefatından sonra bu örnekten hareketle İslam devlet başkanlarının bu yetkiye sahip olduklarını ifade etmektedir. Bundan dolayı bu ayetten, peygamber adına söylenen hadis iddialarının anlaşılması ve kabul edilmesi şeklinde bir anlayış mümkün değildir. Zaten pratikte bu mümkün değildir, zira peygamber adına ekonomi konusunda olsun veya daha başka bir çok konuda olsun iddia edilen rivayetler hem kendi içeriğinde çelişkili, hem de Kuran ile çelişkilidir, (Bak, incele www.kuran-tekrehber.com da, bir çok örnek. Veya Fereç Hüdür, “Kütüb-i Sitte’nin Eleştirisi ve Kur’an’a arzı” isimli araştırma kitabı. Kişisel yayın. )
    2-) Şüphesiz, Resûlullah’ta sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü uman ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir misâl vardır” (Ahzâb, 33/21)

    Bu âyet-i nurefşanı, şu eğri büğrü yollarda, şu bin bir badire içinde, şu iç içe handikaplar ağında ve gâileli yürüyüşte ancak Resûlullah’ın sünnetine temessükle sahil-i selâmete çıkılabileceğini ilân ediyor!
    CEVAP 2-) : Görüldüğü gibi, Âhzap, 33/21 ayetini, sünnete, dolayısıyla hadislere uymaya endeksliyor, bu ise Kuran’a uygun bir anlayış olmadığı gibi, hadislerin tamamına yakını hem bir birleriyle, hem de Kuran ile çelişkili olduklarından Kuran’a uyumluluk ve pratik olma özellikleri yoktur, Hadisleri incelediğimizde bunu açıkça görmemiz mümkün olduğu gibi, ifade de Kuran’a uyulması gerektiğinden hiç bahsedilmemektedir. Kuran barışçı ve adalet yönünden bütün insanların hukukunu koruyan bir kitaptır, peygambere isnat edilen hadislerde ise bu özellik yoktur, çok çelişkili versiyonlar ihtiva etmektedirler, bunun böyle olmadığı yönünde itiraz olması halinde bir çok örnek vermek mümkündür, benim tavsiyem hadis külliyatının bir bütün olarak ele alınıp incelenmesidir. Hal böyle olunca, ayetin veya benzer ayetlerin doğru anlaşılabilmesi için, peygamberin hangi konumuyla ilgili olduğuna Kuran bütünlüğü içerisinde dikkat edilmesine ihtiyaç vardır, Örneğin, peygamberimizi:
    a) Nebi konumu, bu peygamberimizin vefatıyla birlikte kıyamete kadar sona ermiştir,
    b) Resul konumu, nübüvvetin sona ermesiyle, peygamberlik açısından veya özel olarak gönderilmiş tebliğci açısından, kıyamete kadar sona ermiştir.
    Bu iki konumun örnek alınması, ancak, Müslümanların Resullük, nebilik, mehdilik v.s. Şeklinde bir dini paye iddia etmeden, dini tebliğde masumiyet ileri sürmeden, Kuran’dan anladıklarını anlatma şeklindedir.
    c) Devlet başkanlığı konumu,
    ç) Yargıçlık konumu,
    d) Baş komutanlık konumu,
    e) Aile reisi konumu,
    f) Yaşantı olarak davranışları ve sosyal konumu, gibi,
    Bu açıdan, değerlendirildiğinde, hem peygamberimiz, hem de diğer peygamberler konumlandırılarak örnek alınabilirler. Ayetlerin hangi konum için indiklerine Kuran bütünlüğü içerisinde dikkat edilmesi halinde konu kolayca anlaşılır,

    3-) (Ey Resulüm) De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.(Ali İmran,2/31)

    Ayeti Kerime Peygamberimize uymayı, Allah’a uyma ile eşdeğer tutmakta ve Allah’ın sevgisini kazanmada bir vesile olduğunu belirtmektedir. Bunu Kur’an, bizzat Peygamberimize bu şekilde hitab etmesini istemektedir. Ayetin sonunda, peygamberimize uyanların Affedileceği müjdesi ise, Hadsi-i Şerfilerin ve Sünnet-i Seniyyenin İslamda nedenli önem arz ettiğinin bariz bir göstergesidir.
    CEVAP 3-) Bu ayette, İslam Devlet sistemi konu edilmiştir, şöyle ki:
    Kuran’dan mealen:
    -- De ki: Eğer Allah Teâlâ'yı seviyor iseniz bana uyunuz ki, Allah Teâlâ'da sizi sevsin ve sizin için günahlarınızı yarlığasın. ve Allah Teâlâ gafurdur, râhimdir. 3 Ali İmran 31
    -- De ki: Allah Teâlâ'ya ve peygambere itaat ediniz, eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah Teâlâ kâfirleri sevmez. 3 Ali İmran 32
    Ayetlerde peygamberin Nebilik ve Devlet başkanlığı konumundan bahsedilmektedir, İstenen itaat emir komuta zinciri şeklindeki bir süreçtir, şöyle ki, peygamber öncelikle yalnız Allah’a itaat edecek, Allah’ın emirlerini insanlara tebliğ ettiğinde de , İnsanlar yaptığı tebliğe itaat etmelidirler şeklinde bir süreç, ayrıca bu sürecin içerisinde başka ayette belirtildiği üzere Ulul - Emre itaatin gerekliliği de emredilmiştir, bütün bunlara toplu olarak baktığımızda İslam devlet sisteminin emir komuta sistemiyle, yargı sisteminin yapısı ortaya çıkar, diğer bir yön olarak idari yapının teşekkülü içerisinde, biat ve şura olayı vardır. Her ne açıdan bakılırsa bakılsın bütün, tebliğ ve devlet sistemi yapılanmasının üzerinde İlahi vahiy, dolayısıyla Kuran tek esastır, zira dini Allah koyar ve din koyma olayında olsun, İlahlık olayında olsun kimseyi kendisine ortak etmez. Bütün bunlar Kuran’da detaylı olarak işlenmiştir. Örnek olması açısından kısmen değinecek olursam.
    Kuran’dan, mealen :
    -- Ey imân edenler!. Allah Teâlâ'ya itaat ediniz ve Peygamber'e de ve sizden olan emir sahiplerine de itaatte bulununuz. Sonra bir şey hakkında ihtilâfa düşerseniz, eğer siz Allah Teâlâ'ya ve âhi-ret gününe inanır kimseler iseniz onu Allah Teâlâ'ya ve Peygamberine arz ediniz. O hem bir hayırdır, ve hem de netice itibariyle daha güzeldir. 4 Nisa 59
    -- Ve onlara eminlikten veya korkudan bir haber geldiği zaman onu yayıverirler. Ve eğer onu Peygamber'e veya kendilerinden olan emir sahiplerine arz etseler elbette onlardan bunun hükmünü çikaracak zatlar bunu bilirlerdi. Ve eğer Allah Teâlâ'nın lûtuf ve rahmeti üzerinize olmasa idi pek azınız müstesnâ, elbette şeytana uymuş olurdunuz. 4 Nisa 83
    Görüldüğü gibi, yönetim sisteminde ve sorunların halledilmesinde, İslam dininde bir hiyerarşi mevcuttur, bu sıralamada, peygamberin sünnetine tabi olduklarını söyleyenlere göre:
    a) Allah’a itaati, Kuran’a itaat ile,
    b) Peygambere itaati, hadislere uymak ile, ifade edip, peygamberi aramızda güncel olarak yaşıyormuş gibi günümüze taşıdılar. Bu inançlarında samimi iseler, o zaman, kaçınılmaz olarak peygamberimiz zamanındaki Ulul Emrin sözlerini de muhakkak günümüze taşımaları gerekirdi; peygamberin vefatından sonra da Ulul Emr mevcut olmuştur ve bunlar çokturlar bunların sözlerini ne yaptınız, Hadis adı altında peygamberi günümüze taşıdığınızı iddia ettiniz, Ulul Emrin sözlerini n, neden günümüze taşımadınız, zira Ulul Emre itaatin de gerekli olduğu Kuran’da kesin olarak emredilmiştir, Rivayetlerle şahısları taşıyıp güncelleştirme mantığınıza göre bunu yapmanız gerekmez miydi, fakat bu yapılmamıştır, yoksa siz ortaya attığınız kıstaslara rağmen, kitabın bir kısmını kabul edip bir kısmını red mi ediyorsunuz. Böyle yapanların cezası, Kuran ölçüsüne göre, dünyada rezillik ve ahirette şiddetli azap değil midir. (Bak, 2 Bakara 83-84-85 ).
    Yapamazdınız, zira bu hem Kuran’a uygun bir davranış olamayacağı gibi, pratikte de mümkün değildi, İslam coğrafyası bir imparatorluktu ve dolayısıyla Ulul Emr binlerceydi. Durum bu olunca, binlerce çelişkili ve Kuran’a uymayan rivayetleri peygambere hadis adı altında peygambere mal edip, bunlarla da atalar dinini insanlara kabul ettirmek için bunca tarihi çabanız niyedir.
    Yukarda ki ayetlerde örnek alma yönünde bizden istenen, her devirde güncel olarak, İslam devlet başkanının, Ulul Emrin ve Müslümanların Kuran’a itaat etmeleri, peygamber zamanında peygamberin ve yönetimde ki şahısların, peygamberden sonra da, İslam devletinde yönetimde yer alan şahısların yani devlet başkanlarının ve Ulul Emrin Kuran’a uygun yönetim yapmalarıdır. Bu kaçınılmaz olarak öyledir, zira İslam dinine göre Hüküm ancak ve ancak Allah’ın dır, Allah hükmüne hiç kimseyi ortak etmez, Din koyma veya hüküm koyma bir İlâh’lık olayıdır, Kuran’dan mealen:
    -- Ve Rabbin onların sinelerinin neler sakladığını ve neler ilân ettiklerini bilir.
    28 Kasas 69
    -- Ve Allah, O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. Hamd önünde de sonunda da onun içindir. Ve hüküm O'na mahsustur ve ona döndürüleceksinizdir. 28 Kasas 70
    -- Ve aralarında Allah Teâlâ'nın indirmiş olduğu ile hükmet ve onların arzularına tâbi olma. Ve Allah Teâlâ'nın sana indirmiş olduğu şeylerin bazısından seni fitneye düşüreceklerinden dolayı onlardan kaçın. Eğer onlar yüz çevirirlerse artık bil ki, Allah Teâlâ muhakkak diliyor ki, onları bazı günahları sebebiyle musibete uğratsın. Ve şüphe yok ki, insanlardan birçokları elbette fasık kimselerdir. 5 Maide 49
    -- Onlar câhiliyet devrindeki hükmü mü arıyorlar?. Allah Teâlâ'dan daha güzel hükmeden kim vardır?. Tam kanaat sâhibi bir kavime göre? 5 Maide 50
    4-) “Allah’a ve ümmî peygamber olan Resûlü’ne -ki o, Allah’a ve O'nun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki, doğru yolu bulasınız” (A’râf/7: 158)
    Ayeti Kerime, doğru yolu bulmanın Resule uymaktan geçtiğine açıktan ilan ediyor.
    CEVAP 4-) 7 Araf 158 de Peygamberin yalnızca Allah’ın vahyine inandığı ve tabi olduğu açıktır, olay bu olunca iddia ettikleri gibi, peygamberin, din konusun da, Kuran vahyi haricinde hareket etmesi mümkün değildir, Kuran’dan mealen:
    -- De ki: Ey insanlar!. Şüphe yok ki ben hepinize Allah Teâlâ'nın bir elçisiyim. Öyle Allah ki, göklerin ve yerin mülkü ona mahsustur. Ondan başka ilâh yoktur. Hem diriltir ve hem öldürür. Artık Allah Teâlâ'ya ve bir ümmî peygamber olup Allah'a ve onun kelimelerine inanan Resulüne imân ediniz, ve ona tâbi olunuz ki, hidâyete erişebilesiniz. 7 A’raf 158
    Ayette, peygamberin Nübüvvet ve devlet başkanlığı konumu vardır.

    5-) “Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ/4: 80)

    Ayeti Kerime,peygambere itaatin neden gerekli olduğunu ve itaatin zorunluluğunu ortaya koyar. Âyetler, Rasûlullah’a (s.a.s.) itaati, Allah’a itaat saymıştır.
    --- Her kim Peygambere itaat ederse muhakkak Allah Teâlâ'ya itaat etmiş olur. Ve her kim yüz çevirirse -aldırma- çünkü seni onların üzerine muhafız göndermedik.
    4 Nisâ 80
    CEVAP 5-) Ayette, peygamberin Nübüvvet ve devlet başkanlığı konumu vardır. İddia ettikleri gibi Kuran’ı bırakın, Hadisler Kuran’ı iptal eder , din olarak siz hadislerden sorumlusunuz şeklinde ayeti anlamak mümkün değildir.

    6-) “Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum.' (En’âm,6 /50)

    Allah Resulu, vahy ile donanmış olduğunu Kur’an beyan etmesini istiyor!
    CEVAP 6-) Peygamberin salt olarak yalnız Kuran vahyine uyduğu açıktır, hal böyle olunca peygamberin Kuran dışında sözleri var, hatta bu sözleri Kuran ayetlerini dahi iptal eder diyerek, hadis iddialarına davet etmenin mantığı nedir.
    -- De ki: Ben size demiyorum ki: Benim yanımda Allah Teâlâ'nın hazineleri vardır. Ve ben gaybı da bilmem ve size demiyorum ki, ben hakîkaten meleğim, ben bana vahiy olunandan başkasına tâbi olmam. De ki: Kör ile gören kimse aynı olur mu?. Hiç düşünmez misiniz?.
    Zaten bütün Müminlerde Mümin olabilmek için Vahye tabidirler, burada sorun ne, sorun hadis iddialarının Vahiy olduğunu yani onlarında, Kuran’dan farksız, hatta nesih olayında Kuran’a baskın yani Kuran’dan üstün olduğunu kabul ettirebilme çabasıdır, somut bir örnek olması açısından, Zina olayın da, Recm etme cezası, Kuran’da olmamasına rağmen, Kuran’ın bu konudaki had cezasını iptal edip, kendilerine göre geçerli olan Recm cezasını uygulamalarını gösterebiliriz.

    7-) “şüphe yok ki, sen doğru yola rehberlik edersin. “ (Şu’ra, 42/52)

    Efendimiz (SAV) in, doğru yolun Baş Rehberi olduğundan bahsediyor.
    CEVAP 7-) İddia dan açıkça anlaşilan, yine hadislere davettir, Ayet metninde ise, Kuran’a davet olduğu açıktır, Kuran’dan mealen:
    -- Ve işte sana da emrimizden bir ruh vahy ettik. Sen bilir değildin ki, kitap nedir, îman nedir ve lâkin biz onu bir nûr kıldık, onunla kullarımızdan dilediğimizi hidâyete erdiririz ve şüphe yok ki, sen bir doğru yola rehberlik edersin. 42 Şu’ra 52
    8-) Allah ve Resûlü bir meselede hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadına, o meselede kendi isteklerine göre bir tercih hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlü'ne karşi gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb/33: 36)

    Allah ve Resulünün, bir meseledeki hükümlerinin aynı olduğunu ve bu konuda herhangi bir tercih lüksünün lmadığına işaret etmektedir. Tercihi seçenlerin apaçık bir sapıklık içinde olduklarına hüküm vardır!
    CEVAP 8-) Burada da, peygamberin yargıçlık konumu vardır, dolayısıyla İslam dininde İslam yargıçlarının konumu da belirtilmiştir. Bunun hadislerle hiçbir ilgisi yoktur.

    9-) 'Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun...' (Haşr, 7) .

    Peygamberimizin sadece önerilerini değil, aynı zamanda nehyettikleri yasakları da göz önünde bulundurmamızı emrediyor.
    CEVAP 9-) Peygamberin devlet başkanlığı konumuyla ilgili olan 59 Haşr 7 ayeti, hadisleri kabul ettirebilmek için hadis iddiacılarının, ayette bildirilen esas mananın anlaşılmaması için, iddialarına delil olarak ileri sürdüklerinde kırparak yazmak suretiyle en fazla çarpıtmak istedikleri ayettir, ayette ganimet dağıtımı konu edilmişken, hadis adı altında size her ne söylersek kabul edin manasında olduğunu iddia ediyorlar. Kuran’dan mealen :3
    -- Allah’u Teâlâ, Peygamberine ganimet olarak ne verdiyse Allah içindir ve Peygamberi içindir ve akrabaları ve yetimler ve yoksullar ve yolda kalmış kimseler içindir. Tâ ki -bu mallar- sizden zenginler arasında dolaşir bir servet olmasın ve size Peygamber ne verirse artık onu alınız ve sizi neden menettiyse hemen ona nihayet veriniz ve Allah'tan korkunuz. Şüphe yok ki: Allah, azabı şiddetli olandır. 59 Haşr 7
    Görüldüğü gibi, ayette işlenen konunun, hadisleri kabul etme iddialarıyla hiçbir ilgisi yoktur.

    10-) Hayır, Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çikan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan kabul edip ona teslim olmadıkları sürece iman etmiş olmazlar.” (Nisâ/4: 65)

    İmanı, peygamberimizin hakem olarak kara verdiği konularda, kalben tasdik etmeyenlerin hakiki manada iman etmediklerine işaret ediyor.
    CEVAP 10-) Yine sanki peygamber günümüzde yaşıyormuş manasında, hadis iddialarını kabul ettirme çabası.

    11-) “Allah ve Resûlü’ne inanıyorsanız, anlaşmazlığa düştüğünüz konuları, Allah’a ve Resûlü’ne arzediniz.” (Nisâ/4: 59)

    âyeti de sünnete müracaat emrini teyid eder.
    CEVAP 11-) Yine sanki peygamber günümüzde yaşıyormuş manasında, hadis iddialarını kabul ettirme çabası. Daha öncede belirttiğim gibi, bu ve bu gibi ayetlerin hadis kabulüyle bir ilgisi yoktur. Hadis diye önerdikleri de kendi mezheplerinde geçerli olan hadislerdir. O zaman sormak lazım Kuran’a uymayan ve kendi içerisinde çelişkili olan hatta ahlaka ve insafa aykırı olan hadisler konusundaki görüşü ile, kendi mezhepleri dışlarında olan ve kendilerince kabul görmeyen ancak öbür mezheplerce kabul gören hadisler konusunda görüşleri nedir.

    12-) “Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah’a ve Resûlü’ne uyun.” (Enfal/8: 24)

    âyetindeki “Peygamber’in çagrisi”nda bir sınırlama olmaması, O’nun her emir ve yasağına uyulması lâzım geldiğini gösterir.
    CEVAP 12-) Yine aynı şeyler. Peki biz Kuran’daki her söze imin ediyoruz, Kuran’dan bizim nefsimize yöneltilen her emri kendi nefsimiz üzerine geçerli sayıyoruz, Hadislere iman ettiğinizi söyleyen kimseler olarak, sizlerde hadislerdeki her söze iman ediyor muzsunuz, hadislerden nefsinize yöneltilecek her emri nefsiniz üzerine geçerli kabul ediyormuşsunuz,? Bana sorarsanız böyle bir kabul de bulunmanızı hiç tavsiye etmem, birkaç örnek yazmamı ister miydiniz? Evet demeden önce hadisleri bir kez daha gözden geçirmenizi tavsiye ederim.

    13-) “...Resûl’e karşi gelenler, Allah’a hiçbir zarar vere-mezler. Allah, onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır.” (Muhammed/47: 32)

    âyette, Hz. Peygamber’e karşi gelmenin Allah’a karşi gelme sayıldığı açıkça görülmektedir. Buradan, “Sünnete i’tisâm etmemek, Kitab’a i’tisâm etmemektir.” sonucunu çıkarmak da mümkündür.
    CEVAP 13-) Aynı iddialar.

    14-) “O, arzusuna göre konuşmaz.” (Necm/53: 3)

    Efendimizin (SAV) i kendi heves ve arzularına göre değil, Allah’ın dili olma keyfiyeti ile konuştuğunu beyan ed,iyor. Ayetin sünneti de ihtiva ettiği, âlimlerce de kabul görmüş bir hakikattir.
    CEVAP 14-) Peygamber için, Allah’ın dili olma keyfiyeti tabirini de bunlardan işittik, peygamber çarsı Pazarda mal fiyatlarını da sora bilir, sormuştur da, peygamberde bir insandır, kendi şahsına ait sıradan sözleri olabilir, örneğin saati sorsa, bu vahiy mi olmuş oluyor. Ayette belirtilen Nebilik konumu ve Kuran vahyini tebliğ etmesidir.

    15-) “O ümmî Peygamber’e uyanlar (var ya) , işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder. Onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar” (A’râf/7: 157)

    Efendimizin (SAV) , helal ve haramı belirlemede, Kur’anın emir ve yasaklarına bir tercüman olduğunu dile getiriyor.
    CEVAP 15-) Ayette peygamberin Nebilik konumundan, Kuran ölçüsüne göre ögretide bulunması ve Kuran ölçüsüne göre emirler vermesi konu edilmiştir, şöyle ki, Kuran’dan mealen :
    -- O kimseler ki, Resûle, ümmî peygambere tâbi olurlar. O peygamber ki, onu yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılmış bulurlar. Onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten men eder ve onlara temiz olan şeyleri helâl kılar, onların üzerine pis şeyleri de haram kılar. Ve onlardan ağır yüklerini ve üzerlerinde bulunan bağlan kaldırır, artık o kimseler ki ona imân ederler ve ona saygı gösterir ve yardımda bulunurlar ve onunla beraber indirilmiş olan nur'a tâbi oluverirler, işte kurtuluşa erenler onlardan ibârettir. 7 A’raf 157
    “onunla beraber indirilmiş olan nur'a tâbi oluverirler” ifadesi dikkate alındığında konu açıktır. Tabi olunması gereken Kuran’dır.

    16-) “Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram tanımayan, hak dinini din olarak benimsemeyen kimselerle zelil bir vaziyette tam bir itaatle cizye verecekleri vakte kadar savaşın.” (Tevbe/9: 29)

    âyeti, Hz. Peygamber’in bu yetki ve görevini ortaya koymaktadır.
    CEVAP 16-) Müslüman olmayan bütün insanları inandığınız hadis iddialarını kabul ettirebilmek uğruna, Kuran’daki öğreti bütünlüğü hilafına bu şekilde konu edeceğinize, bir bütün olarak, Kuran’daki inanç hukukunu, savaş ve barış hukukunu okumanızı tavsiye ederim. Savaş şartlarıyla ilgili olan bir ayeti, hadis sistemini kabul ettirmede, Kuran bütünlüğü içerisindeki öğretiden bağımsız olarak bu şekilde ortaya koymanız hem kendiniz için hem insanlık için hiçte iyi değildir. Örnegin, Kuran’dan mealen:
    -- Ve ehli kitap ile en güzel yoldan başkasıyla mücadele etmeyin. Onlardan zulmedenler ise müstesnâ, ve deyiniz ki: bize indirilmiş olana ve size indirilmiş olana biz îmân ettik ve bizim ilâhımız ile sizin ilahınız birdir ve biz ancak ona teslim olmuş olanlarız. 29 Ankebut 46
    -- İşte bundan dolayı sen dâvet et ve emr olunduğun gibi dosdoğru ol ve onların heveslerine tâbi olma ve de ki: Allah'ın kitaptan indirilmiş olduğuna îman ettim ve aranızda adalet yapmakla emr olundum, Allah bizim de Rab'bimizdir, sizin de Rab'binizdir. Bizim amellerimiz bizedir, sizin amelleriniz de size aittir. Bizim aramızla sizin aranızda bir huccet ( münakaşa ve münazaa) yoktur. Allah aramızı toplayacaktır ve dönüş ancak O'nadır. 42 Şurâ 15
    Peygamberler birer öğretmen konumundadır, dersi anlamayan öğrencisini öldüren öğretmeni kim görmüş ki, böyle bir şeyi, peygambere ve Müslümanlara yakıştırıyorsunuz, Allah’tan korkun, Zaten Kuran vahyi konusunda ve Peygamber sözleri konusunda da aynı karışıklığı yaşıyorsunuz, bu öyle olmasaydı, Allah’ın kendi zatına ayırdığı ve hiç kimseyi ortak etmediği hususları peygambere mal etmezdiniz.

    17-) 'Peygamber'in emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar' (Nur, 63)

    Onun emirlerine aykırı davrananların, bir bela veya azaba düçar olacaklarını ikaz ediyor!
    CEVAP 17-) Aynı türden iddialar.
    18-) 'And olsun ki, Allah, inananlara, âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab ve hikmeti (sünneti) öğreten, kendilerinden bir peygamberi göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler ' (Âl-i İmrân, 164) .

    Efendimiz (SAV) ‘in, Kur’an ile birlikte kendi uygulamalarının bir hikmet ve Kur’anın rehberliğinde bir öğreti olduğun beyan etmektedir.
    CEVAP 18-) Hikmet kavram olarak, Kuran’ı, Allah’ın razı olduğu şekilde doğru anlama yetisidir, aynı zamanda Kuran’da hikmet örnekleri de vardır. hikmeti peygambere mal ettiğiniz hadislerle özdeşleştirip buna Vahiy dediniz. Halbuki hikmet peygambere has bir olay değildir, tüm Müslümanlar için de olabilen bir olaydır, Hikmet eşittir Vahiy ise o zaman hikmet sahibi bütün Müslümanlar Vahiy’mi alıyor. Bu anlayış Kuran ögretisinden çok uzak bir anlayıştır. Kuran’dan mealen :
    -- Dilediğine hikmet verir. Kendisine hikmet verilmiş olan bir kimse ise muhakkak ona bir çok hayır verilmiş olur. Ve bunu ancak halis akıl sâhipleri tefekkür eder.
    2 Bakara 269

    Sonuç olarak ta şöyle demektedirler :

    “Sonuç:

    Günümüzde Kütüb-i Sitte ile ümmetin en muteber Hadis Kitabı kabul ettiği hadisleri, kendi akıl ve mantığına uymadıkları gerekçesi ile eleştirmeyi adet haline getirmiş, ilim fakiri kardeşlerimize sormak isteriz:

    Kur’anı Kerimin bu ifadeleri doğrultusunda, şayet, sizlerin iddia ettiğiniz üzere, Allah, Peygamberimizin uygulamalarının günümüze kadar gelmesini istemese idi, veya gelmiyeceğini biliyor idiyse, o zaman neden Peygamberine uymayı Kur’anda emretmiş oluyorduki? Bunu iddia edenler, bu iddiaları ile Kur’anı ve dolaysıyla Allah’ı –haşa- gereksiz konuları yazmak ile itham ettiklerinden farkında değiller mi? Allah, Resulüne uymayı, onun getirdiklerini yapmayı emredecek,lakin ne getirdiğini kendisinden sonraki kullarına bildirmekten –haşa- aciz olacak!

    Bunu ifade edenleri kendi çeliksileri ile baş başa bırakarak konu ile ilgili gelen itirazları kısaca cevaplandıralım :
    CEVAP :Bana göre, Peygamberin örnekliğini, Kuran dışına taşırdığınız için olayı görme konusunda sorun yaşıyorsunuz, karışıklık bizde değil, Vahyi, ve Vahiyle bildirilen emirleri yerli yerince konumlandıramadığınızdan, sorun yaşayan sizsiniz, her şeyi bir tarafa bırakarak kendi nefsinde düşünün, Kütüb-i Site de yer alan hadislerin kaç tanesi İslam dini açısından uygulanabilir haldedir, Kuran İslam dini için imamsa ki, öyledir, ayriyeten hadisler nasıl imam olabilir, siz hiç iki İmamı olan cemaat gördünüz mü ki, iki imamlı cemaati İslam dinine layık görüyorsunuz, bu sadece Kütüb-i Sitte artı Kuran açısından iki imamlılıktır, diğer hiziplerin ellerindeki hadis külliyatlarını da işin içine katarsanız, tarihi süreç içerisinde imamların sayısını tespitte dahi zorlanırsınız. Bundan dolayı İslam dini adı altında büyük bir inanç parçalanması yaşanmaktadır, bunu görmüyormuşsunuz.

    BUNDAN SONRASIN DA HADİSLERE DAYALI BİR HADİS SÜRECİ ANLATILMAKTA, KENDİM HADİSLER DAYALI BU TÜR ŞEYLERİ CİDİYE ALMADIĞIMDAN, CEVABIM: BU TÜR ŞEYLERLE UĞRAŞMAYA DEĞMEZ ŞEKLİNDEDİR . İŞLENEN KONU ŞÖYLEDİR:

    SORU 1-) Peygamberimiz (SAV) , kendi sözlerinin kayd edilmesini yasaklamışmıdır? Yasaklmış ise, Hadisi şerifler nasıl oluşmuştur?

    El-Cevap:
    Evet, yasaklamıştır, lakin bu yasaklama dönemi, Kur'anın ilk nazil olduğu döneme kapsamaktadır, tümünü değil. Çünkü bu yasaklamanın birincil sebebi, yeni nazil olan Kur'an Ayetlerinin yazılmasının önemine istinaden bir yasaklama getirmiştir. Kendi sözlerinin yazılması ile Kur'an Ayetlerinin yazılmasının, geçmiş dönemlerde tevrat ve İncilin içine belli belirsiz sözlerin karışmasından endişe ettiğinden, vahiy Katiblerine Kur'an Ayetlerinin yazılmasını söylemiş, kendisinden birşeyin yazılmasını yasaklamıştır!

    Konu ile İlgili Hadis-i Şerifler :

    “Allah Resûlü (s.a.s) yanımıza geldi. Bazı arkadaşlarımız, hadîsle alâkalı bir şeyler yazıyorlardı. “Ne yazıyorsunuz? ” diye sordular. Onlar da; “Sizden duyduğumuz hadîsleri yazıyoruz” diye cevap verince Resûlullah şöyle buyurdular: “Sizden önceki ümmetlerin, Allah’ın kitabının yanı sıra başka kitaplardan da birşeyler yazdıkları, (başkalarının sözlerini de kayda geçirdikleri) için sapıttıklarını biliyor musunuz? ” (Hatîb el-Bağdâdî, Takyîdü’l-İlm, 34.)

    Peygamberimizin (SAV) : Benden bir şey yazmayınız. Kim, benden Kur’ân dışında bir şey yazmışsa, onu imhâ etsin.” (Müslim, Zühd, 72; Darimî, Mukaddime, 42; Müsned, 3/12.)

    SORU 2-) Peki, daha sonraki dönemde, yine Sahih hadisi şeriflerden gördüğümüz kadarı ile, yazın demişmidir?

    El-cevab:
    Evet demiştir. Kur'an Ayetlerinin, vahiy katibleri tarafından belli bir sistematik çerçevesinde yazılma alışkanlığının tecrübe kazanılması üzerine, Efendimiz (SAV) kendi söz ve davranışlarının yazmılmasını emretmiştir.Çünkü, Kur'an-ı Kerimde bunu arzulamaktadır:

    O’nun(SAV) hiçbir sözü hevasından değildi ve beşerî arzularından kaynaklanmıyordu.. daha doğrusu O, kendinden konuşmuyor; ancak kendine vahyolunanı söylüyordu (Necm, 53/3)

    '(Ey Resulum) De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.(Ali İmran,31)

    Bu Ayeti Kerime peygamberimize uymayı, Allah'a uymak ile eşdeğer addetmektedir. Dolaysıyla, onun söz ve davranışlarını bilmeden Efendimiz (SAV) uymak hiç mümkünmüdür?

    Konu ile İlgili Hadis-i Şerifler:

    - Efendimiz (s.a.s) elini fem-i mübareklerine götürerek şöyle buyurdular:! “Yaz; hayatım elinde olan (Allah) ’a yemin ederim ki, buradan haktan başkası çikmaz.” Ebû Dâvûd, İlm, 3; Müsned, 2/162; Dârimî, Mukaddime, 43.

    - Bir adam, Huzûr-u Risâletpenâhî’ye gelerek: “Yâ Resûlallah, ağzınızdan çok şey duyuyoruz; ama bunları anında ezberleyemiyoruz. Bu hayâtî şeyler, çok defa kaçıp gidiyor” diyerek hıfzından şikâyette bulundu. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s) , ona: “Sağ elinden yardım iste”yani yazarak, hıfzına yardımcı ol buyurdular. (Tirmizî, İlm, 12)

    SORU 3-) Hadislerin 200 sene sonra yazıldığı iddia ediliyor. nedersiniz?
    El-Cevap:

    Hz. Ebû Hüreyre (r.a) , şöyle demektedir: “Ashâb-ı Resûlullah (s.a.s) arasında benden daha fazla hadîs sahibi kişi yoktur, ancak Abdullah b. Amr İbn el-Âs müstesnâ; çünkü, ben yazmazdım, o yazardı”.(Buhârî, İlm, 39.)

    Bu yazma hadisesinin peygamberimiz zamanında olduğunun en kati delilidir! Yazma Peygamberimiz zamanından beri vardı, ancak bu yazılanların bir birleştirilip Kitab haline getirilmesi Ömer bin Abdulaziz döneminde, bizzat kendisinin emri ile, Muhammed İbn Şihâb ez-Zührî tarafından yapılıştır. (Buhârî, İlm, 34)

    Ömer İbn Abdülaziz Hazretleri’nin başlattığı bu tedvîn faaliyeti, yalnız Medine’de İmam Zührî ile de sınırlı kalmamış, Mekke’de Abdülmelik İbn Abdülaziz İbn Cüreyc, Irak’ta Saîd İbn Ebî Arûbe, Şam’da Evzâî, yine Medine’de Muhammed b. Abdirrahman, Kûfe’de Zâide b. Kudâme ve Süfyân es-Sevrî, Basra’da Hammâd b. Seleme ve Horasan’da Abdullah b. Mübârek, bu işi sürdürmüş ve kendilerinden sonra geleceklere dünya kadar malzeme bırakmışlardı.(İbn Hacer, Hedyü’s-Sârî, s.4; M. Accâc el-Hatîb, es-Sünne Kable’t-Tedvîn, s. 337.)

    Buda, peygamberimizden 200 sene sonrasına değil, 80-85 sene sonrasına tekabül etmektedir.”

    Daha birçok cevaplar vermek mümkün olmakla beraber, anlamak isteyen veya anlayan kimseler için konuyu bu şekilde ortaya koymakla yetiniyor ve cevap olarak yeterli olduğunu düşünüyorum.

    Fereç HÜDÜR