ismail Mutlu
SAHTE PEYGAMBER 'AHMED KADİYANİ'
Takdim
Hemen her devirde; Peygamber Efendimizin sahih hadislerinde haber verdiği ‘mehdiyet’ kavramını suistimal edenler olmuştur. Hak adına hakkın ihlal edildiği bu mesele, günümüzde de bazı tezahürleri ile karşımıza çıkmaktadır.
Öyle ki; mevzu da, mevzunun kahramanları da, insanları saptırmak için kullandıkları yol ve yöntemler de hep aynı ve bütün sahtelikleri ile asrın serencamında işin içyüzünü bilenlere bütün açıklığı ile sırıtmaya devam etmektedir.
Bu zevatın mehdiyetlerini ilan etmekle kalmayıp, yer yer bulunduklarını iddia ettikleri makam adına; dinin hükümlerini gevşeterek uydurdukları hezeyanlarla, cahil insanımızı bozdukları da görülmektedir.
İşte halkı aldatarak, kendileriyle birlikte dalalete sürükleyen tüm bu şarlatanları, tarihin kirli yapraklarından arayıp bulduğumuz Ahmed Kadiyani’nin şahsında inceleyeceğiz. Zaman zaman duyduğumuz diğerlerine, Gulam Ahmed, sadece bir örnek.
***
Kadiyanîlik, 19. yüzyılın sonlarına doğru, Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî tarafından kuruldu. Mirza Gulam Ahmed, 1840 yılında Pencâb eyaletine bağlı Kadiyan'da doğdu. 6 yaşında tahsil hayatına başlayan Gulam Ahmed, 18 yaşlarına kadar Kur'an-ı Kerim, Farsça, Arapça mantık ve felsefe dersleri aldı. Babasından da hekimlik mesleğine ait bazı bilgiler öğrendi.
SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -I-
Sünneti inkar edenler veya sünnet ve hadiste "ayıklama" yapmak isteyenler, maksatlarına ulaşmak için iki yol takip ediyorlar. Bunlar:
a) Hadislerin Resûlullah’a (sav) âit olup olmadığı hususunda kalplerde kuşku uyandırmak.
b) Buna rağmen ilmî usullerle yapılan araştırmalar sonucunda, bir sözün Resûlullah’a âit olduğu kesinleştiğinde de "Bizim ona uymamız ve onu uygulamamız şart değil" gibi hezeyanlar ortaya atarak -hâşâ- Peygamberimizi sıradan bir beşer konumuna indirgemek.(1)
Bunun için de değişik gerekçelerle sünneti reddetme yoluna gidiyorlar.
Sünneti İnkar Edenlerin Gerekçeleri
Bu gerekçeleri şöyle maddeleştirebiliriz:
I- Her Şeyin Kur'ân'da Açıklandığının Bildirilmesi:
Sünneti inkar edenler, hiç alakası olmayan âyetleri görüşlerine delil olarak ileri sürmektedirler. Bu âyetler şunlardır: "Biz Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık."(2) "Biz Kur'ân'ı her şeyin bir açıklaması olarak indirdik." (3)
İşte bu âyetleri delil göstererek, Kur'ân'ın dinle ilgili her şeyi açıkladığını, sünnetin veya başka bir şeyin dinî hükümlere kaynaklık etmesine, Kur'ân'ı açıklamasına gerek kalmadığını iddia ediyorlar ve aksini savunmanın Kitab'ın din konusunda yetersiz kaldığını söylemek demek olacağı hezeyanında bulunuyorlar.
Böyle kimseler, kendilerinden önce sünneti inkar eden, Haricîlerin "Hüküm ancak Allah'ındır" hak sözü ile, Hz. Ali'ye (ra) karşı bâtıl bir dava ileri sürdükleri gibi, bu âyetlerle bâtıl bir mânâ kast etmekte, bâtıl bir dâvanın peşinde gitmektedirler. Bu âyetler hiç bir şekilde sünnetin inkârına gerekçe gösterilemez.
SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -II-
4. İnsanları Kur'ân'a Yöneltme
Sünnet inkarcıları, sünnet/hadis düşmanlıklarını masum bir havaya büründürmek için, hadislerin Kur'ân'ın yanında değersiz olduğunu, kendilerinin Kur'ân'a ve Allah'ın emirlerine aşırı değer verdiklerini söylemektedirler.
Kur'ân, İslâm dininin en önemli bilgi kaynağı olmakla birlikte, tek bilgi kaynağı değildir. Kur'ân'ı tebliğ eden, onun yaşayan bir tefsiri olan Resûlullah’ı devre dışı bırakarak insanları Kur'ân'a yöneltmek iddiası kadar gülünç bir iddia düşünülemez.
Kur'ân, her türlü sözü dinlemeye ve en güzeline tâbi olmaya çağırır. (2) "Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek istiyor" (3) âyetinde olduğu gibi, Müslümanları, hidâyet üzere olan önceki ümmetlerin hayat nizamına çağırır. Böyle iken, insanlara örnek olarak gösterdiği, (4) en yüce ahlakın sahibi olduğunu bildirdiği (5) Resulünün sünnetlerine uyulmasını hiç istemez mi?
Bizzat Kur'ân'ın sünnete önem verdiğini ve Müslümanları Resûlullaha uymaya çağırdığı düşünülürse, böyle bir fikrin ne derece asılsız olduğu kendiliğinden anlaşılır ve "Kur'ân'daki İslâm"ı savunanların, Kur'ân'la nasıl tezata düştüğü görülür.
SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -III-
Önceki yazılarımızda Sünneti inkar ederek yalnızca Kur’an’la amel etmek gerektiğini söyleyenlerin asılsız iddialarını bir bir ortaya koyup çürütmüştük. Bu yazımızda da Hz. Peygamber’i (s.a.v.) aradan çıkarmak demek olan sadece bir ‘nakilci’ olduğu iddiasını ele alacağız.
Resulullah’ın Sadece Kelamı Nakleden Olduğu İddiası
Sünneti inkar edenlerin bir başka iddiası da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sadece bir nâkil-i kelâm, diğer bir ifâdeyle bir "postacı" olduğu, vazifesinin, sadece Kur'ân'ı tebliğden ibaret bulunduğudur.
Kur'ân'ın dışında hüküm kaynağı tanımamanın idarede büyük sıkıntılar çıkaracağını, yöneticilerin ihtiyaca cevap veremeyeceklerini ifâde eden Hayri Kırbaşlıoğlu, sonraki cümlelerinde bağlayıcı hükümlerin Kur'ân'la sınırlı olduğunu savunanlara, günümüzde Kur'ân'ın temas etmediği konuların nasıl çözüme kavuşturulacağını sorduktan sonra iddia sahiplerinin bu suâle ancak şöyle cevap verebileceklerini söyler:
"Evet, mutlak bağlayıcı olan Kur'ân'dır. Kur'ân'ın Hz. Peygamber dönemiyle mukayese edilemeyecek ölçüde gelişmiş ve karmaşık bir hal almış olan çağımızın toplumsal meselelerine, hazır çözümler sunmasının söz konusu olamayacağı da bir gerçektir.
MEZHEPLER NASIL ORTAYA ÇIKTI?
Mezheb Nedir?
Günümüzde alim ve hocaefendilere halk tarafından yönlendirilen soruların en önde gelenlerinden biri de mezheplerin nasıl ortaya çıktığı sorusudur.
Mezheb’ kelime anlamı itibariyle ‘gidilen yol’, ‘mecra’ anlamları taşır. Dini ıstılahta ise içtihat (rey; görüş; hüküm) derecesine ulaşmış olan alimin dini meseleleri bir bütün sistem halinde ortaya koyması, bir anlamda teknik yorumlar bütünü oluşturmasıdır.