YAMAN TAKIYYECI!... (2)

Yaman takiyyeci, bu yillarda magdur, mahkûr ve mazlum rollerini çok büyük bir muvaffakiyetle oynadi.



Yillar önceydi, Istanbul'da Bogaz'in Anadolu Yakasinda Çengelköy yakinlarinda bir yerde bir dostumuzun sünnet merâsimine dâvetliydik. Yemekler yendi, namaz kilindi, sünnet merâsimi tamamlandi. Dâvetlilerden çogu mekâni terkettiler, iki elin parmaklari kadar dâvetli ya kaldi, ya kalmadi.



Dâvet sahibi olan Hocamiz, "Akkoca, sende hem hocalik, hem de gazetecilik var, kulagin deliktir, söyle bakalim, memleketimizde neler oluyor, neler dönüyor?" dediler.



"Hocam! Memleket bildiginiz gibi, fazla degisen bir seyler yok, yalniz ortalik iki zât'a kalmistir, birisi gülerek, digeri aglayarak mali götürüyorlar. Buna mukâbil, memleketimizdeki diger dînî dinamikler ya kendi aralarinda kavga ediyorlar, ya da bîgâne bir sekilde rollerini büyük bir muvaffakiyetle icra eden bu iki büyük artist'i temâsa ile, zaman zaman da takdir alkislariyla mesguldürler," dedim.



Az sayida dâvetlilerden birisi, -sonradan Karadeniz illerinden birisini bir ilçesinin dernek baskani ve o il'in bütün ilçe dernekleri birliginin de baskani olan bir zat- çok hiddetli ve siddetli bir ifade ile "siz, o mübârek insanlar hakkinda nasil konusuyorsunuz, onlar, bu devirde Islâm'a en büyük hizmeti yapiyorlar," diye gürledi.



Kendilerine, "Beyefendi! Ben sizinle muhatap olmam, Hocamiz bana bir sual tevcih etti, kendilerine cevap mahiyetinde görüslerimi arz ettim. Siz, benim görüs ve düsüncelerime katilmayabilirsiniz, sizin öyle düsünme ne kadar hakkiniz ise benim de böyle düsünme hakkimdir." dedim. Agustos sicaginda ortada buz gibi bir hava olustu, dâvet sahibi defalarca özür dilemek zorunda kaldi ve bendenize böyle bir sual tevcih ettigi için her halde ziyâdesiyle pisman olmustu.



Aradan çok uzun bir zaman geçmeden sürekli tebessüm ederek-gülerek, faizsiz bankacilik sistemine para toplayan zât'in "FINANS KURUMU" iflas bayragini çekmis, fâizden, bankacilik sisteminden kaçan yüzbinlerce Müslüman-Türk vatandasinin, birmilyardörtyüzmilyon Amerikan Dolari hava olmustu...



Basta sirketlere aktarilan, televizyon dizileri için harcanan, artistlerin baslarina helikopterlerle saçilan bu paralar, 400 Milyar TL'si, Türkiye Diyânet Vakfina ait olmak üzere, vakiflara, cami ve Kur'ân Kursu derneklerine, faizden kaçtiklari için bankalarin bulundugu cadde ve sokaklardan bile geçmeyen müslümanlara aitti.



Ömürlerinin tek gayesi olan Hacc ziyâreti için ömür boyu biriktirdikleri Hacc paralari, kimsesiz yasli ve dul kadinlarin kefen paralari da, yangin çikabilir, hirsizlara kaptirilabilir korkusuyla bu faizsiz sistem kurumuna yatirilmisti.



Sünnet merasiminde bizi azarlayan dernek ve vakif baskani olan zat da, baskani oldugu derneklerin ve vakiflarin birmilyon Amerikan dolarina yaklasan paralarini, faizden kaçmak ve Islâm'a hizmet etmekte olan bu kurum ve kurulusa yardim etmek maksadiyla bu kuruma yatirmisti. Tabiî ki, diger sirket, vakif ve derneklerin yatirdiklari paralar gibi bu zat'in baskani oldugu vakif ve derneklerle birlikte kendi tasarruflari da buhar olmustu.



Bu hususta dertlestiklerine, "Bir zamanlar beni ve diger müslümanlari birisi ikaz etmisti, fakat biz o zat'in ikazina kulak asmadigimiz gibi, kendisiyle kavgaya bile tutusmustuk, kendisine herhangi bir yerde rastlarsam, özür dileyecek ve agzindan öpecegim," diyormus. Hakli çikmak insani gururlandirir, ama, keske, ben haksiz çiksaydim da bunca insan, dernek ve vakif müslümanlardan topladiklari paralarini kaptirmasaydilar.



Türkiye Diyânet Vakfi basta olmak üzere, bu "KURUM"a paralarini kaptiran dernek ve vakiflara, "Müslümanlardan topladiginiz zekât ve fitre paralarini tedbirsizlik ederek niçin bu "KURUM"a kaptirdiniz, diye hiç hesap soran çikmamistir.



Bundan sonra en azindan müslümanlar, "bizden topladiklariniz zekât ve fitre paralarini kaptirdiniz, mahalline sarf etmediniz, bundan sonra size yardim ederken iki kere düsünecegiz, zekât ve fitrelerimizi sizin gibi çarçur etmeyecek, zekât, fitre ve infak'in ruhuna uygun olarak bu yardimlarin gerçek sahiplerine bizim adimiza ulastiracak olan sahis, dernek ve vakiflari tercih edecegiz," diyerek hesap sormalidirlar...



Merhum üstad Necip Fazil Kisakürek, 1970'li yillarda, siyâsi partilerimizden birisinde idarecilik, o yillarda kurulan hükûmetlerde bakanlik yapan bir zat için, "Mütebessim Ahmak," derlerdi. Hatta, zaman zaman, yüzüne karsi böyle hitap ettigi halde o zat, ahmakça tebessümlerine devam ederdi. Fakat, tebessüm ede ede mali götüren bu zât aslâ "Mütebessim Ahmak" degilmis, aksine "Hinoglu hin, bir Mütebessim," imis...



YA AGLAYARAK MALI GÖTÜREN!..



20.Asr'in 80'li, 90'li yillari sanki bir geçis, bosluk, berzah yillari gibiydi. Türkiye'de dînî dinamikler, muhtelif sebeplerle çekinik, pisirik haldeydiler. Bu bosluktan en iyi istifade edenlerden birisi de aglayarak mali götürenlerdendi.



Bu dönem, koalisyonlar içinde bile olsa, degisik görüslerin iktidara tasindigi, sermâyenin, banka kredilerinin, devlet eliyle verilen tahsislerin ve taahhütlerin daha genis kitlelere indigi, olabildigince genisledigi bir dönemdi.



Izmir'in Kemeralti'sinda, Istanbul'un, Sultanhamam'inda Han Odabasiligi yapanlarin bile, devletten aldiklari tahsisler, taahhütler ve banka kredileriyle fabrikatör oldugu bir dönemdir.



Ayni imkânlarla, Anadolu'nun muhtelif yerlerindeki küçük mütesebbislerin büyük paralar kazandigi bir dönemdir.



Yaman Takiyyeci, ömrünün en büyük takiyyesini göstermeye baslamistir.



Izmir'de Hisar Camiî'nde, Istanbul'da Süleymaniye Camiî'nde, büyük kalabaliklara va'azetmeye baslamistir.



Va'az'larinda, sik sik, kendisinin hiçbir mal varliginin olmadigini, tekrarlamakta, bir lokma, bir hirka ile iktifa ettigini, dünya mali ve saltanatinda gözünün olmadigini ifade ederek, kendisinin ashâp dönemindeki müslümanlar gibi yasadigi hususunda dinleyenleri iknâ etmektedir.



Dinleyenlere, ashâp dönemi müslümanlarinin hayat tarzlarini ajite ederek ve aglayarak anlatiyor, Asare-i Mübessera gibi kolayca cennete girecekleri yolu gösteriyor, damardan girerek her türlü dünyevî ve mâlî fedâkarliga hazir hale getiriyordu.

Mustafa AKKOCA