PEYGAMBERİMİZ’İ TANIMA VE O’NA İTTİBA -II- SEVGİ, İMAN, İTAAT
İmanın bir rüknü olan Peygamberimiz’e iman hususunda O’nu Kur’ân’ın tanıttığı gibi, dinin bir unsuru olarak tanımadaki bilgi eksikliğine geçen makalemizde değinmiştik. Bu makalemizde ise sevgi noksanlığına değinmeye çalışacağız.
2- Peygamberimiz’i tanımada sevgi noksanlığı:
Bugün Peygamber (s.a.v.) ile biz ümmetinin arasındaki bağın kopuk olmasının bir diğer sebebi de sevgi noksanlığıdır. Peygamber Efendimiz’e karşı olması gereken sevginin vasfını ortaya koyarken O’na olan imanı göz önünde bulundurmak gerekir ki, bu noktada müracaat etmemiz gereken merci ilk olarak Allah’ın kelamı Kur’ân-ı Kerim, sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadîs-i şerifleri ve O’nun gökteki yıldızlara teşbih ettiği sahâbesidir.
Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Sevgisi
Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz’e sevgi, itaat olarak açıklanmıştır. Bu hususta örnek teşkil edecek çok sayıda âyet-i kerime mevcuttur. Konumuza ışık tutması açısından biz bunlardan sadece birkaç tanesini zikredeceğiz.
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, Peygamberi’nden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”(1) âyet-i kerimesi O’nu sevmenin farziyeti hususunda yeterli bir delildir. Görüldüğü üzere Cenâb-ı Hak kendisine ve Habîbi’ne olan sevginin her şeyden üstün tutulmasını bizatihi emretmektedir. Gönlünde sevgiyi bu istikamette bulundurmayanları ise azabıyla, fasıklardan kılmakla ve hidayetten uzaklaştırmakla cezalandıracağını haber vermektedir.
Nisâ sûresinin 69. âyetinin sebeb-i nüzulü olarak şu hadise zikredilmiştir: "Ensar’dan bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelerek; "Yâ Rasûlallah! Biz senin yanından ayrılıp çoluk-çocuğumuzun yanına varınca, seni özlüyoruz. Yanına dönünceye kadar hiçbir şey bize huzur vermiyor. Sonra, senin Cennet’teki derece ve makamını düşünüyoruz. Binaenaleyh, şayet Cennet’e girersek, biz seni nasıl görebileceğiz?" dedi. Bunun üzerine şu âyet-i kerime nazil oldu: “Kim Allah'a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve salihlerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.”(2)
Buradan anlaşılan şudur: Kimin gönlünde bu Sahâbe-i Kiram Efendimiz’in sahip olduğu sevgi var ise bilmelidir ki, karşılığında bu âyet-i kerimede ifade edilen ‘âhirette peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve salihlerle birlikte haşrolunmak’ nimeti vardır.
Lisan-ı Nebi’den Peygamber Sevgisi
Büyük âlim ve ârif Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretleri’nin, “İmanın hakikati de sevgidir.” sözü, sevginin hakikatini anlamada ve kıymetini izhar etme noktasında çok manidardır. İşte Peygamber Efendimiz’e sevgiyi bu bağlamda düşünmek gerekir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisine olan sevginin vasfını şu şekilde tarif etmektedir: “Sizden biriniz ben kendisine babasından, evladından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.”(3)
İmanın halâvetini tatmak için gereken hasletleri sayarken Peygamberimiz (s.a.v.) şunları zikrediyor ve buyuruyorlar ki: “Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadına varır: Allah ve Rasûlü’nü bu ikisi dışında kalan her şeyden ve herkesten daha çok sevmek; bir kulu sırf Allah rızası için sevmek; Allah, imansızlıktan kurtarıp İslâm'ı nasip ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak."(4)
İşte Peygamberimiz (s.a.v.), imanın halâvetini yaşayabilmek için gerekli olan şeylerin en başında Allah ve Rasûlü’nü bu ikisi dışındaki her şeyden daha çok sevmeyi zikrediyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah’ın ehli, adaletin güneşi olan Hz. Ömer (r.a.)'ın elinden tutarak ona sevginin hakikatini talim ediyor ve şöyle diyordu: “Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim ki, ben sana nefsinden de sevgili olmadıkça imanın (kâmil) olmaz!” Rasûlullah’ın veziri Hz. Ömer (r.a.): “Şimdi, sen bana nefsimden de sevgilisin!” demiş, bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Şimdi tamam oldu yâ Ömer!” buyurarak onun imanının kemalini tasdik etmiştir.(5)
Peygamber Efendimiz yine bir hadis-i şeriflerinde kendisine duyulması gereken sevginin sebebini şöyle açıklamaktadır: “Allah’ı sizi nimetleriyle beslediği için sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin.”(6) Burada değinmeden geçemeyeceğimiz bir husus da Ehl-i Beyt sevgisidir. Peygamber Efendimiz; “Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin!” buyurmaktadır. Buna göre Peygamber sevgisinin tam olması için O’nun sevdiklerini de sevmek şarttır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kızı Hz. Fâtımâ (r.anhâ) için; “Şunu iyi bilin, Fâtımâ benden bir parçadır. Onu üzen beni de üzer. Ona eziyet olan bana da eziyet olur.”(7) Cennet gençlerinin efendileri olan torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için ise: “Allahım ben bu ikisini seviyorum sen de sev.”(8) buyurmuşlardır. Allah’ın Nebisinin huzuruna, “Ben seni seviyorum ya Rasûlallah; ama Ehl-i Beytin’i sevmiyorum!” diyerek kim çıkabilir? Böyle diyen birisi Rasûlullah Efendimiz’in sevgisini ve hoşnutluğunu kazanabilir mi? Âl-i İmrân 31. âyet-i kerimede Allah (c.c.); “(Ey Habîbim!) De ki; eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” buyuruyor. Madem Rasûlullah (s.a.v.) onları sevmiş ve sevilmelerini emretmiş, o halde Ehl-i Beyt’i sevmek Peygamber sevgisinin bir gereğidir.
Sahâbe-i Kirâm’da Peygamber Sevgisi
Kur’an ve Sünnet’te emredilen bu sevgileri yaşama nimetine nail olan bahtiyarların en üstünü Sahâbe Efendilerimiz’dir. Çünkü onlar, imanı ve sevgiyi nihayetsiz ummanından ve membaından almak gibi erişilmez bir nimete sahip olmuşlardır. Rasûlullah Efendimiz, ashâbına Allah ve Peygamber sevgisini bizzat kendisi öğretmiştir. Böyle bir mürebbiden alışılan sevgi, elbette ki herhangi birinden alışılan sevgi gibi olmayacaktır, olmamıştır da. Bu sevgi onlarda öyle yüksek bir şekilde tezahür etmiştir ki; kıyamete kadar bütün insanlık Peygamber sevgisini hep onlardan alışacaklardır. Sevgide nakıslığı yaşayan herkes, hemen gönlünü bu sevgi pınarlarına yöneltmiş ve noksanlıklarını onlardan gidermeye çalışmıştır. Bizler, O’nu görmeden seven Hz. Veysel Karâni’nin sevgisini anlamakta âciz kalırken; onu, nur cemalini görerek seven Sahâbe’nin sevgisini idrak edebilmemiz nasıl mümkün olabilir?
Sahabe, Rasûlullah Efendimiz’i Allah’ın dışındaki her şeyden çok seviyordu. Buna kendi canları da dâhildi. İşte bunun en bariz göstergelerinden bir tanesi şu hadisedir: Peygamberimiz bir grup Sahâbeyi, Lihyanoğulları’na muallim olarak göndermişti. Bu grup, Medine’den bir hayli uzaktaki bir kuyuya vardıklarında, Peygamberimiz’den muallim talep eden temsilciler ihanet ederek Hubeyb b. Adiyy ve Zeyd b. Desine hariç diğer Sahâbileri şehit ettiler. Bu iki Sahâbe’yi ise Mekke’ye götürüp müşriklere sattılar. Müşrikler haram aylar çıkıncaya kadar bekleyip sonrasında onları öldürmeye karar verdiler. Hubeyb b. Adiyy’i Mekke’nin dışına çıkartıp, onu asacakları ağacı gözlerinin önünde diktiler. Hz. Hubeyb, öldürüleceğini anlayınca, “İki rekât namaz kılmam için bana müsaade eder misiniz?” dedi. Müşrikler ona müsaade ettiler. Namazını kıldıktan sonra ellerini açıp Cenâb-ı Hakk’a şöyle dua etti: “Yâ Rabbi! Şu an etrafımda düşmandan başka bir yüz görmüyorum. Şu anda selamımı Rasûlullah’a ulaştıracak bir dost bulamıyorum. Benim halimi sen biliyor ve görüyorsun. Öyleyse selamımı Allah’ın Nebisi’ne sen arz et!” O sırada ashâbıyla Medîne’de oturmakta olan Rasûlullah (s.a.v.), “Ve aleyke’s-selâm!” diyerek onun selamına karşılık verdi.(9)
O zaman henüz Müslüman olmayan Ebû Süfyan, darağacındaki diğer Sahâbe Zeyd b. Desine’ye; “Ey Zeyd! Şu an Medine’de rahat bir şekilde bulunan Muhammed’in senin yerinde olmasını, senin de kendi ailenin, çoluk çocuğunun yanında olmanı ister miydin?” diye sorunca, Hz. Zeyd, müşrikleri hayrette bırakacak sevgi timsali sözlerini şöyle haykırdı: “Şu an Peygamberimiz’in benim yerimde olmasını istemek şöyle dursun, Medine sokaklarında dolaşırken ayağına bir dikenin batmasına bile gönlüm razı olmaz.” Hz. Zeyd’in bu cevabı karşısında Ebû Süfyân; “Ben insanlar içinde Muhammed’in ashâbının Muhammed’i sevdiği gibi, hiçbir kimsenin, hiçbir kimseyi sevdiğini görmedim” diyerek hayretini izhar etmiştir.(10)
Hz. Ali (k.v.)’ye “Siz Rasûlullah’ı nasıl seviyordunuz?” diye sorulunca, şöyle cevap vermiştir: “Allah’a yemin ederim ki; Rasûlullah (s.a.v.) bize, mallarımızdan, evlatlarımızdan, ana babamızdan, çölde kalıp da susamış bir kimsenin soğuk suya olan arzusundan daha sevgili idi.”(11)
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in irtihalinden sonra Suriye'ye giderek Havlan kasabasına yerleşen Bilâl-i Habeşî (r.a.), burada bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.v.)'i gördü. Rasûlullah (s.a.v.) ona; “Beni ziyaret etmeyecek misin?” demişti. Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine'ye varınca Ravza-i Mutahhara'ya yüzünü sürerek, burada Rasûl-u Ekrem'le birlikte geçirdiği günleri düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, Bilâl'i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) Rasûlullah’ın vefatından sonra kendisinden birçok kez istenmesine rağmen ezan okumamıştı. Ancak bu sefer talep Rasûlullah’ın; “Bunlar benim dünyada kokladığım reyhanlarımdır.” dediği evlatları Hz. Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz’den geliyordu. Hz. Bilal, onların arzusunu Rasûlullah Efendimiz’in arzusu gibi telakki ederek, Peygamber Mescidi’nde ezan okumuştu. Bilâl'in sesini duyan Medineliler, İsrafil’in suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlayarak ezanı dinlemeye başlamışlar, “Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullâh” deyince, Hz. Peygamber'in kabrinden kalktığını tasavvur ederek Mescid-i Nebevî’ye doğru koşuşmuşlardı.(12)
Beşerî sevgilerin fevkinde ilâhî olma vasfı bulunan Peygamber sevgisi, O’nu Rabbimiz’in murad ettiği üzere tanıma ve itaat etme yönünde elde etmemiz gereken bir sevgidir. Efendimiz (s.a.v.), Rabbimiz (c.c.)’yu tanıtması ve O’na olan imana vesile olması yönüyle ümmeti için bir rahmet olmuştur. Ümmet, bu ilâhî fazl ve ihsanın şükrünü yukarıda örneklerini sunmaya çalıştığımız Sahabe-i Kiram gibi O’nu canından çok sevmedikçe eda edemeyecektir.
Kaynakça:
1. et-Tevbe, 9/24.
2. en-Nisâ, 4/69.
3. Buhârî, İman 8.
4. Buhârî, İman 9.
5. Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 6.
6. Tirmizî, Menâkıb 3792.
7. Buhârî, Fezâilu’l-Ashâb 12.
8. Tirmizî, Menâkıb 3784.
9. Ebû Nuaym, Delâil.
10. İbn-i Hişâm, Sîre.
11. Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe.
12. İbn-i Sa'd, Tabakât.
2- Peygamberimiz’i tanımada sevgi noksanlığı:
Bugün Peygamber (s.a.v.) ile biz ümmetinin arasındaki bağın kopuk olmasının bir diğer sebebi de sevgi noksanlığıdır. Peygamber Efendimiz’e karşı olması gereken sevginin vasfını ortaya koyarken O’na olan imanı göz önünde bulundurmak gerekir ki, bu noktada müracaat etmemiz gereken merci ilk olarak Allah’ın kelamı Kur’ân-ı Kerim, sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadîs-i şerifleri ve O’nun gökteki yıldızlara teşbih ettiği sahâbesidir.
Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Sevgisi
Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz’e sevgi, itaat olarak açıklanmıştır. Bu hususta örnek teşkil edecek çok sayıda âyet-i kerime mevcuttur. Konumuza ışık tutması açısından biz bunlardan sadece birkaç tanesini zikredeceğiz.
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, Peygamberi’nden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”(1) âyet-i kerimesi O’nu sevmenin farziyeti hususunda yeterli bir delildir. Görüldüğü üzere Cenâb-ı Hak kendisine ve Habîbi’ne olan sevginin her şeyden üstün tutulmasını bizatihi emretmektedir. Gönlünde sevgiyi bu istikamette bulundurmayanları ise azabıyla, fasıklardan kılmakla ve hidayetten uzaklaştırmakla cezalandıracağını haber vermektedir.
Nisâ sûresinin 69. âyetinin sebeb-i nüzulü olarak şu hadise zikredilmiştir: "Ensar’dan bir kimse Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelerek; "Yâ Rasûlallah! Biz senin yanından ayrılıp çoluk-çocuğumuzun yanına varınca, seni özlüyoruz. Yanına dönünceye kadar hiçbir şey bize huzur vermiyor. Sonra, senin Cennet’teki derece ve makamını düşünüyoruz. Binaenaleyh, şayet Cennet’e girersek, biz seni nasıl görebileceğiz?" dedi. Bunun üzerine şu âyet-i kerime nazil oldu: “Kim Allah'a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve salihlerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.”(2)
Buradan anlaşılan şudur: Kimin gönlünde bu Sahâbe-i Kiram Efendimiz’in sahip olduğu sevgi var ise bilmelidir ki, karşılığında bu âyet-i kerimede ifade edilen ‘âhirette peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve salihlerle birlikte haşrolunmak’ nimeti vardır.
Lisan-ı Nebi’den Peygamber Sevgisi
Büyük âlim ve ârif Abdullah Fârukî el-Müceddidî Hazretleri’nin, “İmanın hakikati de sevgidir.” sözü, sevginin hakikatini anlamada ve kıymetini izhar etme noktasında çok manidardır. İşte Peygamber Efendimiz’e sevgiyi bu bağlamda düşünmek gerekir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kendisine olan sevginin vasfını şu şekilde tarif etmektedir: “Sizden biriniz ben kendisine babasından, evladından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.”(3)
İmanın halâvetini tatmak için gereken hasletleri sayarken Peygamberimiz (s.a.v.) şunları zikrediyor ve buyuruyorlar ki: “Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadına varır: Allah ve Rasûlü’nü bu ikisi dışında kalan her şeyden ve herkesten daha çok sevmek; bir kulu sırf Allah rızası için sevmek; Allah, imansızlıktan kurtarıp İslâm'ı nasip ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak."(4)
İşte Peygamberimiz (s.a.v.), imanın halâvetini yaşayabilmek için gerekli olan şeylerin en başında Allah ve Rasûlü’nü bu ikisi dışındaki her şeyden daha çok sevmeyi zikrediyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah’ın ehli, adaletin güneşi olan Hz. Ömer (r.a.)'ın elinden tutarak ona sevginin hakikatini talim ediyor ve şöyle diyordu: “Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim ki, ben sana nefsinden de sevgili olmadıkça imanın (kâmil) olmaz!” Rasûlullah’ın veziri Hz. Ömer (r.a.): “Şimdi, sen bana nefsimden de sevgilisin!” demiş, bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): “Şimdi tamam oldu yâ Ömer!” buyurarak onun imanının kemalini tasdik etmiştir.(5)
Peygamber Efendimiz yine bir hadis-i şeriflerinde kendisine duyulması gereken sevginin sebebini şöyle açıklamaktadır: “Allah’ı sizi nimetleriyle beslediği için sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin.”(6) Burada değinmeden geçemeyeceğimiz bir husus da Ehl-i Beyt sevgisidir. Peygamber Efendimiz; “Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin!” buyurmaktadır. Buna göre Peygamber sevgisinin tam olması için O’nun sevdiklerini de sevmek şarttır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kızı Hz. Fâtımâ (r.anhâ) için; “Şunu iyi bilin, Fâtımâ benden bir parçadır. Onu üzen beni de üzer. Ona eziyet olan bana da eziyet olur.”(7) Cennet gençlerinin efendileri olan torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için ise: “Allahım ben bu ikisini seviyorum sen de sev.”(8) buyurmuşlardır. Allah’ın Nebisinin huzuruna, “Ben seni seviyorum ya Rasûlallah; ama Ehl-i Beytin’i sevmiyorum!” diyerek kim çıkabilir? Böyle diyen birisi Rasûlullah Efendimiz’in sevgisini ve hoşnutluğunu kazanabilir mi? Âl-i İmrân 31. âyet-i kerimede Allah (c.c.); “(Ey Habîbim!) De ki; eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…” buyuruyor. Madem Rasûlullah (s.a.v.) onları sevmiş ve sevilmelerini emretmiş, o halde Ehl-i Beyt’i sevmek Peygamber sevgisinin bir gereğidir.
Sahâbe-i Kirâm’da Peygamber Sevgisi
Kur’an ve Sünnet’te emredilen bu sevgileri yaşama nimetine nail olan bahtiyarların en üstünü Sahâbe Efendilerimiz’dir. Çünkü onlar, imanı ve sevgiyi nihayetsiz ummanından ve membaından almak gibi erişilmez bir nimete sahip olmuşlardır. Rasûlullah Efendimiz, ashâbına Allah ve Peygamber sevgisini bizzat kendisi öğretmiştir. Böyle bir mürebbiden alışılan sevgi, elbette ki herhangi birinden alışılan sevgi gibi olmayacaktır, olmamıştır da. Bu sevgi onlarda öyle yüksek bir şekilde tezahür etmiştir ki; kıyamete kadar bütün insanlık Peygamber sevgisini hep onlardan alışacaklardır. Sevgide nakıslığı yaşayan herkes, hemen gönlünü bu sevgi pınarlarına yöneltmiş ve noksanlıklarını onlardan gidermeye çalışmıştır. Bizler, O’nu görmeden seven Hz. Veysel Karâni’nin sevgisini anlamakta âciz kalırken; onu, nur cemalini görerek seven Sahâbe’nin sevgisini idrak edebilmemiz nasıl mümkün olabilir?
Sahabe, Rasûlullah Efendimiz’i Allah’ın dışındaki her şeyden çok seviyordu. Buna kendi canları da dâhildi. İşte bunun en bariz göstergelerinden bir tanesi şu hadisedir: Peygamberimiz bir grup Sahâbeyi, Lihyanoğulları’na muallim olarak göndermişti. Bu grup, Medine’den bir hayli uzaktaki bir kuyuya vardıklarında, Peygamberimiz’den muallim talep eden temsilciler ihanet ederek Hubeyb b. Adiyy ve Zeyd b. Desine hariç diğer Sahâbileri şehit ettiler. Bu iki Sahâbe’yi ise Mekke’ye götürüp müşriklere sattılar. Müşrikler haram aylar çıkıncaya kadar bekleyip sonrasında onları öldürmeye karar verdiler. Hubeyb b. Adiyy’i Mekke’nin dışına çıkartıp, onu asacakları ağacı gözlerinin önünde diktiler. Hz. Hubeyb, öldürüleceğini anlayınca, “İki rekât namaz kılmam için bana müsaade eder misiniz?” dedi. Müşrikler ona müsaade ettiler. Namazını kıldıktan sonra ellerini açıp Cenâb-ı Hakk’a şöyle dua etti: “Yâ Rabbi! Şu an etrafımda düşmandan başka bir yüz görmüyorum. Şu anda selamımı Rasûlullah’a ulaştıracak bir dost bulamıyorum. Benim halimi sen biliyor ve görüyorsun. Öyleyse selamımı Allah’ın Nebisi’ne sen arz et!” O sırada ashâbıyla Medîne’de oturmakta olan Rasûlullah (s.a.v.), “Ve aleyke’s-selâm!” diyerek onun selamına karşılık verdi.(9)
O zaman henüz Müslüman olmayan Ebû Süfyan, darağacındaki diğer Sahâbe Zeyd b. Desine’ye; “Ey Zeyd! Şu an Medine’de rahat bir şekilde bulunan Muhammed’in senin yerinde olmasını, senin de kendi ailenin, çoluk çocuğunun yanında olmanı ister miydin?” diye sorunca, Hz. Zeyd, müşrikleri hayrette bırakacak sevgi timsali sözlerini şöyle haykırdı: “Şu an Peygamberimiz’in benim yerimde olmasını istemek şöyle dursun, Medine sokaklarında dolaşırken ayağına bir dikenin batmasına bile gönlüm razı olmaz.” Hz. Zeyd’in bu cevabı karşısında Ebû Süfyân; “Ben insanlar içinde Muhammed’in ashâbının Muhammed’i sevdiği gibi, hiçbir kimsenin, hiçbir kimseyi sevdiğini görmedim” diyerek hayretini izhar etmiştir.(10)
Hz. Ali (k.v.)’ye “Siz Rasûlullah’ı nasıl seviyordunuz?” diye sorulunca, şöyle cevap vermiştir: “Allah’a yemin ederim ki; Rasûlullah (s.a.v.) bize, mallarımızdan, evlatlarımızdan, ana babamızdan, çölde kalıp da susamış bir kimsenin soğuk suya olan arzusundan daha sevgili idi.”(11)
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in irtihalinden sonra Suriye'ye giderek Havlan kasabasına yerleşen Bilâl-i Habeşî (r.a.), burada bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.v.)'i gördü. Rasûlullah (s.a.v.) ona; “Beni ziyaret etmeyecek misin?” demişti. Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine'ye varınca Ravza-i Mutahhara'ya yüzünü sürerek, burada Rasûl-u Ekrem'le birlikte geçirdiği günleri düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, Bilâl'i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) Rasûlullah’ın vefatından sonra kendisinden birçok kez istenmesine rağmen ezan okumamıştı. Ancak bu sefer talep Rasûlullah’ın; “Bunlar benim dünyada kokladığım reyhanlarımdır.” dediği evlatları Hz. Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz’den geliyordu. Hz. Bilal, onların arzusunu Rasûlullah Efendimiz’in arzusu gibi telakki ederek, Peygamber Mescidi’nde ezan okumuştu. Bilâl'in sesini duyan Medineliler, İsrafil’in suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlayarak ezanı dinlemeye başlamışlar, “Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullâh” deyince, Hz. Peygamber'in kabrinden kalktığını tasavvur ederek Mescid-i Nebevî’ye doğru koşuşmuşlardı.(12)
Beşerî sevgilerin fevkinde ilâhî olma vasfı bulunan Peygamber sevgisi, O’nu Rabbimiz’in murad ettiği üzere tanıma ve itaat etme yönünde elde etmemiz gereken bir sevgidir. Efendimiz (s.a.v.), Rabbimiz (c.c.)’yu tanıtması ve O’na olan imana vesile olması yönüyle ümmeti için bir rahmet olmuştur. Ümmet, bu ilâhî fazl ve ihsanın şükrünü yukarıda örneklerini sunmaya çalıştığımız Sahabe-i Kiram gibi O’nu canından çok sevmedikçe eda edemeyecektir.
Kaynakça:
1. et-Tevbe, 9/24.
2. en-Nisâ, 4/69.
3. Buhârî, İman 8.
4. Buhârî, İman 9.
5. Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb 6.
6. Tirmizî, Menâkıb 3792.
7. Buhârî, Fezâilu’l-Ashâb 12.
8. Tirmizî, Menâkıb 3784.
9. Ebû Nuaym, Delâil.
10. İbn-i Hişâm, Sîre.
11. Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe.
12. İbn-i Sa'd, Tabakât.
Konular
- İtikadi mezheplerimiz Maturidi ve Eşari
- Amelde hak mezhepler ve İmamları...
- Bir mezhep iki imam ehli sünnet ve'l-cemaat...
- Sünnete Fransız Kalanlar İçin
- Sünnet İnkârcılarına CEVAP
- Sünnet İnkârcılarına CEVAP II
- Sünnet İnkârcılarına CEVAP III..
- Sünnet İnkârcılarına CEVAP IV
- DİNDE DELİL OLARAK SÜNNET VE İNKAR EDENİN HÜKMÜ
- DİNDE DELİL OLARAK SÜNNET VE İNKAR EDENİN HÜKMÜ -II-
- DİNDE DELİL OLARAK SÜNNET VE İNKAR EDENİN HÜKMÜ -III-
- EVLİYANIN YOLU KUR’AN VE SÜNNETTİR
- Kâfirler Cehenneme girmeyecek mi?
- Kâfirlerin iyi işleri
- HAK MEZHEBLER BİRER KAPIDIR
- AYRILIK DEĞİL RAHMET KAPIMIZ: MEZHEBLER
- ÇOKLUK İÇİNDE BİRLİK
- Allah'ı Sevmede Peygambere İtaatin Yeri
- Müslüman Kimliğinin İki Temeli
- Prof. Dr. Nurettin İtr ile Sünnet Üzerine Bir Konuşma
- Sünnetsiz İslâm Arayışları
- Sünnetle Dirilmek
- Sünnet'e Uygun Yaşayamazsanız?..
- Din, İnananların Her Şeyine Karışır mı?
- Eğer Kur'an'ı Anlayarak Okuyabilseydik...
- "Kur'an Okusunlar Kur'an Onları Düzeltir"
- Hakkı Batıla Karıştırmak
- Sünneti İhyâ Etmek
- Kur'ân-ı Kerim'in Fazileti
- Kur'an'ı Anlamada Sünnetin Yeri