PEYGAMBERİMİZ’İ TANIMA VE O’NA İTTİBA -I-

Sözlük anlamı olarak iman; kesin olarak inanmak, herhangi bir şeyi kabul edip onaylamak, tasdik etmektir. Terim olarak ise; Allah (c.c.) ve Rasûlü’nün koymuş olduğu hükümlerin kalp ile tasdik edilmesi ve dil ile ikrar edilmesidir.(1)

İmanın altı şartı vardır. Bunlar; Allah’tan başka ilah olmadığına, O'nun bir olup şeriki (ortağı) bulunmadığına, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere kesin olarak inanmaktır.(2)

Görüldüğü üzere imanın altı esasından biri de peygamberlere imandır. Cenâb-ı Hakk, insanlara zatını tanıtıp onları razı olduğu istikamet yoluna hidayet etmek üzere peygamberler göndermiştir. Diğer iman esaslarının tam olarak anlaşılabilmesi, ancak hak ile gönderilen bu peygamberlerin doğru bir şekilde tanınıp bilinmesi ile mümkündür.

Peygamber ve peygamberlik, dinin bir unsurudur. Zira bir kimseyi peygamber kılan husus, Allah’tan almış olduğu vahiy ile ortaya konan dini ve o dinin hükümlerini diğer insanlara tebliğ etmektir. İnsanlar, peygamberleri bu vasfıyla tanırlar. Mü’min olabilmek de, ancak peygamberleri bu yönleriyle tanıyıp tasdik etmekle mümkündür.(3)

Âdem (a.s.) ile başlayan peygamberlik silsilesinin son halkası olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’i bilip anlamak da bu zaviyeden, yani iman açısından olmalıdır. Peygamberimizi, dinin bir unsuru olma vasfını göz ardı ederek tanımak O’nu tanımak değildir. Bize Allah’ın dinini O tanıttı ve biz de O’nu din ile, dinin mübelliği olma vasfı ile tanıdık.

Toplumumuz maalesef her geçen gün artan büyük bir ahlâkî çöküntü içerisinde kıvranmaktadır. Gençlerimizde iyiye ve hayra doğru yöneliş azalırken kötülüklere meyletme kuvvetle devam ediyor. Bunun en başta gelen sebebi, ümmetin Rasûlullah Efendimiz’le arasındaki bağının kopuk olmasıdır. Sevgisini ve getirdiklerine itaati hayatımızın bütün bölümlerine hâkim kılmayışımızdan dolayı Peygamber Efendimiz’le biz Müslümanların arasında meydana gelen bu kopukluğun birçok sebebi bulunmaktadır. Bu sebepleri tespit ve onları en kısa, en doğru şekilde tamamlamak ümmet olarak asıl vazifemiz olmalıdır.

1- Peygamberimiz’i tanımada bilgi noksanlığı:
Allah’ın birliğini ve yüceliğini bütün insanlığa tebliğle vazifeli olan Peygamber Efendimiz’i bilme ve anlamadaki eksiklerimizin temelinde bilgi noksanlığı bulunmaktadır.

Bilgi noksanlığından maksadımız, kıyamete kadar bütün insanlığa örneklik teşkil edecek olan hayatının bir bütün olarak bilinmemesidir. O’nun hayatı, herhangi bir insanın hayatı gibi telakki edilmemelidir. Çünkü O, bir peygamberdir. Allah’tan vahiy alan bir insandır. O’nun hayatı, İslâmî hükümlerin ve değerlerin yaşantı hâline dönüştüğü ve müşahhas hâle geldiği bir alandır. İyi tanınması doğru bir şekilde örnek alınmasına vesile olacağı gibi, eksik tanınması yanlış anlaşılmasına, bu ise dinin tahrifine yol açabilecek ölçüde zararlı uygulamaların hayata geçirilmesine ve yanlış akımların doğmasına sebep teşkil eder.

Peygamber Efendimiz hususundaki bilgisizlik bugün adeta toplumun geneline sirayet eden bir hastalık hâlini almıştır. Bu hastalık toplum içerisinde zulmün, cehaletin, haksızlığın, kötü ahlâkın da artmasının temel nedenidir. Rasûlullah Efendimiz’in her yönüyle örnek olan hayat-ı şahaneleri, tarihin seyri içerisinde yaşamış basit bir insanın birkaç savaş ve fetihle sınırlı kalan hayatı gibi değerlendirilmektedir. İstikamet yolunu aydınlatan kandil misali olan hadisleri ise okunmamakta, okunduğunda veya işitildiğinde ise normal bir sözmüş gibi, ittiba noktasında gereken itina gösterilmemektedir.

Toplumumuzda genel bir inceleme yapsak; acaba kaç Müslüman, Peygamberimiz’in hayatından kesitler aktarabilir. Veya cami ehli içerisinden Nebiyy-i Muhterem’in o güzel lisanından dökülen hadislerini ezbere okuyabilen kaç insanla karşılaşabiliriz.

Peygamber Efendimiz’in kızlarına eşleri, eşlerine ise O’nun kızlarıdır diyen niceleriyle karşılaşmışızdır. Kâbe ile Ravza’nın mahiyetinden habersiz olan, Peygamber Efendimiz’in Kabe’nin içerisinde metfun olduğunu zanneden gençlerimiz mevcuttur.

Bütün bunlar Peygamber hususundaki cehaletimizi ve hâlimizin vahametini acı bir şekilde gösteren müşahhas örneklerden birkaçıdır. Bilgi bakımından peygamberinden bu kadar uzak bir ümmetin, O’na itaat güzelliğini bulabilmesi mümkün değildir.

Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin bir hadis-i şerifi öğrenmek için Medine’den o günün şartlarında günler süren mesafedeki Mısır’a gitmesi, Ashâb-ı Kiram’ın Peygamber Efendimiz’den sadır olan bir bilgiye ulaşmak için gösterdikleri hassasiyeti ne güzel ifade etmektedir.

Bilgisizliğin yanı sıra, bilmediği veya unuttuğu bir sünnet hatırlatıldığı ve bu husustaki noksanlıkları haber verildiği zaman insanlarda tezahür eden vurdumduymazlık ve umursamazlık bizlere acı veren başka bir husustur. Bir mü’minin Rasûlullah Efendimiz’in hayatını bütün teferruatıyla bilip uyması son derece zordur.

Sahâbe Efendilerimiz içerisinde de Peygamber Efendimiz’in bütün söz ve hâllerini bilmeyenler vardı. Fakat bu bilgi noksanlığı onlarda itaat noksanlığı olarak tezahür etmiyordu. Bildiklerini en güzel şekilde yaşıyorlardı. Bizler ise, bilmediklerimizi öğrenmek gibi bir gayretimiz olmadığı gibi bildiğimiz ahlâklarla da amel etmiyoruz.

Cenâb-ı Allah bir âyet-i kerimede şöyle buyuruyor. “Andolsun, Allah’ın Rasûlü’nde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”(4) Bu ilâhî hakikat ışığında anlıyoruz ki, O’na en güzel itaati bulabilmek için, Nebiyi Muhterem’in hayat-ı şahânelerini öğrenip kendimize rehber edinmemiz gerekir. O’nun hayatını ve sünnetlerini bilmeden ümmet olma vasfını kazanmak mümkün değildir.

Topyekûn insanlığın kurtuluşu ancak kendisine tabi olmak suretiyle elde edilebilecek olan bir peygamberi dar kalıplar ve kısıtlı zamanlarda anlatmak ve O’na itaati hayatın belirli zamanlarına sıkıştırmaya çalışmak, O’nun gereği üzere idrak edilmediğinin bir göstergesidir. Hâlbuki İslâm’ın hedeflediği hayata, Hz. Peygamber Efendimiz’in doğru anlaşılması ve doğru örnek alınmasıyla erişilebilir.

Peygamberimiz’i en doğru bir şekilde bilip tanımak için Allah’ın kelamı olan Kur’ân-ı Kerim’e müracaat etmek gerekir. Zira O’nu en iyi tanıyan ve biz kullarına en iyi tanıtacak olan Allah (c.c.)’dur. Hz. Âişe (r.anhâ) Annemiz’in, Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkından soran sahâbeye, “Siz Kur’ân okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’ân’dır.”(5) diyerek vermiş olduğu cevap da onun Kur’ân’la olan bağını en güzel bir şekilde ifade etmektedir.

Kur’ân, Peygamberimiz’i Yâsîn sûresinde, “Muhakkak ki sen gönderilen peygamberlerdensin.”(6) âyetiyle tüm insanlığa bir peygamber; Mâide sûresinde, “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun…”(7) âyetiyle bir mübelliğ (tebliğci); Bakara sûresinde, “Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.”(8) âyetiyle bir yol gösterici; Ahzâp sûresinde “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.”(9) âyetiyle bir korkutucu ve müjdeleyici; Kalem sûresinde ise, “Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin.”(10) âyetiyle ahlâkın en yücesini yaşayan bir beşer olarak tanıtmaktadır.

Ümmetin, Rasûlullah Efendimiz’e bakışı Kur’ân-ı Kerim’in sınırlarını belirlediği iman ve teslimiyet çerçevesinden olmalıdır. O’nu, Allah’ın tanımamızı istediği istikamet üzere tanımamız gerekmektedir.

Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Kelamların en güzeli Allah’ın kitabı (Kur’ân), yolların en güzeli de Muhammed’in yoludur.”(11) Bu hadisten anlaşılan şudur ki; içinde bulunmuş olduğumuz yanlışlıklardan kurtulmanın yolu ancak beşerin en hayırlısı ve tek rehberi Peygamber Efendimiz’e ittiba etmektir. Peygamber Efendimiz’i yukarıda ifade etmeye çalıştığımız istikamet üzere tanıyıp neslimize tanıtmak, bizleri ümmet olarak içerisine düştüğümüz mânevî bataklıktan kurtaracak tek yoldur. Peygamber’e bağlılığı hadis-i şerifte zikredildiği üzere, sünnet-i Rasûl’e azı dişleriyle tutunan Sahâbe gibi olmayan bir toplumun asr-ı saadet hayatını yaşaması hayalden ibaret olacaktır.

Kaynakça:
1. Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, İst. 1304, c. IV, s. 548.
2. Bkz. Buhârî, İman 1.
3. Bkz. En-Nûr, 24/54.
4. el-Ahzâb, 33/21.
5. Müslim, Müsafirîn 139.
6. Yâsîn, 36/3.
7. el-Mâide, 5/67.
8. el-Bakara, 2/151.
9. el-Ahzâb, 33/45,46.
10. el-Kalem, 68/4.
11. Bkz., Buhârî, İ’tisâm 2.