TARİKATLARIN AMACI NEDİR?


Kelime olarak tarikat, "yol" anlamını taşır. Esas kullanıldığı mâna ise, tasavvuf yolunda uyulması gerekli bazı kuralları, metotları ve şartları içeren bir sistem oluşudur. Bu açıdan tarikatların tasavvuf için birer vasıta olarak kabul edilmesi mümkündür.

"Kâli hâle tebdil etmek", yani söylenen sözleri yaşanır hâle getirmek şekliyle ifade edilen tasavvuf, aslında İslâm dininin içerdiği bilgi sisteminin kuvveden fiile, teoriden pratiğe geçiş hâlidir.(1)

"Tarikat" kavramını tam olarak anlayabilmek için sadece sözlük veya dinî terim anlamına bakmak son derece yetersiz bir davranış olur. Ulaşmak istenilen bilginin çok az bir bölümü belki bu yolla elde edilebilir. Diğer yandan, "tarikat ve tarikatlar" hakkında yazılmış olan –kimi menfî kimi de müspet anlamda– yüzlerce kitaba müracaat da mümkündür. Ancak bütün bu faaliyetler şayet "tarikat"ın esas maksadını ve hedefini anlamaya yetmiyorsa, hiçbir anlam ifade etmeyecektir.

O hâlde öncelikli olarak yapılması gereken iş, tarikatın maksadını anlayabilmektir. Nedir tarikatın maksadı?

Tarikatın temel maksadı mârifettir; yani ezel ve ebed Sultan'ını gerçek mânada tanımaktır. Kişinin özellikle kalp gözünde bütün iman ve Kur'an hakikatlerinin inkişaf etmesi, apaçık görünmesidir. Allah'ı sanki görürcesine O'na ibadet etmesi, her anını tefekkür ve itaatle geçirmesidir.

Bu maksada ulaşmak ise ancak Mîrac–ı Ahmedî'nin, yani Resûl–i Ekrem'in mazhar olduğu en büyük mucizelerden olan mîracın gölgesinde gerçekleşebilir.(2) Şöyle ki;
Herkesin bildiği üzere, Resûl–i Ekrem hiçbir insanın, hiçbir peygamberin ve hatta hiçbir varlığın ulaşamadığı makamlara mîrac mucizesi sayesinde ulaşmıştır. Dolayısıyla bu mucize, bütün tasavvuf erbabınca ideal bir hedef olarak kabul edilmiştir. Çünkü hayatın her alanında bir öncü olarak kabul edilen Hz. Peygamber, mânevî mertebelerin zirvesine ulaşmakla, bu açıdan da bir önderlik yapmış olmaktadır.

Resûl–i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın mîracı, onun seyr–ü sülûku olmuştur. Onun velâyet yönünü gösteren bir nevi pâyedir.

Bütün evliyânın sultanı olan Resûl–i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, değil yalnız kalbi ve ruhuyla, aynı zamanda cismiyle, bütün hissiyat ve latifeleriyle, çok kısa bir zaman dilimi içinde mîrac mucizesine mazhar olmuştur. Bu esnada iman hakikatlerinin en yüksek mertebelerine çıkmıştır. Başta Allah'a iman rüknü olmak üzere, âhiret, cennet–cehennem, melekler gibi biz insanlarca görülmesi imkânsız olan daha nice hakikatlere şahit olmuştur. Cennete girmiş, ebedî saadet âlemlerini seyreylemiştir. Ve böylelikle mîrac kapısıyla araladığı o büyük caddeyi, kendinden sonrakiler için açık bırakmıştır. İşte bu yolu takip eden nice maneviyat eri, birtakım mertebeler, dereceler ve basamaklar aşarak, o mîrac mucizesinin gölgesinde ve rehberliğinde belli bir hedefe doğru ilerlemektedirler.(3)

Tasavvuf ve tarikat ehli ise, bu erişilmez hedefin rehberliğinde ve gölgesinde kendilerince bir yol belirlemişlerdir.

Bu yolda ilerlemek, belirli mesafeler katetmek ise ancak kalp ayağını kullanarak mümkündür. Peki, neden kalp ayağı?

Bilindiği gibi insana yol gösteren en önemli iki unsuru vardır. Birisi akıl, diğeri kalptir. Akıl daha ziyade, içinde yaşadığımız ve şartlarıyla sınırlı olduğumuz fizik âlemiyle ilgilenir. Ondaki incelikleri anlamaya, olayları yorumlamaya, sebepler ve sonuçlar arasında bağ kurmaya çalışır.

Kalp ise, insanın mânevî hayatının merkezidir. İçinde saymakla tükenmez âlemler âdeta dürülmüş vaziyettedir. İnsan aklıyla anlayamadığı hakikatleri onunla anlayabilir, mânevî âlemlerin kapılarını onunla aralayabilir.

İşte, aklın işletilmesiyle nasıl pek çok ilimler ortaya çıkmışsa, kalbin devreye girmesiyle de tasavvuf ve tarikatlar kendisini göstermiştir.(4)

Tarikat ve tasavvufun meyveleri elbette âhirette toplanabilir. Maddî bir karşılığı olamaz. Zaten böyle bir karşılık bekleyerek ve umarak bu daireye girenlerin eline hiçbir fayda geçmeyecektir. Ancak, bu zahmetli ve bir o kadar da tehlikeli yolda ilerlemenin bir de acele elde edilebilen mükâfatları, lezzetleri vardır. Manevî atmosferde, ilâhî aşkla kendisinden geçen insanların aldıkları tarif edilmez mânevî zevkler söz konusudur. Maddî gözle görülmesi imkânsız birtakım imanî ve Kur'anî hakikatlere şahit olmanın eşsiz lezzetleri vardır.

İşte bu yönleriyle tarikat ve tasavvuf, insanın içinde gizli nice yüksek ve ulvî sırların açığa çıkmasını, mükemmelliğe ulaşmayı sağlayan bir vasıta olarak değerlendirilebilir.



Dipnotlar:
1- "Tasavvuf ve Tarikatler", Dr. Selçuk Eraydın, 29, İstanbul, 1990
2- Risâle–i Nur Külliyatı, "Kaynaklı–İndeksli, Mektubât", c. 1, s. 561,
İstanbul, 1996
3- "Mektubat", V., 491.
4- "Mesnevi Bahçesinde Tasavvuf", Dr. Şâdi Eren, 14, İstanbul, 1996
Kaynak:Beyan Dergisi