MEZHEPSİZLİK NİÇİN DİNSİZLİĞİN KÖPRÜSÜDÜR?
Bilindiği gibi "Mezhepsizlik Dinsizliğin Köprüsüdür" sözü, yirminci yüzyılın yetiştirdiği en büyük alimlerden ve son Osmanlı Şeyhülislam vekillerinden biri olan merhum Muhammed Zâhid el-Kevserî'ye aittir ve merhumun "Makâlât" adlı eserinde yer alan makalelerden birisinin başlığıdır.[1] Bu hikmetli söz, bahse konu makale neşredildikten sonra adeta darb-ı mesel haline gelmiş ve dilden dile yayılmıştır. Bu yazıda, bu sözün ne anlama geldiği ve İslam Dünyası'nın yaşadığı ilmî ve fikrî tecrübeye ne ölçüde denk düştüğü gibi hususları irdelemeye çalışacağız.
Öncelikle başlıkta geçen iki kavramın, "mezhepsizlik" ve "dinsizlik" kavramlarının nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde duralım. Buradaki "mezhepsizlik", hem hiçbir mezhebi tanımamayı, hem de klasik tabiriyle "telfik"i, yani mezheplerin hükümleri arasından bir derleme ve seçme yaparak karma bir mezhep oluşturmayı anlatmaktadır. Zira her birinin ayrı bir usul ve metodu olan mezheplerden hiçbirisini tanımamakla, aralarındaki ihtilafları ve bunların sebeplerini görmezden gelerek bu metot ve usuller doğrultusunda konmuş olan hükümleri birleştirme girişimi arasında netice olarak hiçbir fark yoktur. Çünkü son tahlilde her iki davranış şekli de, belli bir metodu iltizam etmeme noktasında buluşmaktadır. Başlıktaki cümlede yer alan "dinsizlik" ise, hiçbir dini tanımamaktan ziyade, dinler arasında herhangi bir fark gözetmemek ve muhtelif dinlere mensup insanları aynı kategoride değerlendirmek anlamına gelmektedir.
Bilindiği gibi İslam Dünyası'nda başgösteren –ve genellikle Cemaleddin Efganî ile başlatılan– "yenilikçi" hareketin en önemli taleplerinden birisi ve belki de birincisi, Müçtehit İmamlar'ın içtihatlarının artık eskidiği, miadını doldurduğu ve bugünün meselelerine çözüm getirmekten uzak kaldığı gerekçesiyle yeni içtihatlar yapılmasıdır. İslam Hukuku'nun (Fıkıh) modernize edilmesi ve çağa uydurulması için, içtihat mekanizmasının temel unsurları ve belirleyicileri olan Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas'ın yeniden gözden geçirilmesi ve akılcı bir bakış açısıyla yeni yorumlara ve fonksiyonlara kavuşturulması şeklinde başlayan bu hareket, geçen zaman içinde muhtelif veçhelere büründü ve farklı yönelişlere teşne oldu. Her ne kadar yenilikçilerin muhtelif konularda birbiriyle bağdaşmayan çeşitli görüşleri ve bu görüşler etrafında –taraftarları ve karşıtları arasında– cereyan eden tartışmalar konumuzla yakından ilişkili ise de, bu yazının amacı bu ayrıntıya girmek olmadığından, burada sadece yukarıdaki kuşbakışı tesbite şu noktayı eklemekle yetineceğiz: Az önce "yenilikçi hareket" şeklinde ifade ettiğimiz reformist/modernist yaklaşımın talepleri ve teklifleri elbette Fıkıh ve İçtihat sahalarına münhasır değildi. Bu hareketin boyutlarının kaçınılmaz olarak Akait alanına da uzandığını müşahede etmekteyiz.
Nitekim Cemaleddin Efgânî'den başlayarak Fazlur Rahman'a ve oradan da günümüz Türkiye'sindeki bazı isimlere uzanan "İbrahimî dinlerin diyaloğu" söylemi, (kimi zaman bu dinlerin esasta bir olduğu, kimi zaman da Ehl-i Kitab'ın da cennete gideceği şeklindeki iddialarla) reformist/modernist çevrelerin üzerinde ısrarla durdukları bir tez olarak canlılığını muhafaza etmektedir.[2] Her ne kadar meselenin bu boyutu konumuz ile yakından ilişkili değilmiş gibi görünse de, bu yazının başlığı, bu boyutu da ilgi alanımız içine sokmaktadır. Zaten aşağıda izleyeceğimiz 4 merhalenin sonuncusu üzerinde dururken bu nokta kendiliğinden tebellür edecektir...
Evet, reformist/modernist çevrelerin talepleri "yeni içtihatlar yapılmalıdır" söylemiyle, aslında "eski" içtihatların Kur'an, Sünnet, İcma ve Kıyas hakkındaki değerlendirmelerinin geçersizliğini dile getirmiş oluyordu. Peki bu 4 asl hakkında reformist/modernist çevrelerin yaklaşımı genel olarak nasıldır? Bu sorunun cevabını, söz konusu 4 aslın sonuncusundan başlayarak verecek olursak:[3]
1- Kıyas: Kıyas, nasslardaki hükmün dayandığı illetin tesbitine dayanan bir faaliyettir.[4] Dolayısıyla tabiatı gereği, ahkâma ilişkin nassların tek tek ele alınması ve hükme temel yapılması esasına dayanır.[5] Oysa nassların tümünün bir arada değerlendirilmesi (tümevarım) yoluyla mesajı özü/ruhu yakalanarak buradan bütünlük arzeden bir metodoloji geliştirilmeli ve çözüm bekleyen meselelere bu metodoloji esas alınarak cevap verilmelidir. Reformist/modernist çevreler, bu yaklaşımlarına, Malikî mezhebinde tali (ikincil) bir delil olan "maslahat" unsurundan ve özellikle Endülüs'lü Malikî fakihi eş-Şâtıbî'nin bu unsur hakkındaki değerlendirmelerinden de destek aramayı ihmal etmediler. Çerçevesi şu ana kadar net olarak çizilememiş olan "Kur'an'ın ruhu" söylemi ve maslahat prensibinin –belirleyicilik alanı Malikî mezhebinin yaklaşımını çok daha fazla aşacak şekilde[6]– devreye sokulması sonucu Kıyas prensibi devre dışı bırakılmış oluyordu.
2- İcma: Sahabe'nin ileri gelenleri tarafından işletilmeye başlanmış bulunan İcma prensibi, fer'î bir mesele hakkında bir dönemde yaşayan bütün müçtehit imamların içtihatlarının aynı doğrultuda oluşması demektir. Tafsilatını yine Usul-i Fıkıh kitaplarına havale edeceğimiz bu prensip de reformist/modernist çevreler tarafından aşındırılmaya çalışılmıştır. İcma'ın vukuunun mümkün olmadığı; hakkında icma bulunduğu söylenen meseleler hakkında, iyi araştırıldığında aslında ihtilaf bulunduğu, tarihin bir döneminde meydana gelmiş bir icmaın, başka bir dönemde aynen kabul edilmesinin, insan aklının dondurulması demek olacağından, böyle birşeyin kabul edilemeyeceği gibi bir çok gerekçeye dayandırılan İcma itirazları, İmam eş-Şâfi'î'nin konu hakkındaki bazı değerlendirmeleri de istismar edilmek suretiyle[7] güçlendirilmeye çalışılmıştır. Oysa İcma, fer'î bir hüküm hakkındaki bir nassa dayanıyorsa, o nassın bildirdiği hükmü zannî olmaktan çıkarıp kat'î kılması ve İslam Hukuku alanında derin vukufiyet sahibi Müçtehit İmamlar'ın konsensüsü olması bakımından İlahî İrade'nin tesbitinde elbette belli bir fonksiyon icra etmektedir. Üstelik reformist/modernist çevreler, İcma hakkındaki değerlendirmelerinde yukarıda söylediğimiz noktada da durmadılar. Birtakım hadislerde geçen "ümmet" kelimesinin, Ümmet-i Davet dediğimiz gayri müslimler ile Ümmet-i İcabet dediğimiz müslümanlar arasında herhangi bir ayrım yapmadan tümünü, yani bütün insanları kapsadığını ileri sürerek, Hz. Peygamber (s.a.v)'in ümmetinin bütün insanlık olduğunu söylediler.[8] Bizzat Allah Teala'nın Kitabı'nda ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in Sünneti'nde en keskin hatlarla çizilmiş olan iman-küfür sınırı, reformist/modernist çevreler tarafından böylece ortadan kaldırılmış ve bunun yerine, özellikle masonik çevrelerin dillendirdikleri "insanlık dini", "tüm insanların kardeşliği" sloganları, İslamî kılıflara büründürülerek yeniden ifade edilmiş oluyordu.
3- Sünnet: Mezhep İmamları'nın içtihatlarının büyük bir kısmının Sünnet'e dayanıyor olması ve Sünnet'in ve hadislerin birçok noktada rasyonel bakış açısına aykırılıklar arz ettiğinin kabul edilmesi, temelde akılcılığa (rasyonalizm) dayanan reformist/modernist hareketi, Sünnet'i ve hadisleri de "sorgulamaya" itmiştir. Tabiatiyle modern akla ve bugünkü bilimsel verilere uymadığı kabul edilen birçok hadis, bu bakış açısı tarafından "uydurma" olarak kabul edildi. Bu yaklaşımı desteklemek için, sadece Kur'an'ın ilahî garanti altında olduğu ve Sünnet için böyle bir garantiden söz edilemeyeceği temel bir tez olarak ısrarla işlendi. Zira işin içine beşer unsuru girdiği anda şüpheci davranmak "bilimsel" davranışın bir gereği idi. Geçmiş alimler tarafından sahih olarak kabul edilmiş olsa da, pek çok hadis, reformist/modernist çevreler tarafından "uydurma" olarak damgalandı. Böylece Sünnet'in büyük bir kısmından kurtulma imkânı doğmuş oluyordu. Burada, alimlerin (buradaki "alimler"den kastımız, özellikle Fıkıh ve Usûl-i Fıkıh alimleridir), mütevatir ve meşhur kategorisine girmeyen hadisleri "ahad hadis" (veya "haber-i vâhid") olarak değerlendirmeleri ve bu tür hadislerin ilim bildirmeyeceğini söylemeleri de, reformist/modernist çevreler tarafından iddialarını destekleyici bir unsur olarak kullanıldı. Burada üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da, "Kur'an'a aykırı hadis olamayacağı" söylemidir. Bu söyleme göre eğer herhangi bir hadis –isterse eski alimler tarafından mütevatir olduğu söylenmiş olsun– Kur'an'a aykırılık teşkil ediyorsa, onun sahih olarak kabul edilmesi söz konusu olamaz. Oysa Kur'an'a aykırı görüldüğü gerekçesiyle uydurma olduğu söylenen hadisler hakkında, meseleyi bütün veçheleriyle araştırmadan verilen bu hükümler, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Sünneti'nin büyük bir kısmının iptal edilmesinden başka bir anlama gelmemektedir. Meselenin bir diğer yönü de, Sünnet'in yol göstericiliğine baş vurmadan Kur'an'a doğrudan gitme söyleminin bünyesinde barındırdığı tehlikeler ile karşımıza çıkmaktadır. Tam bu noktada 4. merhale ile karşı karşıya geliyoruz ki, meselenin en can alıcı noktasını da burası oluşturmaktadır.
4- Kur'an: Kur'an ayetlerinin anlamı ve ihtiva ettiği hükümlerin anlaşılıp uygulanması noktasında Sünnet'in otoritesi de dahil olmak üzere hiçbir vasıta kabul etmeye yanaşmayan reformist/modernist anlayış, bu aşamada artık önünde uçsuz bucaksız bir hareket alanı bulmaktadır. "Fikir hürriyeti", "Allah'ın Kitabı'na aracısız olarak baş vurmak", "Kur'an'ın, kendisini "açık/anlaşılır" bir kitap olarak nitelendirmesi"... gibi pek çok söylem burada devreye girdi ve artık her isteyen, Kur'an ayetlerinden istediği hükmü çıkarma "özgürlüğüne" kavuşmuş oldu. Yüzyıllar içinde bitmez tükenmez samimi çabalarla ve tam bir ehliyetle vücuda getirilmiş olan Tefsir ve Fıkıh kitapları, Müfessirler, Fakihler ve diğer ulema, binbir ithamla töhmet altında bırakıldı ve asırların bilgi birikimi hoyratça çiğnenerek devre dışı bırakıldı. Oysa Kur'an'ın doğru anlaşılması ve tefsiri[9] için öncelikle ilmîliği ispatlanmış bir metot geliştirilmesi gerekir. Böyle bir metot olmadan Kur'an'dan hüküm çıkarmak, onu tahrif etmekle eş anlamlıdır. Nitekim günümüzde bunun büyük bir rahatlıkla yapıldığını görmekteyiz. Her isteyen, Kur'an'dan istediği hükmü çıkarmakta ve "ben böyle anlıyorum" diyerek işin içinden sıyrılmaktadır. Tevrat ve İncil'in aslında çok da fazla tahrife uğramadığı, dolayısıyla bu kitaplara inanan Yahudi ve Hristiyanlar'ın da "hak din" ve "tevhid dini" üzere olduğu hükmünden tutunuz, Kur'an'da yer almayan bir hükmün Hz. Peygamber (s.a.v) de olsa hiç kimse tarafından konamayacağı tesbitine kadar, aslında İslamî olmayan pek çok anlayış, güya Kur'an merkeze alınarak vaz edildi. Kur'an ve Sünnet tarafından konmuş olan en temel sabiteler bile yıkılıp geçildi ve ortaya ne idüğü belirsiz bir din çıktı. Her ortama ayak uyduran, her anlayışa uyan, hiç kimsenin hiçbir anlayış ve hareketine müdahale etmeyen, uyulsa da olur uyulmasa da kabilinden varla yok arası bir din!
İşte bu yazının başından beri 4 merhale halinde sıralamaya çalıştığımız bu hareket, aşama aşama bu noktaya geldi. Din'de Mezheb'in niçin önemli olduğu, tam bu noktada kendisini bütün ağırlığıyla hissettirmektedir. Çünkü Mezhep, dinî hassasiyettir, din hakkında konuşmanın ve dinî bir hüküm vermenin kuralı, çerçevesi ve sistemidir. Mezhep, metot demektir; mezhepsizlik ise metotsuzluktur. Metotsuz, kaidesiz yapılan her türlü faaliyet ise karmaşaya ve yanlışlığa düşmeye mahkûmdur. Mezhep tanımayan insan, kendisini metotsuzluğa, karmaşaya ve belirsizliğe atmış demektir. Dolayısıyla onun, Allah'ın dini hakkında söylediği her söz ve ileri sürdüğü her görüş, daha baştan yanlış olarak damgalanmayı hak etmiştir. Kendisini mezhep imamlarından üstün görerek onların kurdukları sistemleri yıkma selahiyetinde gören kimseler, aslında dinî bir kurumu tahrip etmiş olmaktadırlar. Bunun neticesi ise, yukarıdan beri gördüğümüz gibi sonunda zarûrât-ı diniyye dediğimiz alana kadar gitmektedir. Zira bu hareket, nerede duracağı –onu yürütenler tarafından bile– önceden kestirilemeyen bir "kör gidiş"i ifade etmektedir.
Mezhep tanımadığını söyleyenlere sorunuz: Bugüne kadar Kur'an ve Sünnet'i anlama ve onlardan hüküm çıkarma konusunda geliştirdiğiniz dört başı mamur bir usûl/metot var mıdır? Bu soruya verebilecekleri en küçük bir olumlu cevap yoktur. Mezhep ve metot tanımadığını, geçmiş ulemanın bize bıraktığı devasa ilmî mirası yıkmakla, yıpratmakla meşgul olmaktan başka bir mahareti olmayan böyle kimseler, kendi içlerinde korkunç çelişkilere düşmekten kurtulamıyorlarsa, sebebi burada aranmalıdır. Her ne kadar hiçbir mezhebe bağlı olmama düşüncesi mutlak olarak ve her zaman yukarıda çerçevesini çizdiğimiz "dinsizlik" vakıasına götürmese de, bu başlangıcın, genellikle bu sona götürdüğünü de görmezlikten gelmemiz mümkün değildir.
İşte bugün aşama aşama gelinen noktada bizzat Allah Teala ve O'nun Resulü tarafından çizilmiş olan iman-küfür sınırının pek çok reformist/modernist tarafından ortadan kaldırılması, Muhammed Zâhid el-Kevserî merhumun, bu yazıya başlık olarak seçilen sözünün ne kadar doğru ve hikmetli bir söz olduğunu en anlışılır biçimde ortaya koymaktadır. Selam, hidayete tabi olanlara...
Ebubekir SİFİL
MEZHEPSİZLİK NİÇİN DİNSİZLİĞİN KÖPRÜSÜDÜR? yorumları
Sufi_Han
17.11.2007SELAMUNALEYKÜMVERAHMETULLAH
ALLAH cc razı olsun kardeşim ümmetimuhammedi aytınlatıcı bir yazı yı buraya taşıdıgın içinmisafirkadriye
09.11.2008allah razı olsun kalemle cihad diye buna derler
abdurrahman
21.11.2008selam aleykum çok güzel bir yazı Allah devamını getirsin...
Feridun ÖZDAL
29.11.2008Bu kanala emeği geçen tüm kardeşlerime Rabbim (azze ve celle) en güzel hediye olan rızasını versin.
Bayraktar Bayraklı denen Profesör bundan bir kaç sene evvel şunu zikretmişti bir restoranda:
"-Yıllardır uğraşıyoruz Yaşar'la ama şu millete bir türlü abdestsiz Kur'an tutturamadık (!)"
Şaşırdım duyunca ama sonradan anladım ki, kendisi Yaşar Nuri'nin yani namı değer çıplak uyarıcının kankası imiş.
Ne diyelim yolları açık olsun!!!
VESSELAMmisafir
06.12.2008mezheplerin çıkışında önceki müslümanların mezhebi yok onlar dinsizmi olacak şimdi.
misafir
29.01.2009Peygamberimiz zamanında ‘mezheb’ var mıydı?
Mezhepler ayet ve hadisleri farklı anlamaktan kaynaklandığına göre, Peygamberimizin zamanında mezhep olması düşünülemez.
Çünkü Resulullah (sav) zamanında bir mesele olduğunda, sahabiler Peygamberimize geliyor, soruyordu. Peygamberimiz hüküm veriyor, muhakeme için gelenlerin davalarını neticeye bağlıyordu.
Şayet sorulan şey yeni ve hakkında ayet nazil olmayan bir mesele ise Allah’ın hükmünü bekliyordu. Bu sual üzerine o meselede hükmü ya Allah’ın bildirmesi ile Resulullah (aleyhisselam) veriyordu veya bir ayet iniyor, mesele hakkında hüküm bildiriyordu. Şayet indirilen ayet-i kerime açıklamaya muhtaçsa, Peygamberimiz (sav), o ayeti izah ediyordu.
Resulullah bir meselede ne diyorsa, Sahabiler onu yapıyorlardı. Çünkü bununla ilgili Allah’ın emri kesindi: “Deki; ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız, hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” (1)
Başka bir ayet-i kerime ise şu mealdeydi:
“Peygamber size ne emretmişse alın, neyi yasaklıyorsa ondan da kaçının…” (2)
Böyle olunca, Asr-ı Saadette her meselede hükmü Allah ve Resulü bildirdiği için, Resulullah hayatta iken farklı mezheplere ihtiyaç yoktu.
1. Âl-i İmran Sûresi, 31.
2. Haşr Sûresi, 7.
YETERİNCE AÇIK OLUR İNŞ.misafir
15.07.2009Bu konuda alimler arasında ihtilaf vardır. Sevgili peygamberimiz de "Ümetimin ihtilafı rahmettir" dediğine göre konuyu çok abartmayıp edindiğimiz kanaate göre muamele yapmamızda fayda var.
misafir
15.07.2009Merhaba, Mezhepleri tümden reddetmenin yanlış olduğu gibi değiştirilemez olduğu da yanlıştır. Mezhep alimlerinin biyografisini okuduğumuzda hepsinin bir deha olduğunu görürüz. Ancak neticede onlarda beşerdir ve yanılabilir. Nitekim Ebu Hanife ile ilgili şöyle bir hadise anlatılır. Bizlerin de bu hadise ışığında hareket etmemizde fayda var diye düşünüyorum. Diğer taraftan insanları din düşmanı vs gibi göstermeyelim. Çünkü inanıyorum ki herkes doğruyu bulma çabası içerisindedir. Bir kişiyi bizim görüşümüze uymadığı için suçlayıp aşağılamaya çalışmak İslam etiğine uygun bir davranış değildir. Netice de kişi görünüşte kafir gözükse bile İslam inancına göre "küfründe samimi" olması lazım, yani bilinçli bir küfür gerekiyor. Değilse veya emin olunmuyorsa kafir demek büyük bir vebal olur. Saygılarımla "O, ihlası sebebiyle kendi görüşünün kayıtsız şartsız şüpheden uzak bir hakikat olduğunu ileri sürmez ve şöyle derdi: «Bizim bu sözümüz, bir görüş olup bize göre erişebildiğimiz en iyi neticedir. Birisi bizim bu görüşümüzden daha güzel olanını ileri sürerse, bize değil, ona uyulması daha evlâdır.» Kendisine; «Ey Ebu Hanîfe, senin verdiğin bu fetva, şüphesiz bir gerçek midir?» denildiğinde, Büyük İmam; «Bilmiyorum, belki de şüphe götürmez bir bâtıldır.» diye cevap vermiştir. Talebesi Züfer der ki: «Biz, Ebu Hanîfe'den ders okurduk, Ebu Yusuf da yanımızda idi, onun söylediklerini yazardık. Bir gün Ebu Yusuf'a o şöyle dedi: “Ey Yakub, vay haline! Benden her işittiğini yazma. Çünkü ben, bu güne göre böyle düşünüyorum, belki yarın bu görüşümden vazgeçerim. Belki de yarın başka bir görüşe sahip olurum. Fakat, ertesi gün onu da bırakabilirim.»
misafir
25.07.2009SELAMUNALEYKÜMVERAHMETULLAH.SEVGİLİ ARKADASIM MADEM PEYGAMBER ZAMANINDA MEZHEP DUSUNULEMEZSE.BIR MEZHEPE BAĞLI OLMAK DİNDEN DEİL DIMI?HEM BIR MEZHEBE KORU KORUNE BAGLANACAGIMIZA DAIR HAK MEZHEP ALIMLERINDEN HANGISI BANA TABI OLUN DEMIS.BIR MEZHEBE BAGLI OLUNACAGINI KIM NE ZAMAN SOLEMIS ONA ONCE BIR BAKARMISN.Kİ O MEZHEP ALIMLERI KURAN VE SUNNETI GOSTERİYOR.ONLARI TAKLIDMI EDICEZ YOKSA ONLARI GETIRDIGI HAKKAMI TABI OLUCAZ BUNLARI KARISTIRMAMAK LAZIM...
misafir
29.07.2009ÜMMETİN İHTİLAFI RAHMET DEĞİL VAHŞETTİR, FELAKETTİR.
'İSLAM AİLİMLERİNİN MUHTELİF GÖRÜŞLERDE , KUR'AN-I KERİM ÇİZGİSİNİN DIŞINA ÇIKMADAN FARKLI İÇTAHATLARDA BULUNMALARI 'RAHMETTİR'.ömer özcan ışıktekin
19.12.2011mezheplerden önce yasayan müslümanlar zamanı resulullaha yakın olduğu için ve sahabeyi güzin hayatta olduğu için ihtilafla mesele yoktu.ama onların vefatından sonra çıkan ictihadi meseleler için mezhep imamları (allah razı olsun ) bu işe soyundular ve çok büyük bir fedakarlıkla bu işi hallettiler. sakın unutulmasın ki hiç bir mezhep imamı ben mezheb kuracam bana uyun dememiştir benim görüşüm budur demiştir ve bu görüşü muhakkak kuran ve hadisten almıştır ve resulullahın buyurduğu gibi ümmetimin ihtilafı rahmettir diyor tüm mezhep imamlarını kötülemeyenleri saygıyla selamlıyorum
Şeref
08.03.20121400 senedir mezhep var. herkes ona göre islamı yaşıyor da şimdi mi yanlış olduğu anlaşıldı. O kadar evliya enbiya gelmiş geçmiş hepsi bu mezhepler hakkında hak demişlerde siz ne ayaksınız da bunun bu gün yanlış olduğunu savunuyorsunuz. Bizler sizleri biliyoruz ve sizleri Allah a havale ediyoruz... Ne kadar uğraşsanız boş. İmam azam ebu hanife gibi bir zat islm uğruna hapislerde çürümüş. Siz islam uğruna böyle bi dert edinebilmişsiniz mi ki öyle bir zatı eleştiriyorsunuz.
Allah hidayet versin...sehrazad
14.03.2012öncelikle yazı için çok teşekkürler Aslında olay başından beri ortada ve çok basit ve hepsi şu can alıcı cümlede gizli ((Sünnet'in yol göstericiliğine baş vurmadan Kur'an'a doğrudan gitme söyleminin bünyesinde barındırdığı tehlikeler ile karşımıza çıkmaktadır.)) tüm mesele bundan ibaret, insanlar kısa yoldan zirveye ulaşma derdinde! Kur'an'ın ilahi bir kitap,bir nevi Yaratıcıdan bir mektup olduğunu tüm müslümanlar biliyor, fakat bu hakikatlere ulaşırken günlük hayatlarından, yaşam tarzlarından, çevreleriyle olan münasebetlerinden, mümkünse nefsi olan hiçbişeyden taviz vermemek istiyorlar.. eee zaten felsefe belli '' kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız'' fe subhanallah, sanki efendimiz(s.a.v) haşa Kur'ana uymak zor geliyorsa Kur'anı kendinize uydurun dedi... Ama gidişat öyle ne yazık ki....
misafir
28.05.2012Selam' un Aleyküm
" ALLAH İÇİN ZULÜM EDENLER YA DA ADAALET İÇİN AATIL BİLİMLERİNİ KULLANANLAR GÖZLERİNİN ÖNÜNDEKİ PERDELERİ GÖREMEZLER"
Kıyas ilmi sadece matematikte vardır ki konumuz matematik değildir
Bir de şeytan çok kullanır da kendisini Adem' den üstün görmüştü ve kıyasın sonunda bir tercih yapmıştı da kendisinin daha hayırlı olduğuna kanaat getirmişti.
Mezheplerin gerekliliği diye bahsetmek ile fitneliği kabul etmiş olursunuz ki Cem değil ayrılık çıkmasına neden olursunuz. Namazda Cem edenler kendilerini unuttular mı ? Birlik olunsa olmaz mı ?
Bir de evliyaları mezhebe dahil etmeniz ve 4 mezhep HAK demeniz yok mu ? Sünnette yeri olmayan, Kur'an-ı Kerim' de açıkça uyarılan mezheplere, fırkalara bölünme İslam' ın yayılmasına en büyük engel olur ki tarih ve günümüzde yaşadıklarımız tokat gibi çarpıyor bizlere.
Efendim mezhepsizlik demek kafirlik ve dinden çıkma diye nitelendirenler önce Kitap' ı okuyarak anlamaya çalışsınlar ki anlayarak okuma denen münafıklıktan kurtulurlar.
Anlayarak okuyorum diyen açık ve seçik olarak kendini peygamber ilan eder de bak nasıl da şeytan insanlara tuzaklar kurmuş ? O hal Had' dimizi bileceğiz ve okuyacağız. Sonra anlamaya çalışacağız. Burada birçok ayet ve hadis okuyarak sözlerimin doğruluğunu kanıtlamaya çalışmak istemiyorum. Sadece şu soru size yeter. Kıyas ile kendilerini, mezheplerin daha üstün ve gerçek müslüman olarak zannedenler hayatınızda kaç tane Ehli Kitap' tan kişi müslüman oldu sayenizde ? Ya da değiştirilmiş İncil' i yayınlayanlara kaçınız yanıt yazdı ? Naptınız peki ? Mezhepsizliği kafir ilan ettiniz. Kaçınız şeytan vesvese verdiğinde Allah' a sığındınız ve inat etme şeytan gel müslüman ol dediniz ? Naptınız peki birbirinize demedik laflar bırakmadınız. Arada bir Mehti olduğunu iddia edenler çıkmadı mı ? Arada bir İsa zannedenler. Öyle körü körüne bağlandınız ki gözünüzün önünü bile göremediniz. Kanıt mı istersiniz ? Bak çevir ve devir görmeyen gözünü Orta doğuya... Afrikaya ne dersiniz ? 1. ve 2. dünya savaşı ? Olmadı mı yetmedi mi ? Afganistan uymadı mı ?...
Mucize mi lazım ? Peki mucize isteyenlerin hikayelerini okumadınız mı Kur'an-ı Kerim' de ? Ya mucizeler geldikten sonra inkar edenler olur iseniz ? Ya mucizeler geldiğinde imanınızın çok bir anlamı yok ise ? Ne olacak şimdi ?
Sahte Mehtiler, kendilerini Mehti sananlar açın kulağınızı, size Allah' tan bir hidayet dokundu da nasıl kendinizi Mehdi ilan ettiniz ?
Birde efendim şu mezhep yanlış biliyormuş Mehdi' yi de, yok bizim mezhep ve bizler doğru biliyoruz da.... Kanıtınız nedir ? Ben mi var ? Alın çukurluğu mu ? Kaşlar da yay gibi... İlminizi söyleyin bana size kim olduğunuzu söyleyeyim ki şeytan kıyas ilmini vesvese verir sizlere de nefsiniz uyuverir. Ne kötü arkadaş değil mi ? Adama diyoruz kardeşim delil göster Mehdi olduğuna adam zannediyor ki dağları yürütmem lazım, gökten de uydudan ses geldi de magazin tv dünyası ciddiye almadı diyor. Ya da birileri çıkıyor da bu mavi ışık projesi felan... Bazıları da yok diyor ya hüsnü zan hüsnü zan.Bak demedim, birileri diyor bana, hüsnü zan ediyorlar diyor. Efendim şeyhim bana asa gönderdi, tövbe ya Rab' bi... Sabır ya Rab' bi, Sabır...
Diyeceksiniz ki sen kimsin. Vallahi de billahi de ben Allah' tan bir kulum. Kul olmaya çalışıyorum. Nefsimi yenmeye çalışıyorum da bana develik ediyor. Had' dimi bilirim. Peki Size bir kaç uyarıda bulunsam. Hani kendilerini Mehti sananlar, İsa zannedenler var ya, onlara bir kaç tokat atsam enselerini de sizde çok kolay yöntemlerle seçseniz doğrumu yalancı mı diye ? Olmaz mı ?
diyorum ki Mehdi, Allah' ı anmak için sürekli şeytanı ağzına laf yapmaz. Vesvese geldiği vakit Allah' ım sana sığınırım, bana vesvese veren ve tuzak kuran bilip bilmediğim şeylerden sana sığınırım. Haydi bakalım hodri meydan. Aç Kur'an-ı Kerim' i kardeşim. 1. sayfa, 1. ayet. Başlangıcı oku ne var ? Euzu Besmele mi ? Değil. Besmele olmasın, hani orada ayan beyan duruyor ya, hani şeytandan Allah' a sığınırım diyerek duaya başlayanlar kafanıza kaynar su mu lazım ya da çok soğuk su mu lazım görmeniz için ? Peki
diyorum ki Mehdi, Allah' a yakın kul olmak için şeytanı ağzına almaz. Yani sizin anlayacağınız namazda euzu besmele çekmez. Sadece besmele çeker. Çünkü ister ki Allah' a secde ederken şeytanın adını anmayayım, yoksa Allah' a yakın olamam der. Muhammed ( S.A.S.) de namazda şeytanın adını anmazdı. Anmamak demek olmadığının ya da yaşamadığının anlamına gelmiyor. Parça parça olurum, namazda söylersem perişan olurum. Namazın içinde şeytanın isminin ne işi var ? Zaten vesvese veriyor. Bir de Allah' ın yanında şeytanı mı anayım ? Düşmanımın adının namazda ne işi var ? Muhammed ( S.A.S.) Ezan' a eklerdi de ümmeti Muhammed şeytandan sığınmak için namaza dururdu. Şeytanın, cinlerin, şeytanların ve bunlara destek olanlar vesvese verdiği vakit Allah' a sığınırım da düşmanlarımı Allah bilir. Hesap sorucu olarak Allah bana yeter, yarattığı her şeye yeter, Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Ey Yüce Mevla, şu düşmanlarımı zelil edecek türden iman ver bana, düşmanlarımı aşağılayacak türden hidayet ver, ilham ver, ilim, hikmet, anlayış ve kavrayış ver.... Ben şeytanı nerede anacağımı bilirim ama namaza sokmam. Çünkü benim namazım San' a yakın olmak içindir. Umarım namazlarımı kabul edersin, ismini anar iken titrediğim Ey Had, yegane Mabud, Ahad artık Sen'indir. Buna inandım şanı yüce Allah' ım dualarımı da kabul edeceğini umuyorum.... ( Amin )
Kıyascılar, sizi gidi gidi sizi gidi gidi.... Allah' a çok şükürler olsun ki aklım, sağlığım yerinde. Hangi mezhepten olduğunuzun benim için önemi yok. Ben evliyaları mezhepsiz bilirim.
4 halife de mezhepsiz di. Ali' yi de " Ali' ye biat edenler " diye isimlendirdiler de Ali (K.V.) tüm müslümanları bir çatıda toplamak için kıyam ederdi, savaşırdı...
Evliyalar mezhepsiz deyince sizin taabirinizce evliyalar kafir mi oluverdiler ? Nasılda kötü hüküm veriyorsunuz diyen ayetleri görmediniz mi ? Duymadınız mı ? Okumadınız mı ? Anlamadınız mı ? Kavrayamadınız mı ? Bilmediniz mi ? Mezhepsizliği kafirlik ve dinden çıkmadır diyerek inananlara soruyorum, tekrar soruyorum.
EVLİYALAR MEZHEPSİZ DEYİNCE KAFİR Mİ OLUVERDİLER ? ŞİMDİ DİNDEN Mİ ÇIKTILAR ?
Siz deyince herkes alınmasın lütfen. Kıyas kapısından geçmeyen, Ehli Sünnet kişilere Selam olsun...
Hani kendilerini Mehti sananlar, İsa zannedenler var ya, onlara bir kaç tokat attım enselerine ,ne yerden, ne gökten, ne de ikisi arasından delil veremediler , madem veremediler ben de gücüm yettiğince enselerine tokat getirdim, sesi size geldi mi ? Yoksa uydudan mı tokat istersiniz ?
Sabır ettiniz, okudunuz. Belki kızdınız, belki tebessüm ettiniz. Sağolun
Dilerim Allah' tan sizlere ilim dokunuverir de İslam' ın doğru anlaşılmasında katkıda, sünneti ihyada , hayra ve barışa yönelik amellerinizde değil tuz, koca koca kepçelerin taşıdığı şaşmaz bilgiler ile hizmetleriniz olur. ( Amin )
Kul
Aleyküm Selammisafir
28.05.2012Selam' un Aleyküm
" ALLAH İÇİN ZULÜM EDENLER YA DA ADAALET İÇİN AATIL BİLİMLERİNİ KULLANANLAR GÖZLERİNİN ÖNÜNDEKİ PERDELERİ GÖREMEZLER "
BUNU DA BİLİN DİYEN KARDEŞİM
EVVEL : Allah' ın isimlerinden biri
Evvel yerine Allah de bakalım senin cümle ne hale geliyor.
" Bayraktar Bayraklı denen Profesör bundan bir kaç sene ALLAH şunu zikretmişti bir restoranda"
Şeytan nasıl da tuzaklar kuruyor. Değil mi ?
Ben Allah' ı hiç bir şekilde şirk koşması mümkün olmayan sevgili peygamberimiz Allah' ın Nebisi, Allah' ın Resulü ve Allah' ın Kulu Muhammed' den öğrendim bunu. Selam olsun San' a ey Muhammed ! Sesini işittim duymayan kulaklarımla da tonunu bilmiyorum ve hasret çekiyorum. Maalesef yüzünü şu an göremedim ama sözünü işitiyorum. Kimbilir ne güzel yüzün vardır, sesinin tonu da ne güzeldir. Nasılda ışık saçıyorsundur. Gözlerimizin dolmaması elde değil, ey nefsim adam ol, müslümüman olmaya çalış da şu güzel yüzlü Allah' ın Nebisi ve Resulü'nün yanında Allah dilerse cennette yer bulabileyim. Cennet çok geniş ama günahlarım o kadar çok ki, kapıdan sığmayacak diye korkarım. Ey nefsim, iğne deliğinden geçmen lazım
o iğneyi önce kendine batır. Umarım balonun patladığı gibi patlarsın da şu delikten geçerim. O hal de geçemezsin, umarım su kabarcığı gibi patlarsın da damla olursun, damla olurum. O hal Rab' bimin dilemesini belki kazanırım da iğne deliğinden geçerim.....
Not: Sevgili ADMİN sabırsızlığımdan değil ama işkillendim ya da gözünüzden mi kaçtı ? Ya da elinize mi ulaşmadı.
1400 senedir mezhep var. için yanıt yazmıştım da " 4 MEZHEP HAK " ne demek olduğunu kısaca anlatmaya çalışmıştım.
Elbette ki site yönetimi olarak kendi tarafınızı tutmakta özgürsünüz. Sizi suçladığımı da yanlış anlamayınız. Belki bir hatamız mı oldu yorum da. Allah bilir en doğrusunu... Saygılar
Kul
Aleyküm Selam
Konular
- DÜNYA BARIŞINA "SÜNNET-İ SENİYYE" MODELİ
- EFENDİMİZ VE GAYB
- BÖYLE BİR DOSTUNUZ OLDUMU?
- GENÇLERE (KİMLİK OLUŞUMUNDA )EFENDİMİZ'İN ÖRNEK OLMASI
- SÜNNET-İ SENİYYE EDEPTİR
- EFENDİMİZ VE SAĞLIKLI YAŞAM
- GELECEKLE İLGİLİ ALAKALI VERDİĞİ HABERLERİN DOĞRU ÇIKMASI İLE ALAKALI BİR NOT
- SALAVAT-I ŞERİFE GETİRMENİN FAZİLETİ
- ESHAB-I KİRÂMIN FAZİLETİ VE HAZRET-İ MUÂVİYE
- Kandil gecelerini ihya ediyor musunuz?
- Zehirli Yılanlar
- TASAVVUFUN ÖNEMİ
- EVLİYADAN YARDIM İSTEMEK ŞİRK DEĞİLDİR
- MEZHEPLERİ TAKLİT RAHMETTİR
- MEAL OKUMANIN ZARARLARI
- ANLAMADAN KUR'AN OKUMAK
- Din meallerden öğrenilmez
- TEFSİR AKLA DEĞİL,NAKLE DAYANIR
- KUR'AN-I KERİME NASIL UYULUR?
- ALİMLERİN ÜSTÜNLÜĞÜ
- ALİMLERE UYAN DOĞRU YOLU BULUR
- ÇAĞA GÖRE TEFSİR OLMAZ
- KENDİ GÖRÜŞÜNE GÖRE TEFSİR
- TEFSİRLER
- KUR'AN-I KERİMİ KİM ANLAR?
- Diplomaya Güvenerek Tefsir İlmine Dalmaya Kalkışanlara
- KUR'AN-I KERİMDEKİ MECAZLAR
- SİZ HİÇ DÜŞÜNMEZ MİSİNİZ?
- KUR'AN-I HERKES ANLAYABİLİRMİŞ
- KUR'AN-I KERİMİ TERCÜME ETMEK