ehli sünnet düşmanları

MEAL TARTIŞMALARI VE İLK MEALCİLER

Meşrutiyetle beraber, Mısır Ezher Üniversitesi mensubu dinde reform yanlısı kimselerin bozuk fikirlerinin etkisi Osmanlı aydını üzerinde görülmeye başladı. Ezher, Batı’nın, İslamı içeriden yıkmada üs olarak kullandığı bir merkezdi. Etkili öğretim üyelerinin çoğu Batı hayranı mason kimselerdi.

Bunlar, asırlardır yapıla gelen uygulamaları bir tarafa bırakıp, dine yeni yorumlar getirerek dinde karmaşa çıkardılar. Geçmiş âlimleri ve kitaplarını çeşitli bahanelerle gözden düşürerek, halkı doğrudan Kur’an-ı kerime yönlendirdiler. Maksatları, dinde birlik ve beraberliğin kaynağı olan, âlimleri ve fıkıh kitaplarını yok ederek birliği bozmak, dini tartışılır hale getirmekti. Onlar da biliyorlardı ki, her meal farklı olacak, bunları okuyan herkes de ayrı bir mânâ, ayrı bir hüküm çıkartacaktı.

Bu sinsi maksadı gören gerçek âlimler halkı uyarmaya başladılar. Bu önemli konu gazetelerde, dergilerde tartışıldı. Dini, Kur’an tercümelerinden ve meallerinden öğrenmenin dine vereceği zararlar, 1924 yılında Sebilürreşad dergisinde uzun uzun tartışılmıştır.

SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -II-

4. İnsanları Kur'ân'a Yöneltme



Sünnet inkarcıları, sünnet/hadis düşmanlıklarını masum bir havaya büründürmek için, hadislerin Kur'ân'ın yanında değersiz olduğunu, kendilerinin Kur'ân'a ve Allah'ın emirlerine aşırı değer verdiklerini söylemektedirler.




Kur'ân, İslâm dininin en önemli bilgi kaynağı olmakla birlikte, tek bilgi kaynağı değildir. Kur'ân'ı tebliğ eden, onun yaşayan bir tefsiri olan Resûlullah’ı devre dışı bırakarak insanları Kur'ân'a yöneltmek iddiası kadar gülünç bir iddia düşünülemez.



Kur'ân, her türlü sözü dinlemeye ve en güzeline tâbi olmaya çağırır. (2) "Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek istiyor" (3) âyetinde olduğu gibi, Müslümanları, hidâyet üzere olan önceki ümmetlerin hayat nizamına çağırır. Böyle iken, insanlara örnek olarak gösterdiği, (4) en yüce ahlakın sahibi olduğunu bildirdiği (5) Resulünün sünnetlerine uyulmasını hiç istemez mi?



Bizzat Kur'ân'ın sünnete önem verdiğini ve Müslümanları Resûlullaha uymaya çağırdığı düşünülürse, böyle bir fikrin ne derece asılsız olduğu kendiliğinden anlaşılır ve "Kur'ân'daki İslâm"ı savunanların, Kur'ân'la nasıl tezata düştüğü görülür.

ALİMLERİN İBNİ TEYMİYYE HAKKINDAKİ SÖZLERİ

Hindistan'ın büyük alimlerinden allâme Muhammed Abdurrahman Silhetî, 1882 senesinde basılan kitabında şöyle diyor:

İbni Teymiyye, Vehhabîlerin büyüğü ve öncüsüdür. O şeyh-ül-islam değil, bid'at ve âsâm, yani sapıklık ve günahlar şeyhidir, önderidir. Vehhabîlerin bozuk itikadlarından ilk konuşan odur. Ve aslında, bu bozuk, sapık fırkayı ortaya çıkaran odur. Zamanından Sultan ikinci Mahmud Han zamanına kadar, zikri ve akideleri gizli kaldı. Sultan ikinci Mahmud Han zamanında, Yemen tarafından [Necd'den] Muhammed bin Abdülvehhab isminde biri zuhur etti. İbni Teymiyye'nin ölümü ile yok olan, üzeri örtülen ve İslam memleketlerinde eli kolu bağlı olan bozuk itikadları körükleyip ortaya çıkardı. Yeni bir din yolu tuttu. Ehl-i sünnet vel-Cema'at mezhebine uymayan bir bid'at kampı teşkil etti. (Seyf'ül Ebrar, s.26)

Hindistanlı Ehl-i sünnet alimlerinden Mevlana Muhammed Fadlurresul 1849 senesinde telif ettiği eserinde şöyle diyor:

Biliniz ki bu İbni Teymiyye bed mezheb [yolu kötü], nefsine mağlup, Ehl-i sünnetten hariç bir kimsedir. Allahü teala için cihet [yön] söylenir dedi. İmam-ı Sübkî ona reddiye yazdı. Tabakat-ı Sübkî'de bunlar anlatılmaktadır. Sonradan çıkan bu fırkanın [Vehhabilerin] onunla çok uygunlukları ve ilgileri vardır. (Tashih'ül Mesail, s.44)

NECİP FAZIL'IN İBNİ TEYMİYYE DEĞERLENDİRMESİ

İBN-İ TEYMİYYE

Şimdi bütün bu yolu kaybedişlerin, çamura saplanışların, her şeyi beş hasseden ibaret kuru akıl çerçevesine döküşlerin; ona da nasıl inandıkları ayrı bir mesele teşkil etmek üzere "Nas-Kur'ân hükmü" dışında hiç bir şey kabul etmeyişlerin ve Kur'ân'ı kuru akla göründüğü gibi ele alışların baş temsilcisi İbn-i Teymiyye'ye sıra geliyor.

Sekizinci Hicrî Asrın bu kuru kafası, kendisinden birkaç asır ilerideki Vehhabîliğe, ondan 1 asır sonra da Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemaleddin'e (Cemaleddin-i Efganî) uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâmı yıkılmak üzüre bir bina farzedip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki (reform)culara doğrudan doğruya veya dolayısiyle dayanak olmuştur.

Bir âlim, evet... Fakat... Kuru, hedefini şaşkın, sır âleminin vecde düşürücü müşahedesini kaybetmiş ve derinliğine hikmet ufuklarını karanlığa boğmuş bir ilim, hiçbir şey bilmemekten daha kötüdür. îbn-i Teymiyye bu ikinci sınıfın baş örneğidir; ve mesleği, kısaca, şeriati dış çehresiyle ele almak, onu uzunluğuna ve genişliğine ele alırken derinliğinden mahrum ederek hacimden uzaklaştırmak ve satıh haline getirmek ve bu yolda İslama bir nevi maddecilik ve kuru akılcılık getirmeye kalkışmış olmaktır. Yâni İbn-i Teymiyye, şeriati doğrulayıcı akla, onun gördüğünden-ötesini kabul etmemekle, farkında olmaksızın bir nevi selâhiyet ve hâkimiyet tanımış oluyor ki, akla böyle bir selâhiyet ve hakimiyet tanımak, hem aklı, hem imanı anlamamak ve dalâletin en dipsizine düşmek oluyor.

MEZHEPSİZLİK NİÇİN DİNSİZLİĞİN KÖPRÜSÜDÜR?

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bilindiği gibi "Mezhepsizlik Dinsizliğin Köprüsüdür" sözü, yirminci yüzyılın yetiştirdiği en büyük alimlerden ve son Osmanlı Şeyhülislam vekillerinden biri olan merhum Muhammed Zâhid el-Kevserî'ye aittir ve merhumun "Makâlât" adlı eserinde yer alan makalelerden birisinin başlığıdır.[1] Bu hikmetli söz, bahse konu makale neşredildikten sonra adeta darb-ı mesel haline gelmiş ve dilden dile yayılmıştır. Bu yazıda, bu sözün ne anlama geldiği ve İslam Dünyası'nın yaşadığı ilmî ve fikrî tecrübeye ne ölçüde denk düştüğü gibi hususları irdelemeye çalışacağız.

Öncelikle başlıkta geçen iki kavramın, "mezhepsizlik" ve "dinsizlik" kavramlarının nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde duralım. Buradaki "mezhepsizlik", hem hiçbir mezhebi tanımamayı, hem de klasik tabiriyle "telfik"i, yani mezheplerin hükümleri arasından bir derleme ve seçme yaparak karma bir mezhep oluşturmayı anlatmaktadır. Zira her birinin ayrı bir usul ve metodu olan mezheplerden hiçbirisini tanımamakla, aralarındaki ihtilafları ve bunların sebeplerini görmezden gelerek bu metot ve usuller doğrultusunda konmuş olan hükümleri birleştirme girişimi arasında netice olarak hiçbir fark yoktur.

M.İslamoğlu'nun Babasının Değerlendirmesi

Muhterem baba Ahmed İslamoğlu Hoca Efendi’nin teessürü boşuna değil zâhir:

“Muhterem Ali Eren Beyefendi!.. Selamlar, sevgiler, dualar, hürmetler... Allah, hidayet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu’na köşenizde verdiğiniz, “Kur’an–ı Kerim’e el sürme” mevzuunda, alimane, arifane, vakıfane cevabınızdan dolayı sizi canı gönülden tebrik eder ve halisane şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve dualarımla... Aciz Ahmed İslamoğlu. Mütekait (emekli) imam–hatip ve fahri vaiz. Develi / Kayseri.

“Not: “Muhterem Hocam (Ali Eren)!... Mustafa’nın dâl ve mudılliği, baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salahına dua etmekteyiz. Sizlerden de ıslahına dua istirham etmekteyiz. İcap ederse, bu kısa tebrik ve teşekkürnamemi köşenizde dipnot alarak neşredersiniz... Milyonları ifsat ve idlal etmesin...

Dinde Reformcular

DİNDE REFORMCU YAKLAŞIMLAR VEYA DİNÎ MODERNİZMİN YÜKSELİŞİ -I-

Abdülkadir Coşkun

Günümüzün en çok tartışılan konularından birisi de modernizm meselesidir. Bu konu hakkında pek çok kitap, makale ve sempozyum bildirileri yayınlanmıştır. Ancak konuyla ilgili yapılan tartışmalara bakıldığında problemlerin açık bir şekilde ortaya konulamadığı görülmektedir. Özellikle bir kısım müslüman düşünürlerce yapılan modernizm tartışmalarına ufak bir göz atıldığında modern dünya karşısında duyulan eziklik ve aşağılık kompleksinin çok şiddetli hissedildiği ve bunun neticesinde tartışmaların te'sirsiz kaldığı hemen göze çarpmaktadır. Şunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz ki; modernizm beşerî olan ve ilâhî vahiy ile bağını kesmiş olanı kastedmekte; din ise, ilâhî olan her şeyi ve onun beşerî plândaki tezâhür ve tecellilerini kastedmektedir. 'Modern' kelimesine çağdaş, yenilikçi, yaratıcı ve asra uygun gibi pek çok anlamlar verilmektedir. Dolayısıyla modernist, kendisini bu sıfatlarla da ifade etmektedir. Bir modernist için mevcud bir fikrin veya kurumun hakikatin bir yönüne isabet edip etmediği önemli değildir; onun için önemli olan o fikrin veya kurumun modern olup olmamasıdır. Aslında 'modern', çağdaş/asrî veya muasır demek değildir.

Resulullah'ı yalanlayanlar

Hadis, icma, âlim, mezhep falan tanımayanlar çıkıyor. Yalnız Kur’an diyorlar ama Kur’ana da inanmıyorlar. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4]
(Allah’ın yolu ile, peygamberlerin yolunu farklı göstermek isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150-1]

Bunları kabul etmeyen Kur’ana inanmış sayılmaz.

İbret vesikası olacak bir sapığın yazısı:

İmam-ı azam'ın mantığı ve itaat

Sabıkalı bir yazar, “İslamlık sisteminde, herkes Allaha bağlıdır, ama halifelik denilen sultanlık sisteminde ise, baş başa, baş padişaha bağlıdır. Halifelere isyan etmeyen bütün İslam âlimleri saray mollasıdır. Ebu Hanife halifenin zulümlerine isyan ettiği için şehid edildi. Emirin yani halifenin her emrine itaat eden, kula kul olmuş demektir” diyor. Bu sözlerinde bir gerçek payı var mı?

Önce temel bilgi gerekir

Bazı okuyucular, İbni Teymiye’nin veya İbni Sebe’nin yanlış görüşlerinin neler olduğunu soruyorlar. Mesela, (İbni Teymiyeci bir arkadaşımız var. İbni Teymiye’nin hatalarını bildirin de arkadaşımızı vazgeçirelim) diyorlar. Abduh’u, Kardavi’yi veya daha başkalarını soruyorlar. Bu sapıkların yolundan giden kimseler, Ehl-i sünneti bilmedikleri için verilecek cevaplar onları tatmin etmez. Çünkü temel dini bilgileri yok. Cevap olarak onlar mezhepsiz desek, temel bilgileri olmadığı için, Vehhabilerden duyduklarını tekrarlayıp, “âlimin mezhebi mi olur, Eshabın mezhebi mi vardı” diyeceklerdir. Kerameti inkâr ediyorlar desek, yine onların etkisiyle, papağan gibi ezberlediklerini tekrarlayıp, “keramete inanmak şirk” diyeceklerdir.

Sıkıntıların sebebi kötü din adamlarıdır

Bugün dünyanın her yerinde kötü işler, günahlar rağbettedir. İyi işler, faziletler ise öcü gibi gösteriliyor. Bunlar kıyamet alametidir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Kötüler iyi, iyiler kötü gösterilmedikçe, kıyamet kopmaz.) [Haraiti]
Sık sık duyarız; (Bak herkes böyle yapıyor, onlar yanlış yolda da sadece sen mi doğru yoldasın) deniyor. İyilik, güzellik, hak gibi hususlar, her zaman çoğunluğun bulunduğu yerde olmaz. Mesela Çin’in, Japonya’nın nüfusu çoktur. Dinleri Budizm’dir. İnsanların çoğu Budist diye, Budizm’in doğru olduğu söylenemez. Dünyada gayri müslimler, Müslümanlardan daha fazla. Azınlıkta kaldığı için (Müslümanlık hak din değildir) denemez. Çünkü Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

Müslüman için zor asırlar

Kıyamet yarın kopacak, öbür gün kopacak diye tarih verenlere itibar etmemelidir. Çünkü dünyada Müslüman bulunduğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

(Allah diyen bir kimse kaldığı müddetçe kıyamet kopmaz.) [Müslim]

Resulullahın vârislerine güvensizlik

İslam âlimlerinin kitaplarındaki hadis-i şeriflere, şüphe ile bakan bir yazar, “Allah, el-Hadîka sahibine rahmet eylesin. Bir hadis üzerine hüküm bina etmeden önce sıhhat-zaaf durumunu açıklaması gerekirdi” diyor.

CEVAP: Otuz senelik tecrübem gösteriyor ki, buradaki Allah rahmet etsin ifadesi, bu cahilliğini, bu gafletini Allah affetsin demektir ki, yazıklar olsun anlamındadır. Çünkü senelerdir aynı nakaratı dinlerim. Mezhepsizler hep şöyle söylerler:

Din kitaplarında uydurma hadis olmaz

“Baidullah”ı savunan bir yazara (Hiçbir Ehli sünnet âlimin kitabında uydurma hadis yoktur, olmaz da) dediğim zaman, (Sana İhya’da uydurma hadis olduğunu ispat edeyim) diyerek bana bazı vesikalar gönderdi. Bunlara cevap vermeden önce, mevdu hadisin, ictihadın ne olduğuna bakalım.

Bid’at nedir, ne değildir?

Bid’at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar ya âdette olur veya ibâdette olur.
Âdette bid’at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid’at, bir ibâdeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz. Âdette olan bid’at, ceket, pardösü giymek, çay ve kahve içmek gibi dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı ve Rum cübbesi giydiği hadis-i şerifle bildirildi. (Tirmizi)