Zehirli.Org köşesi

Zehirli Fikirlere panzehir başlığı ile 2006 yılında zehirli.org sitemiz yayına başladı. Yüzbinlerce kişinin ziyaret ettiği sitemiz kritik noktalarda bilgilendirici içerikler sunmaya devam ediyor.

Güzel ahlâkı bilmek iyidir, ama kötü ahlâkı bilmek daha iyidir.
Çünkü insan kötülüğü bilmezse o kötülükten uzak duramaz.

Gayemiz ithal ve zararlı ideolojik fikirlere dair toplumda farkındalığı oluşturmaktır.


Ahirete iman etmenin insana kazandırdıkları



1. ÇOCUKLAR
Ölüm, çocukların körpe dimağında çok büyük yaralar açar. Ahirete iman olmazsa, çok sevdiği, birlikte oynadığı arkadaşının ölümü çocuğu çok sarsar. Sevdiği arkadaşını toprağın altında böceklerin yediğini, bir daha onu hiç görmeyeceğini düşünür, dehşete kapılır. Annesinin, babasının veya kardeşinin ölümüyle daha da sarsılır. Fakat ahirete iman imdada yetişse, kendisine verilen telkinlerle üzüntü yerine sevinç hisseder. Ahirete iman sayesinde kendisine söylenilen sözlerin tesiriyle şöyle der: “Kardeşim veya arkadaşım öldü. Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi yaşar. Orada istediği her yeri uçarak dolaşır, istediği her şeyi yer, içer. Annem öldü, fakat Allah’ın rahmetine gitti. Beni cennette yine kucağına alıp sevecek. Ben de orada sevgili anneceğimi göreceğim.”

2. YAŞLILAR
İnsan gençken ölümün genç ihtiyar ayırt etmediğini fazla düşünemeyebilir, kendinden uzak görebilir. Fakat ihtiyarladıkça ölümün habercisi olan beyaz kıllar ve hastalıklar ona her an ölümü hatırlatır. Eğer ahirete iman olmasa, yaşlı birinin durumu, idamlık bir mahkuma benzer.

Amelde hak mezhepler ve İmamları...



Ameli mezheplerin itikadi mezheplerden farkı, itikadi mezhepler adından da anlaşıldığı üzere inançlar ile ilgili meseleleri içermesi ve kişinin temiz ve halelsiz bir imana sahip olmasını sağlamışlardır. Ameli mezheplerse ibadet ve toplumsal hareketlerle birlikte hukukta belirleyici unsurdur.

Peygamber Efendimizin irtihali ile birlikte vahiy kesilmiş ve akabinde Kur'an–ı Kerim Hazreti Ebu Bekir'in kısa halifeliği döneminde toparlanarak, düzenleniyor. Hazreti Ömer döneminde ise Mushaf adını alarak kitap halini getiriliyor. Ashab–ı Kiram açıklama gerektiren hususları açıklıyor, insanlara ışık saçmaya devam ettiler.
Bugün mezhepleri inkâr ederek, sünneti reddeden, hadisleri kabul etmeyenlerin amacı ne olabilir? Şunu unutmamak gerekir ki; sünnetin ravileri aynı zamanda da Kur'an'ın da ravileridir. Bu gün sünnet dil uzatan zındıklar yarında dillerini Kur'an'a uzatacaktır. Peygamber efendimizden sonra, peygamber tarafından getirilmiş olan haberler hakkında fikir yürütmeyen ve yorum yapmadan halisane inanan ve peygamber sünneti ile amel eden büyük bir Müslüman topluluk vardı.

Buna tefsir diyecek miyiz?..

Diyanet İşleri Başkanlığı, 2001'de yeni ve daha anlaşılır bir Kur'an meal ve tefsiri hazırlatmaya karar verdi. Hazırlama işi 4 ilahiyat profesörüne havale edildi. Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş.

Tefsir, Allah kelâmı olan Kur'an âyetlerinin açıklamasıdır. Tefsirler, Rabbimizin, biz kullarına neleri emredip neleri yasakladığının izahını yapar. Onun için tefsir çok mühim, mühim olduğu kadar da mes'ûliyetlidir. Dolayısıyla böyle hassas bir iş ancak müfessirlerle/tefsirden anlayan kimselere havale edilmeli, böyle bir işi yüklenenler de ancak tefsir yapabilecek ilme sahip olmalıdırlar.

Bu çerçeve içinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ismi geçen kişilere hazırlattığı 5 ciltlik KUR'AN YOLU Türkçe Meal ve Tefsir isimli eserine baktığımızda şunu görüyoruz:

Eseri kaleme alan dört zattan hiçbiri tefsir profesörü değil. Yani ihtisası tefsir olmayanlara tefsir hazırlama vazifesi verilmiş, onlar da bu eseri 300.000 dolara hazırlamak üzere kabul etmişler.

Bu tıpkı, nasıl olsa o da doktordur diye bir cildiye doktoruna göz ameliyatı vazifesi vermek gibi.

Postmodern dindarlık

Modern proje, Din'e cepheden tavır alan/dini dışlayan karakteriyle öne çıkarken, eşyayı ve varlığı vahiy ekseninde izah ve hayatı o doğrultuda inşa etmeyi seçen geniş kitlelerin itibarına mazhar olma şansını hiçbir zaman yakalayamadı. Halk, moderniteyi, daha ziyade -vülgarize anlatımla- alet-edevat kullanımı bağlamında benimsedi. (Hatta bunu epey abarttığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. Teknolojik gelişmelere anında uyum sağlama kabiliyetimizin hayli yüksek olması bu anlamda önemli bir göstergedir mesela.) Modern projenin din ve dindarlık konusundaki bu dışlayıcı tavrı sebebiyle halkla idare edenler hep bir "zıtlaşma" görüntüsü içinde oldu. Yönetimler halkı "metazori dönüştürmeyi" temel amaç edinirken halk her fırsatta buna tepki gösterdi. Zaman zaman içine kapanarak, zaman zaman uygun gördüğü vasıtalar üzerinden izhar ederek değerlerinden vazgeçmek niyetinde olmadığını ortaya koydu...
Modernitenin hayatı konforize eden yanını benimseyen "muhafazakâr" kesimler, bunun sadece işin "görünen yanı" olduğunu genellikle fark etmez/etmedi.

Muhammed Esed ve Kur’an Mesajı isimli Meâl-Tefsiri

Değerli okuyucular! “Sonradan müslüman oldu.” görülen niceleri var ki, aslında müslüman olmadığı halde öyle görünmüşler. Onlar Müslüman görünmeye mecburdurlar, çünkü vazifelidirler. Esed’in müslüman olmadan yaptığı yolculuklar, insanın aklına böyle şeyler getiriyor. Sanki İslâm âlemine hususi olarak gönderilmiş…

Kur’an Mesajı” isimli eser Muhammed Esed’e ait. Eser hakkında bilgi vermeden önce, kısaca eserin sahibini tanıyalım.

Yahudi bir ailenin çocuğu olan Muhammed Esed, Ukrayna’nın Lvov şehrinde 1900 yılında doğdu. Anne tarafından dedesi bir Yahudi hahamı idi. Ailesinden husûsi bir Yahudilik eğitimi aldı.

Öyle ki, 13 yaşında İbrâniceyi su gibi biliyor, Tevratı ve Yahudiliğe ait diğer kitapları rahatça okuyordu.

Kur'an ne buyuruyor, bu zat ne diyor?

ÜÇ MUHAMMED isimli kitabın çelişkilerini/tenâkuzlarını ve Müslümanlara attığı çamurları yaza yaza bitiremiyorum.

Tabii ki siz de okuya okuya bitiremiyorsunuz. Bu kitabı baştan beri okuyanlar, ÜÇ MUHAMMED isimli kitabın yazarının ismini ezberlemişlerdir. Artık ismini yazmaya bile ihtiyaç duymadığım yazarın kitabı, sonundaki “Kaynakça”sıyla beraber 292 sahife. Ben şu anda kitabın 146. sahifesindeyim.

Yazar, bu sahifede lafı velilerin büyüklerinden Muhyiddin-i Arabî kuddise sirruh Hazretleri’ne getirerek, “Pisagorcu Hermetik irfan okulunun hocaları elinde yetişmiş olan İbn Arabî…” diye söze başlıyor.

Gayesi baştan belli; karalamak. Ama bir bahane bulması lâzım. Buluyor da…

İMAM-HATİPLER SOS VERİYOR…

Namaz Gönüllüleri Platformu’nu bilirsiniz. Bizler, bu platformun üyeleri olarak Türkiye’nin birçok yerinde namaz konferansları verdik. İyi neticeler de aldık.

Namaz Gönüllüleri Platformu olarak 2013’de, Ensar Vakfı’nda bir toplantı yaptık. Toplantının konusu, “İmam-Hatip talebelerine nasıl namaz şuuru verebiliriz?” idi.

Buna niçin lüzum gördük?

Çünkü imam-hatip talebelerinin çoğu namaz kılmıyor. 5 vakit namazı bırakın Cuma namazı bile kılmıyorlar.

Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Yener Dönmez, 17 Mayıs 2015 tarihli Dindar Nesil Alarmı başlıklı yazısında bu gerçeği üzüntüyle ve şu cümlelerle dile getiriyordu:

BUNDAN SONRA DİYANET HUTBESİ DİNLEMEYECEĞİM

GEÇEN Cuma bütün camilerde okunan hutbeyi dinledikten sonra, Cuma namazlarını, Diyanet hutbesi okunan camilerde kılmamaya karar verdim.

Diyanet hutbesi okunmayan camiler var mı? Az da olsa var, onlardan birine gideceğim.

İsim ve adres vermeyeceğim. Dinde yenilik, değişiklik, reform isteyen Fazlurrahmancı ve Mutezilî zalimlere hedef göstermemek için…

Bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak şu gerçekleri sevgili Müslüman kardeşlerimin dikkatlerine bir kere daha arz ederim:

1- Ehl-i Sünnetin hak, doğru, geçerli tanıdığı dört fıkıh mezhebi vardır. Bunların dışında başka hak mezhep yoktur, bid’at fırkaları vardır.

2- Ehl-i Sünnet mezhebini tutmak kesinlikle mezhepçilik olarak görülemez ve kınanamaz.

MÜMİN VE MÜNAFIKLIĞIN ALAMETLERİ

Allah (CC.) «o kimseler gibi (yâni münafiklar gibi) olmayin (günaha dalmayin) ki, onlar Allah'i unutmuslardir (yani Allah'in emrinden ayrilarak tersini yapmislar, dünyalik azgin arzulardan tad almislar ve onun aldatici görüntülerine gönül vermislerdir).»

Peygamber'imize (S.A.S.) «mümin ve münafik kimdir» diye sormuslar, Peygamber'imiz su cevabi vermistir:

Selman Rüsdi'lige heveslenmek

Sayin Yazar Mehmet Niyazi Özdemir geçen hafta henüz anlatmisti:

-Televizyonda Yasar Nuri Öztürk'ü dinliyordum. Seyircinin biri programa telefonla katilarak Yasar Nuri'yi "sen ne konusuyorsun; ilahiyat hocasisin ama namaz bile kilmiyorsun?!" diye payladi. Verilen cevap insanin ar damarini çatlatacak cinstendi "ben namaz kiliyorum ama sizin gibi Emevi ve Osmanli namazi kilmiyorum!"

NEVRÛZ NE DEMEKTİR, DİNİMİZİDEKİ YERİ NEDİR?

Nev-rûz, iki kelimeden mürekkep/birleşik Farsça bir isimdir ve “yeni gün” demektir.

Mart ayının yirmi birinci gününde (rumî takvime göre sekiz mart) güneşin koç burcuna girmesi, eski Türkler’de ve İranlılar’da hususi bir gün sayılmış, çeşitli kutlamalar yapılagelmiştir.

İran’ın ateşperest inancından kalma bir hususiyeti olarak nevrûz, gitgide dînî hüviyet kazanmıştır. Ve hâlen Şîîlik’te nevruzun mühim bir yeri vardır.

Türkler’de ise, İslâmiyet’le şereflendikten sonra, Ehl-i Sünnet’e mensup Müslümanlar arasında, bunun yerini dînî bayramlar almıştır.

Mezhepsizle Münazara

Askerlik yaptığım şu sıralarda, daha acemi birliğinde iken MEZHEPSİZ zihniyetli, vehhabi taraftarı birkaç kişi ile çeşitli münazaralarım olmuştu.. Büyükler "kişi bilmediğinin düşmanıdır" derler.. Onlar der de, söz doğru olmaz mı..

Eserleri okumadan, kulaktan duyma bilgilerle kesilen ahkamlar.. Örneğin, İbni Teymiyye isimli habis insanın İbn-i Arabi Hazretlerine "kafir" dediğini bilirdim, okumuştum, ama bir müslümanın bu sapığa uyup büyüklere bu derece dil uzatabileceği pek aklıma yatmazdı..

Osmanlı' da Haremin Gerçek Yüzü

Bir ülkede deprem sözkonusu olursa jeologlar, hastalıklar sözkonusu olursa doktorlar, savaş sözkonusu olursa siyasiler ve askerler konuşurlar. Bu bizim ülkemizde de böyledir. Ancak bizde iki konu vardır ki bunlar üzerinde herkes konumuna, birikimine, eğitimine bakmadan üstelik de allame edasıyla konuşur. Bu konulardan bir tanesi dindir diğeri tarih.

Tarihle ilgili bir şeyler söz konusu olduğunda siyasetçi konuşur, gazeteci konuşur, televizyoncu konuşur vs. Bir Allah kulunun aklına da bu işin profosörleri bulup konuşturmak gelmez. Veya gelir de, onların söyleyecekleri işlerine gelmez.

Tarih deyince her zaman revaçta olan konulardan bir tanesi de Osmanlı ve haremidir.

SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -III-

Önceki yazılarımızda Sünneti inkar ederek yalnızca Kur’an’la amel etmek gerektiğini söyleyenlerin asılsız iddialarını bir bir ortaya koyup çürütmüştük. Bu yazımızda da Hz. Peygamber’i (s.a.v.) aradan çıkarmak demek olan sadece bir ‘nakilci’ olduğu iddiasını ele alacağız.



Resulullah’ın Sadece Kelamı Nakleden Olduğu İddiası



Sünneti inkar edenlerin bir başka iddiası da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sadece bir nâkil-i kelâm, diğer bir ifâdeyle bir "postacı" olduğu, vazifesinin, sadece Kur'ân'ı tebliğden ibaret bulunduğudur.



Kur'ân'ın dışında hüküm kaynağı tanımamanın idarede büyük sıkıntılar çıkaracağını, yöneticilerin ihtiyaca cevap veremeyeceklerini ifâde eden Hayri Kırbaşlıoğlu, sonraki cümlelerinde bağlayıcı hükümlerin Kur'ân'la sınırlı olduğunu savunanlara, günümüzde Kur'ân'ın temas etmediği konuların nasıl çözüme kavuşturulacağını sorduktan sonra iddia sahiplerinin bu suâle ancak şöyle cevap verebileceklerini söyler:



"Evet, mutlak bağlayıcı olan Kur'ân'dır. Kur'ân'ın Hz. Peygamber dönemiyle mukayese edilemeyecek ölçüde gelişmiş ve karmaşık bir hal almış olan çağımızın toplumsal meselelerine, hazır çözümler sunmasının söz konusu olamayacağı da bir gerçektir.

DÜNYA BARIŞINA "SÜNNET-İ SENİYYE" MODELİ

İslâm kelimesi, Arapçada ‘barış’ anlamına gelen ‘Selâm’ kelimesinden türetilmiştir. Bu anlamıyla selâm, bir çok yerde geçer ve Müslümanların konuştukları dillerde günlük hayatın bir çok alanında kullanılır. Ayrıca ebedî olarak kalınacak Cennete “Dâru’s-Selâm-Kurtuluş yurdu” denilmiştir. Haddizatında bütün semâvî dinlerin insanlar arasındaki düşmanlık ve çatışmaları sona erdirmek, emniyet ve sulhü temin etmek için geldiklerini1 düşünecek olursak, son ve en mükemmel din olan İslâmın barışa verdiği önemi anlayabiliriz.

Günümüz Arap dilinde barış ifadesi için ‘selâm’ın hakimiyetinden bahsedebiliriz. Klasik eserlerde savaşın karşıtı olarak ‘barış’ anlamında sadece ‘sulh’ kullanılırken, modern Arapçada bu kelime, giderek ‘savaştan barışa geçiş’ olarak sınırlandırılmıştır. Önceleri siyâsi anlam taşımayan ‘selâm’ kelimesi ise ‘sulh’ün yerini alarak, başta da belirttiğimiz gibi, ‘savaş halinin zıddı olan barış hali’ anlamında kullanılmaya başlanmıştır.2 Yine modern Arapçada devletler arasındaki barışı ifade için kullanılan ve selâmla aynı kökten gelen “Silm” kelimesini burada zikredebiliriz.