Zehirli.Org köşesi

Zehirli Fikirlere panzehir başlığı ile 2006 yılında zehirli.org sitemiz yayına başladı. Yüzbinlerce kişinin ziyaret ettiği sitemiz kritik noktalarda bilgilendirici içerikler sunmaya devam ediyor.

Güzel ahlâkı bilmek iyidir, ama kötü ahlâkı bilmek daha iyidir.
Çünkü insan kötülüğü bilmezse o kötülükten uzak duramaz.

Gayemiz ithal ve zararlı ideolojik fikirlere dair toplumda farkındalığı oluşturmaktır.


YAMAN TAKIYYECI!..(4)

Baris Gurusu ve Yaman Takiyyecinin Ümmet-i Muhammed'in evladina dinini, diyânetini ögretilmesi hususunda hiç bir çabasi, gayreti olmamistir. Hâlen de böyle bir gayret ve çaba içinde degildir.



Referans olarak aldigi zât'in da böyle bir gayreti yoktu.



Kendisinin de aralarinda bulundugu; "Hürriyet, musâvat, adalet isteriz", diye diye, Selânik yahudi-mason'larinin öncülük ettigi yikici hareketler neticesi, Devlet-i Aliyye'miz yikilmis, yeni idâre pespese kararlarla eski ile yeni arasindaki bütün köprüleri yikmisti.

Vay anasını sayın seyirciler!

Yurt içinde seçim öncesi “Bu arada kimi karalasam üstüne yapışır, ne atsam kârdır” anlayışıyla sorumsuz açıklamalar izlerken yurt dışından gelen “müthiş (!) Türk” örneği ile sarsıldık.

Ben yıllardır yakından izleyenlerden olduğum için geçirdiğim sarsıntı nispeten daha hafifti ama ne yalan söyleyeyim yine de bu kadarını tahmin etmek zordu.

ABD’de Türkiye aleyhine kıyasıya çalışan Ermeni diasporasının merkez üssü sayılabilecek bir üniversitede; Minnesota’da onlarla pek yakın bir çalışma yürüten, diasporanın hazırladığı konferanslarda onlarla birlikte “Türkiye’nin Ermeni soykırımı”nı (!) anlatan konuşmalar yapan, kitaplar yazan Taner Akçam takdire şayan (!) yepyeni bir olaya imza atmış.

M.İslamoğlu'nun Babasının Değerlendirmesi

Muhterem baba Ahmed İslamoğlu Hoca Efendi’nin teessürü boşuna değil zâhir:

“Muhterem Ali Eren Beyefendi!.. Selamlar, sevgiler, dualar, hürmetler... Allah, hidayet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu’na köşenizde verdiğiniz, “Kur’an–ı Kerim’e el sürme” mevzuunda, alimane, arifane, vakıfane cevabınızdan dolayı sizi canı gönülden tebrik eder ve halisane şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve dualarımla... Aciz Ahmed İslamoğlu. Mütekait (emekli) imam–hatip ve fahri vaiz. Develi / Kayseri.

“Not: “Muhterem Hocam (Ali Eren)!... Mustafa’nın dâl ve mudılliği, baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salahına dua etmekteyiz. Sizlerden de ıslahına dua istirham etmekteyiz. İcap ederse, bu kısa tebrik ve teşekkürnamemi köşenizde dipnot alarak neşredersiniz... Milyonları ifsat ve idlal etmesin...

KUR'AN-I HERKES ANLAYABİLİRMİŞ

Bir genç, “Kur'anı anlamak için âlim olmaya gerek yok herkes anlar, çoban da anlar. Atalarınızın yani mezhep imamlarının, âlimlerin yolundan gitmeyi bırakın da, Kur’an okuyun. O gayet açıktır, herkes anlar” diyor. Kur’anı herkes anlar mı? Buna nasıl cevap vermeli?

CEVAP
Kur’an-ı kerimi ancak Peygamber efendimiz anlamıştır. Ehli olan âlimler ise ancak ilimleri nispetinde anlar. Herkes anlayabilseydi, Allahü teâlâ peygamber göndermezdi. Binlerce, milyonlarca hadis-i şerife lüzum kalmazdı. Herkes Kur’anı anlasaydı, kapalı olanları açıklayabilselerdi ve Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ (Resulüm sadece sana vahiy olunanı tebliğ et yeter, açıklamana gerek yok) derdi. Ama öyle demiyor, şöyle buyuruyor:
(Bu Kitabı, insanların ihtilafa düştükleri şeyi açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 64]

(İndirdiğimi insanlara beyan edesin.) [Nahl 44] Beyan etmek, âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir.

(Anlaşamadığınız işin hükmünü Allah’a [Kur’ana] ve Resulüne [Sünnete] arz edin!) [Nisa 59]

Siz şimdi o gence aşağıdaki soruları sorun:
1- Kur’anı çoban anlayabiliyor da, niye âlim olanlar anlayamadı? Hani herkes anlıyordu?

2- Niye mezhep imamları, muhaddisler ve müfessirler anlayamadı da sen anladın? Peşlerinden gitmeyin diyerek, niye onların anlamadığını söylüyorsun?

3- Madem ki herkes anlar, daha niye âlimlerin anladığına itiraz ediyor ki?

M.ABDUH VE C. EFGANİ HAKKINDA YAZILANLAR

M. Abduh ve C. Efgani hakkında Mehmet Şevket Eygi Bey şunları yazıyor:

"Reformcular Cemaleddin Afganî'yi de büyük bir İslam önderi ve rehberi olarak gösterirler ve Ehl-i Tevhid'in kurtuluş ve selametini bu zatın eteğine yapışmakta görürler. Kimdir bu Afganî? Bir kere Afgan değildir, İran'ın Ese-dâbad şehrine mensuptur. Bu zat Sünnî de değildir, Şiîdir. İki konuda, tagiyye yaparak Müslümanları aldatmıştır. İranlı olduğu halde kendisini Afganlı göstermiş, Şiî olduğu halde Sünnî postuna bürünmüştür. Resûlullah efendimiz "Bizi aldatan bizden değildir" buyuruyor. Bu zatın bir başka özelliği de, Farmason oluşudur. İstanbul'da yayınlanan "Mimar Sinan" adlı Mason dergisinde Afganî hakkında uzun bir övgü makalesi yayınlanmış bulunuyor. (Mimar Sinan dergisi, sayı: 127, Mart 2003) Afganî bir din âlimi, bir rehber, bir mürşid değil aktivist bir İslamcıdır. Yalancı, karışık, bulaşık bir kişidir. Bir ara, Blunt adlı bir İngiliz ajanı ile birlikte Halife Sultan Abdülhamid'i tahtından indirmeye teşebbüs etmiştir. Bugün İslam aleminde görülen, Kitabullah'ın ve Resûl Sünnetinin ruhuna muhalif nice olumsuz iş ve davranışta Afganî'nin tuzu biberi vardır. Afganî'ci reformcular, onun talebesi ve halefi Muhammed Abduh'u da göklere çıkarttılar. Abduh da mason ve reformcudur. Onun talebesi Menarcı Reşid Rıza da bozuk fikirli ve yanlış görüşlü bir kimsedir. Afganî, Abduh ve Reşid Rıza üç bacaklı bir şer sacayağıdır.

SAHİH OLMAKLA KABUL OLMAK NEDİR?

Çok kimse, bir ibadetin sahih olması ile kabul olmasının arasıdaki farkı bilemiyor. Bu bilinmeyince de birçok hadis-i şerif ve fıkhi hükümler yanlış anlaşılıyor.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Şartları gözetilerek yapılan ibadet sahih olur, fakat, ihlas ile yapılmadı ise, kabul olmaz. Sevap verilmez. [Yani hasıl olan büyük sevapların hepsine kavuşamaz. İşlediği günahlar, kazandığı sevapları alır götürür. Elinde sevabı kalmadığı için, sevap verilmez, sevabı olmaz deniyor. Yoksa sahih ve ihlaslı olan her ibadetin sevabı olur.]

Sahih olan bir ibadet, kabul olmayabilir. Mesela çaldığı ceket ile namaz kılan kimsenin namazı sahihtir, namaz borcundan kurtulur. Fakat sevabı noksan olur. Diğer bütün günahlar da böyledir. Mesela, oruç tutan kimse akşam orucunu içki ile açsa, orucu yine sahihtir, ama oruçtan hasıl olan büyük sevapların hepsine kavuşamaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Haram elbise giyinenin ibadetlerini Allahü teâlâ kabul etmez.) [Bezzar]
(On dirhemlik elbisenin bir dirhemi haramsa, onunla kılınan namaz kabul olmaz.) [İ. Ahmed]

(Haram cilbab [gömlek] ile kılınan namaz kabul olmaz.) [Bezzar]
(Bir lokma haram yiyenin kırk günlük güzel ameli kabul olmaz.) [Taberani, Deylemi]
(Şarap içenin kırk gün namazı kabul olmaz.) [Hakim, İ. Neccar]

AÇIK GEZMEK FARKLI BİR GÜNAHTIR

Bazıları, "Açık gezmek imanın veya İslam’ın şartı değildir. Tesettür üzerinde bu kadar fazla durmamalı" diyorlar. Açık gezmek, diğer haramlardan farklı değil midir?

CEVAP
Böyle söylemek çok yanlıştır. Farzlara uymaya, haramlardan sakınmaya teklif denir. Tekliflere yani emirlerin yapılmasına ve yasaklardan sakınmak gerektiğine inanmak, imanın şartıdır. Tekliflerin çoğuna inanıp da, yalnız birine inanmayan, buna uymak istemeyen, Muhammed aleyhisselama inanmamış olur. Kâfir olur. Müslüman olmak için, tekliflerin hepsine inanmak, hepsini beğenmek gerekir. Bir müslüman, tekliflere inandığı halde, bunlara uymazsa, mesela, kötü arkadaşa ve nefsine uyarak, içki içerse, tesettüre riayet etmezse, imanı gitmez, kâfir olmaz. Günahkâr müslümandır.

Tekliflerin [Allah’ın emirlerinin] hepsine inanıp amel ettiği halde, sadece birine uymak istemezse, yani beğenmez, vazife olduğuna önem vermez ise, hafif görürse, imanı gider, kâfir olur.

Mesela, (Açık geziyorsam ne çıkar? Sen kalbe bak. Kalbim temizdir) demek, tekliflerin bir kısmını beğenip bir kısmını beğenmemektir. Her müslümanın bu inceliğe dikkat etmesi, tekliflere uymayanların, imanlarının gitmemesi için uyanık olmaları gerekir.

Süleyman Ateş'in"Cennet Kimsenin Tekelinde Değildir"Başlıklı Makalesinin Tenkidi

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

Allah Teâlâ'ya hamd ve âlemlere rahmet olarak gönderilen O'nun değerli elçisi efendimize salât u selâm ederiz.

Değerli kardeşim Prof. Dr. Süleyman Ateş'in, Türkçe olarak yayınlanan İslâmî Araştırmalar dergisindeki “Cennet Kimsenin Tekelinde Değildir” başlıklı yazısını[1] çevirmen aracılığıyla okudum. Hz. Âdem (a.s.) hasebiyle kardeşleri olan insanları savunma gayreti için kendisini kutluyorum; Mezkur makâleden anlaşıldığı üzere, sayın Ateş hiç bir insanın cehenneme gitmesini istememektedir. Bu, her mü’minin hatta her aklı başında insanın, beşeriyetin bütün fertleri için arzu ettiği değerli bir insânî taleptir. Çünkü bizler, bütün bir insanlık olarak kardeşiz ve Hz. Âdem'in çocuklarıyız. Nitekim Allah Teâlâ bunu şöyle ifade eder: “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının” (Nisâ, 1). Dolayısıyla akl-ı selîm bir insanın diğer insan kardeşlerinin kurtulmasını arzu etmemesi düşünülemez.

Ancak sayın Ateş'in makalesinin başlığı insanı şaşırtmakta ve dehşete düşürmektedir. Biz Müslümanlar olarak cennetin “tekelimizde” olduğunu hiç öne sürdük mü ki? Yoksa bu iddia hemcinsleri ve dindaşları hususunda ırkçı, mutaassıp ve tutucu bir karaktere sahip olan Yahudi ve Hıristiyanlara ait değil midir?

EHL-İ SÜNNET'İ MÜDAFAA VE BİD'ATLERİ TENKİD

Takdîm edeceğimiz kitab, bir kısmı evvelden muhtelif zaman ve zeminlerde neşredilmiş, bir kısmı da ilk kez neşredilen te’lîf ve tercüme makâlelerden müteşekkil bir derlemedir. Makâlelerin tümü mâhiyet i’tibâriyle Ehl-i Sünnet müdafaası veya bid‘at tenkîdi sayılmasa da hepsinin, umûmiyetle, doğrudan veya dolaylı olarak bu mevzû etrâfında şekillendiği söylenebilir.

Kitab üç bölüme ayrılmış. Birinci bölümde toplam onsekiz makâle yer alıyor. Makâle yazarları umûmiyetle yabancısı olmadığımız isimler: (kitabdaki sıralanışına göre) Ahmed Ali Aksoy, Ahmed Akgündüz, Ali Nar, Said Ramazân el-Bûtî, Juan Ricardo Cole, Ebûbekir Sifil, Müfid Yüksel, Tahsin Görgün, Muhammed Reşâd, İbrahim Hatiboğlu, Osman Şimşek, Ayhan Tekineş, Bilgin Aydın, E. Sadettin Doruklu, Kutb Mustafa Senû, Nedim Yüksel, Yusuf Hanîf. Hepsi çok kıymetli olan bu makâlelerden ba’zılarını bahsetmek istiyorum.

Ahmed Ali Aksoy, bugüne kadar umûmiyetle ilmî/akîdevî yönden tenkîd edilen Yaşar Nuri Öztürk’ü aktüel cihetiyle ele alıyor ve yine ilmî bir şekilde tenkîd ve tahlîle tâbi tutuyor. Makâlede, 1415’de (1995) neşredilen İslâm Gerçeği adlı kitabdan hareketle Y.N.Ö.’ün fecî hatâları ve Moon tarîkati gibi ba’zı karanlık çevrelerle olan ilişkileri fevkalâde isâbetle tesbit ve teşhis edilmiş.

MÜSLÜMAN HANIM NİÇİN ÖRTÜNÜR

Sahabe Hanımların Örtünme Hassasiyeti;

Yaz mevsimi, kimileri için açılıp saçılma mevsimi olarak algılanıyor. Ama yine bazı hanımlar, Allah'ın tesettür emri gereği, yakıcı sıcaktan tesettürün serin iklimine koşacaklar. Ve bu esnada bitmeyen tesettür tartışması, yine bütün hızıyla devam edecek.

Merak edenler için kısaca örtünmenin nereden çıktığını hatırlatmakta faydalar vardır.

Müslüman kadınlara örtünme emri, Hicrî 4. yılda (Miladî 624) Zilkâde ayında farz kılındı. Tesettür ayetleri inzal olunca, Peygamberimiz, tesettür ayetini sahabeye bildirdi. Sahabeler tesettür emrini evlerindeki kadınlarına, kızlarına ilettiler. Ve Müslüman kadınlar evlerinde buldukları kumaş parçalarına örtü yaparak büründüler.
O dönemde müslüman kadınların tesettüre nasıl sarıldığını Hz. Aişe validemiz şöyle anlatıyor:

"Vallahi ben, Allah'ın kitabı Kur'an’ı tasdik, onun indirdiğine iman bakımından Ensar kadınlarından daha faziletlisini görmedim. Nur Suresi’ndeki örtünme ayeti inince, erkekleri kendilerine varıp Allah'ın indirdiği ayetleri okumağa başladılar. Herkes bu emirleri zevcesine, kızına, hemşiresine ve bütün yakınlarına okuyordu. Kadınlardan hiçbiri istisna edilmemek şartıyla Allah'ın Kur'an’ında indirdiği emirlere uyarak, yünden ve pamukludan mamül örtülerine büründüler.

SELEF VE SELEFİLİK

Tarih içinde izine rastlanmadığı halde, günümüzde birçok fırka ve fikir akımı dikkat çekmektedir. Modernistler, Reformistler, Ehl-i Kur’an (Kur’aniyyun, Mealciler) ve İslâm’ın saf haline dönme iddiasında bulunan Selefîler bunlardan başlıcalarıdır.

Günümüzde ilmin zayıflaması ve doğru ile yanlışın birbirine karıştırılmış olması sebebiyle bu tür akımlar, bazı iyi niyetli müslümanların aldanmasına, yanlış yollara sapmasına vesile olmaktadır.



Bu yazı, son dönemlerde ortaya çıkan akımlardan biri olan Selefîliği kısaca tanıtmak ve yanlışlıklarını ortaya koymak maksadıyla kaleme alınmıştır. Bu akımın görüşleri, temsilcileri ve onların tenkidi, hakkında müstakil kitaplar yazılacak kadar ayrıntılı ve önemlidir. Biz burada sadece konuyu ana hatları ile ele alacak ve kısa değerlendirmeler yapacağız.

Selef kime denir?

Hz . Peygamber s.a.v.’in “En hayırlı nesil benim dönemimde yaşayanlardır. Sonra onları izleyenler, sonra onların ardından gelenlerdir.”[1] şeklindeki hadisinde “en hayırlı nesiller” oldukları haber verilen ilk üç kuşağa Selef denir.

Bu ilk üç kuşak, sırasıyla Sahabe, Tabiun ve Tebe -i Tabiîn’dir . Bunlar imanda, ilimde ve amelde bütün müslümanlar için örnek nesillerdir.

AYETLERİN İNİŞ SEBEBİ VE GEÇERLİLİĞİ

En son bid’at mezheplerden birisi olan “ modernizm”in temsilcilerinin, Kur’an’ın “tarihsel” bir kitap olduğunu, yani ihtiva ettiği hükümlerin 7. yüzyıla ait olduğunu, bugün için geçerliliğinin bulunmadığını söylemesi, en başta sakat bir “Allah inancı” taşıdıklarını gösterir.

Günümüzde birçok itikadî bid’at fırkası mevcut. Bu fırkalardan kimisi geçmişten beri varlığını sürdürüyor (Şia gibi); bir kısmı ise evvel yok idi, yeni çıktı.

“ Modernizm ” denen düşünce akımı, işte bu nevzuhur bid’at fırkalarının başında geliyor. Bu cereyanın mümessillerinin Kur’an , Sünnet, Fıkıh, Kelam… ve diğer sahalarda Ehl -i Sünnet çizgiye aykırı düşen bir hayli görüşleri mevcut.

Modernistlerin , adına “tarihselcilik” dedikleri bir anlayışları var ki, bu yazının konusunu işte bu anlayış oluşturuyor.

Ebu Leheb öldü ama…

Tarihselcilik görüşünü benimseyen modernistler , Kur’an ayetlerinin sadece indikleri dönemin meseleleriyle ilgilendiğini, dolayısıyla bugüne hitap etmediğini söylerler. Mesela Tebbet Suresi hakkında şunları duyarsınız tarihselcilerden: “Bu surede Ebu Leheb ve karısı anlatılıyor. Oysa bugün ne Ebu Leheb ver, ne de onun “odun hamalı” karısı. Öyleyse Ebu Leheb’in ve karısının hayatta olduğu dönem için anlamlı olan bu sure, bugün bize hitap etmiyor demektir…”

KIYAMET ALAMETLERİ:MESİH,MEHDİ

Son zamanlarda kıyamet alametleri cümlesinden olarak Mesih ve Mehdi inancının sıklıkla tartışma konusu yapıldığı dikkatinizi çekmiştir. Gerek akademik çevrelerde, gerekse halk arasında -medyanın da katkılarıyla- bu meseleler üzerinde zaman zaman hayli ateşli tartışmalar cereyan ediyor.



Mesih ve Mehdi meselesi elbette sebepsiz, durduk yere tartışma gündemine sokulmuyor. Tıpkı daha pek çok benzerleri gibi... Farklı kesimlerin bu tartışmalar üzerinden farklı beklentileri bulunduğunu anlamak zor değil. Ancak biz bu yazıda konunun bu yönünden ziyade, İslâm’da Mesih ve Mehdi inancının bulunmadığını söyleyenlerin ileri sürdüğü gerekçeler üzerinde duracağız.



Ehl-i Sünnet’in konuyla ilgili kabulleri akaid/kelam kitaplarında, hadis şerhlerinde ve tefsirlerde detaylarıyla zikredilmiştir. Hatta genel olarak kıyamet alametleri, özel olarak da Mesih ve Mehdi konusunda müstakil kitap ve risaleler kaleme alınmıştır. Ancak günümüzde bu konuyla ilgili olarak birçok yeni soru işaretinin ve tereddüdün izhar edilmiş olması, ulemanın ortaya koyduğu hususların, mezkûr soru ve tereddütleri ortadan kaldıracak şekilde yeniden ifade edilmesini gerekli kılmaktadır.

Prof. Dr. Lütfullah Cebeci İle Mülakat Kur'an Ve Sünnet İlişkisi

"Peygamber Postacı Değildir"

Kur’an’da Şer Problemi, Kur’an’a Göre Takva, Kur’an-ı Kerim’e Göre Cin, Melek ve Şeytan gibi eserlerin sahibi olan Prof. Dr. Lütfullah Cebeci, 1954 yılında Kayseri’nin Develi ilçesinde doğdu. Mekke’deki Ummu’l Kura Üniversitesi’nde araştırma ve incelemelerde yaptı. “An Essay on Sociology of the Holy Qur’an” (Kur’an-ı Kerim’in Sosyolojisi Üzerine Bir Deneme) adlı tebliği ile Sudan’da yapılan “Bilginin İslâmîleştirilmesi” konulu bir kongreye katıldı ve 1992 yılında “Dinler Arası Diyalog” çerçevesinde Newyork’ta bulundu. Evli ve dört çocuk babası olan Lütfullah Cebeci, halen Erzurum Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesinde tefsir profesörü.

Aydınlarının büyük bir ekseriyeti tarafından içinde yaşadığımız bu çağın adeta kutsandığı bu ülkede, dinî ilimlerde çalışma yapan akademisyenlerin de bu istikamette tavır aldığını görmekteyiz. Onların dini çağdaşlaştırma yolunda ileri sürdükleri fikirler, İslâm hakkında yeterli bilgiye sahip olmayanlara, sanki İslâm çağlara yön verecek bir değerler ve uygulamalar bütünü değil de, zamane insanının gidişatını onaylamaya mecbur bir “vicdanî müessese” izlenimi vermekte... Bu tarz düşünenlerin ifadelerinde, şekil veren, ıslah eden, ebediyete doğru ufuklar açan bir din yerine, batılı değerler ve sözde erdemler kalıbında şekillenen, yani reforme edilebilen, ıslaha muhtaç bir din buluyoruz.

İşte böyle bir akademi dünyasında, çağdaşlık ve modernlik modası karşısında İslâm’ı çağlara hakim bir din olarak algılamış kıymetli bir ilim adamıyla siz okuyucularımızı tanıştırmak istedik.

Efendimiz'in (s.a.v) Alemlere Rahmet Olarak Gönderilmesi

Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) âlemlere rahmet olarak gönderilmesi ne demektir? Bunu nasıl anlamalıyız?

Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) âlemlere rahmet olduğu Kur’an-ı Kerim’in değişik ayetlerinde ifade edilmektedir.

Enbiya Sûresi’ndeki “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l-âlemîn - Biz seni bütün âlemlere sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik.” (Enbiya, 21/107) ayet-i kerimesi bu hakikati açıkça seslendirir. Bu ayet, ümmet-i Muhammed arasında da Allah Rasulü’ne karşı saygının ifadesi olarak çok yaygınlaşmış ve dualardan evvel okunur olmuştur.

Evet, Efendimiz, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Kur’an’da ağırlığı ile yerini alan bu husustan önceki iki ayette, salih kulların yeryüzüne varis oldukları/olacakları anlatılmaktadır. (Bkz. Enbiya, 21/105-106) Kur’an’da bu hakikati de ifade eden değişik ayetler vardır. Yeryüzünün idaresi durmadan el değiştirecek ve neticede her şey, imanı tam, ameli sağlam salih kulların eline geçecektir.

Kur’an, tarihi devr-i daimleri anlatırken: “Ve tilke’l-eyyâmu nüdâviluhâ beyne’n-nâs - Biz zafer ve muvaffakiyet günlerini insanlar arasında döndürür dururuz.” (Âl-i İmran, 3/140) buyurmaktadır.

Bugün bazılarına bayram ve seyran, yarın da başkalarına.. bugün bazıları mâmureler içinde mutlu ve müreffeh, yarın da başkaları..