Türkiye’de İslâm meselesi
Evet, Türkiye’de İslâm bir “mesele”dir. Hem “değişmez gündem” olması dolayısıyla, hem de yaşadığımız bütün problemlerin uzaktan ya da yakından, doğrudan veya dolaylı olarak İslâm’la ilişkili bulunması sebebiyle. Ne var ki yönetici elitler bunu açık yüreklilikle, soğukkanlılıkla ve objektif olarak görmemekte ısrarlı olduğu için Türkiye yapısal problemler yaşamaktan başını alamıyor.
Size bir soru: Türkiye’nin AB’ye tam üye olması halinde (şükür ki bu bir hayal) Batılılarla birlikte, problemsiz bir şekilde yaşayabileceğimize inanıyor musunuz?
Batı’ya gidenler, hele de oralarda tavattun etmiş (oraları vatan edinmiş) olanlar, Batılılarla bir arada yaşamanın gerçekte neye tekabül ettiğini iyi bilirler. Yüzü yaklaşık 1 asırdır Batı’ya döndürülmüş olan bu toplum gerçekten Batılılaşıyor mu? Yoksa nihai olarak vardığımız nokta “Batılı gibi olmak”tan ibaret mi?.. “Batılı gibi” olmak demek, aslında ne Doğulu ne Batılı olmak demektir. “Kimliksizleşme” diye ifade edilen durum yani…
Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm isimli son kitabı1 çerçevesinde kendisiyle yapılan bir mülakatta Prof. Dr. İsmail Kara, “İslâmiyet’in Türkiye için varoluşsal ehemmiyetinin yeteri kadar kavranamadığı” gerçeğinin altını çiziyor ve şunları söylüyor:
“Siyasi merkez zaten 1924’ten beri daha çok dinin olumsuz etkileriyle ilgileniyor. Kısmen de alt düzeyde toplumu taşıyabilecek bir unsur olarak dinden istifade etmeye çalışıyor. Fakat bu hiçbir zaman derinliği olan bir yaklaşım tarzı değil. Bu ister istemez Türkiye’de tavrını cumhuriyet ideolojisinden yana koymuş politikacıların, aydınların, gazetecilerin din konusundaki bilgilenme ve yorum düzeylerinin zayıf kalışına sebep oluyor.
Örneğin Türkiye’de din konusuyla en çok ilgilenen sosyal bilimcidir Şerif Mardin Ama din konusundaki bilgileri açısından bir teraziye vurursanız, Batı’daki İslâmoloji çalışan, şarkiyat çalışan akademisyenlere göre fevkalade zayıf bir portre ortaya çıkar Din konusundaki bilgisi fevkalade zayıftır. İslâmi ilimlere vukufiyeti hemen hiç yoktur. Osmanlıcası 19. yüzyıldan geriye gitmez Nakşibendilik hakkında yazdıkları sıradandır.
Bir de siyasi merkezin din politikalarıyla, dine yaklaşımıyla problemi olan grupların diyelim ki Müslüman akademisyenlerin, İslâmî fikir adamlarının, İslâmi düşünce sahiplerinin performansı da yüksek değildir. Bunun da ana sebebi bu grubun siyasi merkez karşıtlığıyla kendini konumlandırmış olması. Yani esas konumlandığı yer ona karşı çıkmaktır. Dolayısıyla kendisini pasif duruma yerleştirmiş oluyor. Çünkü karşıdakine göre tavır belirliyor. Bu da onun din İslâm konusunda Türkiye’nin uzak yakın tarihini ve bugünkü şartları da hesaba katarak ciddi, derin yorumlar yapmasının önünü tıkıyor. Türkiye’de laikliği savunanların da laikliğe karşı çıkanların da bu konudaki performansları çok düşüktür.”
Aslında biraz eksik söylemiş Prof. Kara. Daha noktasal bir tesbit yaparak söylemeliyiz ki, bu ülkede sadece sosyal bilimcilerin değil, İslâm’ın modernizasyonu projesinde –resmî olsun, gönüllü olsun– yer alan ilahiyatçıların –haydi “tamamının” demeyelim– büyük bir kısmının İslâmî ilimler konusundaki birikimlerinin de tartışmaya hayli açık olduğu izahtan varestedir.
Prof. Kara şöyle devam ediyor:
“Din ve İslâm, kişilerin Müslüman olup olmamalarından bağımsız olarak, Türkiye için olmazsa olmaz bir özelliğe sahiptir. Dinle alakalı olmayan hiçbir mesele yoktur. İster dindar olun ister olmayın Türkiye’de din meselesini ciddiye almadan ne akademik çalışma, ne siyaset ne de uluslararası ilişkiler mesafe kat edemez. Bunu siyasi merkez, açıkça dile getiremez. Bunu anlıyoruz. Siyasetçiler bunu üstü kapalı olarak götürmek zorundalar. Fakat akademisyenler, fikir adamları, sanatçılar, bu konuda siyasetçiler gibi davranmak zorunda değiller. Bu konuyu çok daha ciddi ele almak mecburiyetindeler. Kendi ülkelerinde olanları anlamak ve yorumlamak için. Kendisinin dindar olup olmaması ayrı bir bahis. Bu bakımdan Türkiye bütün gruplar itibarıyla zafiyet içerisindedir.”
Bu tesbitler gerçeği 12’den vuruyor. Ancak bütün bunların bir yönüyle takviye edilmesi gerekiyor: Türkiye’de Müslümanlık artık laikler eliyle değil, kendisini “Müslüman” olarak tanımlayanlar tarafından dönüştürülmek isteniyor.
İslâm’ın, çağın gerçekleriyle örtüşmeyen bir din olduğunu söylemekle, İslâm ahkâmının yeniden belirlenmesi gerektiğini veya din anlayışımızın revize edilmesi icab ettiğini söylemek arasındaki fark nedir?
1) Rıhle dergisinin 3. Sayısında Prof. Dr. Kara’nın bu çalışmasıyla ilgili geniş bir tanıtım yazısı yer alıyor.
(Milli Gazete-15.11.2008)
Size bir soru: Türkiye’nin AB’ye tam üye olması halinde (şükür ki bu bir hayal) Batılılarla birlikte, problemsiz bir şekilde yaşayabileceğimize inanıyor musunuz?
Batı’ya gidenler, hele de oralarda tavattun etmiş (oraları vatan edinmiş) olanlar, Batılılarla bir arada yaşamanın gerçekte neye tekabül ettiğini iyi bilirler. Yüzü yaklaşık 1 asırdır Batı’ya döndürülmüş olan bu toplum gerçekten Batılılaşıyor mu? Yoksa nihai olarak vardığımız nokta “Batılı gibi olmak”tan ibaret mi?.. “Batılı gibi” olmak demek, aslında ne Doğulu ne Batılı olmak demektir. “Kimliksizleşme” diye ifade edilen durum yani…
Cumhuriyet Türkiyesi’nde Bir Mesele Olarak İslâm isimli son kitabı1 çerçevesinde kendisiyle yapılan bir mülakatta Prof. Dr. İsmail Kara, “İslâmiyet’in Türkiye için varoluşsal ehemmiyetinin yeteri kadar kavranamadığı” gerçeğinin altını çiziyor ve şunları söylüyor:
“Siyasi merkez zaten 1924’ten beri daha çok dinin olumsuz etkileriyle ilgileniyor. Kısmen de alt düzeyde toplumu taşıyabilecek bir unsur olarak dinden istifade etmeye çalışıyor. Fakat bu hiçbir zaman derinliği olan bir yaklaşım tarzı değil. Bu ister istemez Türkiye’de tavrını cumhuriyet ideolojisinden yana koymuş politikacıların, aydınların, gazetecilerin din konusundaki bilgilenme ve yorum düzeylerinin zayıf kalışına sebep oluyor.
Örneğin Türkiye’de din konusuyla en çok ilgilenen sosyal bilimcidir Şerif Mardin Ama din konusundaki bilgileri açısından bir teraziye vurursanız, Batı’daki İslâmoloji çalışan, şarkiyat çalışan akademisyenlere göre fevkalade zayıf bir portre ortaya çıkar Din konusundaki bilgisi fevkalade zayıftır. İslâmi ilimlere vukufiyeti hemen hiç yoktur. Osmanlıcası 19. yüzyıldan geriye gitmez Nakşibendilik hakkında yazdıkları sıradandır.
Bir de siyasi merkezin din politikalarıyla, dine yaklaşımıyla problemi olan grupların diyelim ki Müslüman akademisyenlerin, İslâmî fikir adamlarının, İslâmi düşünce sahiplerinin performansı da yüksek değildir. Bunun da ana sebebi bu grubun siyasi merkez karşıtlığıyla kendini konumlandırmış olması. Yani esas konumlandığı yer ona karşı çıkmaktır. Dolayısıyla kendisini pasif duruma yerleştirmiş oluyor. Çünkü karşıdakine göre tavır belirliyor. Bu da onun din İslâm konusunda Türkiye’nin uzak yakın tarihini ve bugünkü şartları da hesaba katarak ciddi, derin yorumlar yapmasının önünü tıkıyor. Türkiye’de laikliği savunanların da laikliğe karşı çıkanların da bu konudaki performansları çok düşüktür.”
Aslında biraz eksik söylemiş Prof. Kara. Daha noktasal bir tesbit yaparak söylemeliyiz ki, bu ülkede sadece sosyal bilimcilerin değil, İslâm’ın modernizasyonu projesinde –resmî olsun, gönüllü olsun– yer alan ilahiyatçıların –haydi “tamamının” demeyelim– büyük bir kısmının İslâmî ilimler konusundaki birikimlerinin de tartışmaya hayli açık olduğu izahtan varestedir.
Prof. Kara şöyle devam ediyor:
“Din ve İslâm, kişilerin Müslüman olup olmamalarından bağımsız olarak, Türkiye için olmazsa olmaz bir özelliğe sahiptir. Dinle alakalı olmayan hiçbir mesele yoktur. İster dindar olun ister olmayın Türkiye’de din meselesini ciddiye almadan ne akademik çalışma, ne siyaset ne de uluslararası ilişkiler mesafe kat edemez. Bunu siyasi merkez, açıkça dile getiremez. Bunu anlıyoruz. Siyasetçiler bunu üstü kapalı olarak götürmek zorundalar. Fakat akademisyenler, fikir adamları, sanatçılar, bu konuda siyasetçiler gibi davranmak zorunda değiller. Bu konuyu çok daha ciddi ele almak mecburiyetindeler. Kendi ülkelerinde olanları anlamak ve yorumlamak için. Kendisinin dindar olup olmaması ayrı bir bahis. Bu bakımdan Türkiye bütün gruplar itibarıyla zafiyet içerisindedir.”
Bu tesbitler gerçeği 12’den vuruyor. Ancak bütün bunların bir yönüyle takviye edilmesi gerekiyor: Türkiye’de Müslümanlık artık laikler eliyle değil, kendisini “Müslüman” olarak tanımlayanlar tarafından dönüştürülmek isteniyor.
İslâm’ın, çağın gerçekleriyle örtüşmeyen bir din olduğunu söylemekle, İslâm ahkâmının yeniden belirlenmesi gerektiğini veya din anlayışımızın revize edilmesi icab ettiğini söylemek arasındaki fark nedir?
1) Rıhle dergisinin 3. Sayısında Prof. Dr. Kara’nın bu çalışmasıyla ilgili geniş bir tanıtım yazısı yer alıyor.
(Milli Gazete-15.11.2008)
Konular
- Muhtelif meseleler
- Korunmuşluk açısından sünnet 2
- Muhtelif meseleler 2
- Muhtelif Meseleler-4
- Muhtelif meseleler 5
- Mevdudi
- Peygamber Efendimiz (sav)'in Kur'an'ın açıklayıcısı olduğuna dair ayetler var mıdır?
- HADİSLERDE HAZRETİ PEYGAMBER VE ASHABININ FAZİLETLERİ
- GAYBI KİM BİLİR?
- Karaman hoca ve Taha Akyol 1
- Karaman Hoca ve Taha Akyol 2
- Okuyucu Soruları 16 ÇEŞİTLİ MESELELER-4
- “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” Hareketinin Seyrettiği İstikâmet
- Gençlere Örnek Gösterilen Bir Zındık: Ali Şeriati
- Yılbaşı ve kafirlere benzemekten sakınmak...
- Karaman Hoca ve Taha Akyol 3
- Karaman Hoca ve Taha Akyol 4
- Hangi ehli Sünnet
- 2010: Kur'an Yılı
- Size bazı önerilerimiz var
- RIHLE 8
- Filistin Davası
- Şok edici bir fotoğraf ve mühim sözler...
- Muhtelif meseleler 4
- Mardin fetvası
- Fetva kültürü
- Hangi Diyanet
- tasavvuf
- Ahir zaman deyip geçmeyin!
- ‘İslami’ kristoloji?!