Batı dünyası

Türkiye’de İslâm meselesi

Evet, Türkiye’de İslâm bir “mesele”dir. Hem “değişmez gündem” olması dolayısıyla, hem de yaşadığımız bütün problemlerin uzaktan ya da yakından, doğrudan veya dolaylı olarak İslâm’la ilişkili bulunması sebebiyle. Ne var ki yönetici elitler bunu açık yüreklilikle, soğukkanlılıkla ve objektif olarak görmemekte ısrarlı olduğu için Türkiye yapısal problemler yaşamaktan başını alamıyor.

Size bir soru: Türkiye’nin AB’ye tam üye olması halinde (şükür ki bu bir hayal) Batılılarla birlikte, problemsiz bir şekilde yaşayabileceğimize inanıyor musunuz?

Batı’ya gidenler, hele de oralarda tavattun etmiş (oraları vatan edinmiş) olanlar, Batılılarla bir arada yaşamanın gerçekte neye tekabül ettiğini iyi bilirler. Yüzü yaklaşık 1 asırdır Batı’ya döndürülmüş olan bu toplum gerçekten Batılılaşıyor mu? Yoksa nihai olarak vardığımız nokta “Batılı gibi olmak”tan ibaret mi?.. “Batılı gibi” olmak demek, aslında ne Doğulu ne Batılı olmak demektir. “Kimliksizleşme” diye ifade edilen durum yani…

İyi 'hoca' yalnızca Nasreddin Hoca

Türk sinemasında din yıllar boyunca şekilden şekile girdi; görmezden gelindi, itildi kakıldı, tahta oturtuldu… Son yıllarda çekilen filmlerde ise dinî temalara alaka arttı. Peki, yönetmenlerin yaklaşımı eskiye nazaran ne kadar farklılaştı?

Umut, Antalya’da kendi hâlinde yaşayan bir gençtir. Kız arkadaşı ve ailesiyle sıradan ilişkileri vardır. Onun hayatındaki kırılma süreci İstanbul Üniversitesi’ni kazanmasıyla başlar. İlk etapta her şey normaldir. Okula kaydını yaptırır ve kantindeki ilanlara bakarak kalacak ev arar. Öğrenci evlerini de bu vesileyle tanır. Fakat yaşamaya başladığı evdeki mistik ve doğaüstü olaylar zamanla hayata bakışını değiştirir.

Çevresindeki ağabeylerin de etkisiyle gün geçtikçe ibadetler ve ritüellerle örülü bir dinî hayatı benimser. Başlangıçta her şey normaldir. Fakat değişiminin şiddeti gün geçtikçe artar ve Umut radikalleşmeye başlar. Bu dönüşüm onu ailesi ve çevresinden yavaş yavaş uzaklaştırır, kız arkadaşıyla arası bozulur. Gittikçe fundamentalist bir kimliğe bürünür. Umut için son durak, bir intihar eylemcisi olmaktır….

IRAK SAVAŞI'NIN PERDE ARKASI


Tüm dünyanın karşı çıkmasına rağmen patlak veren Irak savaşının planı 1982 yılında gerçekleştirilen Dünya Siyonist Kongresi’nde yapıldı. “Gizli Dünya Egemenliği Projesi”ni hayata geçirmeye çalışan İsrail’in bundan sonraki hedefleri arasında Mısır, Suriye, İran ve S. Arabistan var…

Bu satırlar yazılırken, Amerika Birleşik Devletleri Irak'ı vurmaya başlamıştı. Dünyada pek çok ülkenin, hatta ABD müttefiklerinin çoğunun bile karşı çıkmasına rağmen, ABD yönetimi Irak'ın vurulması konusunda çok ısrarlıydı. Bu ısrarın perde arkasını araştırdığımızda ise, karşımıza 20. yüzyılın başından bu yana Ortadoğu’da akan kan ve gözyaşının tek sorumlusu İsrail çıkıyor. İsrail Devleti’nin Irak’ın parçalanmasını hedef alan politikası oldukça geçmişe dayanıyor.

İSRAİL’İN IRAK’I PARÇALAMA PLANLARI

Enformasyon Dairesi'nin İbranice yayın organı Kivunim'de yazdığı “1980’lerde İsrail İçin Strateji” başlıklı raporu tüm Ortadoğu’yu İsrail’in hayat sahası haline getirmeyi amaçlıyordu. İsrail Dışişleri Bakanlığı çalışanlarından Oded Yinon tarafından hazırlanan raporda “Irak’ın parçalanması” senaryosu şu şekilde anlatılır:

“Irak bir yandan petrol bakımından zengin, öte yandan da içte bölük pörçük bir ülke olarak, İsrail için sağlam bir hedef olmaya adaydır. Irak'ın bölünmesi bizim için Suriye'nin bölünmesinden çok daha önemlidir...

İSLAM ALİMLERİNİN PAPAYA CEVABI

Vatikan Katolik Kiliselerinin başkanı Papa XVI. Benedict’in Almanya Regensburg Üniversitesi’nde yaptığı İslam karşıtı konuşmasına, ilk ciddi ilmi tepki, Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği’nden geldi. Âlimler Birliği’nin yaptığı açıklama, Papa’nın İslam akidesine yönelik sözlerine karşı cevapları içeriyor. Alimler, karşı sorular sorarak, bazı sorulara asıl cevap vermesi gerekenin Papalık olduğunu belirtmişler.

Buraya kısaltarak aldığımız açıklama, Arapça ve İngilizce olmak üzere iki dilde yapıldı. Metnin, Âlimleri Birliği’nin Mısır’daki ofisi tarafından Vatikan’ın Kahire temsilcisine teslim edildiği bildirildi. İslam dünyasının tanınmış İslam alimlerinden Yusuf el-Kardavi’nin başkanlığını yaptığı Uluslararası Müslüman Âlimler Birliğinin genel merkezi ise Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde bulunuyor.

Vatikan’a gönderilen metin, Âlimler Birliği’nin bünyesinde dini ve fıkıh sahalarında yetkin olan farklı İslam ülkelerinden 130 alim ve düşünür tarafından kaleme alındı. İlmi heyetin başkanlığını Prof. Dr. Hüseyin Hamid Hassan yürütüyor. Genel Başkan Yardımcılığını Prof. Dr. Ali es-Salus ile Şeyh Vehbe Zuhayli yapıyor. Birliğin Genel Sekreteri ise Prof. Dr. Salah es-Savi.

EMPERYALİZM’İN KEŞİF KOLU: ORYANTALİZM

“Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, hristiyan adetlerini, hristiyan bayramlarını, hristiyan kültürünü, hristiyan ahlakını aşılayalım…”(1)

“Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların manevi değerlerini, batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık. İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu, tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar…”(2)

Yukarıdaki cümleler “Oryantalist” diye adlandırılan iki hristiyan ilim adamına ait. Günümüzdeki Müslümanların içine düştüğü durumu ne güzel özetlemekte… Bu cüretkâr ve iddialı cümleler oryantalistlerin düşünce yapıları ve hedefleri noktasında ipuçları içermekte. Günümüz Müslümanlarının, oldukça eski bir maziye sahip olan oryantalizm kavramını ve işlevini bilmemeleri ne acı bir gerçektir.

TARİHTE TESETTÜR DÜŞMANLIĞI

98 Şubatında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün yayınladığı genelgeyle üniversiteye bağlı fakülte, yüksekokul, sosyal tesisler vs.de başörtünün yasaklanması ve bu yasağa karşı öğrencilerin gösterdiği kesintisiz direniş başörtüsü sorununu Türkiye gündeminin üst sıralarına taşıdı. 98-99 eğitim-öğretim döneminde YÖK (Yüksek öğretim kurulu, M.K.) kararları doğrultusunda yasağın diğer üniversitelere de yaygınlaştırılması ve öğrencilerin yasak karsısında kararlı tutumları nedeniyle başörtülü yasağı, başörtüsü konulu tartışmalar bu seneye de yayıldı...

Bu yazı başörtüsü daha genellersek örtünme olgusu tarihine, bu konuda lehte ve aleyhte oluşan taraflar ekseninde kısa bir değini olacaktır.

Tevhid-şirk, hak-batıl, zalim-mazlum gibi zıtlıklar bağlamında, en eski çatışma alanı olarak insanlığın atası Adem-Havva (as.) ve onların İblisle mücadelesinde örtünme ve çıplaklık tezatlıklarını da görmekteyiz. Bu mücadelenin en önemli unsurlarından biri olması örtünmenin hayatiyetini ortaya koymaktadır.

"Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi. Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar.

SÜNNET'İN OTORİTESİ

İslam'ı ve Müslümanlar'ı tarihsel düşman olarak bellemiş bulunan Batı'nın, bu düşmanı ortadan kaldırmak veya en azından etkisiz hale getirmek için tarih boyunca çeşitli yöntemler kullandığını, bu durumun günümüzde de aynen devam ettiğini ayrıca belirtmeye gerek yok.

Haçlı seferleri, fiilî işgaller, sömürgeleştirme, misyonerlik faaliyetleri ve nihayet Oryantalistler'in gayretleri, Batı'nın İslam'ı çökertme emelini gerçekleştirmek üzere uygulamaya koyduğu yöntemlerden belli başlılarıdır.

Bu yazının konusunu, bunlar arasında Oryantalistik yöntemin ilgi alanına giren ve kaynağını orada bulan bir "problem" oluşturmaktadır: Sünnet'in otoritesi ya da Hz. Peygamber (s.a.v)'in teşri (hüküm koyma) yetkisi.

Kur'an'ın tefsiri, beyanı, hayata açılımı noktasında tek bağlayıcı merci Sünnet'tir ve bu, bizzat Kur'an tarafından ortaya konmuş bir realitedir. Efendimiz (s.a.v)'e itaati ve ittibayı emreden, O'na muhalefetten sakındıran Kur'an ayetleri bu hususu tartışma götürmez bir kesinlikte ortaya koymaktadır.

Kur’an Müslümanlığı, müsteşrikler, mezhepsizler

İnsanı yeryüzünde halîfe olarak yaratan Hz. Allah, lûtuf ve kerem hazînesinden, beşere dünya ve ukbâ saâdetini kazandıracak ilâhi mesajlarını ve bu mesajları; sözleri, fiileri, hal ve hareketleriyle, kısacası hayatıyla tefsîr eden peygamberleri göndermiştir. Kur’ân-ı Kerim ve Resûlüllah (s.a.v.) ile bu ilâhi tenezzülât kemâl noktasına ulaşmıştır. En son ve en mükemmel din olan İslâm, kıyâmete kadar aslî hüviyetini muhafaza edecektir. Bunu Rabbimiz (c.c.) kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de taahhüt etmektedir. Son birkaç asırdır elde ettiği teknolojik muvaffakiyetlerle sarhoş olan Batı insanı, huzuru dinden ve fıtratten alabildiğine kaçışta bulacağını sanıyordu. Fakat aradığı huzuru bulamadı. Batı’nın teknolojik başarısı karşısında âdeta şok olan İslâm âlemi, onun bu huzursuzluğunu görmekte ve yavaş-yavaş kendine gelerek ilâhi menbaa/kaynağa doğru koşmaktadır. Haddizatında dünyanın her tarafında islâm’a koşan insanlar, gün geçtikçe artmaktadır.