Muhtelif Meseleler-4

Geçen hafta, mürtedin katli hakkında icma bulunduğu tesbitini tartışmalı kılabileceği düşünülen meseleyi ele almıştık. Ve görmüştük ki, bu meselede cumhurun üzerinde birleştiği hükme aykırı kanaatte olduğu nakledilen Hz. Ömer (r.a), İbrahim en-Neha'î ve Süfyan es-Sevrî'den, cumhurdan farklı düşünmedikleri de nakledilmiştir. Dolayısıyla bu meselede icma bulunmadığını söylemek o kadar kolay görünmemektedir.

Bu hafta da meselenin Kur'an'a uygunluk-aykırılık boyutunu görelim.

İddia, mürtedin katli hükmünün pek çok Kur'an ayetine aykırılık teşkil ettiği yönünde. Bu iddiaya delil getirilen ayetlerden bazıları şunlar:

- "Din'de zorlama yoktur. İman ile küfür apaçık ortaya çıkmıştır…"[i]

- "De ki: "Hak Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr…"[ii]

- "De ki: "Ey kâfirler! Ben sizin kulluk etmekte olduğunuza kulluk etmem. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk etmezsiniz. Ben elbette sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Ve sizler de benim taptığıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benimki bana."[iii]

Bunlar ve benzeri ayetler, Kur'an'ın, din seçimini kişilerin özgür tercihine bıraktığını, dolayısıyla bu alana hiçbir güç tarafından karışılmayacağını anlatmaktadır. Kur'an'da irtidat için herhangi bir ceza belirlenmemiştir. İrtidat meselesine değinilen ayetlerde bile somut herhangi bir müeyyideden söz edilmemiştir.

Söz gelimi Kur'an'da şöyle buyurulur: "Hakikat şu ki, iman edip de sonra küfre sapanlar, sonra yine iman ederek (arkasından tekrar) küfre dönenler ve sonra da küfürlerinde ileri gidenler var ya; Allah onları bağışlamayacak ve doğru yola eriştirmeyecektir."[iv]

Yine şöyle buyurulur: "Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, artık onların bütün amelleri dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliktir. Orada devamlı kalıcıdırlar."[v]

Netice olarak Kur'an, irtidat meselesine değindiği halde bu suçun herhangi bir müeyyidesinden söz etmemişken ve dahi kimin neye inanacağı meselesine hiçbir şekilde müdahalede bulunmamışken, irtidat fiilinin bir "suç" olduğunu ve dünyevî bir cezasının –hem de cezaların en ağırı– bulunduğunu söylemek Kur'an'a aykırılık arz eder.

Evet, iddia kısaca bu.

Bu iddia karşısında söylenmesi gereken birkaç husus var:

1. Zikredilen ayetler ve benzerleri, iman edip etmeme tercihinin insana bırakıldığını ve "Müslüman olmama"nın resen herhangi bir müeyyidesinin bulunmadığını anlatır. Müslümanken irtidat etmek ise ayrı bir olaydır ve bu ayetlerde bununla ilgili bir hüküm yer almamaktadır.

2. Kur'an, irtidat meselesine değinmiş, ancak ona herhangi bir müeyyide getirmemiştir. Bu doğrudur. Ancak bir başka doğru daha söz konusu: Özellikle son sırada zikredilen ayette (2/el-Bakara, 217) dikkat edilmesi gereken bir incelik var: İrtidat eden kimsenin amellerinin "dünyada ve ahirette" boşa gideceği beyan buyurulmuş. Amelin ahirette boşa gitmesi anlaşılabilir bir şey. Bu dünyada iman üzereyken yapılan amellere mukabil olarak –bilahare vuku bulan irtidat sebebiyle– ahirette sevap ve güzel karşılık verilmemesi durumudur bu.

Peki, acaba amelin "dünyada" boşa gitmesi ne demektir?

Bu sorunun cevabı ancak şöyle verilebilir: Kişinin, irtidat ettikten sonra –tevbeye davet edilmek ve diğer hususlar yerine getirildikten sonra– öldürülmesi, nikâhının düşmesi (evlilik bağının kendiliğinden çözülmesi), müslüman mirasçısına varis olamaması, mü'minlerle arasındaki dostluk, kardeşlik bağlarının sona ermesi…[vi]

Şu halde Kur'an'ın, irtidat meselesine değindiği halde "işareten" dahi olsa bu suçun müeyyidesine yer vermediğini ileri sürmek doğru değildir.

3. Kur'an'ın, pek çok meseleyi icmalen zikredip, tafsilini Sünnet'e havale ettiği ehlinin malumudur. Dolayısıyla irtidat suçunun müeyyidesinin ne olduğu sorusunun cevabının Sünnet'te yer almasından garipsenecek bir durum yoktur.

Burada şöyle bir itiraz ile karşılaşabiliriz: Kur'an, ölüm cezasından daha hafif cezaları zikrettiği halde, (evli zaninin ve mürtedin öldürülmesi meselesinde olduğu gibi) ölüm cezasından hiç bahsetmemesi dikkat çekicidir. Bu durum, bu cezaların Kur'an'ın onaylamadığı cezalar olduğunu gösterir.

Bu itiraz ilk bakışta makul gibi görünse de, meseleye biraz yakından bakıldığında son derece tartışmalı olduğu hemen anlaşılacaktır. Zira bu yaklaşım şöyle bir mantık üzerine oturmaktadır: "Kur'an önemli hususları tasrih eder, Sünnet'e havale ettikleri ise daha az önemli hususlar olmalıdır."

Oysa Kur'an'ın namaz gibi en temel bir ibadeti sadece icmalen zikretmekle yetinip detayları Sünnet'e havale ettiği, buna mukabil, namaza bir hazırlık mesabesinde olan abdesti hemen hemen bütün detaylarıyla zikrettiği malumdur. Aynı durum, zekât, hacc, oruç gibi temel ibadetlerin tamamı için geçerlidir.

Dolayısıyla bizim, Kur'an'da neyin yer alacağını ve neyin yer almayacağını tayin gibi bir konuma sahip bulunduğumuz anlamına gelebilecek bu tarz akıl yürütmelerden uzak durmak gerekir.

[i] 2/el-Bakara, 256.

[ii] 18/el-Kehf, 29.

[iii] 109/el-Kâfirûn, 1-6.

[iv] 4/en-Nisâ, 137.

[v] 2/el-Bakara, 217.

[vi] Bkz. Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, VI, 33.