PEYGAMBERİMİZ (S.A.V)’E İTAATTEN ALIKOYAN ENGELLER

Allah Azîmüşşân Hazretleri, Kur’ân’da Peygamber Efendimiz’e itaati kesin bir şekilde emretmiştir. Bu itaatin vasıflarını ise; onu sevmek ve getirdiklerine uyup nehyettiklerinden sakınmak şeklinde açıklamıştır. “Kim Rasûl’e itaat ederse Muhakkak Allah’a itaat etmiştir.” âyetiyle de ona itaatin kendi katındaki kuvvet ve kıymetini beyan etmiştir.

Peygamberimiz’e itaat, farz olmakla birlikte Cenâb-ı Hakk’ın rıza ve yakınlığını kazanmada tek yol olunca, bu itaatin önündeki engellerin bilinmesi ve bu engellerin aşılması da bir o kadar önem arz etmektedir.

İnsanı Rasûlullah (s.a.v)’e itaatten meneden birçok engel vardır. Asıl itibariyle, birbiriyle irtibatlı ve iç içe olan bu engellerin en önemlisi ise dünya sevgisidir. Zira Rasûlullah (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Dünya sevgisi her hatanın başıdır.”

Seri halinde devam edecek olan yazımızın bu bölümünde, Rasûlullah (s.a.v)’e itaatte insanın önünde bir engel olması bakımından dünya sevgisini işleyeceğiz.

1. Dünya Sevgisi:

İnsanı, Rasûlullah’a gerektiği gibi itaat etmekten alıkoyan sebeplerin başında dünya sevgisi gelir. Dünya sevgisi; insanın içerisinde yaşamını sürdürdüğü dünyada daha fazla yaşama isteği, dünya metaını elde etme ve ondan doyum derecesinde istifade etme arzusudur. Nefiste, dünyaya karşı duyulan bu arzu, sevgi ve tamah ziyadeleştikçe, insanı Allah’a ve Rasûlü’ne itaatten alıkoyan büyük bir engel haline gelir.

Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’de dünya metaı; kadınlar; oğullar; altın, gümüş vb. pahalar, salma atlar vb. binek vasıtaları, davar ve ekinler, mesken vb. mallar; makam ve mevkiler; şöhret ve riyaset gibi nefsin elde etmeyi şiddetle arzuladığı şeyler olarak ifade edilmiştir.

İmâm-ı Rabbânî (k.s) dünyayı şu şekilde tarif etmiştir: “Dünya demek, kalbi Allah Teâlâ’dan gafil kılan, O’nu unutturan, kalbe Allah’tan başkalarını getiren şeyler demektir. Allah Teâlâ’yı unutturan mallar, sebepler, mevkiler, şerefler hep dünyadır.”

Dünya sevgisi insanı itaatten nasıl alıkoyar?

Dünya sevgisinin, Rasûlullah’a itaatin önünde bir engel teşkil etmesi değişik şekillerde tezahür eder:

•Dünya sevgisi, insanı imandan alıkoyar
Allah (c.c), yoluna davet etmeleri için Peygamberler göndermiş, kavimleri içerisinden fakir ve zayıf insanların çoğu bu davete icabet edip iman ederken, mal mülk ve itibar sahibi zenginlerin çoğu ise ilâhî tebliğe icabetten kaçınmışlar, yüz çevirerek küfür ehli olmuşlardır. Onları küfre iten birçok etken bulunmakla birlikte en önemlisi dünya sevgisidir.

“(O gün Allah şöyle diyecektir:) ‘Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran Peygamberler gelmedi mi?’ Onlar şöyle diyecekler: ‘Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz.’ Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.”

Her Peygamber’in davetinde var olan hakkaniyet, adalet ve doğruluk düsturları gerek dinin emirlerini maddiyat karşılığında değiştiren Ehl-i Kitap âlimlerinin, gerekse de zulüm vesaire gayr-i meşru yollarla mal toplayan zenginlerin dünyalık elde etme yollarını kapatmıştır. Bu güruh, sahip oldukları dünyevî meta ve imkânların ellerinden gitme korkusundan dolayı Peygamberleri inkâr yoluna gitmişlerdir. Birçok eserde rivayet edilen şu hadise bu gerçeğe delalet etmektedir:

Hz. Peygamber (s.a.v)'e, Necrân'dan binitli yetmiş kişilik bir heyet gelmişti. İçlerinde Hıristiyanlıktaki ilim ve hizmetleri sebebiyle meşhur olduğu için Rum hükümdarları tarafından izzet ve ikramlara mazhar kılınan Ebû Hârise b. Alkâme de bulunuyordu. Ebû Hârise, Necran'dan gelirken bir katıra binmiş ve onun yularını da kardeşi Kürz b. Alkâme çekiyordu. Ebû Hârise'nin katırı yürürken birden tökezleyince kardeşi

Kürz, Hz. Peygamber (s.a.v)'i kastederek:

- "O uzaktaki helak olsun!" dedi. Ebû Hârise:

- "Aksine senin anan helak olsun!" dedi. Bunun üzerine Kürz:

- "Niçin ey kardeşim?" deyince, o cevaben:

- "Vallahi o bizim beklemekte olduğumuz Peygamber’dir." dedi. Kürz:

- "Bunu bildiğin halde, ona inanmana mani olan nedir?" diye sordu. Ebû Harise cevaben:

- "Şu krallar bize çok mallar verip, izzet-i ikramda bulundular. Eğer biz Muhammed’i tasdik edecek olursak, onlar bütün verdiklerini geri alırlar." dedi. Kürz, bu sözü müslüman oluncaya kadar gönlünde sakladı. Müslüman olunca da, bu hadiseyi anlattı.

Yine dünya metaına düşkünlük, gözün ondan başkasını görmemesi hali, insanları, etbâlarının çoğunluğunu fakirlerin teşkil ettiği Peygamberleri hakir görmeye, onlara karşı kibirlenmeye sevk etmiş ve iman etmelerine mani olmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de zikredilen geçmiş ümmetlerle ilgili kıssalarda bunu açıkça görmekteyiz:

“Onlara, kendilerinden, ‘Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka hiçbir ilâhınız yoktur, hâlâ ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?’ diye öğüt veren bir peygamber gönderdik. O peygamberin kavminden, Allah’ı inkar eden, âhireti yalanlayan ve bizim dünya hayatında kendilerine bol bol nimet verdiğimiz ileri gelenler şöyle dediler: ‘O da ancak sizin gibi bir insandır. Sizin yediğiniz şeylerden yiyor, içtiğiniz şeylerden içiyor. Andolsun, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz mutlaka ziyana uğrarsınız. O, öldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diriltilip) çıkarılacağınızı mı va’d ediyor? Hâlbuki bu size vadolunan şey ne kadar da uzak! Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz.” ; “Dediler ki: ‘Sana hep aşağılık kimseler uymuş iken, biz hiç sana inanır mıyız?”

Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in tebliğine karşı, kavminin ileri gelenlerinin tutumu da bundan farklı olmamıştır. Kureyş müşrikleri -Mekke'de Velid b. Muğîre, Taif’te Urve b. Mes'ud es-Sakafî’yi kastederek- “Bu Kur’an iki şehrin birinden bir büyük adama indirilseydi ya?!” demişler, Peygamberimiz’i peygamberlik makamına layık görmeyip küçümseyerek imandan yüz çevirmişlerdir.

• Dünya sevgisi, insanları Rasûlullah’ın sevgisinden ve cihattan alıkoyar

Dünyada daha fazla kalma arzusu, dünya ve metaına karşı duyulan sevgi insanın kalbinde fazlalaştıkça, her şeyden üstün tutulması gereken Allah’a ve Rasûlü’ne karşı sevgi ve itaatten; kesin emirlerle farz kılınan cihat, hicret, emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker vb. emirleri yerine getirmekten meneder hale gelebilmektedir. Bunu şu âyet-i kerimeler açık bir şekilde ifade eder:

“De ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesata uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, Peygamberi’nden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fâsık topluluğu doğru yola erdirmez.” , “Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda sefere çıkın!’ denilince, yere çakılıp ağırlaştınız. Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa âhirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.”

“Daha önce kendilerine, ‘(Savaşmaktan) ellerinizi çekin, namazı kılın, zekâtı verin!’ denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve ‘Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!’ derler. De ki, ‘Dünya geçimliği azdır. Âhiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.”

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Sizler, cehalet ve dünya sevgisi denilen iki sarhoşluğa düşmediğiniz, emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker (iyiliği emredip kötülükten menetme) görevinizi hakkıyla yerine getirip Allah yolunda cihada da devam ettiğiniz sürece Allah’ın apaçık ve dosdoğru yolu üzerindesinizdir. Aşırı dünya sevgisine yakalandığınızda iyiliği emredip kötülükten menetme görevini yapmayacağınız gibi Allah yolunda da cihat etmezsiniz. İşte o gün Kur’an ve Sünnet’e tâbi olup bunlarla amel edenler tıpkı bana tâbi olan Muhacir ve Ensar’ın ilkleri gibidirler.”

Hz. Ömer efendimiz Sa’d b. Ebi Vakkâs (r.a)’ı Irak savaşları için komutan tayin etmiş ve yolcu ederken ona; “Kalbine Allah korkusunu yerleştirmeye uğraş. Allah’tan korkmak, O’nun emirlerine itaat edip yasaklarından kaçınmaktan ibarettir. İnsan ancak dünya sevgisinden vazgeçip yalnızca âhireti sevmekle Allah’a itaat etmiş sayılır. Diğer taraftan Allah’a isyan edenler de dünyayı sevip âhiretten hoşlanmamak şeklinde isyan etmişlerdir.” diye nasihatte bulunmuştur.

• Dünya sevgisi, tüm kötü ahlâk ve işlerin başı ve sebebidir

Dünya sevgisi her çeşit kötü ahlâk ve amelin kaynağıdır. Enes (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Dünya sevgisi her hatanın başıdır.”
Dünya sevgisinin sebep olduğu hataların en büyüğü insanın Yaratanı’nı unutmasıdır. Dünyayla gerektiğinden fazla iştigal etmek kişiyi Allah’ı hatırlamaktan alıkoyar. “Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar." Yani kendisine dünya sevgisine kaptıran kimse içerisine düştüğü yanlışlığı bilemez. Zira gözünü dünya sevgisi bürümüş, basiretini kapatmıştır. Bu gaflet demektir. Kalbin Allah’tan gafil olması ise şeytan ve nefse, insanı sapıklığa düşürme yolunda kapı açar. İbadetlerde zayıflığa, kulluktan uzaklaşmaya ve neticede Allah’ın Rasûlü vasıtasıyla belirlediği istikamet çizgisinden ve itaatten uzaklaşmaya sebep olur. “Öyle ise bizim zikrimizden (Kur’ân’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir.”

Nefis ancak, kendisine süslü gösterilen şehevî isteklerinin yerine gelmesiyle tatmin olur. Şehevî istekler ise dünya hayatının ziynet ve süsleridir. Dünyadan sınırsız istifadeyle tatmin olmak dileyen nefis, meşrû ya da gayr-i meşrû ayrımı yapmadan her vesile ve yola başvurarak bu maksadının husulü yolunda gayret gösterir. Bu sebeple dünya sevgisi; insanın güzel ahlâk ve faziletlerden uzaklaşarak çirkin ahlâklarla vasıflanmasına ve sûî amellerle iştigal etmesine sebep olur. Hırs, tamah, tul-i emel, haset, kibir, gurur, cimrilik vb. ahlâklar dünya sevgisinden kaynaklanan çirkin ahlâklardandır. Hırsla dünya malını elde etmek için insanlar, hırsızlık, gasp, rüşvet, aldatma, yalan, hile vs. Allah ve Rasûlü’nün yasakladığı zulüm yollarına başvururlar ki, bunun sonu helaktir. Rasûlullah (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: "Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dinine verdiği zarardan daha fazla değildir."

Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.anhümâ) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v) bir ganimet ele geçirilince, Hz. Bilâl (r.a)'e emrederdi, o da halka yüksek sesle duyurur, askerler de ganimet olarak ne ele geçirmişse getirip teslim ederdi. Peygamberimiz (s.a.v) de önce (ganimetin) beşte birini alır, geri kalanı taksim ederdi. Bir gün, (Bilâl'in) çağırmasından sonra bir adam kıldan mamul bir yular getirdi ve:

"Ey Allah'ın Rasûlü! Ganimet olarak biz de bunu ele geçirmiştik!" dedi. Rasûlullah (s.a.v) ona;
"Sen üç kere bağırdığı vakit Bilâl'i işitmedin mi? O zaman niye getirmedin?" Adam, Rasûlullah (s.a.v)'e özürler beyan etti. Ancak neticede şu cevabı aldı:
“Hayır! Bunu senden kabul etmiyorum. Kıyamet günü sen bununla birlikte geleceksin." Bu rivayet, geçici dünya metaına tamah göstererek hakkı olmayan bir malı alıkoyan ve bu suretle Rasûlullah (s.a.v)’in emrine itaatte gevşeklik gösterenlerin akıbetlerinin ne olacağını açıkça beyan etmektedir.

• Dünya sevgisi şeytanın iğvalarına bir kapıdır
Şeytan, insanı Allah yolundan dünya sevgisi vasıtasıyla saptırır. Dünya sevgisinden kaynaklanan hırs, tamah, tul-i emel, cimrilik, haset gibi sûî ahlâklar şeytanın en önemli silahlarındandır. Bu ahlâklar vasıtasıyla şeytan, aslı olmayan vesvese ve kuruntular verip boş vaatlerde bulunarak insanı hak yoldan saptırmaya çalışır.

“Şeytan onlara (birçok) vaatte bulunur ve onları kuruntulara sürükler. Oysa şeytan, ancak aldatmak için onlara vaatte bulunuyor.” Şeytanın, insanın cennetten çıkarılmasına sebep olan vesvesesi de dünya sevgisinin bir tezahürü olan “ebedî olmak” vaadiyle tahakkuk etmiştir.

• Dünyanın hakikati

İnsanın, kısa ömrünü peşinde koşarak tükettiği dünya, hakikatte bir oyun ve eğlenceden ibarettir. “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir…”

Allah (c.c) dünyaya kıymet vermemiştir. Sehl b. Sa'd (r.a) anlatıyor: Biz (hac sırasında) Zülhuleyfe'de Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. O, birden şişkinlikten ayağı havaya kalkmış bir davar ölüsüyle karşılaştı. Bunun üzerine: “Şu lâşenin, sahibine ne kadar değersiz olduğunu görüyor musunuz? Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun, şu dünya, Allah yanında, bunun sahibi yanındaki değersizliğinden daha değersizdir. Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan ebediyen tek damla su içirmezdi." buyurdular.

Bu sebeple Peygamberler ve Allah dostları dünyaya kıymet vermemiş ve ona meyletmemişler, ondan ancak zaruret miktarı faydalanmışlardır. İbn-i Ömer (r.a) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v) omzumdan tuttu ve “Sen dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol!” buyurdu. Peygamberimiz (s.a.v) “Allah'ım, Âl-i Muhammed'in rızkını yetecek kadar ver!” diye dua ederlerdi.

İbn-i Mes'ûd (r.a) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v)'in yanına girmiştim. Onu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan taraflarında izler bırakmıştı.

"Ey Allah'ın Rasûlü! Sana bir yaygı temin etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!" dedim. Rasûlullah (s.a.v):

"Ben kim, dünya kim!? Dünya ile benim misalim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir."

Sahâbe efendilerimiz de bu hususta Rasûlullah (s.a.v)’in izinde gitmişler, onun tavsiyelerine uyarak dünyadan ancak zaruret miktarı faydalanmışlardır. Tabakât ve hadis kitapları onların dünyadan istifadeleri hususundaki menheci ortaya koyan rivayetlerle doludur.
Rasûlullah’ın (s.a.v)’in ümmeti olarak bize düşen ise; Sahâbe efendilerimizin anlayışı gibi dünyadan Rasûlullah (s.a.v)’in alıp istifade ettiğini almak, terk ettiğini ise terk etmektir.

Kaynaklar :

Beyhakî, Şuabu’l-Îman.
İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, 197. Mektup.
el-En’âm, 6/130.
et-Tevbe, 9/34; el-Bakara, 2/47.
el-Bakara, 2/188; en-Nisâ, 4/29.
İbn-i Hişâm; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu'1-Ğayb, c.6, s.122.
el-Mu’minûn, 23/32-37.
el-Ankebût, 26/111.
ez-Zuhruf, 43/31.
et-Tevbe, 9/24.
et-Tevbe, 9/38.
en-Nisâ, 4/77.
Heysemi; Bezzâr; Ebû Nuaym.
Ebû Dâvud, Edep 125, 5150.
en-Necm, 53/29.
Tirmizî, Zühd, 43.
Ebû Dâvûd, Cihâd 144, 2712.
en-Nisâ, 4/120.
el-A’râf, 7/20-22.
el-Hadîd, 57/20.
İbn-i Mâce, 1260, 4110; Tirmizî, Zühd 13.
Buhârî, Rikâk 2.
Buhârî, Rikâk 17.
Tirmizî, Zühd 44, 2378.