PEYGAMBERİMİZ’İ TANIMA VE O’NA İTTİBA -III-

Sevgi, iman, itaat…

Peygamberimiz (s.a.v.)’e, Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği ve razı olduğu hal üzere iman etmenin gerekleri ve emareleri olan “O’nu tanımak ve sevmek” hususlarında ümmet olarak eksikliklerimize geçmiş makalelerimizde değinmiştik. Bu makalemizde ise diğer bir emare olan “Peygamber Efendimiz’e itaat” noktasındaki noksanlığa değinmeye çalışacağız.

3- Peygamberimiz’e İtaatteki Noksanlık:

Bugün Mü’min olarak yaşadığımız itaat hayatıyla, Kur’ân’ın ve hadislerin bildirmiş olduğu Peygamber’e itaatteki vasıfların birbiriyle örtüşmemesi, bu husustaki noksanlığımızı açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Peygamber Efendimiz’in dinin bir unsuru olarak bilinip tanınması gerektiğini daha önce ifade etmiştik. Hâl böyle olunca, O’na itaatin vasfını ortaya koymak hususunda ilk müracaat etmemiz gereken yer yine, dinin ana kaynağı olan Kur’ân’ın kendisi olmalıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bütün insanlığı kendisine itaate, Kur’ân âyetleriyle davet etmiştir. O’na olan itaatimiz bu âyetlerin gösterdiği istikamet üzere olmalıdır.

Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e itaat, Hz. Allah’a itaat olarak zikredilmiştir. “Kim Peygamber’e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur...”(1) âyeti bu gerçeği dile getirmektedir. Kur’ân-ı Mübîn’de buna yönelik müteaddit âyetler mevcuttur. Biz burada, bu âyetlerin tamamını uzun uzadıya zikretmek yerine, sadece âyetlerde beyan edilen ana hususlara değinmekle yetineceğiz.

- O’na itaat aynıyla Allah’a itaattir.(en-Nisâ, 4/80)

- Bir kalpte Allah sevgisinin gerçek oluşu, O’na tabi olmaya bağlıdır.(Âl-i İmrân, 3/31)
- O’na itaat Allah’a imanın kendisidir.( Âl-i İmrân, 3/32)

- O’na itaat eden Cennet ve nimetlerine kavuşacak, büyük bir kazanç elde edecek, günahları bağışlanacak, merhamet edilecek ve işleri yoluna konulacaktır.(en-Nisâ, 4/13; el-Ahzâb, 33/70-71)

O’na itaatin vasıfları ise şöyle ifade edilmektedir:
- Neyi verdiyse onu almak ve neyden sakındırdıysa ondan kaçınmak.(el-Haşr, 59/7)

- O’nun rızasını ve hatırını her şeyden üstün tutmak.(et-Tevbe, 9/62)

- Vermiş olduğu hükme boyun eğip rıza göstermek.(el-Ahzâb, 33/36)

- O’nu kendi canından üstün tutmak.(el-Ahzâb, 33/6)

O’na itaatten yüz çevirenlerin akıbeti ise şöyle zikredilmektedir:

- O’na itaatten yüz çevirenler ve karşı çıkanlar acı, alçaltıcı ve ebedî bir azaba uğratılacaktır.(en-Nisâ, 4/14; el-Cin, 72/23)

- Peygamberimiz (s.a.v.) ancak bir tebliğcidir ve O’na itaat etmeyenlerden sorumlu değildir.(en-Nûr, 24/54; el-Mâide, 5/92)

- O’na isyan edenler âhirette yer yarılıp içine girmiş olmayı isteyeceklerdir.(en-Nisâ, 4/42)

- O’na itaat etmeyenler fasıklardan olup amelleri boşa çıkarılacak ve hidayetten uzak olacaklardır.(et-Tevbe, 9/24)

- Allah ve Rasûlü’nü incitenler rahmetten mahrum olup Allah onları lanetlemiştir.(el-Ahzâb, 33/57)

Âyetlerden iktibas ettiğimiz bu hususlar bize, O’na kayıtsız şartsız bir teslimiyetin gerekliliğini ifade etmektedir.

İtaat; Allah ve Rasûlü’nün emir ve yasaklarının, kişinin şahsî istek ve arzularına galebe çalması demektir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu hususa şu hadis-i şerifiyle ışık tutmaktadır: “Sizden birinizin hevâsı benim getirdiklerime tabi olmadıkça iman etmiş olmaz.”(2)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e itaatin karşılığı, Mü’min için bu dünyada izzet ve şeref olurken âhirette ise Cennet ve Cemâlullah olacaktır. Rasûlullah (s.a.v.) bir gün sahâbesine; “İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı Cennet’e girer.” buyurdu. Bunun üzerine Sahâbe (r.anhüm); “Ey Allah’ın elçisi, Cennet’e girmeyi kim istemez ki?” diye sorunca Efendimiz (s.a.v.) şöyle cevap verdiler: “Bana itaat edenler Cennet’e girer, bana karşı gelenler Cennet’i istememiş demektir.”(3)

Rasûlullah (s.a.v.)’e imanındaki sadakati sebebiyle “Sıddîk” lakabına mazhar olan Hz. Ebû Bekir (r.a.); “Rasûlullah’ın yaptıklarından hiçbirini terk etmedim. Hepsini işledim. Eğer Rasûlullah’ın sünnetini terk edersem hak ve hidayetten sapıtmamdan korkarım.”(4) buyururken, ne yazık ki bugün bazı kimseler, O’nun emir ve nehiylerinin, yaşantısına aksetmiş sünnetlerinin arasında bir ayırıma gitmekte ve O’nun sünnetlerine ittibaya mukabil hevâlarına tabi olmaktadırlar.

Hâlbuki bizler, Rasûlullah’ın hiçbir sünnetini, yaşantısının hiçbir bölümünü hayatımızdan çıkarıp atamayız. Zira O’nun hayatının her bir cüzünde, ahlâkında, her bir amelinde ve sözünde inananlar için güzel örnekler mevcuttur.(5) Ahlâkından razı olunan O’dur. Hiçbir beşer ne yaparsa yapsın O’nun fevkinde olamaz, O’nun ahlâkından daha üstün bir ahlâk sergileyemez.

Bugün bizlerin, insanların kınamasından çekinerek bir bir uzaklaştığımız sünnetlere Sahâbe Efendilerimizin bakış açıları ve bağlılıkları çok farklıydı. Onlar, Peygamber Efendimiz’in bir sünnetini terk etmek şöyle dursun, terk edenleri kınamış, azarlamış hatta onlarla selamı kesmişlerdir. Efendimiz’in her bir sünnetini “din” olarak algılamış ve Allah’ın bir emri gibi telakki ederek kayıtsız şartsız ittiba etmişlerdir. Onların, Rasûlullah (s.a.v.)’in sünnetine ittibâ noktasındaki samimiyetleri ve ince anlayışlarına, emirlerini büyük fedakârlıklarla yerine getirmelerine dair işte birkaç

örnek:

- Hz. Ömer (r.a.) Cuma günü hutbe irad ettiği esnada Hz. Osman (r.a.) mescide girmişti. Hz. Ömer, ona; “Niçin geciktin?” diye sorunca Hz. Osman; “Pazardan dönmüştüm. Ezanı işitince abdest alıp ancak yetişebildim.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer; “Rasûlullah’ın yıkanmayı emrettiğini bildiğin halde yalnız abdest almak ha!” diye onu azarladı. Bu durum İbn-i Abbas (r.a.)’ın garibine gitmişti. Namazdan sonra Hz. Ömer’in yanına giderek bu davranışının sebebini sorunca, Hz. Ömer ona, “O, bizim gusülle emredildiğimizi biliyor.” diyerek cevap verdi.(6) "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi."(7) şeklindeki Peygamberî tebşire mazhar olan Hazreti Ömer, insanların terk etmekte hiçbir beis görmediği bir sünneti terkinden dolayı “Zi’n-nûreyn” lakaplı Hazreti Osman Efendimiz’i insanların içinde ikaz ediyor.

- Abdullah b. Muğaffel'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) (sapanla veya parmaklarla) taş atmayı yasakladı ve “O, ne av avlar, ne de düşman kırıp geçirir. Ama diş kırar, göz çıkarır." buyurdu. Bu rivayet üzerine, Saîd b. Cübeyr ile aralarında akrabalık bulunan bir adam yerden bir şey aldı ve (atarak); “Bu mu? Bu ne olur ki?” dedi. Bunun üzerine Saîd b. Cübeyr (r.a.); “Allah Allah! Ben sana Rasûlullah (s.a.v.)’den hadis rivayet ediyorum; sen ise onu hafife alıyorsun! Seninle ebediyen konuşmayacağım!” dedi.(8)

- Rasûlullah (s.a.v.) önceleri altın yüzük kullanıyordu. Bir gün yüzüğünü çıkarıp attı ve “Bundan böyle bunu hiç takmayacağım.” dedi. Bunun üzerine Sahâbeler de parmaklarındaki altın yüzükleri çıkarıp attılar.(9)

- Abdullah bin Revâha (r.a.) bir gün mescide gelirken (daha Benî Ganm semtinde iken) mescitte hutbe okumakta olan Allah Rasûlü’nün; “Oturun!” dediğini duydu. Hemen olduğu yere oturdu. Efendimiz hutbesini bitirinceye kadar orada durdu. Rasûlullah durumu öğrenince Abdullah’a; “Allah senin kendisine ve Peygamberi’ne itaat hırsını artırsın!” buyurdu.(10)

- Peygamberimiz (s.a.v.) sadaka vermeye dair bir hutbe irat ettiğinde onlar, fakirliklerine rağmen sırf Efendimiz’in sözlerine iktidâ edebilmek (uymak) için akşamlara kadar sırtlarında ücretle odun taşımışlar, kazandıkları paraları da tasadduk etmişlerdir.(11)

- Mus’ab bin Umeyr’in biraderi Ebû Azîz anlatıyor: “Bedir savaşında ben de esir alınmış, Ensar’dan bir gruba teslim edilmiştim. Allah Rasûlü (s.a.v.); ‘Esirlere iyi davranın!’ buyurmuştu. O’nun bu emrini yerine getirmek için yanlarında bulunduğum cemaat, kendileri sabah akşam hurma ile yetindikleri halde bana ekmek veriyorlardı.”(12)

- Hz. Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) bir gün dışarı çıkıp yüksek bir kubbe gördü de “Bu da ne böy¬le?” dedi. Oradaki Sahâbeler; “Bu kubbe Ensar’dan falanca kişiye aittir.” dediler. Rasûlullah (s.a.v.), hoşlanmadığı bu işi içinde saklayarak sükût etti. Nihayet kubbenin sahibi, Rasûlullah (s.a.v.)'e gelip halkın içinde selâm verdi. Rasûlullah (s.a.v.) de ondan yüz çevirdi. Adam selam verme işini defalarca tekrarladı. Nihayet adam (her defasında da selamının alınmadığını görünce) Hz. Peygamber’deki öfkeyi sezdi ve durumu arkadaşlarına (açarak) dert yandı. “Vallahi ben Rasûlullah’ın bu davranışını yadırgadım!” dedi. Onlar da; “Rasûlullah dışarı çıktı, senin bu kubbeni gördü (de ondan böyle yaptı).” dediler. Bunun üzerine adam hemen kubbesini yıktı, yerle bir etti. Derken Rasûlullah (s.a.v.) bir gün (yine) dışarı çıktı, bu kubbeyi göremeyince; “Kubbeye ne oldu?” diye sordu. “Onun sahibi bize, senin kendisinden yüz çevirdiğinden sızlandı. (Gi¬dip) Onu yıktı.” dediler. Hz. Peygamber de; “İhtiyaç fazlası her bina sahibi üzerine bir vebaldir.” buyurdu.(13)

- İbn Sîrîn anlatıyor: Abdullah b. Ömer (r.a.), Müzdelife ile Arafat arasında bulunan Me’zemin boğazına gelince devesini çöktürdü, biz de çöktürdük. Arkadaşımla ben; “Herhalde namaz kılmak istiyor.” dedik. İbn-i Ömer’in devesinin yularını tutan kölesi; “Hayır, namaz kılmayacak. Peygamberimiz’in burada inip, def-i hacet yaptığını hatırladığı için o da def-i hacet yapacak.” dedi.(14)
İnsanlık için tek kurtuluş yolu, Rasûl-i Kibriya Efendimiz’in lisanından ashâbına tevdi etmiş olduğu ve takip edilmesini emrettiği yoldur. Allah’ın Rasûlü’ne ittiba etmeden, O’nun getirdiklerini hayatımıza hâkim kılmadan ne insanlık vasfına kavuşabiliriz, ne de bizi yaratan Rabbimize karşı kulluk vazifemizi yerine getirmiş olabiliriz.

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in şu sözüne dikkat edilmelidir:
"Kim bu dine uymayan bir şey uyduracak olursa o, merduttur, kabul edilemez."(Buhârî, İ'tisam 5)

Kaynakça:
1. en-Nisâ, 4/80.
2. Nevevî, Erbaîn H.no: 41.
3. Buhârî, İ’tisâm 2.
4. Müslim, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer 16.
5. el-Ahzâb, 33/21.
6. B.k.z., Muvattâ Cuma 3; Abdurrezzâk, Musannef III.
7. Müslim, Fedâilü's-Sahâbe 22.
8. Dârimî, H.No: 445.
9. Buhârî, Kitâbu’l-Libâs, 84.
10. İbn-i Asâkir; Heysemî, 9/316.
11. Buhârî, Zekât 10.
12. Taberânî, el-Kebîr; Heysemî, 6/86.
13. Ebû Dâvûd, Edeb, 5237.
14. et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1/47.