Hocasız İlim Talim Edilmez

Resulüllah Efendimiz, bir gün Hz. Ebubekir Sıddık Efendimiz ile sohbet ederken, Hz. Ömer yanına geliyor. Sohbetin tarzı değişiyor. Bir müddet sonra Hz. Osman geliyor, sohbet daha daha farklı oluyor. Hz. Ali geliyor. Daha farklı oluyor. Herkesin anlayacağı dille konuşacaksın. Ebubekir’e farklı bir dil, Ömer için daha farklı, Osman için çok daha farklı, Ali için çok çok daha farklı bir dil kullanıyor.
Şimdi bir Peygamber ki, İslam’ı anlatırken bu kadar farklı diller kullanır da, hiçbir dil kullanmasını bilmeyen sen ben bu işi O’nu devre dışı bırakarak öğreneceğiz?! Bu mümkün mü?

Kısaca İslam’ı bilen, İslam’ı yaşayan, Kur’an’ı bilen, Kur’an’ı yaşayan insanların bunları bize öğretmesine ihtiyacımız var. Bir defa şunu çok iyi bilmek lazım: Hiç bir ilim muallimsiz olmaz. Ama Allah’ın lutfettiği kullar müstesna. Onlar seçilmiş ve sevilmiş kullar. Onlar için bir şey demiyoruz.

İslam’ı, mutlaka o Peygamber bünyesinde yaşanan İslam’la öğreneceğiz, göreceğiz. Namazı nasıl kıldığını, zekatı nasıl verdiğini, orucu nasıl tuttuğunu, insanlar arasında muaşereti nasıl uyguladığını müşekkel olarak ondan alacağız. Şu anda Peygamber olmadığına göre, sünnete nasıl ulaşacağız? Sünnet yazıldı mı? Bugün biz sünneti hangi kaynaklardan öğreneceğiz?

O dönemin zevki hadis hıfzetmekti

Ömer bin Abdüllaziz Hazretleri beşinci halifedir. O’nu Hulefa–i Raşidin’den kabul edenler de var. Allah şefaatinden mahrum eylemesin, çok büyük bir zat. Hadisleri ilk olarak o tedvin etmiş/bir araya toplamıştır. Bakınız onun yaptığı hizmetle, yani hadisleri tedvinle kalınmıyor, binlerce, onbinlerce insana hadis öğretiliyor. Bugün nasıl spor bir adet, bir gelenek, bir zevk olduysa, o günün zevki de hadis ulemasının, hadis hafızlarının binlerce hadisi okuyup, onbinlerce insanın da bunları dinlemesi, hıfzetmesiydi. Bu da bir sevda idi o zaman. Bir iki kişi değil, binlerce, onbinlerce insan...