Zehirli.Org köşesi

Zehirli Fikirlere panzehir başlığı ile 2006 yılında zehirli.org sitemiz yayına başladı. Yüzbinlerce kişinin ziyaret ettiği sitemiz kritik noktalarda bilgilendirici içerikler sunmaya devam ediyor.

Güzel ahlâkı bilmek iyidir, ama kötü ahlâkı bilmek daha iyidir.
Çünkü insan kötülüğü bilmezse o kötülükten uzak duramaz.

Gayemiz ithal ve zararlı ideolojik fikirlere dair toplumda farkındalığı oluşturmaktır.


Sahtekarlar dine dadanıp niyetlerini bozarlarsa

İlginç bir seneryo.. Uyanık olmak gerekiyor. Gafletin bedeli ağır olabilir

Kuran müslümanlara göre Allah tarafında korunan bir kitap. Bir harfi dahi değiştirilemez. Bunun imkanı yoktur.

Peki biri piyasaya değiştirilmiş sahte Kuranlar sürmüş olsa; bu sahtelerin içindeki ayetlerde oynamalar yapılmış olsa ve bunlar piyasada bulunan Kuranlara dış görünüş bakımından çok benziyor olsa acaba ne olurdu? Her sahte Kuranda bulunan değişiklikler farklı bölümlerde olacak ve bu şekilde sahte olanların daha sonra tespit edilmesi zorlaşacak.

Ah Karaman ah..!

Bir insanda azıcık nefs muhasebesi, Allah (cc) korkusu olsa; nefsinin bu denli emini olarak, bunca eleştiriye karşın tek cümle yazamaz, tek kelimelik ahkam kesemez din adına..

Mahşeri ve hesabı, azarı ve açaltıcı azabı düşünür..!

Ebubekir Sifil hoca; gerek Rıhle'de, gerekse diğer makalelerinde; Gureba dergisi..vs. onlarca reddiyeler yazdılar kendisine..Hem de yenilir yutulur değil; ilmi/nakli ve ispatlı..!

O kalkmış bugün yine anormal cümleler kurmaktan korkmamış ''Peygamberimizin Çağrısı'' başlıklı yazısında..

Yazının üst kısmı erbabına kalsın tenkit için. Ben aciz şu cümleleriyle yine derin üzüntü duydum:

Ehl-i Sünnet'in Kur'an ve Sünnet Anlayışı

Geçmişte Ehl-i Sünnet müslümanlar neye nasıl inanacaklarının şuurundaidiler. Bugünse bu şuurun ne yazık ki önemli ölçüde zayıfladığını söylemek durumundayız. Bu sebeple Kur’an ve Sünnet anlayışı noktasında Ehl-i Sünnet’e ait olanı diğerlerinden ayıran temel özelliklerin neler olduğunu bilmek ve bunların gerekçelerine vakıf olmak hayatî önem arzetmektedir.

Tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de yüce dinimizin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet konusunda birbirinden farklı yaklaşımlar bulunduğunu biliyor, görüyoruz. Dönemini kapatıp tarihe mal olmuş fi krî ve itikadî cereyanlar hakkında çok fazla kafa karışıklığı yaşamıyoruz. Mutezile denince, Mürcie denince ya da Haricîlik denince neden bahsedildiğini biliyoruz. Ulemamızın her türlü takdirin üstündeki çalışmaları sayesinde, bunlar ve benzeri bid’at yönelişlerin adını ilk duyduğumuzda bilincimizdeki bir mekanizma harekete geçiyor ve bizde “yanlış” bir şeyden bahsedildiği kanaati hemen uyanıveriyor.

Allah Kelamıyla Münasebetimiz

Her alanda yeni fikirlerin, yeni yaklaşımların ortaya çıktığı, kitle iletişim araçlarıyla sesini duyurduğu ve taraftar topladığı bir çağda yaşıyoruz. Bunlar arasında ufuk açan, hayatı zenginleştiren pek çok fikir var elbette. Fakat din söz konusu olduğunda durup, ciddi şekilde düşünmek gerekiyor.

Düşünmek gerekiyor, çünkü din göndereni tarafından tamamlanmış, doğru anlayış ve uygulamanın sınırları net olarak belirlenmiştir. Bu çerçevenin dışında kalan her tür yaklaşım “bid’at” olarak isimlendirilmiştir.

Bugün özellikle hadis, fıkıh, tefsir gibi İslâmî ilim külliyatını göz ardı eden, önemsizleştiren ve anlayış ve uygulamada doğrudan Kur’an-ı Kerim’e dönmeyi öneren düşünce dikkatli değerlendirilmeli, dayanakları ve sonuçları bakımından sorgulanmalıdır.

Son zamanlarda şu sözleri ne çok duyuyoruz: “Kur’an İslâm’ına dönüş”, “Kur’an’ı doğru anlamak” ya da “Müslümanı Kur’an’la buluşturmak”, “İslâm’ı hurafelerden temizlemek”.

Marsta yağmur, virajda kalbur, sırtımda kambur

Belki bir feryad, belki de sessiz çığlık. Görünen ise sisli bir hava, uluyan kurtlar ve bir bilinmezin ortasına hop diye düşüverme…

Sıra şimdi kimde. Nasıl bir katliama kurban gidecek iyi niyetler. Nerede gerçekleşecek beklenmedik suikast. Kurban kim?

Nasıl geçirecekler boyunduruğu, sadece hakka eğilmiş boyna? Kaç koldan saldırıp bir çırpıda yutuverecekler bir masum geleceği. Açıp gözlerimizi sağımıza solumuza, önümüze arkamıza, altımıza üstümüze bakma zamanı gelmedi mi?
Görebiliyor muyuz bize doğru hızla menzil alan zehirli okları. Görebiliyor muyuz sessizce kılığından çıkmış hançerleri.

Evet, şimdi sıra kimde? Hangimiz kurbanız şeytana uşak olmuş masum yüzlü gerçeklere. Bu bir iğneli fıçı ayini değil. Bu endülüste kalan son Müslümanların katliam töreni de değil. Asırlardır türkün son kalesi selanikin düşman eline düşüşü de değil.

Bu Endülüsleri feth eden, Selanikleri Türk yurdu yapan, viyana kapılarında nam salan temiz yüreklerin işgali. Bu şeytaların korkulu rüyası bir toplumun teker teker, adım adım iman yurdundan batıl şehrine sürgünü… Tıpkı zifiri karanlıkta evlerinden toplanıp vagonlarla yerinden yurdundan alınıp sibiryanın derinliklerine taşınan kırımlı Kafkasyalı, Özbek, tatar ve Türkmen biçareler gibi.

Modern İslâm Anlayışı

İslâm değişmedi ve asla değişmeyecek. Çünkü dinin sahibi Cenab-ı Allah ve dinini koruyacağını vaad ediyor.

Fakat din ve dindarlık anlayışımız bize ait ve hayli zamandır tuhaf bir değişimin girdabında.

Kısaca “Modern Anlayış” diye adlandırdığımız bu yeni anlayışın “kitaplarımızda yeri yok.” Yok, çünkü kendi kitaplarımızın irfanından doğmadı. Kendi aklımızın, kendi kalbimizin teknesinde yoğrulmadı.

Bu durumu anlamamız lazım. Anlayalım ki saf ve arı duru olanı bilelim, ona yönelelim. Kurtuluşumuz orada.

Uzun uzun açıklanabilir ama “modernleşme” kelimesiyle kastedilen şeyi, kısaca, “Batılı insan gibi düşünme, onun gibi davranma, onun değerlerini benimseme tavrı” olarak özetleyebiliriz.

Sünnet mi Gelenek mi?

Müsteşrikler, Batı dillerinde yaptıkları İslâmiyat çalışmalarında “Sünnet” ve “Hadis”i “ tradition ” (gelenek) kelimesi ile ifade ettiler. Bu, onların, Sünnet ve Hadis'i (tıpkı kendi geçmişlerinde olduğu gibi) Rasul -i Ekrem s.a.v. Efendimiz'den sonra gelenlerin O'na atfettiği ve fakat aslında O'na ait olmayan bir yığın söz ve uygulamalar olarak ya da toplumun zaman içinde oluşturduğu örf, an'ane , adetlerle aynı özelliğe sahip, onlardan farklı ve üstün bir yanı bulunmayan bir olgu olarak nitelendirmelerinin sonucuydu.

Müsteşrikler'in *, çalışmalarını Sünnet sahasına kaydırdıkları dönemlerde yaygın olarak kullanılmaya başladığı dikkat çeken bir kavram “gelenek”.

İslâm dünyasında onların çalışmalarından etkilenen bir takım ilim adamı ve araştırmacılar, bu kavramı, onu oluşturan ve anlam sınırlarını belirleyen dinî ve kültürel arka planı dikkate almadan İslâm dünyasına aktarınca, bize tamamen yabancı bir düşünme biçiminin anahtar kavramlarından biri dilimize yerleşmiş oldu. Dolayısıyla kendisi öz Türkçe olmasına ve dilimizde öteden beri kullanılagelmesine rağmen, “gelenek” kelimesi anlam genişlemesine ve dönüşüme uğrayarak islâmî ilimler alanında kaleme alınan hemen her metinde rastlanan bir “kavram” haline geldi.

İslâm’ı Doğru Anlamak ve Yorumlamak

Cümlenin maksudu bir amma rivayat muhtelif... İslâm bir amma onun anlaşılması, yorumu çeşitlidir. Ben bir Müslüman olarak Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in en doğru ve aslına uygun şekilde İslâm'ı anlamış ve yorumlamış olduğunu çok iyi bilirim ve böyle inanırım.

Ehl-i Sünnet ile Râfızîler arasında anlayış ve yorum farklılıkları vardır.

Ehl-i Sünnet, Peygamber Efendimizi (Salat ve selam olsun ona) görmüş, ona iman etmiş, bu imanla ölmüş, İslâm için canıyla, malıyla çalışmış, nice sıkıntılar çekmiş, kimisi imanı uğrunda şehid olmuş Ashab-ı Kiramın (Allah onlardan razı olsun) tamamını (tekrar ediyorum tamamını) sever, onlara hürmet eder, onlara hayır dua eder.

Ehl-i Sünnet Ashabın hepsini din konusunda âdil kabul eder. Yani onlar İslâm'ı Hz. Peygamberden nasıl öğrendilerse, doğru şekilde insanlara ve sonraki kuşağa öğretmişler, bu konuda asla hıyanet etmemişlerdir.

İslami ilimler ve Müslümanlığımızın kıvamı

İçinden geçmekte olduğumuz süreçte Müslümanlık anlayışımız, İslamî ilimlerle herhangi bir irtibat kurma ihtiyacı hissetmeden ortaya konulan teorik ve "kurgusal" bir retorik üzerine inşa ediliyor artık. Giderek yükselmekte olan "kaynaklara dönelim" söyleminin ya da "Kur'an Müslümanlığı" trendinin üzerindeki tülü araladığınız zaman ortaya iki korkunç gerçek çıkıyor: İslamî ilimler konusundaki seviye ve ilgi kaybı ve bu durumun vücut verdiği çarpık Din anlayışı…

"Varlık" meselesiyle iştigal etmesi ve bütün dinî ilimlerin ilkelerini ortaya koymayı tekeffül eden ilim olması dolayısıyla Kelam ilmini diğer ilimlerden üstün tutan[1] ve Fıkıh ilmini "ahiret ilmi" olarak tavsif eden İmam el-Gazzâlî'nin[2] bu tavrı üzerinde iyi düşünmek durumundayız.

el-Fârâbî şöyle der: "İlm-i Kelam, bu Din'in sahibinin tasrih ettiği, sınırları belli fiil ve kavillerin müdafaasını onlara muhalif görüşlerin de çürütülmesini mümkün kılar. (…)

Müslümanlığımızın Sünneti Seniyye ile ilişkisi

Modern zamanlarda Müsteşriklerin ektiği fitne tohumu ne yazık ki tutmuş ve Ümmet-i Muhammed pek çok sahada bilinç kaymasına maruz kalmıştır. Bu "maraz" durumu kendisini en fazla Kur'an ve Sünnet'le ilişkimizde göstermektedir.

Şurası kesin: Sünnet'ten tecrit edilen Kur'an, okuyanın ve yorumlayanın niyet ve maksadına göre konuşan bir "metin"e dönüştürülmek istenmektedir. Bunu yapanlar her ne kadar adını böyle koymasalar da sonuç itibariyle hadise budur. Üstelik bunu yaparken Kur'an'ın, "Gelenekçiler"in ileri sürdüğü gibi öyle "anlaşılmaz" değil, apaçık ve anlaşılır bir kitap olduğunu söylemeyi de ihmal etmezler.1

İlginçtir, Kur'an'ın "apaçık" bir kitap olduğunu her fırsatta vurguladığı dikkat çeken pek çok kimsenin, birçok Kur'an ayetinin anlam ve delaletinde farklı düşündüğünü görüyoruz. Söz gelimi Kur'an'da başörtüsü, Efendimiz (s.a.v)'in şefaati, kabir azabı, namaz vakitleri, nesh... var mıdır yok mudur; 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide, 69 gibi Ehl-i Kitab'ın akıbetinden bahseden ayetler nasıl anlaşılmalıdır (Ehl-i Kitap Efendimiz (s.a.v)'e ve Kur'an'a iman etmeden cennete gidebilir mi)... ve daha pek çok konu böyledir.

Bir İlahiyatçıya Açık Mektup

Sayın Bay İlahiyatçı!.. Sizinle şahsî bir alıp vereceğim yoktur. Aşağıdaki tenkitleri ve uyarıları bir Müslüman olarak garazsız ivazsız yapmaktayım.

1. Sizin Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlığını ilmihal Müslümanlığı diyerek bozuk göstermeniz tamamen bâtıl bir iddiadır ve büyük bir haddini bilmezliktir.

2. "Ben size Kur'ânMüslümanlığını anlatıp öğretiyorum." mealindeki iddialarınız da gülünçtür. Asıl Kur'ân Müslümanlığı Ehl-i Sünnet Müslümanlığıdır. Sizin anlattıklarınızın çoğu vahim bid'atlerden; re'y, heva, nefsâniyet ve kötü niyete dayalı çarpık yorumlardan ibarettir.

3. Sizin yolunuz icmâ-i ümmete, cumhur-i ulemaya, sevad-ı âzama zıttır.

4. Siz alim geçiniyorsunuz.Kendinizi din alimi, din önderi olarak reklam ediyorsunuz. Siz gerçekten alim olsaydınız, ilminizle âmil olurdunuz. Ne biçim din alimi, din önderisiniz ki, beş vakit namaz bile kılmıyorsunuz. O namaz ki, dinin temelidir. Peygamber aleyhissalatü vessalam "Namazı terk eden dinini yıkmış olur" buyuruyor.

Türkiye’yi İsrail’in Sömürgesi Yapmışlardı

''İslamî kesimden bazıları "Bu iş için İsrail'den izin alınmalıydı" diyorlar.

İsrailden izin almak demek onun Gazze üzerindeki hakimiyetini ve zulmünü kabul etmek, meşrulaştırmak demektir.

Gazze İsrail toprağı değildir.''
* * *

İsraille 50 kadar (çoğu askerî) anlaşma yapılmış bunlar Türkiye Büyük MilletMeclisinden geçirilmemiş. Mahiyetlerini, konularını, içyüzlerini doğru dürüst ne Meclis biliyor, ne de halk.

İçinde saçı bitmedik yetimlerin hakları da bulunan milyarlarca dolar, yok tank tamiri, yok pilotsuz uçak diye İsraile peşkeş çekilmiş. Bunların hesabı yok, kontrolu yok.

Siyonistler Türkiye'yi bir tür sömürge haline getirmişler.

Entellektüel obezite

Rivayete göre el-Hasenu'l-Basrî, Efendimiz (s.a.v)'in Ureyneliler'le ilgili uygulamasının Haccac'a nakledilmesini doğru bulmamıştır. Sebebi, Haccac'ın bu uygulamadan hevasına uygun neticeler çıkarmasıdır.1

Bilginin üzerinde her yönüyle özel bir hassasiyet göstererek durmamız gereken bir "emanet" olduğunu dile getiren referanslarımız var. "İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın. Allah ve Resulü'nün yalanlanmasını ister misiniz?"2 diyen Hz. Ali (r.a)'ın nasıl bir endişe ile hareket ettiğini anlamak zor değil.

Aynı hassasiyeti Abdullah b. Mes'ûd (r.a)'da da görmek şaşırtıcı gelmiyor: "Bir gruba, akıllarının almayacağı şeyler söylersen, şüphesiz bu onların bir kısmı için bir fitne olur."3

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI- 2

Maksada geçmeden önce bir nokta üzerinde duralım: Karaman hoca, seri yazısının giriş faslında bir tesbitte bulunuyor ki, buna katılmamak mümkün değil. Şöyle diyor hoca: "Her zaman ama özellikle Ramazan'da İslam medyanın gündemine giriyor. Bir kısmı müminlere hizmet, kendileri için de kazanç olsun diye erbabına İslam'ı anlattırmayı tercih ediyorlar ve onları rahatsız edecek, kafa karıştıracak, huzur bozacak davranışlardan ve konuları tartışma zeminine çekmekten uzak duruyorlar. Bir kısmı ise fırsat elvermişken İslam'ı veya ona ait gösterilen bazı konuları tartışma mevzuu yapıyor, kendilerince İslam'ın yumuşak karnı gördükleri meseleleri piyasaya sürüyor, bundan sonuç almaya (insanları İslam'dan uzaklaştırmaya) çalışıyorlar."

Bu tesbitin ikinci kısımda yer alan ifadelerin muhatabının kimler, hangi çevreler olduğunu tahmin etmek zor değil. Ancak benim anlamakta zorlandığım bir nokta var: Elhamdülillah birkaç Ramazan'dır o "ecinni taifesi" ekranlardan adeta tard edilmiş durumda. O yapay itibar ve şöhretleri de, saçma sapan iddiaları da Ramazan'ın bereket ve feyzini gölgelemeye yetmiyor.

Hal böyleyken hocanın, halkın gündeminde olmayan o "dokuz madde"yi (kendi ifadesiyle "recim, kadınların sünneti, çok kadınla evlilik, mirasta kadına az, erkeğe çok verilmesi, el kesme cezası, kocanın karısını dövme hakkı, kölelik, tasadduk (muhtaçlara yardım), tesettür") Ramazan ayında gündeme getirmesinin sebeb-i hikmeti ne ola ki?!

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI-3

Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocanın, çağımızda tartışma korusu haline getirilmiş birtakım hükümler hakkındaki tavrının büyük ölçüde mevcut modern anlayışın belirleyiciliğinde şekillendiği dikkat çekiyor. Modernizm karşıtı bir konumda bulunduğunu sıklıkla dile getiriyor olsa da, ele aldığı konulara yaklaşım biçiminde kendisini açıkça ele veren nokta, hocanın da modern çağın ağır psikolojik baskısını hissediyor oluşu.

Bu söylediklerimin gerçeği yansıtmadığını düşünenlere, hocanın ilk yazıda zikrettiği, İngiltere'de çeşitli grupların katıldığı tartışma programı konusundaki değerlendirmeyi tekrar okumasını tavsiye edeceğim. O tartışmada -ki benzeri ortamlarda hemen hepimiz bir şekilde bulunmuşuzdur- anahtar kavram "şiddet"tir. Siz meselelerinizi bu kavramın belirleyiciliğinde konuşmayı kabul ettiğiniz anda başkalarının algı ve düşünme tarzını kabul etmiş oluyorsunuz. Bu da sizi getirip, bu algı ve düşünme tarzıyla çatışma teşkil eden İslamî hükümlerin gerçekten "İslamî" olup olmadığını tartışma noktasına bırakıyor.

Ele aldığınız hükümleri uygularsınız ya da uygulamazsınız, yahut onları bu çağda uygulanabilir bulursunuz ya da bulmazsız, bu ayrı bir mesele. Ama onları, İslam'dan tard etmeye, "bugün uygulanamaz, öyleyse İslam'da olmamalıdır" gibi bir anlayışın dışa vurumu olarak eleme/ayıklama işlemine tabi tutmaya da hakkınız olmamalıdır. Bunu yapan Muhammed Ebu Zehra da, Yusuf el-Karadâvî de, ez-Zerkâ da olsa fark etmez. (Neticede onların da modern çağın ağır baskısı altında hüreket ettiğini tesbit etmek zor değil.)