KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI- 2

Maksada geçmeden önce bir nokta üzerinde duralım: Karaman hoca, seri yazısının giriş faslında bir tesbitte bulunuyor ki, buna katılmamak mümkün değil. Şöyle diyor hoca: "Her zaman ama özellikle Ramazan'da İslam medyanın gündemine giriyor. Bir kısmı müminlere hizmet, kendileri için de kazanç olsun diye erbabına İslam'ı anlattırmayı tercih ediyorlar ve onları rahatsız edecek, kafa karıştıracak, huzur bozacak davranışlardan ve konuları tartışma zeminine çekmekten uzak duruyorlar. Bir kısmı ise fırsat elvermişken İslam'ı veya ona ait gösterilen bazı konuları tartışma mevzuu yapıyor, kendilerince İslam'ın yumuşak karnı gördükleri meseleleri piyasaya sürüyor, bundan sonuç almaya (insanları İslam'dan uzaklaştırmaya) çalışıyorlar."

Bu tesbitin ikinci kısımda yer alan ifadelerin muhatabının kimler, hangi çevreler olduğunu tahmin etmek zor değil. Ancak benim anlamakta zorlandığım bir nokta var: Elhamdülillah birkaç Ramazan'dır o "ecinni taifesi" ekranlardan adeta tard edilmiş durumda. O yapay itibar ve şöhretleri de, saçma sapan iddiaları da Ramazan'ın bereket ve feyzini gölgelemeye yetmiyor.

Hal böyleyken hocanın, halkın gündeminde olmayan o "dokuz madde"yi (kendi ifadesiyle "recim, kadınların sünneti, çok kadınla evlilik, mirasta kadına az, erkeğe çok verilmesi, el kesme cezası, kocanın karısını dövme hakkı, kölelik, tasadduk (muhtaçlara yardım), tesettür") Ramazan ayında gündeme getirmesinin sebeb-i hikmeti ne ola ki?!

Hocanın, "günümüzde Doğu'da ve Batı'da sıkça tartışılan ve kötü niyetli olanların istismarına açık" bulunduğunu söylediği bu meseleleri, ülkemizin ve insanımızın sıcak gündeminde olmadığı halde, Ramazan'da ve böyle seri yazılarla gündeme taşımasını neyle izah edebiliriz? Bu davranışın netice itibariyle o "ecinni taifesi"nin yaptığından farklı bir yanı var mıdır?

Elbette "niyet okuyuculuğu" gibi bir şey yapmamız söz konusu değil. Ancak -ileride üzerinde inşaallah genişçe duracağımız gibi- bir kısmı esasen bağlayıcı olmayan, bir kısmı üzerinde de bütün fırkaların icma ve ittifak ettiği bu meselelerin "İslam'da yok" ilan edilmesi, ister iyi niyetle, ister kötü niyetle yapılsın, aynı kapıya çıkar. Bir kısım çevrelerin "Din'de reform/ Din'in modernizasyonu" gibi bir maksatla gündeme getirip reddettiği meselelerin başka birileri tarafından "iyi niyetle" gündeme getirilip reddedilmesi arasında netice itibariyle herhangi bir fark yoktur. Dolayısıyla hocanın, bu meselelerin istismar edildiği gerçeğini kendi tavrına zemin ittihaz etmesi doğru ve tutarlı değil.

Yine giriş yazısında hoca, herhangi bir husus hakkında "İslam'da vardır" veya "yoktur" diyebilmenin kriterini şöyle ifade diyor: "Müctehidler, müfessirler, kelamcılar, sûfîler (ehliyet sahibi İslam alimleri) bir konuda farklı görüş, yorum, ictihad ileri sürmüş olurlarsa "göreceli olarak; yani filan alime, mezhebe, yoruma göre İslam'da var, filana göre yok veya farklı" denir. Muteber İslam alimleri ittifakla bir hüküm, kural veya uygulamanın İslam'a aykırı olduğunu, İslam'da böyle bir şeyin olmadığını açıklamış olurlarsa "bu da İslam'da yoktur" kısmına girer."

Buradan varılan sonuç şu oluyor: Geçmiş asırlarda burada sayılan ehliyet sahibi İslam alimleri herhangi bir meselenin "İslam'da var" olduğu noktasında kat'î bir icma ve ittifaka varmış olsalar bile, modern zamanlarda herhangi bir Müslüman araştırmacının buna muhalefet etmesi, o meselenin "tartışmalı meseleler" arasına girmesi için yeterli oluyor hoca nezdinde. Hatta bu, sadece ahkâmla sınırlı olmayıp, itikadî meselelere kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kuşatıyor. Ehl-i Kitab'ın Kur'an'a ve Efendimiz (s.a.v)'e iman etmesine gerek bulunmadan, belli şartları taşıması halinde cennete gidebileceği iddiası konusundaki tavrı buna örnektir.

Devam edecek