Zehirli.Org köşesi
Zehirli Fikirlere panzehir başlığı ile 2006 yılında zehirli.org sitemiz yayına başladı. Yüzbinlerce kişinin ziyaret ettiği sitemiz kritik noktalarda bilgilendirici içerikler sunmaya devam ediyor.
Güzel ahlâkı bilmek iyidir, ama kötü ahlâkı bilmek daha iyidir.
Çünkü insan kötülüğü bilmezse o kötülükten uzak duramaz.
Gayemiz ithal ve zararlı ideolojik fikirlere dair toplumda farkındalığı oluşturmaktır.
İBNİ TEYMİYYE'DEN VEHHABİLERİ REZİL EDEN NAKİLLER
İbrahim ibni Abdurrahman ibni Abdülkaarî’in beyanına göre İbni Ömer’in, elini Resulullah’ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minberinde oturduğu yere koyup, sonra yüzüne sürdüğü görülmüştür. İbni Kuseyd ve Utbî’den rivayet edildiğine göre, Mescid-i Nebevî tenhalaştığında Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ashabı, minberin kabr-i şerif tarafındaki Rummane'ye (Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sağ eliyle tuttuğu nara benzeyen topuza) sağ elleriyle dokunup teberrükte bulunurlar, sonra kıbleye yönelip bu vesile ile Allahü Tealâ'ya yalvarırlardı. (Kazî lyaz, Eş Şifâ bi ta'rîf-i Hukûki'-l Mustafa, 2/86; İbni Sa'd, Tabakât, 1/254)
Bu gibi teberrüklere şirk diye karşı çıkan Vehhabî fırkasının en büyük dayanağı olan İbni Teymiyye bile bir çok sapıklıklarına rağmen, bu hususta doğru bir nakil yaparak,
"İmam-ı Ahmed ibni Hanbel’in, Resulullah’ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) minberine el sürmeye ruhsat verdiğini, İbni Ömer, Said ibni Müseyyeb ve Yahya ibni Said (Radıyallahü Anhum) gibi Medine-i Münevvere'nin en büyük fakîhlerinin bunu yaptıklarını" zikretmiştir. (İbni Teymiyye, İktizâu's-Sirati'l--Müstakim, s.367)
İMAM-I ZEHEBİDE VEHHABİLERİ TEKZİB EDİYOR
İmam Ahmed'in oğlu Abdullah, babasının, Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in saçıyla tevessülde bulunduğunu; onu öptüğünü ve içine daldırdığı kaptaki suyu şifa niyetiyle içtiğini söylemiştir. (ez-Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, XI, 212)
İmam et-Tebarânî ile –kendisi gibi birer Hadis imam olan– Ebû Bekr b. Mukrî ve Ebu'ş-Şeyh, Medine'de bulundukları zamanlardan birinde yiyecekleri tükenmiş, aç kalmışlardı. Açlık dayanılmaz bir hal alınca Ebû Bekr b. Mukrî, "kabr-i saadet"e giderek, "Ey Ellah'ın Resulü! Açlık bizi perişan etti!" diye serzenişte bulunur. Medine'de oturanlardan birisi aynı günün akşamı kapılarını çalar ve "Bizi Hz. Peygamber (s.a.v)'e şikâyet etmişsiniz. Rüyama geldi ve size yardım etmemi emir buyurdu" diyerek elindeki yiyecek dolu sepeti kendilerine verir... (Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, XVI, 400-1)
EFENDİMİZ VE GAYB
Hz.Peygamber kendiliğinden gaybı bilmez. Fakat Allah O'na bildirir, O'da ümmetine haber verir
" De ki : Göklerde ve yerde Allah'dan başka kimse gaybı bilemez" (Neml, 65)
"Gaybın anahtarları O'nun katındadır. Onları ancak kendisi bilir" (En'am, 59)
Hz.Peygamberin birbirinden farklılık arzeden iki şahsiyeti vardır :
1-Beşerî yönü
2-Risalet yönü
Hz. Peygamber, beşeri yönü itibariyle bizim gibi bir insandır. O'da yer, içer, sıcaktan soğuktan etkilenir. Yarın ne olacak, ilerde neler olacak bilemez.
Risalet yönüyle ise, vahye mazhardır. Allah'dan gelen mesajlara bir alıcı durumundadır.
Peygamberin bir beşer olması, O'nun için bir noksanlık değil, aksine bir kemâldir. Bir beşer değil de, bir melek olsaydı, insanlara önder olamazdı, rehberlik edemezdi.
Sahabiler, Hz. Peygamberin beşeriyet ve risalet yönlerini ayırt edebiliyorlardı. Mesela, Bedir savaşı öncesi Rasulullah orduyu bir yere yerleştirdiğinde sahabilerden Hubab B.Münzir "Ya Rasulullah, eğer buraya yerleşmemiz Allah'dan sana gelen bir vahiyle değilse, suları tutup düşmana göre avantajlı bir durumda olmamız daha uygundur" der. Hz.Peygamber uygun görür. Hubab'ın görüşüne göre hareket edilir.
MEZHEPLERİ TAKLİT RAHMETTİR
Bazı art niyetliler, “Kur’an varken sünnete, Peygamberin açıklamalarına ihtiyaç yok diyorlar. Halbuki Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Resule itaat, Allah’a itaattir.) [Nisa 80]
(Resul ne emretmişse ona uyun!) [Haşr 7]
(İndirdiğim Kur’anı insanlara açıkla!) [Nahl 44]
Bazıları da, Kur’an ve hadis varken, âlimlere, mezheplere uymak gerekmez diyorlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ümmetimin âlimlerinin farklı ictihadları, mezheplere ayrılması rahmettir.) [Nasr El-Makdısi, Beyheki]
(Âlimlere uyun.) [Deylemi]
(Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir.) [Tirmizi]
Resulullah efendimiz, Kur'an-ı kerimde kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur'an-ı kerim kapalı kalırdı. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, rüku ve secdede okunacak tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekat nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim, bunları Kur'an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıklamasaydı, sünnet kapalı kalırdı. Sünneti, müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır. Her Müslüman, durumuna göre, kendisine kolay gelen mezhebi seçer.
MEAL OKUMANIN ZARARLARI
Sual: Zariyat suresi, 50. ayetinde, (Allah’a koşun [küfrü bırakıp iman edin]. Sizi, Ondan [Allah’ın azabından] korkutup uyarıyorum) deniyor. Burada, Peygamber efendimize hitaben, (De ki) ifadesi olması gerekmez miydi?
CEVAP
İmam-ı Kurtubi hazretleri buyuruyor ki:
Bu âyet-i kerimede, Allahü teâlâ, kullarına direkt hitap ettiği gibi, Peygamber efendimize insanlara böyle demesini de, emretmiştir. (Camiu li-Ahkam)
Mealden din öğrenmeye kalkan, Kur’an-ı kerimde hata var zanneder. Bunun için İslam âlimleri buyuruyor ki:
Kur'an-ı kerimin hakiki manasını anlamak, öğrenmek isteyen, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarından hazırladığı bir ilmihal okumalıdır. Böyle bir ilmihal, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden alınmış demektir. Kur’an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez.
Din meallerden öğrenilmez
Mealen demek, tefsir âlimlerinin bildirdiklerine göre demektir. Yani tefsir âlimlerinin anladığı mana demektir. Bunun için Kur'an tercümesi denilen kitaplardan, Kur'an-ı kerimin manası anlaşılmaz. Kur'an tercümesi okuyan kimse, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre, yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yaptığı tercümeyi okuyan kimse de, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir.
Kur'an-ı kerim tercümesini okuyan, amele, ibadete ait bilgileri öğrenemez.
İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz. Çünkü 72 dalalet fırkası, Kur'an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır. Kur'an tercümesi okuyarak, doğru imanı, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek mümkün olmaz. Hatta (Beydavi), (Celaleyn) gibi kıymetli tefsirleri bile bizim gibilerin anlaması mümkün değildir. Kur'an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen kimse, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı, kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. (Hadika)
TEFSİR AKLA DEĞİL,NAKLE DAYANIR
Kur’an-ı kerimin manasını tam olarak yalnız Muhammed aleyhisselam anlamıştır. Ondan başka hiç kimse tam anlayamaz. Eshab-ı kiram, ana dili olarak Arabi bildikleri, edib ve beliğ oldukları halde, bazı âyetleri anlayamaz, Peygamber efendimize sorarlardı. Resulullahın Kur’an-ı kerimin tefsirini Eshabına bildirdiğini imam-ı Süyuti haber vermektedir. (Hadika)
Tefsir, akılla yapılmaz. Eshab-ı kiramın bildirdiğinden başka türlü söyleyenler, dalalete, hatta küfre düşer. Tefsir nakle dayanır.
Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
(Kemalatın, üstünlüklerin ve olgunlukların her çeşidi nübüvvet kaynağından ve ışığından alınmıştır. Fakat herkes bu kaynaktan istidadı kadar ve kabiliyeti nispetinde istifade eder.
Resulullah, Hak aşıklarının istidatlarına uygun olarak, onların ruhlarına manevi sırlar bildirir, feyz ve marifetleri ulaştırır ve yansıtırdı. Hadis-i şerifte, (İnsanlarla akıllarının seviyesine göre konuşunuz) buyuruldu.
Bir gün Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir’e derin, ince marifetleri, onun seviyesine göre anlatıyordu.Yanlarına Hz. Ömer gelince, konuşma üslubunu onun da anlayacağı şekilde değiştirdi. Yanlarına Hz. Osman gelince, yine konuşma üslubunu değiştirdi. Oraya Hz. Ali de gelince konuşmasını, hepsinin anlayacağı şekilde değiştirdi.
ALİMLERİN ÜSTÜNLÜĞÜ
Ehl-i sünnet âlimleri çok yüksek insanlardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimin âlim olmayana üstünlüğü, peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.) [Hatib]
(Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın, yıldızlara olan parlaklığı gibidir.) [Ebu Nuaym]
(Âlim, âbidden yetmiş derece üstündür. Bid'at ortaya çıkınca âlim, halkı ikaz eder. Âbid bid'atten habersiz, ibadetle meşgul olur. Bu bakımdan da âlim, âbidden kıymetlidir.) [Deylemi]
(Âlim, Allah’ın emin olduğu, güvendiği kimsedir.) [Deylemi]
(Âlimlerin mürekkebi, şehidlerin kanı ile tartılır, âlimlerin mürekkebi, ağır gelir.) [İ.Neccar]
(Allahü teâlâ, âlimleri almak suretiyle ilmi ortadan kaldırır. Âlim kalmayınca da, cahiller bilmeden yanlış fetva verir, hem kendilerini, hem de başkalarını sapıtırlar.) [Buhari]
(Âlimler, yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin halifeleri, benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Nuaym]
(Âlim ölünce, denizdeki balıklar bile, kıyamete kadar ona istiğfar eder) [Deylemi]
ALİMLERE UYAN DOĞRU YOLU BULUR
"Elimizde Kur'an var iken âlime ne lüzum var" demek doğru mudur?
CEVAP
Bunları söyleyenler, âlimin dindeki yerini bilmeyenlerdir. Kur'an-ı kerimi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyaç kalmazdı. Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerimin açıklaması mahiyetindedir. Hakiki âlimler de, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Arapça bilen herkese âlim denmez. Hakiki âlim, Kur'an-ı kerimi, hadis-i şerifleri açıklayan yetkili yüksek insandır. Sünneti, bid'ati bilir. Hakkı bâtıldan ayırır. Selef-i salihin itikadındadır. Yani Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadındadır.
Çok ilmi olduğu halde, hakkı bâtıldan ayıramayan, hakiki âlim değildir. Yetmiş iki sapık fırkanın önderleri de derin âlim idi, hakkı bâtıldan ayıramadıkları, Ehl-i sünnetten ayrıldıkları için dalalete düşmüşlerdir. Mesela Vasıl bin Ata, Hasan Basri hazretlerinin talebesi iken, hocasına itiraz edip, Ehl-i sünnetten ayrılarak Mutezile fırkasını kurdu. İbni Teymiye’nin de ilmi çok idi. Selef-i salihinin yani Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliğinden ayrıldı. Necdi fırkasının kurulmasına sebep oldu. Bugünkü mezhepsizlerin de önderi durumundadır.
ÇAĞA GÖRE TEFSİR OLMAZ
"Kur'anı her çağda, o asrın teknolojisinin, ilminin ışığında yeniden tefsir etmek ve Allah’ın muradını açıklamak gerekir" diyerek Kur'an-ı kerimi asra uydurmaya çalışanlar var. Bu uygun mudur?
CEVAP
Tefsir, moda kitabı değildir. Her çağa, her asra göre değişik tefsir olmaz. Dinimiz eksik mi ki tamamlanacaktır? Yoksa fazlalık mı var ki çıkarılacak? Dinde eksiklik ve fazlalık olmadığı için değişik, yeni bir tefsire ihtiyaç olmaz. Çünkü dine yeni bir şey eklemek bid'at olur. Dinimizin emirlerini değiştirmek kadar büyük sapıklık olur mu? Her çağa, her asra göre değişik tefsir yazmak demek, dini her asırda, bozmak demektir.
Kur'an-ı kerimin manasını Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Doğru tefsir kitabı Onun hadis-i şerifleridir. Tefsir âlimleri, tefsirlerini Peygamber efendimizden ve Eshab-ı kiramdan naklederek meydana getirdiler. Bunların tefsirleri asra uygundur. Kur'an-ı kerimin emirleri, her asırdaki insan için aynıdır. Önceki asırlar için başka, sonraki asırlar için başka manası yoktur.
KENDİ GÖRÜŞÜNE GÖRE TEFSİR
Bir kimse, bir âyet-i kerimeyi tefsir ederken, açıklarken, daha önceki müfessirlerden işitilmeyen şekilde, yalnız kendi görüşüne, kendi aklına göre açıklama yaparsa kâfir olur. İşte bu sebepten dolayı, Peygamberler hariç, insanların en üstünü olmasına rağmen, Hz. Ebu Bekri Sıddık, (Kur'an-ı kerimi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a)
Bizim gibilerin, tefsirden din öğrenmesi mümkün değildir. Tefsirden abdestin farzını bile öğrenmemiz mümkün değilken, itikadi konuları öğrenmemiz nasıl mümkün olur? İslam âlimleri yıllarca çalışarak, Kur'an-ı kerimden çıkardıkları hükümleri, kitaplara yazmışlardır. Bir müslüman, hangi mezhepte ise, mezhebine ait kitapları okur, dinini öğrenir. Zaten her müslümanın, bir ilmihal kitabı okumakla, dinine ait lüzumlu bütün bilgileri öğrenmesi mümkündür. Tıp kitabı okuyarak hastalıklara teşhis koymak, tedavi ve ameliyatlara girişmek milyonda bir ihtimal de olsa belki mümkün olabilir, fakat Kur'andan din öğrenmek mümkün olmaz. Her işi ehlinden öğrenmek gerekir. Fıkıh kitaplarını "Tabu" olarak gösterenler, "Dini Kur'andan, tefsirden öğrenin" diyenler, eğer cahil değilseler, din anarşisi meydana çıkarmak için çalışan hain ve sapık kimselerdir.
KUR'AN-I KERİMİ KİM ANLAR?
Kur’an-ı kerimi herkes anlayabilir mi?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Üç kimse, Kur'an-ı kerimin manasını anlayamaz:
1- Arabiyi ve tefsir ilmini iyi bilmeyen.
2- Büyük günaha devam eden fasık.
3- Bid'at sahibi [Eh-i sünnet itikadında olmayan].
Görülüyor ki, Ehl-i sünnet olmayan, Arabiyi çok iyi bilse de, Kur'an-ı kerimi doğru anlayamaz. Yanlış anladıklarını yazarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından nakletmeyip kendi görüşünü din diye ortaya koyan herkesi felakete sürükler. Hadika’daki (Ümmetim, kötü din adamlarından çok zarar görecek) hadis-i şerifi, böyle mezhepsizlerin zuhur edeceğini haber vermektedir.
Tefsir, akla değil, nakle dayanır. Ehl-i sünnet âlimlerinin, Peygamber efendimizden ve Eshab-ı kiramdan alarak yaptıkları tefsirlere aykırı tefsir yazan, küfre düşer. Hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Mek.Rabbani m.234)
Mezhepsizler, bu inceliği anlayamadıkları için, (Herkes Kur'an okumalı, dinini bundan kendi anlamalı, mezhep kitaplarını okumamalı) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının okunmasını yasak ediyorlar. Hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi, kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa dahi, mutlaka hata etmiştir) buyuruldu. (Nesai)
Diplomaya Güvenerek Tefsir İlmine Dalmaya Kalkışanlara
Diplomaya güvenerek, tefsir ilmine dalmaya kalkışan, aldanır, helak olur. Yüzme bilmeyen birinin diplomasına güvenerek denize açılması gibi, cahilce, ahmakça iş olur.
Tefsir ilmini bilmeyenin hadis ve tefsir okumaya kalkışması, mide hastasının, kuvvetlenmek için, baklava, börek yemesine benzer. Halbuki, bu hastanın, önce perhiz yapması, sonra, kuvvetli yemesi gerekir. İşte bizim gibi, ana ilimleri okumayan, din öğrenmek için, Kur'an tercümesi, tefsir, hadis okumaya kalkışırsa, bunları kavrayamaz. Yanlış anlayarak, dinimizi, imanımızı da kaybederiz. Ana yuvasından almış olduğu imanını kaybeden birkaç ilerici (!) kimsenin küfrüne sebep olan, zihinlerindeki şüphenin nasıl meydana geldiği sorulunca tefsir okudukları için böyle olduklarını bildirmişlerdir. Meşhur tefsirler bile, ehlinden başkasına zararlı oluyor. Tefsir ilimlerini bilmeden tefsir okumaya kalkışan, imanını kaybedebileceği için Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, tefsir yazmak isteyen halifesine engel olmuştur. (Makamat)
Türkçe tefsirlerin, en kıymetli sanılanlarında bile, şahsi düşünceler vardır. Okuyana zararı, faydasından çoktur. Hele İslam düşmanlarının, bid'at sahiplerinin, Kur'an-ı kerimin manasını bozmak için yaptıkları tefsir ve tercüme kitapları, birer zehirdir. Bunları okuyan genç zihinlerde, bir takım şüpheler, itirazlar hasıl oluyor.
KUR'AN-I KERİMDEKİ MECAZLAR
Her kelimenin belli bir manası vardır. Buna hakiki manası denir. Bir kelime, kendi hakiki manasında kullanılmayıp da, bir bağlantısı, ilişkisi bulunan başka bir manada kullanılınca, bu kelimeye Kinaye veya Mecaz denir. Kinaye, bir şeyi, açık anlamı başka olan kelimelerle anlatmaktır.
Kur’an-ı kerimde mecazi ifadeler çoktur. Müteşabih âyetler vardır. Bunlara görünen manayı vermek çok yanlış olur. Bilhassa Allahü teâlâ ile ilgili mecazlar, müteşabih olanlar daha önemlidir.
Allahü teâlâ hiçbir mahluka, yani hiçbir şeye benzemez. Çünkü, Kur’an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Leyse kemislihi şeyün [Onun benzeri hiçbir şey yoktur].) [Şura 11]
(Sübhanekellahümme [Allah’ım, Seni noksan sıfatlardan tenzih eder, kemâl sıfatlar ile tavsif ederim].) [Yunus 10]
Peki Allahü teâlâ hiçbir şeye benzemediği halde, sanki benzediğini bildiren âyetlere ne denecek o zaman? Onlara müteşabih âyetler denir. Bunlardan bazısının meali şöyledir:
(Kıyamet günü yeryüzü Allah’ın kabzasında olur, gökler de sağ eliyle dürülür.) [Zümer 67]
(Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır, dediler. Hayır, Allah’ın iki eli de açıktır.) [Maide 64]
(Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.) [Fetih 10]
(Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz
KUR'AN-I KERİMİ TERCÜME ETMEK
Kur’an-ı kerimi kelime kelime tercüme etmek mümkün mü?
CEVAP
Kur'an-ı kerimin tefsiri ve tevili ancak ehli olan âlimler tarafından yapılır. Fakat kelime kelime tercümesi mümkün olmaz. Tercüme ile murad-ı ilahi anlaşılamaz. Hadis-i şeriflerin de kelime kelime tercümesi çok zaman yanlış manalara gelir. Hatta bir dildeki deyim, terim ve atasözlerinin bile kelime kelime tercümesi çok yanlış olur.
Mesela Fransızca, De bonne guerre, kelime olarak, iyi savaştan demektir. Deyim olarak, kanunlara uygun demektir.
İngilizce, Rain cats and dogs = kedi köpek yağıyor demektir. Deyim olarak sağanak halinde yağmur yağıyor demektir. Bir Gazetenin İngilizce bilen muhabiri, bu ifadeyi okuyunca, Amerika’ya kedi köpek yağdı diye haber vermişti. İngilizce’de bu hatayı yapan, Kur’an-ı kerimdeki ifadelerde ne çamlar devirmez ki.
Selefilerin Allah gökte demesi bu yüzdendir. Allahü teâlâyı eli gözü kulağı olan bir insan gibi düşünmeleri bu sebepledir. Arapça’daki deyimlere geçmeden önce Türkçe’deki deyimlere bakarsak konunun önemi iyi anlaşılır.
Mesela Göz boyamak tabirini kelime kelime yabancı bir dile çevirirsek, gözün üstüne boya sürmek gibi bir mana çıkar. Halbuki, Türkçe’de göz boyamak, aldatmak demektir. Göze girmek gözün içine girmek değil, takdir toplamak, itibar kazanmak demektir.