sünnet-i seniyye
Hayâtın Mertebe Mertebe Yükselişi
Hayat, dönüşü olmayan bir yolculuk, akıp giden bir sudur. Kundakla kefen, beşikle mezar arasına gerilmiş bir yaydır.
Hayâta irâdemiz dışında geliyoruz, yolculuğa mecbûren başlıyoruz. Bize, “hayâta gelmek, hayat sürmek veyâ hayatta sürünmek istiyor musun” diye soran olmadı. Kendimizi beşikler içinde, kundaklara sarılmış bulduk. İşte bu noktadan itibaren mezarlara, sonsuzluklara doğru yolculuğumuz başlamış oldu. Bu yolculuğa hayat diyoruz.
Bu dünyâya kendi irâdemizle gelmiş olsaydık, geliş maksadımızı bir birimize sormamız gerekirdi. Böyle bir durum söz konusu olmadığına göre, bil-mecbûriye, yaratıcı Yüce Kudrete sormak durumundayız: “Bizim bu dünyâya gönderiliş maksadımız nedir?”
Cevap şu: “Li ya’ büdûn - Bana kulluk.”
Elbette bilme, bulma, hayran kalma safhaları da var işin berisinde.
Emsâlsiz Örnek Şahsiyetten Yüce Ahlâk Ölçüleri -1-
Bir mü’minin, rûhânî vasıflarını tekâmül ettirerek kâmil bir hâle gelebilmesi, ancak Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbî hayâtından ve yüce ahlâkından nasiplenebilmesiyle mümkündür. Bu hâl, Fahr-i Kâinât Efendimiz’e duyulan muhabbet ve O’nun rûhâniyetine bürünebilme nisbetinde gerçekleşir.
Zîrâ bütün insanlık âlemi, gönüllere şifâ ve ferahlık bahşeden ilâhî terennümleri, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek lisânından işitmiştir. Beşeriyet, Rahmân’ın uçsuz-bucaksız af ve kerem ummânına, O “Varlık Nûru”nun muhabbeti hürmetine mazhar olmuştur. Yine bütün günahlarına rağmen insanlık, Rabbimizin; “Ey benim kullarım!” şeklindeki müşfikâne hitâbına da, yine O Âlemlerin Efendisi’nin yüzü suyu hürmetine nâil olmuştur.
Bütün bu ihsan, ikram ve iltifatlar karşısında biz Ümmet-i Muhammed’e düşen vazîfe, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in emir, nehiy ve tavsiyelerine cân u gönülden tâbî olarak hayâtımızı O’nun Sünnet-i Seniyye’sinin rûhâniyeti içinde yaşayabilmektir.
Rabbimiz, en yüce makâm olan “Makâm-ı Mahmûd”u, Efendimiz’e lutfetmiş, O’na lâyık olduğu makâmın yüceliğini ifâde eden tavsiyelerde bulunmuştur.
EN TEHLİKELİ BİD'AT, İSLAM DIŞI HAYATTIR
Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz beka yurduna göçmeden birkaç ay önce, bir cuma günü Cenab-ı Mevlâ şöyle ferman buyuruyordu: “Bugün dininizi kemâl e erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim.” (Maide, 3)
Bu ayet-i celilenin ifade buyurduğu üzere Din-i Mübin-i İslâm kemâle ermiş, müminler için nimet tamamlanmış ve hayat tarzı olarak da İslâm seçilmiştir.
Bu durumda her kim Allah'ın kâmil nizamı ve ebedi dini olan İslâm'dan başka yol ararsa, muhakkak ki doğru yoldan ayrı düşer, hüsrana uğrar. Alemlerin Rabbi'nin beyanı ile, insanlık için artık İslâm'dan başka huzur ve mutluluk kaynağı bir hayat tarzı ve doğru bir yol yoktur. Onun dışında hepsi batıl ve çıkmazdır. Esasen insanlığın bunca tecrübesi de bu durumu isbat ve teyit eder.
Cenab-ı Hak ayet-i celilede şöyle buyuruyor: “Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki bu din asla kendisinden kabul olunmayacak ve o ahirette ziyana uğrayanlardan olacaktır.” (Âli İmran, 85)
BU DEVİRDE TASAVVUF
align=right>Bir şey asırlardır insanlığın gündeminde kalabilmişse, onun insan fıtratı ve toplum hayatıyla ciddi bir irtibatı mevcut demektir. Ortaya çıktığı günden itibaren gönüllerden ve gündemden hiç düşmeyen kavramların birisi de tasavvuf. Onu birileri tenkid ederek, diğerleri de tatbik ederek hep gündemde tuttular.
Tasavvufu dışarıdan tenkid edenler, onu insanın dünya ile ilişkilerini koparan bir miskinlik ve tembellik merkezi olarak görürken, içine girip yaşayarak tadanlar, insanı Kur'an ve Sünnet dairesinde terbiye eden ve ilahî edeple süsleyen bir okul olarak tanıtı-yorlar.
Bu konuda kime kulak verilmelidir. Yolunca gidene ve bilene mi, hiç tatmadığı şeyi inkâr edene mi?
Tasavvufu değerlendirirken yapılan temel yanlışlardan biri, ehil kaynaklara başvurmamak... Oysa, özellikle dini konularda ehil kaynaklara başvurmak şarttır. Ayrıca dini anlamak için başvurulan kişinin ehil olmanın yanında, ârif ve zikir ehli olması da gerekiyor.
Allah Teâlâ, "sabah akşam Rabbinizin rızasını isteyerek ona yalvaran kimselerden ayrılma ve onlardan gözünü ayırma. Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız kimseye de tabi olma" (Kehf/28) buyuruyor. Ayrıca "bilmiyorsanız zikir ehline sorun" (Nahl/43) ayeti diğer ilahî emirler gibi tasavvufu öğrenme konusunda da izlenecek yolu belirlemiş oluyor.
PEYGAMBERİMİZİN İHYÂ EDEN ÖRNEKLİĞİ SÜNNET-İ SENİYYESİ
Allah (c.c.) insanı mükemmel bir varlık olarak yaratmış, dünyada imtihan gayesiyle ona belirli ömür tayin etmiştir. Bu müddet içerinde sadece kendisine kulluk etmesini istemiş ve bu kulluğun mahiyetini beyan etmek amacıyla kitaplar indirmiştir. İnsanoğlu yaratılışındaki mükemmelliğe rağmen, ilâhî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebeple Allah Teâlâ, kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak amacıyla onlar arasından seçtiği peygamberleri görevlendirmiştir.
Bütün peygamberler, Allah’ın âyetlerini insanlara ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermek olan elçilik vazifelerinin yanı sıra, bu âyetlerin işaret ettiği Hakk’ın rızasına muvafık yaşayış tarzını da bizzat hayatlarında yaşayarak beyan etmişlerdir. Kısacası tebliğ ve beyan diyebileceğimiz bu kutsi vazifeyi her peygamber gibi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) de yaşayış tarzıyla, güzel ahlâkıyla yani Sünnet-i Seniyye’siyle en güzel bir şekilde yerine getirmiştir.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V)’E İTAATTEN ALIKOYAN ENGELLER -III-
Peygamber Efendimiz’in ahlâklarının beşerî çirkinliklerden uzak oluşu ve aynı zamanda ilâhî yakınlığa yol veren yüksek meziyetleri aşikârdır. Akl-ı selim olmak, mutlak bir şekilde ona itaat etmeyi gerektirir. Ancak, insanı tesiri altında tutarak bundan meneden menfî kuvvetler vardır. Önceki yazılarımızda, bu kuvvetlerden ‘dünya sevgisi’ ve ‘nefsin’ menfi etkisinden bahsetmiştik. Bu yazımızda ise; itaat hali yaşantısında tezahür edecek olan mü’minin iç dünyasını oluşturan nefis ve ruh keyfiyetinin, itaat noktasındaki ehemmiyetine dikkat çekmek istiyoruz.
Bilgiye Rağmen İtaat Noksanlığı
Peygamber’e itaat, Hakk’ın emri iledir ki O, Peygamber’e itaatin kendisine itaat olduğuna hükmetmiş ve kendi sevgisine açılan yegâne yol kılmıştır. “De ki; eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
TASAVVUF, SÜNNET VE KUR'AN YOLUDUR
Rabbimiz, Hz. Adem Aleyhisselam’dan Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz’e kadar, insanlığın salah ve kurtuluşu, dünya ve ahiret saadeti için din göndermiş, emir ve yasaklarını bildirmiştir. Neleri yapıp neleri yapmamamızı bildiren, dosdoğru bir hayatın yolunu gösteren din, Efendimiz s.a.v.’in risaletinde kemale erdirilmiştir.
Müslümanlar da bu dine kâmilen uymakla mükelleftirler. İç ve dış bütün hayatını dinin sınırları içinde, onun koyduğu hükümler doğrultusunda tanzim etmedikçe, bütün varlığı ile inanarak, benimseyerek ve severek uygulamadıkça bir müslüman kâmil bir mümin olamaz. Kâmil bir mümin olmak, ancak maddî-manevî, zahirî-batınî, iç ve dış insanın bütün yönleriyle dinin ahkâmına bağlı olmasıyla mümkündür.
Hayatın görünen yüzüyle [zâhirle] fıkıh ilmi, iç alemimizle de [bâtınla] tasavvuf ilmi ilgilenmektedir. Bütün İslâmî ilimlerde olduğu gibi fıkıh ve tasavvufun da kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’dir. Tasavvuf, nazargâh-ı ilâhi olan kalbi Allah’tan gayrı her şeyden [mâsivadan] ve ahirete hiçbir faydası olmayan söz, hayal ve düşüncelerden [havâtırdan] korumanın, nefsi kötülüklerden arındırmanın yollarını gösteren, Kur’an ve Sünnet ışığında eğitim yapan manevi bir ilim ve terbiye okuludur.
SÜNNET-İ SENİYYE'YE UYMANIN ÖNEMİ
Kuran-ı Kerim Allah katından insanlara bir beyan ve ögüt olarak indirilmiş son İlahi kitaptır. İçinde herşeyin açıklaması vardır ve insanlar için bir hidayet vesilesidir. Kuran’daki pek çok ayette Resullullah’a itaat edilmesi emredilmektedir. Bu son derece önemli bir noktadır çünkü Kuran’ın tam olarak anlaşılması ancak ve ancak Sünnet-i Seniyye’ye uymakla gerçekleşebilir.
Kuran’ın açıklayıcısı sünnettir. Sünnet; Resulullah Efendimiz’in (S.A.V.) sahih hadislerinin toplanması ve daha sonraki dönemlerde büyük İslam alimlerinin bu hadisleri yorumlaması ile oluşan Ehl-i Sünnet itikadıdır.
Burada çok önemli bir noktanın üzerinde durulması gerekmektedir. Sünnet Kuran’dan ayrı olarak ele alınabilecek bir kavram değildir. Ayetlerde Peygamber Efendimiz’in insanlar üzerindeki ağır yükleri kaldıran, hüküm koyan, Kuran’daki açık ve gizli hikmetleri ümmetine öğreten özelliklerinden bahsedilmektedir. Nitekim Sünnet-i Seniyye’ye baktığımızda Resulullah’ın ashabına her konu ile ilgili çok sayıda bilgi aktarımında bulunmuş olduğunu görürüz.
İslam başka din ve ideoloji mensuplarına benzemeyi yasaklamış mıdır? İslami kıyafet,şekil var mıdır?
Bir kardeşimizin sorduğu soruya ancak vakit ayırabildim. Gecikmesi tevafuk da olmuş, Mustafa isimli yorumcu da bu meyanda sorular tevdi etmiş.
Başta Seyyid Kutub olmak üzere, reformcu ağızların; çağdaş bel’amların, dalkavukluk putuna tapanların birçok kitap ve sözlerinde İslami kıyafet yoktur, Hz.Peygamber sarık cübbe giymemiştir diyebilme cesaretini gösterdikleri bilinen bir hadisedir.
Yüce dinimiz manevi ve maddi benzemeyi yasaklamıştır.Batıl din ve ideolojilerden birinin objektifinden bakar da, İslam’la çatışan bir görüşü meşru görür, doğruluğuna inanır veya doğruluğuna inandığı batılları, İslam’ın mukaddes doğrularına tercih ederse neticesi küfür olan bir itikadi benzeme oluşmuş olur..Kısa misalleri ile Mü’min faizin haram olduğuna inanmazsa kafir olur. Tevbe: 71; Enfal:73 meallerindeki hüküm mucibince kafirleri sevmek, dost edinmek, itikadi bakımdan onlara benzemektir ki, buda küfürdür.
Başka bir örnekle, insanları ve müesseseleri (İslami naslar hususnda) emir vermek, yasaklamak, helal kılmak ve haram saymak hakkına sahip olarak görmek, İslam dininde küfrü gerektirir.Yani bir adama şu haram, içme dediğinde, devlet üretiyor, yasaklamıyor, niye haram olsunki derse, devleti Allah (CC) yerine koyduğundan kafir olur. Son bir örnekte, Şahısları ve müesseseleri saygıda aşırı gitmek, ilahi hakimiyete eş yada ortak etmektir..( A.Rıza Demircan, İslamda Batıla Benzemenin Hükmü, sh:37-45)
BİR BABANIN OĞLUNA NASIHATİ
Ahmed Siyâhî hazretleri, Kastamonu’da yetişen evliyâdandır. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin sohbetinde yetişip kemâle gelmiştir. Oğluna, aslında hepimize hitaben buyurur ki:
“Ey oğlum! Sana Allahü teâlânın kitâbına, Resûlullah efendimizin sünneti seniyyesine uymayı, îtikâdını, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru îtikâda göre düzeltmeni tavsiye ederim…
Âlimlere, din büyüklerine hürmet et. İçin temiz olsun. Cömerd ve güler yüzlü ol. Başkalarına ihsân ve iyilikte bulun. Allahü teâlânın yarattıklarına eziyet etme. Arkadaşlarının kusurlarını affet. Büyük, küçük herkese nasihat eyle, hırs ve tamâhı terk eyle. Bütün ihtiyaçlarında Allahü teâlâya güven. Allahü teâlâ, kendisine sığınanları mahrum etmez.
“Başka bir yol arama!”
Ey oğlum! Kurtuluşu, doğruluktan başka bir şeyde, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmayı, Resûlullah efendimize tâbi olmak, ona uymaktan başka bir yolda arama. Kendini hiç kimseden üstün zannetme. Birisi senin hakkında koğuculuk ve hasetçilik yaparsa, ona mâni olmak için kendini zahmete sokma, onun işini Allahü teâlâya bırak. Sen kıymetli ömrünü Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymakla geçir. Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekte kınayanın kınamasından korkma. İbâdet ve tâatin güçlüklerine karşılık sevâba kavuşacağını düşünerek sabret. Nefsini dâimâ hesâba çek. Vakitlerini, dînin emirlerine uymakla kıymetlendir. Çünkü geçen zaman bir daha geri gelmez. Yarına çıkıp çıkmayacağın belli olmadığından, yarın yaparım demek, üzüntü ve pişmanlığa yol açar. Her zaman Allahü teâlânın râzı olduğu şeylere sarıl.
İLÂHİ EMİRLERİN KAYNAKLARI
Dinimiz, daima doğru olmak, haktan ayrılmamak, adalet gibi dünya ve ahiret saadeti için uyulması gerekenleri emreder. Her türlü kötülüğü de yasaklar. Dinimizdeki bütün emir ve yasaklar, başta Mukaddes Kitabımız olmak üzere Sünnet-i Seniyye, icma, içtihat gibi kaynaklara dayanır. Bu kaynaklardan çıkarılan hükümler bütününü ifade eden fıkıh da, bazı temel kavramlar üzerinde şekillenir.
Dinimizin Yüce Allah'ın emirlerini bildiren temel kaynakları esas itibarıyla dört kısma ayrılır. Bunlar Kur'an-ı Kerim, Sünnet, İcma ve Kıyas'dır.
Kur'an-ı Kerim
Kur'an-ı Kerim Allahu Tealâ'nın kelâmıdır. Rabbimiz bu mukaddes kitabı rasulü Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.'e, insanlar ve cinler alemini küfr ve zulmetten aydınlığa çıkarması için indirmiştir.
Kur'an-ı Kerim, İslâm hükümlerinin ilk kaynağıdır. Müçtehit alimler bir meselenin hükmünü öğrenmede ilk önce Kur'an'a müracaat eder, eğer burada bulunursa ona göre hükmeder. Mesela: Kumar oynamanın, içki içmenin, putlara tapmanın, fal bakmanın haram oluşunu Rabbimiz Kur'an'da bildirir: “Ey İnsanlar! Şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları çekmek şeytan işi birer pisliktir.
SÜNNET-İ SENİYYE EDEPTİR
Kâinatın ve içindekilerin, yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Zat, Hz. Muhammed'e (a.s.m.) selam olsun.
Varlığımızı ve herşeyimizi borçlu olduğumuz Hz. Muhammed'in (a.s.m) hakkını ödemek ancak ve ancak Sünnetine tabi olmakla mümkündür. Çünkü kulluğun en mükemmelini dahi o yapmıştır. Yüce Yaratıcımız: "Ey Habibim, sen olmasaydın bu alemleri yaratmazdım!" buyurmuştur. Evet böyle bir peygambere ümmet olmakla şereflendirilmişiz. Ücretimizi peşin almışız, teşekkür etmek bizim üzerimize bir borçtur. Hatemü'l-enbiya ve kalblerin tabibi oluşuyla, teşekkürün yolunu dahi bizlere o öğretiyor. Açtığı Sünnet-i Seniyye (selametli yol) yolunda yürüyenler hem Allah'a kul olmanın şuuru, hem de Resûlüne ümmet olmanın şükrü ile hareket ediyorlar.
O yalnız insanların değil, cinlerin dahi rehberi. Bir dönemin değil, asırların peygamberi. Bize sunduğu en edepli örnek hayat modeli, asırlardır nuraniyetini muhafaza ediyor. Ve müjde veriyor: "Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız, o emanetler Allah'ın kitabı Kur'ânı Kerim ve Peygamberinin (a.s.m.) sünnetidir."
DÜNYA BARIŞINA "SÜNNET-İ SENİYYE" MODELİ
İslâm kelimesi, Arapçada ‘barış’ anlamına gelen ‘Selâm’ kelimesinden türetilmiştir. Bu anlamıyla selâm, bir çok yerde geçer ve Müslümanların konuştukları dillerde günlük hayatın bir çok alanında kullanılır. Ayrıca ebedî olarak kalınacak Cennete “Dâru’s-Selâm-Kurtuluş yurdu” denilmiştir. Haddizatında bütün semâvî dinlerin insanlar arasındaki düşmanlık ve çatışmaları sona erdirmek, emniyet ve sulhü temin etmek için geldiklerini1 düşünecek olursak, son ve en mükemmel din olan İslâmın barışa verdiği önemi anlayabiliriz.
Günümüz Arap dilinde barış ifadesi için ‘selâm’ın hakimiyetinden bahsedebiliriz. Klasik eserlerde savaşın karşıtı olarak ‘barış’ anlamında sadece ‘sulh’ kullanılırken, modern Arapçada bu kelime, giderek ‘savaştan barışa geçiş’ olarak sınırlandırılmıştır. Önceleri siyâsi anlam taşımayan ‘selâm’ kelimesi ise ‘sulh’ün yerini alarak, başta da belirttiğimiz gibi, ‘savaş halinin zıddı olan barış hali’ anlamında kullanılmaya başlanmıştır.2 Yine modern Arapçada devletler arasındaki barışı ifade için kullanılan ve selâmla aynı kökten gelen “Silm” kelimesini burada zikredebiliriz.
SÜNNETİN MÜDAFAASI SÜNNETİN DELİL OLUŞU ZARURETTİR
Sünnetin delili oluşu dini bir zarurettir. Bu deliller çeşitlidir ve hepsi de kesinleşmiş, Ehl-i Sünnet alimleri tarafından ittifaken kabul edilmişlerdir.
Sünnetin dinde delil olduğunu gösteren yedi madde vardır.
1-İsmet (Peygamber efendimiz (sav)’in hata yapmayacağı)
2-Sahabenin, Hz. Peygamber (sav)’in sünnetine sarılmalarını Allah’ın tasvip ve tasdik etmesi
3-Kuran-ı Kerim
4-Sünnet-i şerif
5-Sadece Kuran ile amelin mümkün olmayışı
6-Sünnetin vahiy ve vahiy derecesinde iki kısım oluşu
7-İcma
Birinci Delil: İsmet
Hz. Peygamber Efendimiz (sav)’in mucizelerinin delil olması için, O’nun masum ve hatadan beri olması, yani İsmet makamında olmasıdır. O, tebliği zedeleyecek şeyleri kasten yapmaktan masumdur ve yine sahih görüşe göre bu konuda hata ve yanılmaya düşmekten de korunmuştur.
Bu şunu gerektirir: gerçekten tebliğ ile ilgili her haber doğrudur, Allah Katındakine uygundur ve dolayısıyla ona tabi olmak vaciptir.
İman Sahipleri İçin Sünnet-i Seniyyenin Önemi -2-
Bir insanın Peygamberimiz (sav)’e olan teslimiyeti ve verdiği hükümleri eksiksiz yerine getirmesi, o kişinin imani bir şuurla hareket ettiğinin göstergesidir. Eğer bir insan gönülden Peygamberimiz (sav)’e uyuyor ve onun verdiği hükümler hakkında kalbinde hiçbir şüphe duymuyor ise, bu kişi aslında Allah (cc)'ın hükmüne uyduğunun bilincindedir. Rabbimiz ayetlerde “O hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O’nun söyledikleri yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir” (Necm Suresi, 3-4) şeklinde buyurarak Peygamberimiz (sav)’in ancak vahiyle konuştuğunu ve onun sözlerinin Kendi koruması altında olduğunu haber vermektedir. Nitekim Peygamberimiz (sav) de kendisinin yoluna uyulmasının ne kadar önemli olduğunu, özellikle kendisinden sonra gelecek olan nesillerin bu konuya hassasiyet göstermeleri gerektiğini hadis-i şeriflerde şöyle belirtmiştir:
Benden sonra yaşayanlar, pek çok ihtilâf ve herc-ü merc görecekler. Size sünnetimi ve doğruya götüren râşid halifelerin yolunu, sünnetini tavsiye ederim. Siz ona sımsıkı sarılın. Dişlerinizle sımsıkı tutunun sünnetime ve râşid halifelerin sünnetine. Sakının; sonradan çıkma işlerden sakının!