PEYGAMBERİMİZİN İHYÂ EDEN ÖRNEKLİĞİ SÜNNET-İ SENİYYESİ


Allah (c.c.) insanı mükemmel bir varlık olarak yaratmış, dünyada imtihan gayesiyle ona belirli ömür tayin etmiştir. Bu müddet içerinde sadece kendisine kulluk etmesini istemiş ve bu kulluğun mahiyetini beyan etmek amacıyla kitaplar indirmiştir. İnsanoğlu yaratılışındaki mükemmelliğe rağmen, ilâhî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebeple Allah Teâlâ, kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak amacıyla onlar arasından seçtiği peygamberleri görevlendirmiştir.
Bütün peygamberler, Allah’ın âyetlerini insanlara ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermek olan elçilik vazifelerinin yanı sıra, bu âyetlerin işaret ettiği Hakk’ın rızasına muvafık yaşayış tarzını da bizzat hayatlarında yaşayarak beyan etmişlerdir. Kısacası tebliğ ve beyan diyebileceğimiz bu kutsi vazifeyi her peygamber gibi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) de yaşayış tarzıyla, güzel ahlâkıyla yani Sünnet-i Seniyye’siyle en güzel bir şekilde yerine getirmiştir.

Sünnet lügatte; yol, hal, gidişat, çığır, hüküm, yaşayış modeli, tabiat, şeriat, alışılmış yol manalarında kullanılır. Istılahî olarak ise Sünnet’i, usul-ü fıkıh erbabı, fıkıh uleması ve hadisçiler değişik şekilde tarif etmişlerdir.
Usulcülere göre Sünnet; Peygamber (s.a.s.)'in söz, fiil ve takrirleridir. Bu bakımdan Sünnet; farz, vacip, mendub, sıhhat, fesat, butlan gibi hükümlerin delillerinden bir delil ve teşri kaynaklarından bir kaynaktır. Sünnet kelimesi başlangıçta Peygamber (s.a.s)’in fiili, hadis ise O’nun sözü anlamında kullanılmışsa da sonraları Sünnet, Hz. Peygamber’in sözle veya fiille açıktan gördüğü ya da duyduğu olayları susarak onaylamak suretiyle zımnen yaptığı açıklamaların tamamını anlatan terim olmuştur.

Fıkıhçılara göre ise Sünnet; Peygamberimiz’in farz veya vacip olmayarak yaptığı işlerdir. Onlara göre Sünnet, müekked yani Peygamberimiz’in devamlı yapıp da pek az terk ettikleri iş ve ibadetler; gayr-i müekked yani Peygamberimiz’in bazen yapıp bazen terk ettiği iş ve ibadetler; zevâid yani Peygamberimizin teşrî açıdan değil de âdet olarak (yeme, içme gibi) yaptığı işler şeklinde üç kısımdır. Bazıları, Peygamberimiz’in sadece farz ve vâcib dışında yapmış olduğu nafile ibâdetlere Sünnet derken, diğer bazıları, aynı zamanda hukukî muamelelerin mendûb olanlarına da bu adı vermişlerdir. Bunun dışında fakîhler bidatin zıddına da Sünnet adı verirler.
Hadisçilere göre ise Sünnet; söz, fiil, takrir, yaratılış, sîret ve yaşayış, ahlâk, huy vs. ile ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s)’e izafe edilen her şeydir.

Hadisçiler, Sünnet’in tanımında Hz. Peygamber’in evsafı, ahlâkı, peygamberlikten önceki ve sonraki her türlü yaşayışına yer verirler.

Ayrıca usul, fıkıh ve hadis âlimlerimiz Hz. Peygamber'den sadır olan ve bize nakledilen her türlü fiil ve yaşayışa Sünnet adını verdikleri gibi Sahabenin işleye geldikleri amelleri de Sünnet dairesi içerisinde saymışlardır.

Zikrettiğimiz tariflerden hareketle Sünnet sözcüğünün kullanılışının şu yönleri içerdiği ortaya çıkmaktadır:

1) Peygamberimizin Sözleri: Hz. Peygamber (s.a.s)'den çeşitli vesilelerle sadır olan sözlerdir. Meselâ; “Şöyle söylediğini işittim: "Îmanın tadını, Rab olarak Allah'ı, din olarak İslâm'ı, peygamber olarak Muhammed'i seçip razı olanlar duyar.” (Müslim, Îman 56.)

2) Peygamberimiz’in Fiilleri: Hz. Peygamber (s.a.s.)'in davranışları, tavırları ve bunların anlatımıdır. Bu çeşit Sünnet’e, Peygamberimiz’in namaz kılışını ve haccedişini örnek verebiliriz. O, şöyle buyurmuştur: "Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız öyle namaz kılın." (Buhârî, Ezân, 18.) "Hac ile ilgili ibadetlerinizi benden alın." (Buhârî, Umre, 11.)

3) Peygamberimiz’in Takrirleri: Peygamberimizin, huzurunda gördüğü fiili veya söylenen sözü veya öğrendiği, işittiği söz veya fiilleri reddetmeksizin sükût etmesi, karşı çıkmaması ve onu kabul etmesidir. Allah'ın Rasûlü bir işin yapıldığını gördüğü veya sözün söylendiğini işittiği halde onu reddetmemiş ve susmuşsa, bu durum fiil veya sözlerin mubah ve caiz olduğunu anlamına gelir. Çünkü O, bâtıl yahut İslâm'ın reddettiği şey karşısında sükût etmez. Buluğ devresine yaklaşmış çocukların Mescid-i Nebevî’de kısa mızraklarla harp oyunu oynamalarına ses çıkarmaması buna örnek gösterilebilir. (Buhârî, Salâh, 69.)

4) Peygamberimizin Vasıfları: Bu tür Sünnet’e, Vasfi Sünnet de denir. Bu nevî Sünnet ise iki kısımdır:

a) Ahlakî vasıfları: Rasûlullah (s.a.s)’in herhangi bir ahlâkını veya huyunu tanıtan hadislerdir. “Rasûlullah (s.a.v.) insanların en cömerdi idi. O, ramazanda daha çok cömertti.” (Müslim, Fedâil, 50) gibi.

b) Yaratılışla İlgili Vasıfları: Hz. Peygamber’in şemailine dair bilgileri ihtiva eden hadislerdir. “Rasûlullah (s.a.v.) sima olarak insanların en güzeli, yaratılış olarak da en mükemmeli, en mütenasibi idi. O (s.a.v.), ne aşırı uzun ne de çok kısa idi.” (Buhârî, Menakib, 23) gibi.

5) Sahabe ve Halîfelerden Nakledilen Uygulamalar: Çünkü bu hâlleriyle onlar ya kendilerince sabit olan fakat bize kadar ulaşmayan bir Sünnet’e tâbi olmuşlar, ya da üzerinde tümünün veya halifelerinin icmâ ettiği bir içtihada dayanmışlardır.

6) Sünnet’in Bidatin Zıttı Olarak Kullanılması: Meselâ; bir kimse Hz. Peygamber'in davranışına uygun harekette bulunduğu zaman "Falan kişi Sünnet üzeredir" denilir. Aksi şekilde harekette bulunduğu zaman ise "Falan kişi bidat üzeredir" denilir.
Hadis ise lügatte; "eski"nin zıddı "yeni" anlamına geldiği gibi, söz ve haber anlamlarına da gelir. Istılahta ise; Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarından oluşan Sünnet’inin söz veya yazı ile ifade edilmiş şeklidir. Bu manada Hadis, Sünnet ile eş anlamlıdır.

Sünnetin Teşrideki Yeri

Peygamber (s.a.s)’in Sünneti, Kur’ân-ı Kerim’den sonra dinin ikinci kaynağıdır. Zira, Allah (c.c.) O’nu tevhîd dinini itikad, amel ve ahlâk olmak üzere tüm yönleriyle ikame etmek için göndermiştir. “O, Peygamberi’ni hidayet ve hak din ile, bu hak dini bütün dinlere üstün kılmak için gönderendir. Şahit olarak Allah yeter.” (el-Fetih, 48/28.)

Mü’minlerin, Rasûlullah’a itaat etmesi emredilmiş ve O’na olan itaati Cenâb-ı Hak, kendine yapılan itaat saymıştır: “Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.”(en-Nisa, 4/80.) Sünnet’in dinimizdeki yerini daha iyi kavrayabilmek sadedinde, Âl-i İmrân, 3/31; el-Haşr, 59/7; en-Nur, 24/63; Âl-i İmran, 3/32; en-Nisa, 4/59; en-Nisâ, 4/65; el-Ahzab, 33/21’inci âyetleri de dikkatle tefekkür edilmelidir.

Peygamberimize ait olduğu kesin olarak belirlenmiş ve tespit edilmiş ‘Sünnet’ dinin kaynağıdır, vermiş olduğu hüküm Allah’ın kitabı Kur’ân gibi bağlayıcıdır. Bunun aksine hareket etmek dalalet ve sapıklığın ta kendisidir. “Allah ve Rasûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”(el-Ahzab, 33/36.)

Sünnet, örneklik kurumudur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) güzel ahlâkıyla, İslâm’ı en güzel bir şekilde yaşayıp hayatına tatbik etmesiyle, gidişatı ve tavrıyla insanlar için en güzel örnek olmuştur. Peygamberimiz’in yaşayış tarzı, her bir Sünnet’i Allah’ın razı olduğu insan tipinin ve yaşam şeklinin göstergesidir. Bu vasıflarıyla O, ‘yaşayan bir Kur’ân’dır. ‘Âlemlere rahmet’, ‘büyük bir ahlâk üzere’, ‘hidayet rehberi’, ‘son Peygamber’ ve ‘en güzel örnek’ olarak gönderilmiş olan Hz. Peygamber’in yaşayışı ve açıklamaları elbette uyulması en gerekli, vazgeçilmez esaslar olacaktır. Zaten kendisi de vahiy ile müeyyed, vahyin kontrolü altında olup hatadan korunmuştur. Âlimlerimiz, Peygamber Efendimizin hâdislerinin vahiy ürünü olduğunu kabul etmişlerdir. “O, kendi heva ve hevesi ile konuşmaz. O'nun sözleri, kendisine gönderilmiş vahiyden başkası değildir." (en-Necm, 53/3-4.) Ancak Sünnet, sadece mana olarak vahyolunmuş, Kur’ân ise lafızları, söz ve kelimeleriyle birlikte vahyolunmuştur.

Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de: “Gerçekten Zikr’i biz indirdik; onun koruyucusu da elbette biziz.”(el-Hicr, 15/9.) buyurmuştur. Bu âyette geçen “Zikr” ifadesi Kur’ân’ı kapsadığı gibi Peygamberimiz’in Sünneti’ne de şâmildir. Kur’ân’ın korunması, Sünnet’in korunmasını da içine alır. Çünkü Sünnet, Kur’ân’ın açıklayıcısı ve keyfî yorumlardan koruyan güvenilir bekçisidir. Bu sebeple de Kur’ân’ın korunması Sünnet’in korunması, Sünnet’in korunması da Kur’ân’ın korunması demektir. Bu korunmadan kastımız elbette Sünnet’in tamamiyle Kur’an gibi insanların benzeri bir lafız ortaya koyamayacakları yada koyamadıkları yönünden değildir. Zira Peygamber Efendimizin vefatından sonra bir çok sözün Cihan Serveri’ne isnat edildiğine şahit olmaktayız. Ancak denebilir ki İslâm’ın muhafazası için yeterli, Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılması için kifayet edecek sahih Sünnet, Sahabe Efendilerimizden itibaren tesbit edilmiş, daha tabiin döneminden itibaren yapılan özverili çalışmaların neticesinde hak İslâm mezhepleri oluşarak dinimizin tüm ferizaları, kâmil hâl üzere ortaya konmuş, büyük âlimler yetişmiş ve böylelikle Rabbimiz İmam-ı Azam gibi nice âlimin eliyle dininin hem naslarını, hem de anlayışlarını muhafaza etmiş ve bu günlere ulaşmasını nasip etmiştir.

Müfessirler ve İmam-ı Şâfiî (rh.a.); "Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Âli İmrân, 3/164.) âyetinde geçen ‘hikmet’ kelimesinin, ‘Sünnet’ anlamında olduğunu belirtmişlerdir.

Hassan bin Atiyye, bu hususta şöyle demiştir: "Cibrîl (a.s.), Rasûlullah (s.a.s.)'e Kur’ân'ı getirdiği ve öğrettiği gibi, Sünnet’i de öylece getirir ve öğretirdi." (İbn Abdilberr, Câmi’u Beyâni'l-İlm, 2/191.)

Zikrettiğimiz âyet ve haberlerden anlaşılan şudur ki; Kur’ân ve Sünnet Allah (c.c.) tarafından Rasûlullah (s.a.s.)'e gönderilmiş birer vahiy olmak bakımından aynıdırlar.

Evet, Kur’ân ve Sünnet ayrılmaz bir bütündür. Zira Kur’ân’ın nasıl anlaşılması gerektiğini ve nasıl uygulanacağını, vahyin hedeflerini, Allah’ın rızasına uygun bir kulluğun nasıl olması gerektiğini ancak ve ancak Sünnet’le öğrenebiliriz. Zaten bir peygamberin görevi bu gayeyi ortaya koymaktır. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) bir uyarıcı ve korkutucudur. O, kendisine gelen vahyi açıklar, sözüyle ve hayatıyla insanlara yol gösterir. Âlimlerimiz, Peygamberimiz (s.a.s.)'in Sünnetleri’nin Kur’ân'da mutlaka bir aslı olduğunu söylemişlerdir. “O peygamberleri apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye bu Kur’ân’ı indirdik ki düşünsünler.”(en-Nahl, 16/44.)

Peygamberimiz’in asıl görevi âyette işaret olunduğu üzere tebliğ ve beyan olunca O’nun sözleri, fiilleri, takrirleri, her hâl ve davranışı, yaşayışı olan Sünnet’i, Kur’ân’ı Kerîm âyetlerini tefsir eder, mücmelini açıklar, mutlak olanları belli kayıtlara bağlar, genel anlamlı lafızları özel manalara tahsis eder. Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in Sünnet’i, Kur’ân karşısındaki durumu ve getirdiği hükümler açısından şu şekillerde bulunur:

a. Bazıları, Kur’ân'ın getirdiği hükümleri tekit eder: Ana-babaya itaatsizliği, yalancı şahitliği ve cana kıymayı yasaklayan hadisler böyledir.

b. Bir kısmı, Kur’ân’ın getirdiği hükümleri açıklar: Onları tamamlayıcı bilgiler verir. Kur’ân’da namaz kılmak, haccetmek, zekât vermek vs. emredilmiştir; ancak bunların keyfiyetinin nasıl olacağı belirtilmemiştir. Bu gibi ibadetlerinin keyfiyetini hadisler vasıtasıyla öğreniyoruz.

c. Diğer bir kısmı Kur’ân’ın hiç temas etmediği konularda hükümler koyar: Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Şunu kesin olarak biliniz ki, bana Kur’ân ve onunla beraber onun bir benzeri daha (yani Sünnet) verilmiştir. Karnı tok bir halde rahat koltuğuna oturarak; 'Şu Kur’ân'a sarılın; onda neyi helâl görürseniz onu helâl, neyi haram görürseniz onu da haram kabul ediniz.' diyecek bazı kimselerin gelmesi yakındır. Şüphesiz ki, Allah Rasûlü’nün haram kıldığı şey de Allah'ın haram kıldığı gibidir." (Ebû Davûd, Sünnet, 5.) Fıtır sadakası ile vitir namazının vacipliği, evli olduğu halde zina edenin recm edilmesinin farz oluşu Efendimiz (s.a.s)’in Sünneti’yle sabit olan hükümlerdendir.

d. Sünnet, Kur’ân’da Yer Alan Bazı Hükümleri Nesheder: Buna misal olarak; ölen kimsenin anne-babasına ve mirastan payı bulunan akrabalarına vasiyet etmesini emreden Bakara sûresi 180. âyetin hükmünün "vârise vasiyet yoktur." (Buhârî, Vasâyâ, 6.) hadisi ile neshedilmesini gösterebiliriz.

İşte Peygamberimize Allah (c.c.) tarafından verilen ‘vahyi insanlara açıklama’ yetkisi, bütün bunları kapsar. Evzâî (rh.a.): "Kitab'ın Sünnet’e olan ihtiyacı, Sünnet’in Kitab'a olan ihtiyacından daha çoktur." derdi. İbn-i Abdilberr de: "O bu sözüyle; ‘Sünnet, Kitap üzerine hükmeder ve ondan muradın ne olduğunu açıklar.’ demeyi kastetmiştir" demiştir.(el-Muvâfakat, İmam Şâtıbî, ter. Mehmet ERDOĞAN, İz Yayıncılık)

Efendimiz (s.a.s)’in zamanından günümüze kadar Müslümanlar, şer’î hükümlerin anlaşılıp öğrenilmesi ve onların icabına göre amel edip davranılması için Sünnetin getirdiği hükümleri benimsemenin farz olduğu ve onlara müracaat etmenin zarureti hususunda ittifak halindedirler. Sahabe veya Sahabeden sonra gelenler, Kur’ân’da mevcut bir hüküm ile Sünnette mevcut bir hüküm arasında fark gözetmemişlerdir. Zira kaynak birdir.

Sahabe’nin Karşılaştıkları Bir Meselede Kur’ân’dan Sonra Sünnet’e Başvurmaları
Hz. Peygamber (s.a.s)'in gerek hayatında ve gerek vefatından sonra Ashâb-ı Kirâm (r.anhüm) O’nun Sünnet’ine uymak gerektiği hususunda birleşmişlerdir. Onlar her konuda peygamberimizin emir ve yasaklarına uyuyor, helâl dediğini helâl, haram dediğini haram olarak kabul ediyordu.

Hulefâ-i Râşidîn, karşılaştıkları meseleleri önce Kur’ân âyetleriyle halletmeye çalışıyorlar, şayet orada meseleyle ilgili bir hüküm bulamazlarsa Sünnet’le çözümlemeye çalışıyorlardı. Eğer konuya dair Sünnet’ten bir bilgiye sahip değillerse, diğer Sahabelerden sorup öğreniyorlardı.

Hz. Ebû Bekir, bir olay hakkında bildiği bir hadis yoksa bunu Sahabe topluluğuna arz eder, o konuda bir hadis bilenin olup olmadığını öğrenmeye çalışırdı.
Hz. Ömer, kadı Şureyh'e yazdığı mektubunda şöyle demiştir: "Sana bir durum geldiği zaman, Allah'ın kitabına göre hükmet. Eğer Allah'ın kitabında hükmü olmayan bir durum karşına çıkarsa, Rasûlullah'ın verdiği hükümle hükmet..." (el-Muvâfakat.)
Diğer Sahabeler için de durum aynıydı. Muaz b. Cebel (r.a.) Yemen'e vali olarak giderken, Hz. Peygamber ile arasında şöyle bir konuşma cereyan etmiştir: Rasûlullah (s.a.s.) ona: “Sana bir dava geldiği vakit nasıl hükmedeceksin?” diye sorar. O: “Allah'ın kitabıyla hükmedeceğim.” der. “Ya onda bulamazsan?” “Rasûlullah'ın Sünneti’yle hükmedeceğim.” “Ne Allah’ın kitabında, ne de Rasûlullah’ın Sünnet’inde bulamazsan?” “Kendi re’yimle (görüşümle) içtihat edeceğim, (hüküm vermekten) geri durmayacağım.” Hz. Muaz der ki: “Bu cevabım üzerine Rasûlullah (s.a.s) (memnun kaldı), göğsüme eliyle vurup: “Allah’ın Rasûlü’nün elçisini Allah’ın Rasûlü’nü razı edecek şekilde muvaffak kılan Allah’a hamdolsun.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Akdiye, 11.)
Yine İbn Mesûd (r.a.) şöyle demiştir: "Sizden birinize bir dava arz edildiği zaman, Allah'ın kitabı üzere hükmetsin. Eğer Allah'ın kitabında hükmü bulunmayan bir mesele ile karşı karşıya gelirse, o zaman da Rasûlullah'ın Sünnet’i üzere hükmetsin."(el-Muvâfakat.)

Tabiîlerin ve bunları izleyen Tebe-i Tâbiîn'in metodu da böyledir. Özellikle dört büyük mezhep imamlarımızın amelleri ve sözleri, onların, hüküm vermede Sünnet-i Seniyye’ye ne kadar bağlı olduklarını göstermektedir.

Ebû Hanîfe (rh.a.) şöyle demiştir: “Allah Teâlâ’nın dininde re’yle konuşmaktan sakınınız! Sünnet’e uyunuz. Sünnet’ten çıkan sapıktır.”(İmâm-ı Şa’rânî, Mîzânül-Kübrâ, Mukaddime, c.1 s. 98. ter. A. Faruk MEYAN.)

İmam Şâfiî (rh.a.)’in şu sözleri bütün İslâm âlimlerinin adına söylenmiş gibidir: “Sözümün Rasûlullah (s.a.s)’in sözüne uymadığını gördüğünüzde Rasûlullah’ın sözü ile amel edin, benim sözümü duvara çarpın.” (Mîzânül-Kübrâ.)

İmam Mâlik (rh.a.) de Sünnet’i Nûh (a.s.)’ın gemisine benzetmiş ve: “Kim ona binerse kurtulur, kim binmezse boğulur.” demiştir (es-Suyûtî, Miftâhü’l-Cenne, s. 53-54.)
İmam Ahmed bin Hanbel (rh.a.) ise değil Sünnet’in hilafına görüş belirtmek “Rasûlullah (s.a.s)’in, karpuzu nasıl yediği haberi bize ulaşmadı.” diyerek ölünceye kadar karpuz yememiştir. (Mîzânül-Kübrâ.)

Faydalanılan Eserler:
1. Zekiyüddin Şa'ban, Usûlü’l-Fıkh, ter. İbrahim Kafi DÖNMEZ, Ankara 1990.
2. Hamdi DÖNDÜREN, Şamil İslâm Ansiklopedisi.
3. İsmail Lütfü ÇAKAN, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.
4. Ahmet KALKAN, İslâm Akâidi.
5. Akif KÖTEN, Şamil İslâm Ansiklopedisi.
6. İsmail Lütfü Çakan, Hadis Edebiyatı, İstanbul 1985.
7. Sabahattin YILDIRIM, Şamil İslâm Ansiklopedisi.
8. İbrahim CANAN, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları.
Kaynak:rehberdergisi.com

PEYGAMBERİMİZİN İHYÂ EDEN ÖRNEKLİĞİ SÜNNET-İ SENİYYESİ yorumları

  • Image Description
    Eren
    11.04.2009

    Evzâî (rh.a.): "Kitab'ın Sünnet’e olan ihtiyacı, Sünnet’in Kitab'a olan ihtiyacından daha çoktur." derdi. İbn-i Abdilberr de: "O bu sözüyle; ‘Sünnet, Kitap üzerine hükmeder ve ondan muradın ne olduğunu açıklar.’ demeyi kastetmiştir" demiştir.(el-Muvâfakat, İmam Şâtıbî, ter. Mehmet ERDOĞAN, İz Yayıncılık)

    Öncelikle Allah'tan rahmet diliyorum. Evzai Hazretlerinin bu sözü kalbimi rahatsız etti. Sadece şunu sormak istiyorum bu zat Peygamber Efendimizi(s.a.v) görmüş olan Sahabe(r.a) Efendilerimizden ise bu söze iman edicem. Fakat görmemişse iman etmeyecem. Çünkü açıklaması ne olursa olsun Allah'ın(c.c) yarattığı herşeyin Kuran'a olan ihtiyacı, hiç birşeyle ölçülemez. Tabiki Kuran'ı bizlere tebliğ eden Peygamber Efendimizi(s.a.v) göndermiştir Allah(c.c). Fakat bu, Kuranın sünnete olan ihtiyacı daha çoktur denilemez. Eğer yanlışsam Allah(c.c) beni affetsin. Eğer doğruysam Allah(c.c) Evzai Hazretlerini(r.a) affetsin. Amin.