MÜNAFIKLAR


Münafıklar "dindar" görünerek mümin topluluğunun içine giren ve içlerinde bulundukları süre içinde onlara zarar vermeye, haklarında inkarcılara haber taşımaya ve aralarındaki birlik ve beraberliği zedelemeye çabalayan ikiyüzlü insanlardır. Çoğu, en başından beri art niyet taşıyarak müminlerin arasındadır ve onlarla birlikte oldukları zaman zarfında maddi olarak kendilerine menfaat sağlamaya çalışır. Bu tarz kişilerin müminlerden menfaat elde edemeyeceklerini anlamaları, aralarından ayrılmak için yeterli bir sebeptir.

Kimi ise iman ederek müminlerin arasına gelmiş, fakat zaman içerisinde vicdanını köreltmiş ve kendini şeytana teslim etmiştir. Kalplerinde olan hastalıktan dolayı zamanla Kuran ayetlerine olan hassasiyetlerini ve bağlılıklarını yitirmiş ve doğal olarak 'cahiliye toplumu'nun dinine, yani 'şeytanın gizli dini'ne girmişlerdir.

Bu kişiler, karşılarına çıkan olayları Kuran'da anlatılanlar doğrultusunda değil, din ahlakını yaşamayan toplumlar arasında geçerli olan bakış açısı çerçevesinde değerlendirirler. Buna en belirleyici örnek zorluk anlarıdır. Kuran, karşılaşılan bir zorluk karşısında Allah'a güvenip dayanmayı ve umutsuzluğa kapılmamayı öngörürken, münafıklar böyle bir durumda, cahiliye toplumuna benzerlik göstererek, ya zorluğu görünce dehşet içinde bakakalırlar ya da paniğe kapılarak dengesiz bir tavır içine girerler.

Şimdiye dek belirtmiş olduğumuz bütün özellikler, münafıkların hem dünyada hem de ahiretteki durumlarını bizlere haber vermekte, onların niteliklerini ve genel ruh hallerini tanıtmaktadır. Müminlere bakış açıları ayetlerde detaylı olarak tarif edilmektedir. Allah'tan gereği gibi korkmayan bu kişiler dünya hayatında müminlere karşı sürekli bir faaliyet halindedirler. Bunu adeta görev edinirler ve büyük bir kararlılıkla tutumlarını sürdürürler. Bunlar, onların doğal davranışlarıdır. Şeytan, yapmakta olduklarını onlara güzel gösterir. Allah'ı ve O'nun ayetlerini unutan bu gafil kişiler, şeytanın üzerlerini 'neredeyse bir kabuk gibi' bağlamasıyla, imanlarından sonra inkara sapmışlardır.

Görüldüğü gibi, bu özellikler çeşit çeşit olabilmektedir. Ancak sonuçta hepsinin amacı ve niyeti aynıdır: Bir an önce kendi menfaatlerini artırabilmek ve müminlere verebilecekleri en fazla zararı vererek onlardan ayrılmaktır.

Aralarında bulundukları süre içinde, eninde sonunda onlardan ayrılacaklarını bilirler. Belirledikleri ayrılık vakti, genellikle zorluk anlarıdır. Nitekim bilindiği gibi, her peygamber, iman etmeyen bir topluluğa -onları uyarıp korkutmaları- için gönderilmişlerdir. Kendi aralarında alıştıkları 'ataların dini'ni yaşayan inkarcılar ise, her gelen elçiye karşı çıkmışlar, anlattıklarını kabul etmemekte diretmişlerdir. Onları sözlü ve fiili birtakım saldırılarla etkisiz bırakmaya çalışmışlardır. Ancak tarih boyunca bu şekilde davranan bütün inkarcılar, bilmedikleri gizli bir kanun dolayısıyla hiçbir sonuca varamamışlar ve dünyada ve ahirette hüsrana uğramışlardır. Bu gizli kanun, müminlerin Allah'ın koruması altında olmaları ve inkarcıların onlara hiçbir şekilde zarar verememeleridir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

... Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez. (Nisa Suresi, 141)

... Ancak kafirlerin hileli düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir. (Mümin Suresi, 25)

Ancak bu gizli kanundan habersiz olan inkarcılar, her seferinde elçileri ve onların yanlarında bulunan müminleri baskı altına sokmaya çalışmış ve onları kendi dinlerine çevirmek istemişlerdir. İşte böyle zamanlarda, inkarcıların saldırılarından korkan münafıklar bir bir ortaya çıkmışlar ve mücadeleden geri kalmak için müminlerden izin istemişlerdir. Böylelikle kaçarak, kendilerine isabet edebilecek zararlardan kurtulabileceklerini düşünmüşlerdir.

Oysa münafıklar bu davranışlarıyla -her ne kadar kendilerinin karda olduklarını zannetseler de- asıl yurt olan ahiret yurdunda kötü bir yer edinmişlerdir. Üstelik burada sonsuza dek kalacaklardır. Çünkü Allah onları görmektedir ve işledikleri kötülükler birer birer karşılarına çıkacaktır.

Onlar, işledikleri dolayısıyla cehennemdeki yerleri hazırlanan -kendileri farkında olmasalar da- dünyada sürdükleri ömür boyunca bir kez olsun tevbeye yanaşmayan, kalpleri doğrulara karşı tamamen katılaşmış, Kuran'ın ifadesiyle kalpleri 'taş gibi, hatta daha katı' (Bakara Suresi, 74) olan insanlardır. Allah'tan gafil yaşadıkları gibi, Allah'ın dinine karşı da büyük bir savaş açmışlardır. Dünyada da ahirette de bu derece aşağılık kılınmalarının nedeni budur. Kendilerine uyarıcılar gelmiş, kendilerine doğruyu bildirmiş, kötülük yapmaktan açıkça menetmişlerdir. Kötülük kavramını da, güzelliği de, Allah için yaşamayı da oldukça iyi bilmekte, buna rağmen yüz çevirmektedirler. Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü kavrayamadıklarından, azabın şiddeti kendilerini korkutmaz. Cehennemin varlığına inanmayarak, kendilerinden oldukça uzak görürler ve hayali bir mekan olarak düşünürler. Konu ahiret olduğunda, ruhlarına hakim olan 'müstağniyet hastalığı' kendisini açıkça gösterir. Azap düşüncesinden uzaktırlar. Bu uzaklığın en önemli delili, ahirette azap ihtimalini dahi düşünmüyor olmalarıdır. Çünkü ahirette hesap vereceğine ve işlediği suçlardan dolayı cehenneme gidebileceğine dair anlık bir ihtimal dahi kişiyi hareketlendirmek, en azından içinde bulunduğu durumun muhakemesini yapmasını sağlamak için yeterlidir. Din ahlakının yaşanmasına karşı aleni bir savaş açmış olmaları, bu ihtimali hiç düşünmediklerinin bir delilidir.

Ancak bu müstağniyet, kendilerine dünyada aşağılanmadan başka bir şey vermeyecektir. Ahirette ise, kendilerini müstağni gördükleri şeylerle karşılaşacak, yapıp ettiklerinden dolayı lanetleneceklerdir. Mücadelelerinin sonucunda hak ettikleri budur. Allah Hud Suresi'nde münafıkların sonunu şöyle bildirmektedir:

Onlar, Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. Çünkü Rabbin, gerçekten dilediğini yapandır. (Hud Suresi, 107)