MİSYONERLİK NEDİR? HEDEFLERİ NELERDİR?
Latince “Missio” kelimesinden türetilen mission (misyon), sözlükte görev, yetki, bir kimseye bir işi yapması için verilen özel görev anlamlarına gelmektedir. Özel bir mana olarak ise bir dinin tebliğini yapmaya denir. Misyoner (missionnaire) ise bu dinin tebliğini yapan kimsedir. Misyoner kelimesi normalde bütün dinlerin mensupları için geçerli olmakla birlikte günümüzde özel olarak hristiyanlığı yaymak isteyenlere denilmektedir. Misyonerlik denilince akla hristiyanlığın gelmesinin en önemli sebebi “misyon” kelimesinin Yeni Ahid(İncil) diline ait bir kelime olmasıdır.
Misyonerlerin nihai hedefi bütün dünyanın hristiyanlaşmasıdır. Bu nihai hedeften önce hristiyan olan ve olmayan toplumlar için ayrı ayrı hedefleri mevcuttur. Hristiyan ülkeler için gayeleri hristiyanları birlik içerisinde tutmak ve Batı Emperyalizmi’nin ve kültürünün tüm dünyada hakimiyetini sağlamaktır.
Hristiyan olmayanlar toplumlar için gayeleri ise onları hristiyanlaştırmaktır. Şayet bu mümkün olmazsa onları kendi dinlerinden soğutmak, şüpheye düşürmek ve sonraki nesiller yoluyla da tamamen dinlerinden döndürmektir.
Misyonerlerin bu gayeye ulaşmak için takip ettikleri yöntemleri tarihi açıdan yedi döneme ayırabiliriz:
1- 33- 100 arası, Havariler Dönemi
2- 100-800 arası, Kiliselerin Kurulma Dönemi
3- 800-1500 arası, Ortaçağ Dönemi
4- 1500-1650 arası, Reform Dönemi
5- 1650-1793 arası, Reform Sonrası Dönem
6- 1793-1965 arası, Modern Dönem
7- 1965’ten sonrası, Diyalog Dönemi
Hristiyanların İslam ile tanışmaları 2. dönemin sonlarına denk gelmektedir. İslam’ın ilk yıllarında hristiyanların İslam’a bakışları ılımlı idi. Ne zaman ki İslamiyet hızla yayılmaya ve hristiyanların nüfuz bölgelerinde tesirli olmaya başladı, o zaman hristiyanlar da İslam’a karşı kin ve öfke ile dolmaya başladılar, düşman oldular. Ortaçağ dönemi bu düşmanlığın savaşlara dönüştüğü ve hristiyanların İslam’ı kılıçla yok etmeyi düşündükleri dönemdir. Bu yüzden pek çok Haçlı seferleri düzenlemişler fakat başarılı olamamışlardır. Türklerin müslüman olması da Haçlı seferlerinin akîm kalmasını sağlamıştır. Zaten muharip bir mizacı olan Türklerin şecaati, İslam’ın cihat ruhu ile perçinlenmiş ve manevi bir boyut kazanmıştı. Artık Türkler, İslam adına hristiyanların korkulu rüyası olmuştu. Zira Ortaçağ Avrupa’sında “Türk” ile “Müslüman” aynı anlamda kullanılıyordu.
4. ve 5. dönemler ise İslam’ı kılıç zoruyla yok edemeyeceklerini anladıkları ve içten çökertme hareketlerinin başladığı dönem olmuştur. Misyoner gönüllülerinin ülke ülke açılmaları bu dönemde başlar.
6. Dönem ise casusluk faaliyetlerinin arttığı dönemdir. Bu dönemde İslam adına en önemli güç olan Osmanlı’nın yıkılması için çeşitli plânlar yapılmıştır. Özellikle Londra Misyoner Teşkilatı bu işe çok önem vermiştir. İslam tarihine baktığımızda İslam’a karşı en büyük düşmanlığı İngilizlerin yaptığını görürüz. Dikkat edilirse müsteşriklerin de ekseriyeti İngiliz olup hep içten içe fitne sokmaya çalışarak İslam’ı ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdir. Bu dönemde de Osmanlı topraklarında yaşayan hristiyan azınlıklar kışkırtılmış, onların ayaklanmaları için çaba sarf edilmiştir. Bu faaliyetlerin merkezinde ise yabancı okullar vardır. Bizzat casus ve misyoner yetiştirmenin yanı sıra silah kaçakçılığı ve silahlı faaliyetlerin de yapıldığı bu okullar, azınlıkların silahlanmasında da etkili bir rol oynamıştır. Bu döneme dikkat edilirse yabancı okulların arttığı rahatça görülebilir. Esasında bu okullar Fatih devrinde hristiyan din adamı ihtiyacını karşılamak üzere açılmış fakat Tanzimat’la birlikte yapı değiştirmiş, modern okullar haline gelmiştir. İhtiyacın çok üzerinde okul açılmıştır. Osmanlı’da yaşayan çeşitli etnik gruplardan öğrenciler alınmış ve bunlar etnik açıdan kışkırtılmıştır. Ayrıca Osmanlı’nın son dönemlerdeki hantal yapıdan dolayı okullardaki eğitimin yeterince kontrolü de sağlanamamıştır. Netice itibariyle gerek bu okullardan yetişenlerle gerek dışarıdan gelen casuslarla önce azınlıklar isyan ettirilmiş sonra da Türk olmayan Müslüman toplumlar kandırılmış, Osmanlıya karşı ayaklanmaları sağlanmıştır. Özellikle İngilizlerin ektiği nifak tohumları İslam âlemini parça parça etmiş, müslümanların toprakları emperyalist batılıların (özellikle İngilizlerin) sömürgesi olmuştur. Misyonerlerin emperyalist emelleri hakkında fikir vermesi bakımından Kenya’nın ilk başbakanı olan Kamau Kenyatta’nın sözlerini zikretmekte fayda vardır. Kamua Kenyatta misyonerlerin gayesini şöyle özetler:
“Misyonerler bizim topraklarımıza geldiğinde İncil onların, topraklar Afrikalıların elindeydi. Bize gözü kapalı dua etmesini öğrettiler. Neden sonra gözlerimizi açtığımızda, İncil bizim, topraklarımızsa onların olmuştu.”
Buraya kadar anlattığımız ilk altı dönemdeki yöntemler, misyonerlerin ağırlıklı olarak uyguladıkları yöntemlerdir. 1965 sonraki dönemde, yani günümüzde de pek çok yöntem kullanmaktadırlar. Amerika’nın Irak’ta yaptıkları, Ortaçağ hristiyan barbarlığını sergiliyor. Ayrıca bu saldırının emperyalist boyutu da gözden uzak tutulamaz. Keza şu anda pek çok kolejleri vardır. Yeni kolejler açma hatta üniversite açma ideallerinden asla vazgeçmemişlerdir. Nitekim 1950’li yıllarda Amerika, Türkiye’ye atom reaktörü vermeyi ve karşılığında da mahut misyoner okulu Robert Koleji’nin üniversiteye dönüştürülmesi teklifinde bulunmuştur. Ayrıca şu anda kolejlerin yanı sıra pek çok ana okulu, kreş, yabancı dil kursları ve özel okullar da açmışlardır. Ayrıca hastane, huzurevi ve açık misafirhaneler gibi hayır kurumları ile de faaliyet göstermektedirler. Yine son dönemlerde İslam toplumlarında alevi-sünni, sünni-şii gibi nifak tohumlarını canlandırmaya çalışmaktadırlar. Fakat günümüzde özellikle Amerika ve Almanya merkezli misyoner teşkilatları ön plâna çıkmıştır. Ayrıca Türkler, batıdan gelen misyonerlerin emperyalist düşünceli olduklarını düşünebilir ve tavır alabilir düşüncesiyle Türkiye’de faaliyet yapmak üzere daha çok Güney Koreli misyonerleri kullanmaktadırlar.
Misyonerler 1963’ten itibaren ağırlıklı olarak “diyalog” kelimesini zikretmektedirler. II. Vatikan konsülünde gündeme gelen diyalog söylemleri misyonerlerin yeni bir taktiğidir. Kendi içlerindeki mezheplere bile müsamahası olmayan hristiyanların İslam’a ve müslümanlara karşı ılımlı bir söylem geliştirmeleri calibi dikkattir. Nitekim J.B.Taylor: “Müslümanlar arasındaki misyonerlik çalışmaları diyalogun önemini ortaya koymuştur. Burada söz konusu olan diyalog misyonerliğe bir alternatif değil, bizzat şartlara uygun misyonerliktir.” demektedir. Nitekim dünya çapında Misyonerlik yapan iki kilise ile sıkı bir işbirliği içinde olduğu bilinen Bush’un ve ekibinin müslüman ülkelere olan saldırgan tutumları misyonerlerin diyalog söylemindeki samimiyetsizliği ve bunun bir taktikten ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Sevgi ve Diyalog söylemleri bir kılıftan ibarettir. İçlerindeki kini örtmek için kullandıkları bir maskedir. Misyonerler ısrarla dünya barışını, kardeşliği, sevgi ve hoşgörüyü savunurlar fakat müslümanların bulundukları bölgelerdeki ihtilaflarda, karışıklıklarda misyonerlerin parmağı vardır. Nitekim Osmanlı Devletini de bu nifak tohumları ile yıkmışlardır. Şu anda da gerek sünni-şii tartışmaları olsun gerek diğer ihtilaflar (Türk- Kürt, sağ-sol vb.) olsun hemen hemen hepsinde misyonerlerin rolünün olduğu görülür. Misyonerlerin, Müslümanlar arasına fitne sokmada bu kadar başarılı olmasının sebebi, onların gidecekleri ülkenin dini, içtimai ve kültürel durumunu önceden iyice inceleyip öğrenmeleridir. Zira zeki öğrencilerden seçilen misyonerler, hristiyanlık bilgilerini iyice öğrenmekten başka Arapça, İslamî bilgiler ve İslam felsefesi gibi ilimleri de öğrenirler.
Günümüzdeki misyonerlerin diğer bir maskesi de Evangalizm söylemidir. Misyonerlik kelimesi Müslümanlarda emperyalizm gibi, haçlı seferleri gibi olumsuz izlenimler oluşturduğundan bu maskeyi kullanmaktadırlar. Evangalistler; tek amaçlarının İsa’yı dünyaya duyurmak olduğunu ve kimseyi zorla hristiyan yapmak gibi bir niyetlerinin olmadığını söylerler. Kendilerinin ne Katolik ne Protestan ne de Ortodoks olduklarını, köklerinin hristiyanlığın ilk günlerine kadar uzandığını iddia ederler. Evangalistler kendilerini “Mesih İnanlıları” olarak tanıtan maskeli misyoner grubudur.
Misyonerlerin II. Vatikan Konsülünden itibaren uyguladığı diğer bir uygulama da mahalli kiliseleri güçlendirmedir. Eskiden kiliseler merkeziyetçi bir yapıya sahipti. Merkez kilise mahalli kiliseleri denetlerdi. Günümüzde ise mahalli kiliselerin yetkileri ve imkanları genişletilmiştir. Bu kiliselerin başlarına geçirilen din adamlarını da o bölgenin halkından seçmektedirler. Çünkü kendilerinden birisinin hristiyanlık propagandası yapmasının o bölge halkı üzerinde daha fazla etkisi olmaktadır.
Günümüzdeki misyonerlerin diğer bir metodu da İnkültürasyon metodudur. Buna göre hristiyanlar kendilerini gizlemekte ve muhataplarına onların kültürel ve dini değerleri ile yaklaşmaya çalışmaktadırlar. Mesela, müslümanlarla konuşurken tek tanrıya inandıklarından bahsetmekte, Hz. Peygamberi ve Kur’an-ı Kerim’i kabul ediyormuş gibi bir izlenim vermeye çalışmaktadırlar. Kuran’dan ayetler okuyarak hristiyanlıkla benzer yönlerini vurgulamaya çalışmakta ve kendileri kesinlikle inanmadıkları halde bütün dinlerin aslında aynı olduğunu iddia etmektedirler. Bunu muhatabına kabul ettirdikten sonra ise İslam’daki ibadetlerin zor olduğunu savunmakta ve hristiyan olup haftada bir kiliseye gitmekle yükümlülükten kurtulmalarını önermektedirler. Yalancılık, ikiyüzlülük veya en masumane ifadesi ile takiyye diyebileceğimiz bu metot günümüzde çok yaygınlaşmıştır. Muhataplarını kazanabilmek için her türlü hileye başvurmaktadırlar. Yıllarca komünizm idaresinde yaşayarak Müslümanlık namına hiçbir bilgisi olmayan Türkiye Cumhuriyetlerindeki Müslümanlara, dışında İstanbul basımı Kur’an yazan ve fakat içerisi incil ayetleri ile dolu olan kitaplar dağıtmışlardır.
Bütün bu metotlarla da hristiyanlaştırmayı başaramazlarsa yine vazgeçmemekteler ve müslümanları dinlerinden uzaklaştırmaya ve hristiyanlık kültürünü sokmaya çalışmaktadırlar. Böylece dinlerinden uzaklaşmış ve derin bir boşluğa düşmüş müslümanları sonraki nesiller itibariyle hristiyanlaştırmayı planlamaktadırlar. Zira dininden yana şüpheye düşürülmüş ve kendi yaşantısında kültürel olarak hristiyanlığın izlerini taşıyan birisinin elde edilmesi çok kolay olur. Bu yüzden günümüzde gerek yabancı filimler yoluyla gerek batılılaşmış aydınlarımız yoluyla hristiyan kültürünü bir hayli yaygınlaştırmışlardır. Öyle ki türk ve müslüman olduğu halde “Allah baba yukarıda” diyenler, noeli büyük bir coşku ile kutlayanlar ve bir hristiyan gibi düşünenler bir hayli fazladır. Nitekim rahip Samuel Zwemer, misyonerler için yaptığı bir konuşmada şöyle der:
“Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, hristiyan adetlerini, hristiyan bayramlarını, hristiyan kültürünü, hristiyan ahlakını aşılayalım...” Rahip Samuel ayrıca bu yöntem sayesinde şu anda yüzlerce Müslümanın kalplerinden İslam imanını çıkardığını ve hristiyan dinine gizlice iman ettiğini de iddia etmektedir.
Hiçbir müslüman, İslam’ın nuru dururken tahrif edilmiş hristiyanlığın karanlığına kapılmaz. Bu yüzden misyonerler, dinine bağlı bölgelerde hangi yöntemi denerlerse denesinler başarılı olamamışlardır. Böyle yerlerdeki faaliyetleri daha çok müslümanları dinlerinden soğutmaya yöneliktir. Medyayı da kullanarak bu tahrifatı gerçekleştirmeye ve böylece manevi boşluğa düşürebildikleri müslümanlara cazip teklifler getirerek onları hristiyanlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu cazip teklifler para, iş imkanı, yurt dışında eğitim veya iş vaadi olabileceği gibi cinsellik de olabilmektedir. Yani hristiyanlaştırma uğruna kendileri açısından da ahlaksızlık olan şeylere tevessül edebilmektedirler. Bakınız Peder Louis Massignon bu konuda neler demekte: “... Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların milli ve manevî değerlerini, Batı Medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık. İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu, tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar. Ehl-i sünnet itikadı, başta gelen düşmanımızdır. Bu itikadı geçmişte sapık itikatlara yönlendirdik. Son yıllara ise müslüman görünen bazı ilahiyatçılarla, on dört yüzyıllık itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hâle getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolay; maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışında iş imkanı, hatta cinselliği kullanarak müslümanları hristiyan yapınız...”
Şüphesiz Firavun’un da bazı hedefleri vardı, Hz Musa’nın da... Nemrutların da hedefi olur İbrahimlerin de. Zıt hedefleri olan bu insanların hangileri muvaffak olmuştur? Hangileri daha gönülden ve daha fazla çalıştı ise o muvaffak olmuştur. Vehb bin Kebşe (r.a) İslam’ı tebliğ için Medine’ye bir yıllık mesafede olan Çin’e gitti. Bu ihlas ve gayretinin semeresi olarak İslam nuru Çin’de gönüllerle buluştu. Sahabe-i Kiram Efendilerimizin çok az bir kısmı Medine’de vefat etti. Büyük bir çoğunluğu irşad için gittikleri memleketlerde vefat ettiler. Onların bu gayretinin ve samimiyetinin semeresi olmak üzere İslamiyet kısa sürede birçok kıtaya yayıldı, birçok gönle ulaştı. Şimdi bu gayreti bazı misyonerler göstermeye çalışmakta. Sosyal statüsü yüksek de olsa, doktorluk vb gibi itibarlı meslek sahibi de olsa dünyanın en uygunsuz şartlarının olduğu yerlere gidip maddi imkanlarını ve bütün zamanını seferber edenler var. Deprem, sel gibi felaket bölgelerine anında koşan misyonerler var. Onların bu içten çalışmaları hedeflerine yaklaşmalarına neden olmaktadır. Bizim hedefimiz ise İslam nurunu tüm gönüllere ulaştırmak olduğuna göre onlardan daha fazla çalışmamız gerekmektedir. Şayet bizler ihlas ile bir adım atarsak Allahu Teala onu on kat bereketlendirecektir. Ülkemiz, misyonerlerin yoğun faaliyetlerinin olduğu bir bölgedir. Aynı zamanda turistik bir bölgedir. Bizler en azından burada yapılan misyonerlik faaliyetlerinin neticesiz kalması için insanlarımıza güzel dinimizi anlatıp, dinimizin muktezasınca amel edebilmelerini sağlayabiliriz. Turistik amaçla ülkemize gelen turistlerin kalplerine İslam güneşinin doğması için gayret edebiliriz.
Batılı ülkelerde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu boşlukta. Kiliseye gitmiyor, çünkü kilise, ruhunu tatmin etmiyor. Bu insanlara bizler İslam’ın güzelliklerini sunabilirsek Allah’ın da yardımıyla tahmin edemeyeceğimiz neticeler alabiliriz. Ve hatta İslam’ı yok etmek için gelen misyonerlerden bile İslam’ın nurunda hayat bulanlar çıkabilir. Yeter ki bizler dinimizi öğrenip, yaşantımızı güzelleştirip, gönlümüzü sahabe efendilerimiz gibi tebliğ arzusuyla doldurabilelim...
İlkadım Dergisi Mayıs 2004
Misyonerlerin nihai hedefi bütün dünyanın hristiyanlaşmasıdır. Bu nihai hedeften önce hristiyan olan ve olmayan toplumlar için ayrı ayrı hedefleri mevcuttur. Hristiyan ülkeler için gayeleri hristiyanları birlik içerisinde tutmak ve Batı Emperyalizmi’nin ve kültürünün tüm dünyada hakimiyetini sağlamaktır.
Hristiyan olmayanlar toplumlar için gayeleri ise onları hristiyanlaştırmaktır. Şayet bu mümkün olmazsa onları kendi dinlerinden soğutmak, şüpheye düşürmek ve sonraki nesiller yoluyla da tamamen dinlerinden döndürmektir.
Misyonerlerin bu gayeye ulaşmak için takip ettikleri yöntemleri tarihi açıdan yedi döneme ayırabiliriz:
1- 33- 100 arası, Havariler Dönemi
2- 100-800 arası, Kiliselerin Kurulma Dönemi
3- 800-1500 arası, Ortaçağ Dönemi
4- 1500-1650 arası, Reform Dönemi
5- 1650-1793 arası, Reform Sonrası Dönem
6- 1793-1965 arası, Modern Dönem
7- 1965’ten sonrası, Diyalog Dönemi
Hristiyanların İslam ile tanışmaları 2. dönemin sonlarına denk gelmektedir. İslam’ın ilk yıllarında hristiyanların İslam’a bakışları ılımlı idi. Ne zaman ki İslamiyet hızla yayılmaya ve hristiyanların nüfuz bölgelerinde tesirli olmaya başladı, o zaman hristiyanlar da İslam’a karşı kin ve öfke ile dolmaya başladılar, düşman oldular. Ortaçağ dönemi bu düşmanlığın savaşlara dönüştüğü ve hristiyanların İslam’ı kılıçla yok etmeyi düşündükleri dönemdir. Bu yüzden pek çok Haçlı seferleri düzenlemişler fakat başarılı olamamışlardır. Türklerin müslüman olması da Haçlı seferlerinin akîm kalmasını sağlamıştır. Zaten muharip bir mizacı olan Türklerin şecaati, İslam’ın cihat ruhu ile perçinlenmiş ve manevi bir boyut kazanmıştı. Artık Türkler, İslam adına hristiyanların korkulu rüyası olmuştu. Zira Ortaçağ Avrupa’sında “Türk” ile “Müslüman” aynı anlamda kullanılıyordu.
4. ve 5. dönemler ise İslam’ı kılıç zoruyla yok edemeyeceklerini anladıkları ve içten çökertme hareketlerinin başladığı dönem olmuştur. Misyoner gönüllülerinin ülke ülke açılmaları bu dönemde başlar.
6. Dönem ise casusluk faaliyetlerinin arttığı dönemdir. Bu dönemde İslam adına en önemli güç olan Osmanlı’nın yıkılması için çeşitli plânlar yapılmıştır. Özellikle Londra Misyoner Teşkilatı bu işe çok önem vermiştir. İslam tarihine baktığımızda İslam’a karşı en büyük düşmanlığı İngilizlerin yaptığını görürüz. Dikkat edilirse müsteşriklerin de ekseriyeti İngiliz olup hep içten içe fitne sokmaya çalışarak İslam’ı ortadan kaldırmayı hedeflemişlerdir. Bu dönemde de Osmanlı topraklarında yaşayan hristiyan azınlıklar kışkırtılmış, onların ayaklanmaları için çaba sarf edilmiştir. Bu faaliyetlerin merkezinde ise yabancı okullar vardır. Bizzat casus ve misyoner yetiştirmenin yanı sıra silah kaçakçılığı ve silahlı faaliyetlerin de yapıldığı bu okullar, azınlıkların silahlanmasında da etkili bir rol oynamıştır. Bu döneme dikkat edilirse yabancı okulların arttığı rahatça görülebilir. Esasında bu okullar Fatih devrinde hristiyan din adamı ihtiyacını karşılamak üzere açılmış fakat Tanzimat’la birlikte yapı değiştirmiş, modern okullar haline gelmiştir. İhtiyacın çok üzerinde okul açılmıştır. Osmanlı’da yaşayan çeşitli etnik gruplardan öğrenciler alınmış ve bunlar etnik açıdan kışkırtılmıştır. Ayrıca Osmanlı’nın son dönemlerdeki hantal yapıdan dolayı okullardaki eğitimin yeterince kontrolü de sağlanamamıştır. Netice itibariyle gerek bu okullardan yetişenlerle gerek dışarıdan gelen casuslarla önce azınlıklar isyan ettirilmiş sonra da Türk olmayan Müslüman toplumlar kandırılmış, Osmanlıya karşı ayaklanmaları sağlanmıştır. Özellikle İngilizlerin ektiği nifak tohumları İslam âlemini parça parça etmiş, müslümanların toprakları emperyalist batılıların (özellikle İngilizlerin) sömürgesi olmuştur. Misyonerlerin emperyalist emelleri hakkında fikir vermesi bakımından Kenya’nın ilk başbakanı olan Kamau Kenyatta’nın sözlerini zikretmekte fayda vardır. Kamua Kenyatta misyonerlerin gayesini şöyle özetler:
“Misyonerler bizim topraklarımıza geldiğinde İncil onların, topraklar Afrikalıların elindeydi. Bize gözü kapalı dua etmesini öğrettiler. Neden sonra gözlerimizi açtığımızda, İncil bizim, topraklarımızsa onların olmuştu.”
Buraya kadar anlattığımız ilk altı dönemdeki yöntemler, misyonerlerin ağırlıklı olarak uyguladıkları yöntemlerdir. 1965 sonraki dönemde, yani günümüzde de pek çok yöntem kullanmaktadırlar. Amerika’nın Irak’ta yaptıkları, Ortaçağ hristiyan barbarlığını sergiliyor. Ayrıca bu saldırının emperyalist boyutu da gözden uzak tutulamaz. Keza şu anda pek çok kolejleri vardır. Yeni kolejler açma hatta üniversite açma ideallerinden asla vazgeçmemişlerdir. Nitekim 1950’li yıllarda Amerika, Türkiye’ye atom reaktörü vermeyi ve karşılığında da mahut misyoner okulu Robert Koleji’nin üniversiteye dönüştürülmesi teklifinde bulunmuştur. Ayrıca şu anda kolejlerin yanı sıra pek çok ana okulu, kreş, yabancı dil kursları ve özel okullar da açmışlardır. Ayrıca hastane, huzurevi ve açık misafirhaneler gibi hayır kurumları ile de faaliyet göstermektedirler. Yine son dönemlerde İslam toplumlarında alevi-sünni, sünni-şii gibi nifak tohumlarını canlandırmaya çalışmaktadırlar. Fakat günümüzde özellikle Amerika ve Almanya merkezli misyoner teşkilatları ön plâna çıkmıştır. Ayrıca Türkler, batıdan gelen misyonerlerin emperyalist düşünceli olduklarını düşünebilir ve tavır alabilir düşüncesiyle Türkiye’de faaliyet yapmak üzere daha çok Güney Koreli misyonerleri kullanmaktadırlar.
Misyonerler 1963’ten itibaren ağırlıklı olarak “diyalog” kelimesini zikretmektedirler. II. Vatikan konsülünde gündeme gelen diyalog söylemleri misyonerlerin yeni bir taktiğidir. Kendi içlerindeki mezheplere bile müsamahası olmayan hristiyanların İslam’a ve müslümanlara karşı ılımlı bir söylem geliştirmeleri calibi dikkattir. Nitekim J.B.Taylor: “Müslümanlar arasındaki misyonerlik çalışmaları diyalogun önemini ortaya koymuştur. Burada söz konusu olan diyalog misyonerliğe bir alternatif değil, bizzat şartlara uygun misyonerliktir.” demektedir. Nitekim dünya çapında Misyonerlik yapan iki kilise ile sıkı bir işbirliği içinde olduğu bilinen Bush’un ve ekibinin müslüman ülkelere olan saldırgan tutumları misyonerlerin diyalog söylemindeki samimiyetsizliği ve bunun bir taktikten ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Sevgi ve Diyalog söylemleri bir kılıftan ibarettir. İçlerindeki kini örtmek için kullandıkları bir maskedir. Misyonerler ısrarla dünya barışını, kardeşliği, sevgi ve hoşgörüyü savunurlar fakat müslümanların bulundukları bölgelerdeki ihtilaflarda, karışıklıklarda misyonerlerin parmağı vardır. Nitekim Osmanlı Devletini de bu nifak tohumları ile yıkmışlardır. Şu anda da gerek sünni-şii tartışmaları olsun gerek diğer ihtilaflar (Türk- Kürt, sağ-sol vb.) olsun hemen hemen hepsinde misyonerlerin rolünün olduğu görülür. Misyonerlerin, Müslümanlar arasına fitne sokmada bu kadar başarılı olmasının sebebi, onların gidecekleri ülkenin dini, içtimai ve kültürel durumunu önceden iyice inceleyip öğrenmeleridir. Zira zeki öğrencilerden seçilen misyonerler, hristiyanlık bilgilerini iyice öğrenmekten başka Arapça, İslamî bilgiler ve İslam felsefesi gibi ilimleri de öğrenirler.
Günümüzdeki misyonerlerin diğer bir maskesi de Evangalizm söylemidir. Misyonerlik kelimesi Müslümanlarda emperyalizm gibi, haçlı seferleri gibi olumsuz izlenimler oluşturduğundan bu maskeyi kullanmaktadırlar. Evangalistler; tek amaçlarının İsa’yı dünyaya duyurmak olduğunu ve kimseyi zorla hristiyan yapmak gibi bir niyetlerinin olmadığını söylerler. Kendilerinin ne Katolik ne Protestan ne de Ortodoks olduklarını, köklerinin hristiyanlığın ilk günlerine kadar uzandığını iddia ederler. Evangalistler kendilerini “Mesih İnanlıları” olarak tanıtan maskeli misyoner grubudur.
Misyonerlerin II. Vatikan Konsülünden itibaren uyguladığı diğer bir uygulama da mahalli kiliseleri güçlendirmedir. Eskiden kiliseler merkeziyetçi bir yapıya sahipti. Merkez kilise mahalli kiliseleri denetlerdi. Günümüzde ise mahalli kiliselerin yetkileri ve imkanları genişletilmiştir. Bu kiliselerin başlarına geçirilen din adamlarını da o bölgenin halkından seçmektedirler. Çünkü kendilerinden birisinin hristiyanlık propagandası yapmasının o bölge halkı üzerinde daha fazla etkisi olmaktadır.
Günümüzdeki misyonerlerin diğer bir metodu da İnkültürasyon metodudur. Buna göre hristiyanlar kendilerini gizlemekte ve muhataplarına onların kültürel ve dini değerleri ile yaklaşmaya çalışmaktadırlar. Mesela, müslümanlarla konuşurken tek tanrıya inandıklarından bahsetmekte, Hz. Peygamberi ve Kur’an-ı Kerim’i kabul ediyormuş gibi bir izlenim vermeye çalışmaktadırlar. Kuran’dan ayetler okuyarak hristiyanlıkla benzer yönlerini vurgulamaya çalışmakta ve kendileri kesinlikle inanmadıkları halde bütün dinlerin aslında aynı olduğunu iddia etmektedirler. Bunu muhatabına kabul ettirdikten sonra ise İslam’daki ibadetlerin zor olduğunu savunmakta ve hristiyan olup haftada bir kiliseye gitmekle yükümlülükten kurtulmalarını önermektedirler. Yalancılık, ikiyüzlülük veya en masumane ifadesi ile takiyye diyebileceğimiz bu metot günümüzde çok yaygınlaşmıştır. Muhataplarını kazanabilmek için her türlü hileye başvurmaktadırlar. Yıllarca komünizm idaresinde yaşayarak Müslümanlık namına hiçbir bilgisi olmayan Türkiye Cumhuriyetlerindeki Müslümanlara, dışında İstanbul basımı Kur’an yazan ve fakat içerisi incil ayetleri ile dolu olan kitaplar dağıtmışlardır.
Bütün bu metotlarla da hristiyanlaştırmayı başaramazlarsa yine vazgeçmemekteler ve müslümanları dinlerinden uzaklaştırmaya ve hristiyanlık kültürünü sokmaya çalışmaktadırlar. Böylece dinlerinden uzaklaşmış ve derin bir boşluğa düşmüş müslümanları sonraki nesiller itibariyle hristiyanlaştırmayı planlamaktadırlar. Zira dininden yana şüpheye düşürülmüş ve kendi yaşantısında kültürel olarak hristiyanlığın izlerini taşıyan birisinin elde edilmesi çok kolay olur. Bu yüzden günümüzde gerek yabancı filimler yoluyla gerek batılılaşmış aydınlarımız yoluyla hristiyan kültürünü bir hayli yaygınlaştırmışlardır. Öyle ki türk ve müslüman olduğu halde “Allah baba yukarıda” diyenler, noeli büyük bir coşku ile kutlayanlar ve bir hristiyan gibi düşünenler bir hayli fazladır. Nitekim rahip Samuel Zwemer, misyonerler için yaptığı bir konuşmada şöyle der:
“Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara, hristiyan adetlerini, hristiyan bayramlarını, hristiyan kültürünü, hristiyan ahlakını aşılayalım...” Rahip Samuel ayrıca bu yöntem sayesinde şu anda yüzlerce Müslümanın kalplerinden İslam imanını çıkardığını ve hristiyan dinine gizlice iman ettiğini de iddia etmektedir.
Hiçbir müslüman, İslam’ın nuru dururken tahrif edilmiş hristiyanlığın karanlığına kapılmaz. Bu yüzden misyonerler, dinine bağlı bölgelerde hangi yöntemi denerlerse denesinler başarılı olamamışlardır. Böyle yerlerdeki faaliyetleri daha çok müslümanları dinlerinden soğutmaya yöneliktir. Medyayı da kullanarak bu tahrifatı gerçekleştirmeye ve böylece manevi boşluğa düşürebildikleri müslümanlara cazip teklifler getirerek onları hristiyanlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu cazip teklifler para, iş imkanı, yurt dışında eğitim veya iş vaadi olabileceği gibi cinsellik de olabilmektedir. Yani hristiyanlaştırma uğruna kendileri açısından da ahlaksızlık olan şeylere tevessül edebilmektedirler. Bakınız Peder Louis Massignon bu konuda neler demekte: “... Müslümanların her şeyini tahrif ve mahvettik. Dinleri, inançları, ahlakları, dine bakışları ve insani duyguları mahvoldu. Onların milli ve manevî değerlerini, Batı Medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslamiyet’ten uzaklaştırdık. İslamiyet’i öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı ve Kur’an-ı Kerim öğrenmeyi, suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu, tam olarak, hiçbir şeye inanmıyorlar. Ehl-i sünnet itikadı, başta gelen düşmanımızdır. Bu itikadı geçmişte sapık itikatlara yönlendirdik. Son yıllara ise müslüman görünen bazı ilahiyatçılarla, on dört yüzyıllık itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hâle getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolay; maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışında iş imkanı, hatta cinselliği kullanarak müslümanları hristiyan yapınız...”
Şüphesiz Firavun’un da bazı hedefleri vardı, Hz Musa’nın da... Nemrutların da hedefi olur İbrahimlerin de. Zıt hedefleri olan bu insanların hangileri muvaffak olmuştur? Hangileri daha gönülden ve daha fazla çalıştı ise o muvaffak olmuştur. Vehb bin Kebşe (r.a) İslam’ı tebliğ için Medine’ye bir yıllık mesafede olan Çin’e gitti. Bu ihlas ve gayretinin semeresi olarak İslam nuru Çin’de gönüllerle buluştu. Sahabe-i Kiram Efendilerimizin çok az bir kısmı Medine’de vefat etti. Büyük bir çoğunluğu irşad için gittikleri memleketlerde vefat ettiler. Onların bu gayretinin ve samimiyetinin semeresi olmak üzere İslamiyet kısa sürede birçok kıtaya yayıldı, birçok gönle ulaştı. Şimdi bu gayreti bazı misyonerler göstermeye çalışmakta. Sosyal statüsü yüksek de olsa, doktorluk vb gibi itibarlı meslek sahibi de olsa dünyanın en uygunsuz şartlarının olduğu yerlere gidip maddi imkanlarını ve bütün zamanını seferber edenler var. Deprem, sel gibi felaket bölgelerine anında koşan misyonerler var. Onların bu içten çalışmaları hedeflerine yaklaşmalarına neden olmaktadır. Bizim hedefimiz ise İslam nurunu tüm gönüllere ulaştırmak olduğuna göre onlardan daha fazla çalışmamız gerekmektedir. Şayet bizler ihlas ile bir adım atarsak Allahu Teala onu on kat bereketlendirecektir. Ülkemiz, misyonerlerin yoğun faaliyetlerinin olduğu bir bölgedir. Aynı zamanda turistik bir bölgedir. Bizler en azından burada yapılan misyonerlik faaliyetlerinin neticesiz kalması için insanlarımıza güzel dinimizi anlatıp, dinimizin muktezasınca amel edebilmelerini sağlayabiliriz. Turistik amaçla ülkemize gelen turistlerin kalplerine İslam güneşinin doğması için gayret edebiliriz.
Batılı ülkelerde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu boşlukta. Kiliseye gitmiyor, çünkü kilise, ruhunu tatmin etmiyor. Bu insanlara bizler İslam’ın güzelliklerini sunabilirsek Allah’ın da yardımıyla tahmin edemeyeceğimiz neticeler alabiliriz. Ve hatta İslam’ı yok etmek için gelen misyonerlerden bile İslam’ın nurunda hayat bulanlar çıkabilir. Yeter ki bizler dinimizi öğrenip, yaşantımızı güzelleştirip, gönlümüzü sahabe efendilerimiz gibi tebliğ arzusuyla doldurabilelim...
İlkadım Dergisi Mayıs 2004
Konular
- ŞEYTAN FISILTISI VESVESE
- EFENDİMİZ'İN NURLU İKLİMİNDEN EN GÜZEL TAVSİYELER
- Ayetlerin Nüzul Sebeplerini Bilmenin Kur'ân-ı Kerim’i Anlamaya Katkısı
- ŞEYTANIN İBADET HİLELERİ
- YALNIZ KUR'AN DİYENLERE!.
- BAŞÖRTÜSÜ VE POZİTİF ENERJİ
- Peygamberimiz (s.a.v)' in sağlığa verdiği önem
- AYAKTA YEMEK,İÇMEK
- BESMELE MİKROSKOPLA İNCELENDİ
- EHL-İ SÜNNET YOLU
- KUR'AN AHLAKINDA MÜSLÜMAN ERKEK KARAKTERİ
- TIBB-I NEBEVİ TIP DÜNYASINA UFUK SAÇIYOR
- İBADETLER VÜCUDA MÜSPET ENERJİ TOPLUYOR
- ALLAH'TAN BAŞKASINA DUA
- RESULULLAH'IN HAKKI İÇİN
- MÜMİN,MÜMİN KARDEŞİNİN AYNASIDIR
- Hz. SÜLEYMAN HÂŞÂ BİLMİYOR MUYDU?
- SEBEPLER YARATICI DEĞİLDİR
- SEBEPLERE YAPIŞMAK DİNİMİZİN EMRİDİR
- Bölücü Örgütün Gizlemeye Çalıştığı Komünist Kimlik
- Ahmet Hulusi ( 2 )
- ERMENİLERİN 4T PLANI VE GERÇEKLER
- ERMENİ SORUNU
- DÖRT SORUDA ERMENİ SORUNU
- Ermeni Katliamları Hakkında Genel Değerlendirme
- ANADOLU'DA ERMENİ ZULMÜ
- SAPIK FIRKALAR - MUTEZİLE
- SAPIK FIRKALAR - CEBRİYE VEYA MÜRCİYE
- SAPIK FIRKALAR - MÜŞEBBİHE VEYA MÜCESSİME
- Kadın,Erkek Ve Akıl