"KURÂN-I KERİM'İN ŞİFRESİ"

Bir genç tarafından ortaya atı­lan ve son günlerde ülkemizin gün-demini işgal eden “Kuran’ı Kerim’in şifresi” tezinin ve bu tez üzerine oluşan merak ve tartışma­ların kamu vicdanı üzerinde ciddi bir tesir uyandırdığını hepimiz gözlemlemekteyiz.

Kuran şifresi söylemiyle yankı uyandıran bu tezin değerlendir­mesine geçmeden önce tezin mahi­yetini incelememiz yerinde olur.

Tezin Mahiyeti

Ömer Çelakıl imzasıyla ya­yımlanan “Kuran-ı Kerim’in Şif­resi” adlı çalışmaya göre tez, Hurû­fîlik türü ezoterik (Batınî) çalışma­lar zincirinin son halkasını teşkil etmektedir. Nitekim kitaba gele­neksel ezoterik kehanet örnekle­riyle başlanması da bu izlenimi desteklemektedir. Bir farkla ki kullandığı “Simetrik Sayı Dizisi” sebebiyle Çelakıl’ın tezi geleneksel ezoterik örneklerinden kısmen farklılık arz eder. (s.62)

Çelakıl’ın şifresi genelde iki kademeli bir çıkarıma dayanmak­tadır. Birinci kademede simetrik orantılara dayalı olarak birbirle­riyle ilintili bulunan ayet ve sure numaraları üzerinden önce merkez sayısı sonra eksik sayı (veya sayılar) çıkartılır. İkinci kademede tespit edilen eksik sayı (veya sayılar)ın birler basamağını teşkil eden ra­kamlar bir araya getirilerek elde edilen toplam rakam, kehanet ko­nusu olayın tarihi, yaşandığı bölge­nin enlem ve boylamı gibi sayısal yönüne tatbik edilir. (s.63, 64)

Çelakıl, ayetlerden çıkardığı rakamları olaylara uyarlarken hicrî ve miladî tarihlerden hangisini esas kabul edeceği konusunda sıkıntı yaşadığını kendisi de itiraf eder. Çelakıl bu sıkıntıyı, hicrî tarihler için geliştirdiği ek bir yöntemle aşmaya çalışır. Bu yönteme göre ayetlerden elde edilen rakamlar miladî bir tarihe değil de hicrî bir tarihe denk gelirse, iki basamaklı sayıların değerlerini toplamdan çıkartmak gerekecektir. (s.66)

Çelakıl’ın şifresini ayetlere uyarlarken karşılaştığı bir diğer güçlük Kuran-ı Kerim’de geçen mukattaa harfleridir. Alışılagelmiş Kuran üslubunun dışında bir görü­nüm arz eden bu gibi ayetlerde Çelakıl, –kendi ifadesiyle– kura­lında bir değişikliğe gider ve bir veya birkaç harften oluşan bu gibi ayetlerden çıkan rakamların başına kendiliğinden “1” rakamını ekleye­rek güçlüğü aşmaya çalışır. Ayrıca Çelakıl, hicri tarihlerle ilgili geliş­tirdiği ek yöntemi de mukattaa harflerinde uygulayamadığını; bu sebeple mukattaa harflerinin şifre kuralları açısından bir istisna teşkil ettiğini kabullenmek zorunda kalır. (s.67, 68)

Çelakıl, ayet seçiminde genelde ayetin sure içinde tekrarlanmış ol-masına veya kehanet için müna­sip bulunan olayla anlam ilişkisinin bulunmasına dikkat eder. Örneğin I. Dünya savaşının bitiş tarihine denk düşürüp kehanetini keşf ettiği Enfal suresi için, bu surede altı yerde tekrarlanan “Ey iman eden­ler..” ayetini esas kabul eder. Bu ayetlerin numaralarını tespit eden Çelakıl yukarıda belirttiğimiz ka­demeleri takip ederek 1337 sayısını çıkartır. Bu sayı I. Dünya savaşının bittiği hicri 1337 tarihine denk düşmektedir. Çelakıl, surenin adını teşkil eden Enfal kelimesinin “savaş sonunda elde edilenler” olduğuna dikkat çekmek suretiyle bunun bir tesadüf olamayacağının altını çizer. (s.80, 81)

Bir başka örnekte Çelakıl, ampülle arz ettiği yakınlıktan yola çıkarak ampülün keşf edildiği tarihi haber vermiş olabileceği yönün­deki ön sezisine binaen “Nur” (ışık) suresini ele alır. Anılan surede, içinde “misbah” (lamba) kelimesi geçen ayeti olayla ilişkisine daya­narak “anahtar ayet” kabul eder ve içinde bu ayet numarasının da yer aldığı sayı kümeleri üzerindeki hesapları sonucu Edison’un ampulü keşfettiği 1878 tarihiyle denk dü­şen sayıyı “Nur” suresinden çıkar­tır. (s.260, 261) Fakat yazar bu he­sabında bir önceki hesapta olduğu gibi sure içinde tekrarlanan ayet numaralarını esas almamıştır. Bila­kis yazar burada hesabını, “Nur” suresinin numarası, yukarıda belir­tilen anahtar ayetin numarası, su­renin toplam ayet sayısı ve surenin iniş sırası üzerinden yapar.

Verdiği ön bilgilerle şifresini tanıtan Çelakıl daha sonra şifresini bazı Kuran ayetleri üzerinde uy­gulayarak ulaştığı ezoterik sonuç­ları okurlarıyla paylaşır. Genelde bu sonuçlar; I. Dünya savaşının bitişi, II. Dünya savaşının başlangıç ve süresi, helikopter, telgraf, tele­fon ve otomobil..v.s. bazı araçların icatları gibi önemli olayların tarih­lerine denk düşen rakamların, bazı Kuran ayetleri tarafından önceden haber verilmiş olmaları yönünde­dir.

Şifre çözme sisteminin objek­tiflik değerine temas eden Çelakıl, söz konusu sistemin, hemen hemen hiç yorum içermediğini aksine büyük oranda sayısal ve mantıksal çıkarıma dayandığını söyler. (s.69)

Çelakıl, Kuran-ı Kerim’in şif­relerinin çözümünde bir ilk adım ol-duğunu söylediği bu tezin, diğer araştırmacılar tarafından geliştiri­le-bileceğini ve daha ilginç keha­netlerle karşılaşılabileceğini ifade ederek “Kuran-ı Kerim’in Gerçek­leşen Kehanetleri” başlığıyla kita­bında yeni bir bölüme geçer. (s.70) Yazar bu bölümde de, yukarıda örneklerine değindiğimiz yaşanmış bazı önemli gelişmelerin önceden Kuran’da haber verildiğini gösteren bulgulara yer verir. Çelakıl son olarak iki binli yıllarda gerçekleş­mesini beklediği diğer gelişmeleri de ayrı bir bölümde sıralayarak kitabını tamamlar.

Tezin Değerlendirilmesi

Tezin mahiyeti hakkında kısaca bilgi verdikten sonra artık tezin de-ğeri üzerine konuşabiliriz. İfade ettiği değeri takdir edebilmemiz için tezi iki aşamalı olarak ele al­mayı düşünüyoruz. Birinci aşamada tezin kendi içindeki tutarlılığını, ikinci aşamada tezin ortaya çıkar­dığı sonuçların Kuran’a aidiyetini irdelemeye çalışacağız. Daha sonra bu iki aşamada elde ettiğimiz neti­celere bağlı olarak tezle ilgili kana­atimizi arz edeceğiz.

1. Tez kendi içinde ne ölçüde tutarlıdır?

Çelakıl’ın çalışması gözden ge­çirildiğinde, tezinin kendi içinde tutarsızlıklar taşıdığını gösteren bol miktarda bulguyla karşılaşmak son derece kolaydır. Şimdi yazarın bu noktadaki çelişki ve tutarsızlıkla­rını maddeler halinde görelim:

Öncelikle ifade edelim ki Çelakıl’ın şifre çözme sistemini ve bu sisteme dayanarak keşfettiği hususları güvenilmez kılan en önemli sorun, Çelakıl’ın araştırma sırasında taşıdığı ruh halinde gizli­dir. Zira Çelakıl bulgularını, ön yargısız ve duru bir zihinle ger­çekleştirdiği Kuran okumalarına borçlu değildir. Aksine onun Kuran okumaları genellikle hayalini gör­düğü kehanetlere ait ön kabullerle karışıktır. Mesela Çelakıl’ın şu ifadeleri bunun açık bir örneğidir: “İlk adımı Kamer Suresi’yle attım diyebilirim. Çünkü “Kamer sure­sinde Ay’a çıkış tarihinin olabile­ceğini düşünüyordum.” Ama bu sadece bir histi ve hissetmem ye­terli değildi. Eğer bu hissim doğ­ruysa acaba bunu ortaya çıkartabi­lir miyim diye, kim bilir kaç kez Kamer suresini okumuştum.” (s.52)

Çelakıl’ın araştırmalarına bu halet-i ruhiye ile başlaması tezinin objektifliğine de gölge düşürmek­tedir. Zira ön kabullerin, araştır­macıyı, Kuran’ın ne söylediğini anlamaya değil, ona bir şeyler söy­letmeye zorlaması tabiidir.

Kitabını okurken sık sık hisse­dildiği gibi Çelakıl, zihninde kur­guladığı olay-ayet/sure ilişkisini ispatlamak amacıyla araştırmala­rına başlar. Bulduğu en ufak bir münasebet üzerine ilgili olayı bir sure veya ayetle ilişkilendirmeye çalışır. Daha sonra ilgili olayın başlangıç ya da bitiş tarihi, süresi, olayın yaşandığı bölgenin enlem ve boylamı gibi bol seçenekli sayısal verileri zihninin bir köşesinde saklı tutar. Çelakıl, söz konusu sureden bu ta-rihlerden birinin mutlaka çıkacağı umuduyla sure ve ayetleri çok farklı yönleriyle –ve çoğu defa Kuran’ın aslına taalluk etmeyen beşeri ta-sarruflara bağımlı bir şe­kilde– inceleyerek nihayet bekle­diği sonuca ulaşır.

İlk paragraflarda da ifade ettiğimiz gibi, belli kurallar çerçe­vesinde oluşturulduğu söylenmiş olsa da, aslında Çelakıl’ın çalışma­sında bütünlük arz eden bir sistem yoktur. Nitekim yazarın sıkıştığı yerlerde sisteminden ödün vermek zorunda kalarak ek yöntemlerle problemi çözme yoluna gittiği göz­den kaçmamaktadır. Mesela hicri tarihler için geliştirdiği ek bir yöntemle genel kurallara aykırı bir yol izlediğini (s.66), “mukattaa harfleri”nde de sistem yetersiz kalınca, bu defa ne hicri ne de mi­ladi tarihlerde izlediği kuralları dikkate almadığını; aksine çok daha farklı bir yol tutarak “mukattaa harfleri” için de ayrı ve istisnai bir yöntem ihdasına gittiği dikkat çekmektedir. (s.67)

Ayrıca Çelakıl araştırmala­rında yeterince objektif olama­maktadır. Nitekim şu ifadeler onun zaman zaman –arzuladığı sonuca ulaşmak uğruna– sistemin işleyi­şine müdahale ettiğini göstermek­tedir: “burada saklanan tarihin, merkez sayısının birler basama­ğında olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle genel kuralımıza uyma­makla birlikte merkez sayısının birler basamağını da elde ettiğimiz sayıya dahil ediyoruz.” (s.298)

Çelakıl tekrarlanan ayetleri tesbit ederken de oldukça seçici davranmaktadır. Çıkarımlarında daima hesaplarına uyum arz eden ayetleri cımbızlamakta, takip ettiği usule göre hesaba katması gereken bazı ayetleri ise maalesef dikkate almamaktadır. Örneğin sistemine uygulamak üzere “Sebe’” suresini incelerken, içinde “andolsun” ve “şüphesiz” kelimeleri geçen ayetleri tekrarlanmış ayet kabul etmekte ve bu mahiyetteki 9, 15 ve 19. ayetleri almaktadır. Oysa Çelakıl’ın bizzat kitabına aldığı sure mealinde “andolsun” kelimesi 10. ayette de bulunduğu halde Çelakıl bunu görmezlikten gelmektedir. (s.153-158)

2. Tezin ortaya çıkardığı bul­guların Kuran’la alakası var mıdır?

Çelakıl’ın keşf ettiği bulguların Kuran’la alakası var mıdır, suali, Çelakıl’ın ortaya koyduğu ilginç bulguları Kuran’a atfetmemizin ne derece mümkün olabileceğine iliş­kindir. Konuya bu zaviyeden bak­tığımızda öncelikle şunu belirtme­miz gerekir ki; Çelakıl çıkarımla­rını tamamen Kuran meallerinden yapmıştır. Kuran meallerinin oriji­nal Kuran kabul edilemeyeceğini düşünürsek bulguların Kuran’a isnadının daha işin başında şüphe uyandırdığını söyleyebiliriz. Çıka­rımların Kuran tercümelerinden yapılmış olmasının tez bakımından ne tür problemler arz ettiği konu­suna geçmeden önce çıkarımların diğer dayanaklarına bir göz atalım.

Çelakıl’ın bulguları mevcut Kuran nüshalarının tertibine göre ayet ve sure numaraları, surelerin ayet sayısı, iniş sıralamasına göre sure numaraları ve ayetlerin sözcük sayımı üzerine kuruludur.

Kuran tarihine aşinalığı olanla­rın da takdir edeceği gibi bugün elimizde bulunan Mushafların ayet ve sure dizimi konusunda farklı kanaatler vardır. İslam alimlerinin çoğunluğunun benimsediği görüşe göre –ki bu görüş dayandığı deliller bakımından daha güçlüdür– ayet dizimi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in talimatıyla olmuştur. Diğer bir görüşe göre ayetlerin sure içindeki dizimi sahabenin kendi görüşlerine göre yapılmıştır.[1]

Surelerin Mushaf içindeki di­zimi konusunda da tartışmalar yaşanmış, fakat İslam alimlerinin geneli tarafından benimsenen gö­rüşe göre surelerin dizimi vahiyle olmamış, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatından sonra sahabenin kendi görüşleri doğrultusunda gerçekleş­tirilmiştir.[2]

Ayetlerin bitiş yerleri ve buna bağlı olarak sure içindeki ayetlerin sayısının tesbiti de İslam alimleri arasında tartışmalıdır. Bu sebeple birçok surenin ayet sayısı tartışıl­dığı gibi Kuran ayetlerinin toplam sayısı da tartışılmıştır. Bu durum ayetlerin bitiş yerlerinin ilahi tali­matlar eşliğinde bizzat Hazreti Peygamber (s.a.v.) tarafından net olarak tespit edilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır.[3] Binaenaleyh bu durum mevcut numaralandırma esas alınarak yapılan bir çalışmanın Kuran’a mal edilemeyeceğini göste­rir.

Ömer Çelakıl’ın tezinin ağır­lıklı olarak mevcut ayet ve sure numaralarına dayanmış olması[4], bulguların Kuran’a aidiyeti husu­sunda ciddi şüpheler uyandırmak­tadır. Zira bu durum bulguların, vahiy mahsulü metne değil, ayet ve surelerin numaralandırılması gibi beşer kaynaklı bir tasarrufa dayan­dığı kanaatini vermektedir. Bu bakımdan Çelakıl’ın keşf ettiği bulguları, Kuran mucizeleri olarak kabul etmemiz doğru bir tutum değildir.

Bulguların Kuran’a isnadı hususunda görülen bir diğer prob­lem de şifrenin Kuran’ın kendisi değil de tercümelerinde uygulan­mış olmasıdır. Şifrenin tercümeler üzerine uygulanmış olması, bulgu­ların Kuran’a isnadının yanında, tezin kendi içinde tutarlılığı açısın­dan da ciddi çelişkilere yol açmak­tadır. Mesela Çelakıl “Sebe’” suresi üzerinde çıkarım yaparken surede manaları birbirine yakın olan tek­rarlanmış sözcükler olarak “andolsun” ve “şüphesiz” kelimele­rini seçmiştir. Çelakıl, esas kabul ettiği mealden hareketle bu manayı içeren sözcüklerin 9, 15 ve 19. ayetler olmak üzere surede üç defa tekrarlandığını tespit eder. Daha sonra Çelakıl, zikredilen ayet nu­maraları üzerine yaptığı hesap so­nucu çıkan rakamın otomobilin icad edildiği tarihe denk düştüğünü ileri sürerek kehanetini tamamlar. (s.158, 159) Oysa Kuran-ı Kerim’e baktığımızda[5] aynı surede yukarıda sözü edilen ayetlerin dışında bu manaya gelen üç değil 7, 10, 11, 20, 24, 36, 39, 48, 54 de dahil top­lam on iki ayet vardır. Bu ayetlerin rakamlarını hesabın içine dahil edecek olursak Çelakıl’ın çıkarımı anlamını yitirecektir.

Çelakıl’ın bulgularının Kuran’a atfını imkansız kılan bir diğer husus, tez sahibi tarafından bulgu­ların birer kehanet olarak görül­mesidir. (Bkz., s.66, 69, 70, 71) Bilindiği gibi Kuran gelecekten haber vermek anlamına gelen ke­haneti reddetmiş, kendisinin bir kahin sözü olduğu yönündeki asıl­sız iddiaları şiddetle yalanlamıştır. Nitekim “Bakın, bu [Kuran] ger­çekten şerefli bir elçi’nin [vahy edilmiş] sözüdür. Ve o, inanmaya ne kadar az [eğilimli] olsanız da, bir şair sözü değildir. Ve ders al­maya ne kadar az eğilimli olsanız da bir kahin sözü de değildir. O alemlerin rabbinden bir vahiydir.” (Hakka, 40, 41, 42, 43) ayetlerinde de açıkça ifade edildiği gibi Kuran bir kehanet değildir. Kuran ayetleri insanlara asla birer kehanet olarak sunulamaz. Bu her şeyden önce Kuran’ın doğasıyla çelişen bir iddi­adır. Zira kehanet esrarengiz var­lıklarla ilişkisi olduğu sanılan kimseler tarafından ileri sürülen ve çoğu gerçek dışı olan beşer sözleri­dir. Oysa Kuran baştan sona evre­nin yaratıcısı olan Allah’ın sözle­rinden oluşmaktadır. Üstelik Çelakıl’ın, keşfettiği şifre çözme sistemine dayanarak gelecekten haber verdiği hususlarda yer yer kesin ifadeler kullanması sorunu daha da çözümlenemez hale getir­mektedir. (s. 308)

Çelakıl’ın bulgularının Ku­ran’a isnadını şaibeli kılan bir diğer sorun da Çelakıl’ın Kuran’a ve Ku­ran’ın orijinal dili olan Arapça’ya yabancı olmasıdır. Küçük bir örnek olması için Çelakıl’ın bir tesbitini buraya aktarmak istiyoruz: “Sad, Arap alfabesinin 14. harfidir ve “sada” sözcüğünden gelmektedir.(!) Sada’nın Türkçe karşılığı “verilen sese karşılık alınan, yankılanan ses”tir. (s.114) Görüldüğü gibi Sa­yın Çelakıl Arap alfabesinden bir harf olduğunu söylediği “sad” har­fini, bir kelimenin türevi kılmakta, daha sonra bu surenin telefonla irtibatından söz etmektedir. Harfin kelimeden türediği/geldiği yö­nünde bir iddianın anlamsızlı­ğını/saçmalığını düşünecek olursak Çelakıl’ın bulgularının Kuran’a isnadının ne denli şaibeli olduğunu anlamamız daha kolay olacaktır.

Sonuç olarak tezin değerlen­dirmesinden anlaşıldığı üzere tez gerek tutarlılığı gerekse Kuran’a aidiyeti açısından ciddi sorunlar içermektedir. Üstelik içerdiği bu iki sorun tezi, kendi içinde tutarlı olduğunu kabul etsek bile Kuran’a atfı imkansız olduğu için açık bir paradoksla karşı karşıya getirmek­tedir. Bu bakımdan Ömer Çelakıl’ın “Kuran’ın şifresi”ni çözme ve “Kuranî kehanetleri” keşfetme iddiasıyla kaleme aldığı çalışmanın “Kuran’ın şifresi” olarak takdim edilmesinin mümkün ol­madığı kanaatindeyiz.


[1] es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.63.
[2] es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.63.
[3] es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.68.
[4] Bu durum Çelakıl’ın tezinde o kadar belirgindir ki, tezin bir bölümünün başlığı “Kuran-ı Kerim’in sure numaralarından çıkan sayısal mesajlar” şeklindedir. (s.251)
[5] Çelakıl’ın kitabına bakıldığında bu husus açıkça görülecektir. Kitabta yer alan meale göre surede iki adet “andolsun” ifadesi yer alırken kendisi bunlardan sadece bir tanesini hesaba katmıştır. (s.153-158)
[*] Ömer Çelakıl, Kur’an-ı Kerim’in Şifresi, Sınırötesi Yayınları, İstanbul, 2002, 341 sahife.