Zehirli | Konular | Kitaplar

NASIL HÜKMEDİYORSUNUZ

“De ki: Sizin ortak koştuklarınızdan gerçeğe götürecek var mı? De ki gerçeğe götüren Allah’tır. Gerçeğe götüren mi uyulmaya daha layıktır. Yoksa hidayet vermedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? O halde neyiniz var! Nasıl hükmediyorsunuz!” (Yunus 35)

Fetva ehliyetli kişilerin işidir. İslam hukukuna göre müftü kendisine sorulan sorunun hükmünü, kitap ve sünnet naslarından çıkarır veya nasların ışığı altında içtihat ederek çıkarır. Bu yönü ile fetva verme işi ilmî iktidar meselesidir ve içtihada dayanmaktadır. Usül âlimlerine göre bir kişinin fetva verebilmesi için o şahsın müçtehit olması gerekir. İçtihat iktidarına sahip olamayan bir kişiye hakikatte müftü denilemez. Bu şartları taşımayan kişilere mecazen müftü denilir. Âlimlerin ortak görüşü müçtehitlerin görüşünü ezberleyen ve müçtehit olmayan kimse müftü değildir. Böylesinin vazifesi kendisine sorulduğu zaman, İmam-ı Azam gibi bir müçtehidin görüşlerini nakletmektir. Zamanımızdaki âlimlerin fetvaları gerçek fetva olmayıp müçtehit müftülerin fetvalarını nakletmekten ibarettir. Bir de son zamanlarda Kur’an’ın lafzını okumaktan aciz, bir kere olsun bir meal bile okumayan, Rabbine secdeye gerek duymayan kişiler, başörtüsünün veya devlet ile alakalı hükümlerin Kur’an’da olmadığını söylemektedirler. Mevla’sını tanımayan, kitabını tanımayan, sünnete ihtiyaç duymayanların söz ve fetvalarının dinen hiçbir değeri yoktur.

Müçtehit olmayan bir müftü, sorulan bir meselenin cevabını muteber kitaplarda bulamazsa kendisinden daha ehliyetli âlim zatlar ile müşaverede ve müzakere-i ilmiyede bulunmalıdır. Öyle kendi reyiyle fetva vermeğe cüret göstermemelidir. İcabında bilmiyorum demelidir. Nitekim pek büyük kâmil müçtehitler, hatta sahabe-i kiramdan pek çok zevat bazen “bilmiyorum” derlerdi. Bilmeden verilen fetvalar Şeriat-ı İslamiyye namına bir iftiradır. Şer’i hükümlere karşı lâubalîyane bir hakarettir. Müslümanların mukaddesatına karşı bir hürmetsizliktir.

Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyruluyor:

“Bilmediğin bir şeyin arkasına düşme, hakkında hüküm verme! Şüphe yok ki kulak, göz, kalp bunlardan her biri kendisinden ve kendisiyle işlediği şeyden mesul olacaktır.” (İsra 36)

O halde kulak, daima hak sözleri dinlemeli, göz daima meşru şeylere bakmalı, kalp de daima hak şeylere tecelligah olmalıdır. Bilmediği şeylere fetva verenler hakkında Peygamberimiz aleyhisselam şöyle buyuruyor:

“Sizin ateşe atılmaya en cüretkârınız, fetva vermeğe en cüretli bulunanızdır.”

Bir kimseye cahilane bir surette fetva verilirse bunun günahı, bu fetvayı verene ait olur. Hal böyle iken fetva hususunda çok itina göstermek lazımdır. (Hukuku İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Ö. N. Bilmen)


NE FENA HÜKMEDİYORLAR?

“Yoksa kötülükleri yapanlar (müminlere karşı kötülük ve zulümler, yani küfür, dinsizlik, taassubu, şehvet ve ihtiras taassubu gibi eziyetler de bulunanlar) bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne fena hükmediyorlar.” (Ankebût 4)

Peygamberimizin döneminde, Kur’an, Peygamberimiz ve mukaddesat hakkında nice kötü hükümler verildiği gibi bugün de İslamî değerlere ve müslümanlara üzücü sözlerin söylendiğine şahit oluyoruz.

Peygamberimiz aleyhisselam Secde suresini okurken Velid b. Mugire okunan Kur’an’ı dinleyip kavmine geliyor ve diyor ki: “Ben şimdi Muhammed’den bir kelam dinledim. Bu söz esaslı ve köklü bir sözdür, ne cinlerin ne de insanların sözüne benzemez. Gayet tatlıdır.” Bu sözleri duyan Kureyş kavmi: “Velid dinden çıktı. Artık ona bakarak bütün Kureyş dininden dönecektir” dediler. Yeğeni Ebu Cehil, Velid’e gidip Kureyş’in sözlerini hikâye ederek Velid’i hiddetlendirecek sözler söyledi. Bunun üzerine Velid hiddetli bir şekilde Kureyş’in yanına gelerek: “Ey Kureyş! Muhammed mecnun dediniz, peki cinnet emaresi görüyor musunuz? Yalancıdır dediniz, hiç yalanına tesadüf ettiniz mi? Şairdir dediniz, hiç şiir söylediğini duydunuz mu?” deyince, bütün Kureyşliler: “Bunların hiçbiri yoktur. Fakat ne demek lazım, sen söyle!” dediler.

Velid uzun uzadıya düşünüp taşındıktan sonra “olsa olsa o bir sihirbazdır. Görmüyor musunuz kişiyi ailesinden evladından ayırıyor!” dedi. Müşrikler bu sözü çok beğendiler ve hazreti Peygambere “sihirbaz” diye hitap etmeye başladırlar. Bu Rasûl-i Ekrem’e çok dokunmuştu. Allah Teala bu düşünce hakkında bakın ne buyuruyor:

“Bakınız, (mesajlarımız, hakikati inkâra şartlanmış olan birine aktarıldığında, onları nasıl çürüteceğini) düşünür ve (onu) hesaplar, kendini de mahveder böyle hesaplar yaparak.

Evet, o kendini mahveder böyle hesaplarla! Ve sonra (yeni dayanaklar bulmak için çevresine) bakar, sonra kaşlarını çatarak dik dik süzer, sonunda (mesajlarımıza) sırtını döner ve küstahça böbürlenir ve: "Bu, (eski zamanlardan) intikal eden büyüleyici bir sözdür! Bu, ölümlü beşer sözünden başka bir şey değildir!" der.” (Müddessir 18-25)

Son zamanlarda Kur’an’a karşı, İslam’ın hükümlerine karşı Velid b. Muğire formüllü sözleri işitiyoruz. İslam’ın emri olan, Kur’an’da açık bir şekilde beyan olunan başörtüsünü bile sinelerine sindiremeyen gafillerin hallerine üzülmek lazım; zira cehennem azabı pek şiddetlidir. Herkesin dönüşü Allah’adır. Herkes her söylediği sözün hesabını verecek.


FIKHIN İNSAN HAYATINDAKİ YERİ NEDİR?

Fıkıh fert ile fert, fert ile cemiyet veya devlet arasındaki münasebetleri tanzim eder. Ayrıca fıkıh fert ile Allah arasındaki münasebetleri de tanzim eder. İşte İslam hukuku, dînî, siyasî ve medenî hayatın bütün safhalarına en geniş ölçüde şamil olup, hem ibadetlerde hem de aile, miras, emval ve ukud gibi içtimaî hayat münasebetleri icabı bütün muamelelerde yapılacak veya sakınılacak cihetlere dair hükümleri içine alır. Bundan başka ceza hükümleri, muhakeme usulleri ve nihayet devletin idaresi ve teşkilatı ile harp hukukunu alakadar eden hususlar da fıkıh mefhumunun şümulü içindedir. Şu halde fıkıh ilminin konusu, insanın hukuk düzeniyle ilgili fiilleridir. İslam fıkhı denince:

a- İbadetler, taharet, namaz oruç, hac, zekât, nikâh

b- Muamelat, akitler (medeni hukuk, borç hukuku, miras, iflas, rehin, şirket, devletler umumi hukuku)

c- Ukubat, ceza ve usulü, suç işleyenlerin cezası, zina, hırsızlık, kısas, cinayetler, yaralamaları içine alır.


FIKHIN GAYESİ

Toplu yaşamanın birçok faydaları yanında bir takım problemleri de vardır. Çünkü insan yaratılış itibariyle iyi ve kötü işleri yapmağa kabiliyetlidir. İnsanların ekserisi sorumluluğunu idrak ettiği halde bazıları sorumluluk duygusundan mahrumdurlar. Nitekim cemiyetin huzurunu bozan, hakkına razı olmayan, başkalarını rahatsız eden insanlar vardır. Güçlü ve sorumsuz insanların başıboş hareketlerinden dolayı haksızlıklara, tecavüzlere meydan vermemek ve böylece cemiyet emniyetini temin etmek için ilk zamanlardan beri Cenab-ı Hakk’ın gönderdiği kitaplarda, insanların uyması gereken bir takım hukukî ve ahlakî kaideler bulunmaktadır. Dindeki hukukî kaidelerin gayesi, toplum içindeki fertlerin maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılamak, haksızlıkları engellemek, fertlerin birbirlerine, cemiyete ve Allah’a karşı vazifelerini belirtip cemiyet nizamını sağlamaktır.

Hiç şüphesiz İslam hukukunu bilen ve ona göre yaşayan bir kişi dünya ve ahiret mutluluğunu elde eder. (Fıkıh Usulü, Fahrettin Atar)

İslam bir bütündür. Bütün olarak yaşanır. İşi zamana ve ortama bağlayıp İslam’dan uzak yaşayanlar mahkeme-i kübrada, mahşerde pişman olurlar.

Allah’ım ümmet-i Muhammedi Kur’an’a mahkûm et. Âmin.

(İlkadım Dergisi)


2 yorum

hilafet

şuan hepimizde iyi biliyoruz ki allahın hükümleri yani islamiyetin üzerine beyaz bir perde çekilmiştir onun için allahu tealanın şu ayette biz müslümanlara bi söz vermiştir ve bu söz gerçekleşecektir.ben diledigim kadar benim hükümlerim yer yüzünde olacaktır ve ben dilediğimde onu kaldıracam ve yerine zalim diktatörler gelecek ve ben dilediği kadar onlar kalacak diledimde onları kaldıracağım ve yerine ısırıcı melikler gelecek ve ben dilediğim kadar olacak ve diledimde de onlarda kalkacak ve nübüvet minhacı üzerine tekrar ikinci raşidi hilafet devleti kurulucaktır.işte allahu tealanın bize bu ayette bi söz vermiş peygamber efendimiz s.a.v de bunu müjdelemiş ve artık bizimde bu hilafet devleti için canla başla allah yolunda gitmemiz gerekir.

26.03.2009 - kuran ve sünnet

TEK YOL VAR ODA HİLAFETTİR

TEK YOL VAR ODA HİLAFETTİR

26.03.2009 - kuran ve sünnet

Konular