müctehid alimler

NASIL HÜKMEDİYORSUNUZ

“De ki: Sizin ortak koştuklarınızdan gerçeğe götürecek var mı? De ki gerçeğe götüren Allah’tır. Gerçeğe götüren mi uyulmaya daha layıktır. Yoksa hidayet vermedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? O halde neyiniz var! Nasıl hükmediyorsunuz!” (Yunus 35)

Fetva ehliyetli kişilerin işidir. İslam hukukuna göre müftü kendisine sorulan sorunun hükmünü, kitap ve sünnet naslarından çıkarır veya nasların ışığı altında içtihat ederek çıkarır. Bu yönü ile fetva verme işi ilmî iktidar meselesidir ve içtihada dayanmaktadır. Usül âlimlerine göre bir kişinin fetva verebilmesi için o şahsın müçtehit olması gerekir. İçtihat iktidarına sahip olamayan bir kişiye hakikatte müftü denilemez. Bu şartları taşımayan kişilere mecazen müftü denilir. Âlimlerin ortak görüşü müçtehitlerin görüşünü ezberleyen ve müçtehit olmayan kimse müftü değildir. Böylesinin vazifesi kendisine sorulduğu zaman, İmam-ı Azam gibi bir müçtehidin görüşlerini nakletmektir. Zamanımızdaki âlimlerin fetvaları gerçek fetva olmayıp müçtehit müftülerin fetvalarını nakletmekten ibarettir.

FIKIH ÜZERİNE



Mehmet Emin Er Hoca İle Sohbetler



Fıkıh Üzerine


Soru: Hocam, bize fıkhın lugat ve ıstılah manalarını, sonra da usul-i Fıkhı tarif edermisiniz?

Cevap: Fıkıh, kelime olarak fen, yani anlamak manasına gelir. Ebu Hanife “Nefsin kendi menfaatine ve zararına olan hükümleri bilmesidir.” Diyor. Muteahhirin ulemaları ona ameli de eklemişlerdir. Bu amel (yani uygulama) fıkhı, kelam ve tasavvuftan ayırmıştır. İmam-ı Şafi ise; “Tafsili delillerden istinbat edilen hükümlerdir.” Diye tarif etmiştir.

Usul-u fıkha gelince iki kelimedir. Birisi usul, diğeri fıkıh. Terkip olan ilmi usule, isim ve alem olmuşlardır. Usul, aslın cemidir. Asıl, üzerine bina olunan herhangi bir şey demektir. Fıkhı da tarif etmiştik. Böylece usulu fıkıh, fıkhın asılları demek olduğu anlaşılır.

Mezhebin lüzumu

Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Eshab-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyaset, idarecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf marifetlerinde birer derya idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resulullahın kalblere işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Herbirinin mezhebi vardı. Mezhepleri az veya çok farklı idi.

Tâbiinin ve Tebe-i tâbiinin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin mezheplerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhepleri unutuldu. Bu dört mezhebin imanları Eshab-ı kiramın ortak olan imanıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir. İmanları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirlerini severler. Birbirlerine uymayan işlerinde, zaruret olunca, birbirlerini taklit ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheplerin böyle ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, müslümanlara Allahü teâlânın rahmeti olduğunu, Peygamberimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezhep arasındaki ufak tefek başkalıklar, müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her müslüman, vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbadetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar.

Mezhepsizlik şu'rası

Sual: Bir yabancı yazar, “Teknolojinin ilerlediği günümüzde yeni fen vasıtaları çıktı, devir değişti. Yeni olaylarla karşılaşıyoruz. Yeni ictihad gerekir. Ancak müctehid olmadığı için, İslam ülkelerinden davet edilecek kalabalık bir kuruldan, bir ictihad şu’rası kurulmalıdır. Kurul üyesi fazla olursa, hata daha az olur. Alınacak kararlarla, yeni tefsirler, yeni ictihadlar yapılmalı, farzlar azaltılmalı, kolaylıklar getirilmeli, mezhepleri taklit devri kapanmalı, İslam âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar bizi bağlamamalıdır” diyor. Dinde reform caiz mi?

CEVAP
Mecelle’nin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor.

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Bazıları, yapacakları değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid’atler çıkarıyorlar. Bid’atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değildir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) [Maide 3]

İLÂHİ EMİRLERİN KAYNAKLARI

Dinimiz, daima doğru olmak, haktan ayrılmamak, adalet gibi dünya ve ahiret saadeti için uyulması gerekenleri emreder. Her türlü kötülüğü de yasaklar. Dinimizdeki bütün emir ve yasaklar, başta Mukaddes Kitabımız olmak üzere Sünnet-i Seniyye, icma, içtihat gibi kaynaklara dayanır. Bu kaynaklardan çıkarılan hükümler bütününü ifade eden fıkıh da, bazı temel kavramlar üzerinde şekillenir.

Dinimizin Yüce Allah'ın emirlerini bildiren temel kaynakları esas itibarıyla dört kısma ayrılır. Bunlar Kur'an-ı Kerim, Sünnet, İcma ve Kıyas'dır.

Kur'an-ı Kerim

Kur'an-ı Kerim Allahu Tealâ'nın kelâmıdır. Rabbimiz bu mukaddes kitabı rasulü Hz. Muhammed Mustafa s.a.v.'e, insanlar ve cinler alemini küfr ve zulmetten aydınlığa çıkarması için indirmiştir.

Kur'an-ı Kerim, İslâm hükümlerinin ilk kaynağıdır. Müçtehit alimler bir meselenin hükmünü öğrenmede ilk önce Kur'an'a müracaat eder, eğer burada bulunursa ona göre hükmeder. Mesela: Kumar oynamanın, içki içmenin, putlara tapmanın, fal bakmanın haram oluşunu Rabbimiz Kur'an'da bildirir: “Ey İnsanlar! Şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları çekmek şeytan işi birer pisliktir.

Âlimin farz ve haram deme yetkisi

Ebu Hanife, imam arkasında Fatiha okumak tahrimen mekruh derken, İmam Şafii farz diyor. Peygamberin bile, haram etme, farz kılma yetkisi yokken, farz Allah’ın emri iken nasıl olur da bu âlimler, farzdır, haramdır diyebiliyorlar?

CEVAP

Parçalanıp bölünmenin zararı

Mezheplere ayrılmak parçalanmak değil midir? Ehl-i sünnet ne demektir?

CEVAP

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [İbni Mace]

Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve eshab-ı kiramın gittikleri doğru yolda bulunan âlimler demektir. 73 fırka içinde Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan kurtuluş fırkası Ehl-i sünnet fırkasıdır. Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:

Rahmet olan farklı hükümler

Bazı art niyetliler, “Kur’an varken sünnete, Peygamberin açıklamalarına ihtiyaç yok diyorlar. Halbuki Allahü teâlâ buyurdu ki: (Resule itaat, Allaha itaattir.) [Nisa 80], (Resul ne emretmişse ona uyun!) [Haşr 7], (İndirdiğim Kur’anı insanlara açıkla!) [Nahl 44]

Bazıları da, Kur’an ve hadis varken, alimlere, mezheplere uymak gerekmez diyorlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ümmetimin âlimlerinin farklı ictihadları, mezheplere ayrılması rahmettir.) [Nasr El-Makdısî, Beyheki], (Kur’an-ı kerime uymak farzdır. Onda bulamazsanız, sünnetime, sünnetimde de bulamazsanız, Eshabımın sözüne uyun.) [Beyhekî], (Âlimlere uyun.) [Deylemî], (Alimler, peygamberlerin varisleridir.) [Tirmizî],

Fıkıh ilminin önemi

Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: Kur’an-ı kerimdeki (Allahın ipine sarılın) ifadesindeki ipten maksat, cemaattir. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sevad-ı a’zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Kurtuluş, Ehli sünnet vel cemaat fırkasındadır. Fırka-i naciye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid’at ehlidir. (Tahtavi)