İSTİKAMET YOLUNDA ASHÂB’IN AĞIR YÜKÜ
“Muhacirûn ve Ensar’dan sâbıkûn-i evvelûn ve bir de ihsan şuuruyla onlara tabi olanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Kur’ân-ı Kerîm, 9/100)
Ayetten de anlaşılacağı üzere Sahabe Kiram (r.a.) Allah Tealâ’nın rızasına nail olduğu gerçeği sarih bir şekilde kıyamete kadar gelecek tüm müminlere beyan edilmiştir. Onların bu özellikleri sebebiyledir ki Efendimiz (s.a.v.) ümmetini ashabı konusunda ikaz ederek şöyle buyurmuştur:
“Ashabım hakkında uygunsuz söz söylemeyin. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizden birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve o bunun tamamını Allah yolunda infak etse, onların bir-iki avuçluk infakın(ın sevabın)a, hatta yarısın(ın sevabın)a bile ulaşamaz.” (Müslim, Fedailü’s-Sahabe)
Efendimizin (s.a.v.) huzurunda ilk halkayı oluşturan bu güzide topluluk kıyamete kadar gelecek olan tüm Müslümanların örnek alacakları şahsiyetlerin başında gelmektedir. Daha dünyadayken Cenâb-ı Hakk’ın rızasını, Efendimizin (s.a.v.) hoşnutluğunu kazanan bu şerefli insanlar hangi vasıflarıyla bu dereceye ulaştılar?
Günümüzde bu sorunun cevabı daha da bir ehemmiyet kazanmıştır. Zira Oryantalizmin esintilerden etkilenen İslâm dünyasındaki modernist zihniyetli bazı Müslümanlar, Kur’ân’a, Sünnet’e ve bunları Rasûlullah (s.a.v.)’tan hem nazarî hem de uygulamalı olarak öğrenen ve daha sonra da kendilerinden sonraki nesle aktaran Sahabeyi Güzîn’e bile eleştirel gözle bakarak saf ve temiz vicdanları bulandırmaya çalışmaktadırlar.
Batı’da tasarlanıp, kurgulanan Oryantalizm, İslâm’ı “Vahy’e dayalı din” olarak değil de, “tarihsel ve toplumsal bir fenomen” olarak görmeleri sebebiyle Kur’ân ve Hadisler üzerinde insanların zihinlerini bulandırarak şüphe uyandırmayı kendilerine gaye edindiler. Bu hedefe ulaşmada kullandıkları yollardan birisi de sahabeyi hafife alarak onlar üzerinde şüphelere sebep olacak fikirler ortaya atmaktı. Onlar bu cehtlerinde kısmen de olsa yol kat etmişlerdir.
Özellikle 20. yüzyıldan itibaren Oryantalizm, Kur'ân'la olan mücadelesinde sadece kendi din mensubu oryantalistlerle kalmamış Müslüman kimlikli Mısır’da Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh ile Hindistan’da Seyyid Ahmed Han, Fazlur-Rahman, Taha Hüseyin v.b. kişiler vasıtasıyla da hedefine ulaşmayı denemiş, bu çerçevede birçok akademisyen, yazar ve sanatçı yetiştirmiştir. Bunlar İslam’ın tarih içinde oluşturduğu geleneğin sorgulanması bahanesiyle Rasûlullah (s.a.v.)’ın sünnetini tartışma konusu haline getirmişlerdir. Yine bu bağlamda oryantalistler ve onların takipçileri sünnet ve hadis üzerindeki çalışmalarını raviler üzerinde yoğunlaştırarak sahabeye varıncaya kadar dil uzatmışlar ve bir kısım ravilerin rivayet ettikleri hadislerin güvenilir olmadıklarını iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir. Sahabe arasında Efendimiz (s.a.v.)’den en çok hadis rivayeti bulunan Ebû Hureyre (r.a.) oryantalistlerin iftira ve ithamlarına maruz kalmıştır.
Oryantalizm, bu güzide sahabeyi özellikle seçmiştir. Neden mi? Çünkü Ebû Hureyre (r.a.) hakkında ürettiği mesnetsiz iddiaların sayesinde hadis mecmualarının sıhhatine zarar vermek amaçlandı. Zira Ebû Hureyre (r.a.) rivayetlerinin ciddi bir yekûn oluşturduğu hadis kitapları, O’nun yalanla itham edilmesiyle itibar kaybına uğrayacak ve neticede de çoğunluğunu hadisle temellendiren fıkıh ve kelâm gibi ilimler büyük bir sarsıntı yaşayacaktır. Aslında İslâm’ın 2. asrından itibaren Mu’tezile ve Şia ile başlayan Ebû Hureyre (r.a.) karşıtlığı ehl-i sünnet âlimlerinin onların saldırılarına cevap olarak kaleme aldıkları eserlerle tesirsiz hale getirilmişti.
18. yüzyıldan sonra Batı’nın siyasi nüfuzunu arkasına alarak İslam’a saldıran Oryantalizmin tetiklenmesi ile bu hastalıklar yeniden nüksetti. Bu tehlikenin varlığını çok daha önceden gören İmam-ı Rabbani Hazretleri bu noktada şunları söylemektedir:
“Ebû Hureyre (r.a.)’yi karalamak şer’i hükümlerin yarısını da inkâr etmek anlamına gelmektedir. Çünkü şer’i hükümlerle alakalı üç bin hadis vardır. Bunların bin beş yüzü Ebû Hureyre (r.a.)’nin rivayetine dayanmaktadır.” (Mektubat-ı Rabbani, c. II, m. no: 349)
Unutulmamalıdır ki Kur’ân ve Sünnet’i bize sahabe rivayet etmiştir. Şayet onların adaleti tartışmaya açılırsa topyekûn İslamî ilimler sarsılır. Çünkü fıkıhtan kelâma kadar birçok disiplin onların rivayet ettiği hadislere dayanmaktadır.
Sahabe efendilerimiz İslâm uğrunda gerçekleştirdikleri maddi manevi cihatla, sahip oldukları iman ve Kur’ân ilimleri ile Rasûlullah (s.a.v.)’a bağlılıkları ile bu mukaddes vazifeyi her yönden büyük fedakârlıklarla yerine getirmişler. Hayatları boyunca iman ve İslâm’ın mânen ve maddeten hudutlarını muhafaza ederek Allah yolunun en layık muhafızları olmayı sürdürmüşlerdir. Onlar, bizim örneklerimizdir, önderlerimizdir. Genelde, dünyevi istek ve arzular doğrultusunda hayatını geçiren, küçük fedakârlıkları bile gözünde büyüten iman ve İslâm için yurdundan, yuvasından, canından, malından, makamından vazgeçemeyen günümüz Müslümanlarının, onlara müsavat dava etmeleri, fazilette onları geçme iddiaları mesnetsiz, ciddiyetten uzak hayretle karşılanacak bir durumdur.
İmam-ı Rabbani efendimiz gibi pek çok ehl-i sünnet ulemasına göre; Rasûlullah (s.a.v.)’ı görme şerefine nail olan sahabe efendilerimizin tamamının İslâm’da ayrıcalıklı bir yeri vardır. Ehl-i Sünnet, sahabe olmanın faziletinin peygamberlik dışındaki diğer bütün hususiyetlere üstün geldiğini kabul etmiştir.
Sahabeden sonra gelen kuşaklar arasında ilmî bakımdan bazı sahabeden ileri seviyede bulunanlar çıkabileceğini, fakat onlardan sonra gelen kuşaklara mensup hiçbir ferdin sahabîlik faziletinden doğan üstünlüğe ulaşamayacaktır. Çünkü onlar vahyin nazil olduğu mecliste bulunma ve Efendimiz (s.a.v.) dünyadayken görerek irşad olmuşlardır.
Kur’ân’ın, derlenip “Mushaf” haline getirilmesi ve ardından çoğaltılması, Rasûlullah (s.a.v.)’ın sünnet ve ahlaklarının titiz bir şekilde gelecek kuşaklara aktarılması, İslâm’ın adap ve erkânının, ruh ve kalp disiplininin nesilden nesile intikali hep güzide Sahabe efendilerimizin ehliyet, dirayet, basiret ve feragatiyle mümkün olmuştur.
Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v): “Benim sünnetime ve raşid halifelerin sünnetine sarılın.” (Tirmizî, İlim, 2685; Darimi, Mukaddime, h.no: 95) ”Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’e uyun, Ammar’ın rehberliğinde yol alın, İbn Mesud’un rivayet ettiğini de kabul edin.” (Tirmizi, Menakib, 3663; Ahmed, Müsned, V, 382.)
“Ashabım yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız uyun, sizi doğru yola erdirir.” (Kütüb-i Sitte, XII/4368) buyurarak selefîn ilk halkasını teşkil eden sahabe efendilerimize uymamızı istemesi, onların zaman itibariyle önce olduklarından değil, Kur’ân’ın inişine, Cebrail’in gelişine şahit olduklarından yani Kur’ân ve Sünnet-i Rasûlullah’ı diğer kuşaklardan daha iyi bildiklerinden dolayıdır.
Ashab-ı Kiram’ın her biri bizim için sadece bir “bilgi kaynağı” olarak değil, “örnek şahsiyetler” olarak da vazgeçilmezdir. Bu dinin nasıl yaşanacağını, nasıl ideal Müslüman olunacağını doğrudan Efendimiz (s.a.v.)’den öğrenmek şüphesiz ki sadece onlara nasip olmuştur. Rasûlullah (s.a.v.)’ın talebesi olmak, Cenâb-ı Hakk’ın
Kur’ân’da ve Efendimizin (s.a.v.) hadislerinde medhü sena ettiği bu güzel insanlar dünyada hangi kıymet ile denk tutulabilir? Bunun için biz, herhangi bir sahabînin adını yazdığımız veya söylediğimiz zaman, hemen arkasından “Allah ondan razı olsun” anlamında “radıyallâhu anh” dua cümlesini ekleriz.
Bütün din büyükleri buyuruyor ki: "Sahabe-i Kirâm, peygamberlerden sonra insanların en efdali ve en üstünüdür." Rasûlullah (s.a.v.)'ı bir kere gören Müslüman, görmeyenlerin hepsinden, hatta Veysel Karânî'den kat kat daha yüksektir. (Mektubat-ı Rabbani, c. I, m.no: 120) Sahabiler, Şam'a girince, bunları gören Hıristiyanlar, hâllerine hayran kalıp; "Bunlar, Îsâ aleyhisselâmın havârîlerinden daha yüksektir" dediler. Tabiî’nin büyük âlimlerinden olan Abdullah b. Mübârek (r.aleyh) buyuruyor ki: "Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında giderken Muâviye'nin (r.anh) bindiği atın burnuna giren toz, Ömer b. Abdülazîz'den birkaç kere daha hayırlıdır." (Mektubat-ı Rabbani, c. I, m. no: 66)
Şunu bil ki; sahabenin rivayetlerini eleştiren, reddeden veya rivayetlerden başka şeyler isteyen bir kimseyi işitirsen onun İslâm’ından şüphe et. Şüphesiz o şahıs arzusuna uyanlardandır ve sapık bidatçidir. Herhangi bir sahabeye (r.a.) hastalıklı duygular taşıyan insanlardan uzak durmamız gerekmektedir. Çünkü Allah (c.c), sahabeden razı olduğunu açıklamıştır. Gerçekten sahabelere dil uzatanlar, saldıranlar İslâm’ı yok etmek isteyen sapık fırkalardır. Çünkü dinin tümü bize sahabeler yoluyla geçmiştir. Allah onlardan razı olsun (Âmin). Eğer sen Rasûlullah (s.a.v.)’ı ve arkadaşlarını eleştiren bir adam görürsen bil ki o aşağılıktır. Allah Rasûlü (s.a.v.) buyuruyor ki: “Her kim ashabıma söverse Allah’ın laneti üzerine olsun.” (Taberâni, el-Kebîr)
Rehber Dergisi
Ayetten de anlaşılacağı üzere Sahabe Kiram (r.a.) Allah Tealâ’nın rızasına nail olduğu gerçeği sarih bir şekilde kıyamete kadar gelecek tüm müminlere beyan edilmiştir. Onların bu özellikleri sebebiyledir ki Efendimiz (s.a.v.) ümmetini ashabı konusunda ikaz ederek şöyle buyurmuştur:
“Ashabım hakkında uygunsuz söz söylemeyin. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizden birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve o bunun tamamını Allah yolunda infak etse, onların bir-iki avuçluk infakın(ın sevabın)a, hatta yarısın(ın sevabın)a bile ulaşamaz.” (Müslim, Fedailü’s-Sahabe)
Efendimizin (s.a.v.) huzurunda ilk halkayı oluşturan bu güzide topluluk kıyamete kadar gelecek olan tüm Müslümanların örnek alacakları şahsiyetlerin başında gelmektedir. Daha dünyadayken Cenâb-ı Hakk’ın rızasını, Efendimizin (s.a.v.) hoşnutluğunu kazanan bu şerefli insanlar hangi vasıflarıyla bu dereceye ulaştılar?
Günümüzde bu sorunun cevabı daha da bir ehemmiyet kazanmıştır. Zira Oryantalizmin esintilerden etkilenen İslâm dünyasındaki modernist zihniyetli bazı Müslümanlar, Kur’ân’a, Sünnet’e ve bunları Rasûlullah (s.a.v.)’tan hem nazarî hem de uygulamalı olarak öğrenen ve daha sonra da kendilerinden sonraki nesle aktaran Sahabeyi Güzîn’e bile eleştirel gözle bakarak saf ve temiz vicdanları bulandırmaya çalışmaktadırlar.
Batı’da tasarlanıp, kurgulanan Oryantalizm, İslâm’ı “Vahy’e dayalı din” olarak değil de, “tarihsel ve toplumsal bir fenomen” olarak görmeleri sebebiyle Kur’ân ve Hadisler üzerinde insanların zihinlerini bulandırarak şüphe uyandırmayı kendilerine gaye edindiler. Bu hedefe ulaşmada kullandıkları yollardan birisi de sahabeyi hafife alarak onlar üzerinde şüphelere sebep olacak fikirler ortaya atmaktı. Onlar bu cehtlerinde kısmen de olsa yol kat etmişlerdir.
Özellikle 20. yüzyıldan itibaren Oryantalizm, Kur'ân'la olan mücadelesinde sadece kendi din mensubu oryantalistlerle kalmamış Müslüman kimlikli Mısır’da Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh ile Hindistan’da Seyyid Ahmed Han, Fazlur-Rahman, Taha Hüseyin v.b. kişiler vasıtasıyla da hedefine ulaşmayı denemiş, bu çerçevede birçok akademisyen, yazar ve sanatçı yetiştirmiştir. Bunlar İslam’ın tarih içinde oluşturduğu geleneğin sorgulanması bahanesiyle Rasûlullah (s.a.v.)’ın sünnetini tartışma konusu haline getirmişlerdir. Yine bu bağlamda oryantalistler ve onların takipçileri sünnet ve hadis üzerindeki çalışmalarını raviler üzerinde yoğunlaştırarak sahabeye varıncaya kadar dil uzatmışlar ve bir kısım ravilerin rivayet ettikleri hadislerin güvenilir olmadıklarını iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir. Sahabe arasında Efendimiz (s.a.v.)’den en çok hadis rivayeti bulunan Ebû Hureyre (r.a.) oryantalistlerin iftira ve ithamlarına maruz kalmıştır.
Oryantalizm, bu güzide sahabeyi özellikle seçmiştir. Neden mi? Çünkü Ebû Hureyre (r.a.) hakkında ürettiği mesnetsiz iddiaların sayesinde hadis mecmualarının sıhhatine zarar vermek amaçlandı. Zira Ebû Hureyre (r.a.) rivayetlerinin ciddi bir yekûn oluşturduğu hadis kitapları, O’nun yalanla itham edilmesiyle itibar kaybına uğrayacak ve neticede de çoğunluğunu hadisle temellendiren fıkıh ve kelâm gibi ilimler büyük bir sarsıntı yaşayacaktır. Aslında İslâm’ın 2. asrından itibaren Mu’tezile ve Şia ile başlayan Ebû Hureyre (r.a.) karşıtlığı ehl-i sünnet âlimlerinin onların saldırılarına cevap olarak kaleme aldıkları eserlerle tesirsiz hale getirilmişti.
18. yüzyıldan sonra Batı’nın siyasi nüfuzunu arkasına alarak İslam’a saldıran Oryantalizmin tetiklenmesi ile bu hastalıklar yeniden nüksetti. Bu tehlikenin varlığını çok daha önceden gören İmam-ı Rabbani Hazretleri bu noktada şunları söylemektedir:
“Ebû Hureyre (r.a.)’yi karalamak şer’i hükümlerin yarısını da inkâr etmek anlamına gelmektedir. Çünkü şer’i hükümlerle alakalı üç bin hadis vardır. Bunların bin beş yüzü Ebû Hureyre (r.a.)’nin rivayetine dayanmaktadır.” (Mektubat-ı Rabbani, c. II, m. no: 349)
Unutulmamalıdır ki Kur’ân ve Sünnet’i bize sahabe rivayet etmiştir. Şayet onların adaleti tartışmaya açılırsa topyekûn İslamî ilimler sarsılır. Çünkü fıkıhtan kelâma kadar birçok disiplin onların rivayet ettiği hadislere dayanmaktadır.
Sahabe efendilerimiz İslâm uğrunda gerçekleştirdikleri maddi manevi cihatla, sahip oldukları iman ve Kur’ân ilimleri ile Rasûlullah (s.a.v.)’a bağlılıkları ile bu mukaddes vazifeyi her yönden büyük fedakârlıklarla yerine getirmişler. Hayatları boyunca iman ve İslâm’ın mânen ve maddeten hudutlarını muhafaza ederek Allah yolunun en layık muhafızları olmayı sürdürmüşlerdir. Onlar, bizim örneklerimizdir, önderlerimizdir. Genelde, dünyevi istek ve arzular doğrultusunda hayatını geçiren, küçük fedakârlıkları bile gözünde büyüten iman ve İslâm için yurdundan, yuvasından, canından, malından, makamından vazgeçemeyen günümüz Müslümanlarının, onlara müsavat dava etmeleri, fazilette onları geçme iddiaları mesnetsiz, ciddiyetten uzak hayretle karşılanacak bir durumdur.
İmam-ı Rabbani efendimiz gibi pek çok ehl-i sünnet ulemasına göre; Rasûlullah (s.a.v.)’ı görme şerefine nail olan sahabe efendilerimizin tamamının İslâm’da ayrıcalıklı bir yeri vardır. Ehl-i Sünnet, sahabe olmanın faziletinin peygamberlik dışındaki diğer bütün hususiyetlere üstün geldiğini kabul etmiştir.
Sahabeden sonra gelen kuşaklar arasında ilmî bakımdan bazı sahabeden ileri seviyede bulunanlar çıkabileceğini, fakat onlardan sonra gelen kuşaklara mensup hiçbir ferdin sahabîlik faziletinden doğan üstünlüğe ulaşamayacaktır. Çünkü onlar vahyin nazil olduğu mecliste bulunma ve Efendimiz (s.a.v.) dünyadayken görerek irşad olmuşlardır.
Kur’ân’ın, derlenip “Mushaf” haline getirilmesi ve ardından çoğaltılması, Rasûlullah (s.a.v.)’ın sünnet ve ahlaklarının titiz bir şekilde gelecek kuşaklara aktarılması, İslâm’ın adap ve erkânının, ruh ve kalp disiplininin nesilden nesile intikali hep güzide Sahabe efendilerimizin ehliyet, dirayet, basiret ve feragatiyle mümkün olmuştur.
Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v): “Benim sünnetime ve raşid halifelerin sünnetine sarılın.” (Tirmizî, İlim, 2685; Darimi, Mukaddime, h.no: 95) ”Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’e uyun, Ammar’ın rehberliğinde yol alın, İbn Mesud’un rivayet ettiğini de kabul edin.” (Tirmizi, Menakib, 3663; Ahmed, Müsned, V, 382.)
“Ashabım yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız uyun, sizi doğru yola erdirir.” (Kütüb-i Sitte, XII/4368) buyurarak selefîn ilk halkasını teşkil eden sahabe efendilerimize uymamızı istemesi, onların zaman itibariyle önce olduklarından değil, Kur’ân’ın inişine, Cebrail’in gelişine şahit olduklarından yani Kur’ân ve Sünnet-i Rasûlullah’ı diğer kuşaklardan daha iyi bildiklerinden dolayıdır.
Ashab-ı Kiram’ın her biri bizim için sadece bir “bilgi kaynağı” olarak değil, “örnek şahsiyetler” olarak da vazgeçilmezdir. Bu dinin nasıl yaşanacağını, nasıl ideal Müslüman olunacağını doğrudan Efendimiz (s.a.v.)’den öğrenmek şüphesiz ki sadece onlara nasip olmuştur. Rasûlullah (s.a.v.)’ın talebesi olmak, Cenâb-ı Hakk’ın
Kur’ân’da ve Efendimizin (s.a.v.) hadislerinde medhü sena ettiği bu güzel insanlar dünyada hangi kıymet ile denk tutulabilir? Bunun için biz, herhangi bir sahabînin adını yazdığımız veya söylediğimiz zaman, hemen arkasından “Allah ondan razı olsun” anlamında “radıyallâhu anh” dua cümlesini ekleriz.
Bütün din büyükleri buyuruyor ki: "Sahabe-i Kirâm, peygamberlerden sonra insanların en efdali ve en üstünüdür." Rasûlullah (s.a.v.)'ı bir kere gören Müslüman, görmeyenlerin hepsinden, hatta Veysel Karânî'den kat kat daha yüksektir. (Mektubat-ı Rabbani, c. I, m.no: 120) Sahabiler, Şam'a girince, bunları gören Hıristiyanlar, hâllerine hayran kalıp; "Bunlar, Îsâ aleyhisselâmın havârîlerinden daha yüksektir" dediler. Tabiî’nin büyük âlimlerinden olan Abdullah b. Mübârek (r.aleyh) buyuruyor ki: "Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında giderken Muâviye'nin (r.anh) bindiği atın burnuna giren toz, Ömer b. Abdülazîz'den birkaç kere daha hayırlıdır." (Mektubat-ı Rabbani, c. I, m. no: 66)
Şunu bil ki; sahabenin rivayetlerini eleştiren, reddeden veya rivayetlerden başka şeyler isteyen bir kimseyi işitirsen onun İslâm’ından şüphe et. Şüphesiz o şahıs arzusuna uyanlardandır ve sapık bidatçidir. Herhangi bir sahabeye (r.a.) hastalıklı duygular taşıyan insanlardan uzak durmamız gerekmektedir. Çünkü Allah (c.c), sahabeden razı olduğunu açıklamıştır. Gerçekten sahabelere dil uzatanlar, saldıranlar İslâm’ı yok etmek isteyen sapık fırkalardır. Çünkü dinin tümü bize sahabeler yoluyla geçmiştir. Allah onlardan razı olsun (Âmin). Eğer sen Rasûlullah (s.a.v.)’ı ve arkadaşlarını eleştiren bir adam görürsen bil ki o aşağılıktır. Allah Rasûlü (s.a.v.) buyuruyor ki: “Her kim ashabıma söverse Allah’ın laneti üzerine olsun.” (Taberâni, el-Kebîr)
Rehber Dergisi
Konular
- Süleyman Ateş'in İlmihalindeki Yanlışlar Nelerdir?
- Eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş Hoca Vatan’da yazıyor
- AHMET HULUSİ’ NİN , İNSANI KÜFRE SOKACAK YANLIŞLARI
- Dinde Reformcular ile diyalogcuların benzer yönleri ve ehl-i sünntete saldırma sebebleri
- Kur’an’ı mehcur bırakmak
- Hayâtın Mertebe Mertebe Yükselişi
- AR DAMARI NASIL ÇATLAR?
- İSTİBRA - MÜSLÜMAN ERKEKLERİN DİKKATİNE - BİLHASSA İMAMLARIN-
- Ilgili Konular
- Eshab-ı Kiramın Büyüklüğü
- Yalnız Kuran Diyenler
- Vehhabilik
- Dinde Reform ve Reformcular
- Ehli Sünnet İtikadı
- Diyalogcular ve Diyalog Masalları
- Ehli Sünnet Alimleri
- Mezhepsizlik ve Mezhepsizler
- Hıristiyanlık ve Misyoner Faaliyetleri
- iPhone satin alan cehennemlik midir?
- Kaza ve Kader
- Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
- Tevazu ve Kibir
- Ölüm ve Kabir Hayatı
- İman ile Akıl Arasındaki İlişki
- Türkiye’de İslâm meselesi
- Müctehid ne demektir ?
- Ehl-i Kitab’ın akıbeti ve bir tartışma
- Hayreddin Karaman ve Süleyman Ateş
- Buna tefsir diyecek miyiz?..
- SARIK İLE NAMAZ KILMAK HAKKINDA...