24 NİSAN VE SOYKIRIM YALANLARI

Bin yıldır Anadolu topraklarını kendisine yurt eden yüce Türk milleti, gittiği her yere adalet, barış ve medeniyet götürmüş, hükümranlığı altında yaşayan kavimlere Türk-İslam hoşgörüsü içinde davranmıştır. Bu dün de böyleydi, bugünde böyle, yarın da böyle olacaktır.



Anadolu topraklarında sekiz yüz yılı aşkın bir süre Ermenilerle beraber yaşadık. Onlara hamilik yaptık. Türkün hoşgörüsüyle ezilmekten, hor görülmekten kurtulmuş, insanca yaşamayı bilmişlerdir. Ermeni aydınları bunu hiçbir zaman inkâr etmemişlerdir.



19. yılla beraber gelişen milliyetçilik akımları, emperyalist devletlerin doymaz ihtirasları, misyonerlerin faaliyetleri, “Millet-i Sadıka (Sadık Millet) dediğimiz Ermenileri alabildiğince kullanmış, Ermeni isyanlarına kapı açmıştır. Tarih boyunca maceraperest yaşayan Ermeni halkı ve onların çete liderleri, velinimeti olan Türk milletine isyan etmiş, en zor gününde arkadan hançerlemiştir.



Umutsuz hayaller peşinde dolaşan Ermeni halkı, emperyalist güçlerin kışkırtmasıyla isyana ve Müslüman Türk halkına karşı büyük bir soykırıma kalkışmıştır. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu harekete hoşgörüyle karşılık verilmez. En zor günün de bile asaletinden vazgeçmeyen Türk milleti bu ihaneti cezasız bırakmış, Ermenileri tehcirle (sürgün-mecburi iskân) ödüllendirmiştir. Bu tehcir gerçekten bir ceza değil, Ermenilere verilen bir ödüldür. Divanı-ı Harpte kurşuna dizilerek cezalandırılması gerekenler basit bir yer değiştirmeyle geçiştirilmiştir.



Türkün bu hoşgörüsü altında ezilen emperyalist devletler, koca bir tarihi yalan uydurarak asılsız soykırımı ülkemizin, insanlarımızın ve dünya kamuoyunun gündemine taşımışlardır. Müslüman Türk milletinin bu canilerden hesap sorması gerekirken, sanık sandalyesinde kendisini bulmuştur. Rahmetli Akif de öyle diyor ya;



Kol gezmekte cani, can vermekte masum,

Suç başkasının da niçin başkası mahkûm.



Tarih varsayımlarla, asılsız dedikodularla yazılmaz. Gerçek tarih er geç ortaya çıkacak, caniler ve onların arkasındaki emperyalist güçler hak ettikleri cezayı göreceklerdir.



Bir 24 Nisan daha gelip kapıya dayandı. Acaba bu çirkin yalanı kabul edecek kaç devlet çıkacak bu yıl da merak ediyorum. Bazı devletler işlerini güçlerini bırakıp Soykırım iddialarını meclislerine taşıma gayreti içine girmiştir. Hatta daha önce bu asılsız soykırımı kabul eden ülkeler tekrar meclislerine getirmekte ve birkaç kez kabul etme yarışına girmektedir. Bu tarihte halkımızın öfke ve isyanı doruk noktasına çıkmaktadır. Bu öfke ve isyanlar; asılsız soykırımı kabul eden veya gündemine alan ülkeleredir. Her yıl 24 Nisan’da ülkemizin gündemi asılsız soykırım iddialarıyla meşgul edilmekte, bazı ülkeler kendi tarihleriyle yüzleşeceği yerde asılsız soykırım iddialarını parlamentolarında kabul etmek için birbirleriyle yarış içine girmektedirler. Bu yılda aynı senaryoyu yaşayacağız. 24 Nisan geldiğinde; acaba ABD Başkanı Bush soykırım kelimesini kullanacak mı, yoksa kullanmayacak mı? Hangi ülkeler soykırımı kabul edecek, kimler ülkemizi ve güzel insanımızı karalama yarışına girecektir diye merakla beklemekteyiz. Her yıl aynı senaryoyu duymaktan bıktık usandık. Artık buna bir son verilmesi gerekir.

Basından takip ettiğim kadarıyla bu yıl soykırım yalanını İsrail’de gündemine almıştır. Boşuna dememişler; “besle kargayı, oysun gözünü”. 500 yıl önce Yahudi milleti İspanya’da yok edilirken, Osmanlı Sultanları onları kurtardı. O gün onlara elimizi uzatmasaydık, belki bugün ne İsrail Devleti olacak, ne de oradaki masum, savunmasız Filistin halkı Yahudiler tarafından soykırıma tabi tutulacaktı. Varlıklarını bizlere borçlu olan İsrail halkı, minnetini bize asılsız yalanlarla, insanlarımızı karalamakla, zan altına bırakmakla ödemektedir. Her gün onlarca savunmasız çocuk ve kadınları katleden İsrail halkından da ancak bu beklenir.*.. İsrail’de; 500 yıl önce yaptığımız iyiliğin karşılığını veriyor.

Yine basında yazıldığına göre Beyaz Saray’ın birkaç blok ilerisindeki 83 yıllık National Bank binası, müze yapılması için Amerika Ermeni Asamblesi’ne (AEA) verildi. AEA, binayı 2010’da “Ermeni Soykırımı Müzesi” olarak açmayı planladıklarını açıkladı. Müzenin Erivan’daki “Soykırım Müzesi”ne benzer olacağını belirten AEA yetkilileri, burada çeşitli fotoğraf ve belgelerin sergileneceklerini ifade etmişlerdir.

ABD’nin Türkiye üzerindeki her zamanki oyunlarından birine daha tanık olmaktayız. Aslında ABD’den önce bizim yetkililere kızmamız lazım. Erivan’daki soykırım müzesinin benzeri Vaşington’da yapılacak. Gelen misafir veya turistlere mutlaka gezdirilerek ülkemiz alabildiğine kötülenecektir. Peki, bizde böyle bir müze var mı? Gelen yabancı yetkililere gösterebiliyor muyuz? Maalesef hayır. O zaman söyler misiniz; Ermeni müzesini gezen birisi bize mi, yoksa onlara mı inanacak? Soykırım yalanını kabul eden ülkeleri eleştirmeden önce gelin kendimizi eleştirelim.

Okuyuculara geçmişi hatırlatmak, ülkemiz üzerinde oynanan oyuna dikkat çekmek için Ermeni tehciri ve soykırım iddialarını buraya alıyorum. Her Türk evladının bu oyunları iyi sezmesi, ona göre tedbir alması gerekir.



TEHCİRE GİDEN YOL



Tarih sayfalarına baktığımızda Ermenilerin sürekli göç halinde olduklarını görmekteyiz. Bu göçlerin büyük çoğunluğu sürgün şeklinde olmuştur. Müslüman Türk hâkimiyetinin dışındaki yöneticiler, Ermeni milletini sürekli sürgün ederek göçe tabi tutmuşlar. Ermenilerin huzur içinde yaşadıkları tek dönem varsa, o da Türk hâkimiyetinde oldukları dönemdir. Bunu aklı başındaki bütün Ermeniler kabul etmektedir.



Tarih boyunca Ermeniler; Sasaniler, Bizans İmparatorluğu (II. Basil, IX. Konstantin Monomak) Moğollar, Memluklular ve Çarlık Rusya tarafından sürekli bir yerlere sürülmüşlerdir. Özellikle Bizans sürgünleri Ermeni Urfalı Mateos tarafından ağır bir dille eleştirilmiş, Yunan halkı alabildiğince kötülenmiştir. Ermenilerin sürekli göçe tabi tutulmalarının nedeni şunlara dayanmaktadır:



- Ermenilerin paraya ve servete düşkünlükleri,

- Ermenilerin maceraperest bir ruha sahip olmaları,

- Hıristiyanlıktaki mezhep kavgaları, Ermenilerin Ortodokslar tarafından hor

görülmeleri ve dini baskılar,

- Ermenilerin tarih boyunca hamilerine karşı ihanet içinde bulunmaları.

- İçlerinde insan sevgisinin olmaması, bu sevginin yerini menfaatin almasıdır. Bu nedenler Ermeni tarihine hep yön vermiştir.



TEHCİR KARARININ ALINMASI



Ermenilerin bugün dahi toplantılarında, mitinglerinde, gösterilerinde ve her kanlı cinayetlerinden sonra ileri sürdükleri dile getirdikleri nedenlerden başında ERMENİ TEHCİRİ - GÖÇE ZORLAMA meselesidir.



Osmanlı Devletinin seferberlik ilânı ve daha sonra da Birinci Dünya Savaşına girmesiyle:



1 - Ermenilerin davranışları,

2 - Çıkardıkları isyanlar,

3 - Ermeni çetelerinin Türk ve Müslüman ahaliyi top yekûn öldürmeye girişmeleri,

4 - Ermenilerin düşmanlarla işbirliği yapmaları,

5 - Türk Ordusunu arkadan vurmaya kalkmaları,



Osmanlı Hükümetinin Ermeniler hakkında tedbir almaya, Ermenileri bulundukları bölgeden çıkararak başka yerlere göçe zorlamaya mecbur etmişti. Osmanlı Devleti 11 Nisan 1331 (24 Nisan 1915) tarihine kadar, yani seferberlikten dokuz ay sonrasına kadar, Ermeni isyanlarına karşı yalnız mahalli ve özel tedbirler almakla yetindi. Van'ın düşmesi ve Rus ordusunun doğu illeri üzerine yürümesi sıralarında, özellikle öncülük eden Ermeni Gönüllü Alayları tarafından Müslüman halk, merhametsizce yok ediliyordu. Hükümet Ermeni Patrikliğine, Ermeni Milletvekillerine, komite reislerine; vatan savunması için uğraşılırken isyanlara, saldırılara, cinayetlere devam olunduğu takdirde şiddetli tedbirler alacağını bildirdi. Bu tembihata rağmen Ermeni faaliyeti bütün şiddeti ile sürüyordu. Ermeniler tarafından Van'ın düşürülmesi, Bitlis, Muş, Erzurum, Doğu Beyazıt, Zeytun (Süleymanlı), Sivas bölgelerindeki isyanlar ve saldırılar üzerine hükümet orduyu ve milleti korumak için harekete geçmek zorunda kaldı. Savaşta olunmasına rağmen, faaliyetlerine serbestçe devam eden komite merkezleri 26 Nisan'da hükümet tarafından kapatıldı. Başkumandanlık tarafından bütün birliklere gönderilen tamim gereği komite reisleri ve tahrikçiler tutuklandı. Toplam 2345 kişi tevkif edildi.



Osmanlı Devleti’nin Ermenilere karşı aldığı bu tedbirler, İstanbul’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Askeri Ataşesi Joseph Pomiankowski tarafından şöyle anlatılmaktadır:



“Talat ve Enver Paşa, hemen harp başlar başlamaz, Ermenilerin düşman tarafını tutmaları, bilhassa Osmanlı ordusuna karşı düşmanca girişimlerde bulunmaları halinde şiddetli karşı önlemler alınacağı hususunda kesinlikle uyardı. Buna rağmen Ermeniler, Türklere karşı düşmanca faaliyette bulunmaktan, bilhassa Türk silahlı kuvvetlerine saldırmaktan geri kalmadılar. Başlangıçta çok sayıda Ermeni asker, bazı Ermeni subayları, başlarında bir Ermeni milletvekili olduğu halde kaçıp Rusya’ya gittiler. Bunlar, Rus hududunu geçen Ermenilerle birlikte Ermeni gönüllü alaylarına katıldılar. Rusların safında Türk hududunu geçerek Osmanlı ordusunun gerisine, ikmal kuvvetlerine, postalara ve bağımsız birliklere hücum ettiler. Türk hükümeti ve ordusunun ileri gelenleri, Ermenilerin genel bir ayaklanmaya girişecekleri hususunda endişe etmekte haksız değildi. Gerçekten bu isyan Nisan 1915’te Van’da patlak verdi.”



İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne vazifeli olarak gönderdiği Yüzbaşı Norman da bu konuyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir:



“Türk-Ermeni çatışmasına ait gerçekleri öğrenmenin artık zamanı geldi. Şimdiye kadar karışıklıkları sadece Ermenilerin anlattığı ve İngiliz dostlarının heyecan çığlıklarıyla süslediği şekilleriyle duyduk. Henüz Osmanlıların savunmasını dinlemedik. Katliam, yağma ve kadınlara tecavüz hikâyelerini bıkıncaya kadar duyduk; fakat bunların hiçbiri bir tek Avrupalı görgü şahidi tarafından doğrulanmamıştır.”



Van'da Ermeni isyanı bütün hızıyla devam ettiği bir sırada, İstanbul'a, diğer bölgelerde de Ermenilerin isyan ettikleri, yol kes­tikleri, Müslüman köylerini basarak halkını katlettikleri yolunda ha­berler geldi. Türk ordusu savaş alanında olduğu için cephe gerisin­deki bu olayları önleyemiyordu. Nihayet Başkumandan Vekili En­ver Paşa bu duruma bir çare olmak üzere, 2 Mayıs 1915'te Dâhiliye Nazırı Talat Paşa'ya şu yazıyı yolladı: "Van gölü etrafında ve Van valiliğince bilinen belirli yerlerdeki Ermeniler, isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Toplu halde bulunan Er­menilerin buralardan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşün­cesindeyim. 3. Ordu komutanlığının verdiği bilgiye göre Ruslar 20 Nisan 1915'te kendi sınırları içindeki Müslümanları sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeriye sokmuşlardır. Hem buna karşılık ol­mak ve hem yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için, ya bu Erme­nileri aileleriyle birlikte Rus sınırı içine göndermek yahut bu Ermeni­leri ve ailelerini Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir mah­sur yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen Müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim.”.



Tehcir kararının ilk işareti sayılan bu yazı ile Enver Paşa, Ermenilerin isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmalarını istiyordu. Eğer, Ermeniler toplu halde tutulmak yerine, ufak üniteler halinde çeşitli yerlere dağıtılacak olurlarsa, isyan etme imkânları da kalmamış olurdu. Yine bu yazıdan, uygulamanın yalnız Ermenilerin isyan ve karışıklık çıkardıkları yerlerde gerçekleştirilmesinin istendiği anlaşı­lıyor. Nitekim ilk tehcirde buna özellikle dikkat edilmiştir.



2 Mayıs 1915 tarihinde Başkumandan Vekili Enver Paşa tarafından Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’ya bir yazı gönderilerek, Van’da ve Van Gölü çevresinde Ermeniler tarafından yapılan katliam sonucunda burada bulunan Ermenilerin toplu olarak buralardan çıkarılarak isyan yuvalarının dağıtılması görüşü dile getirilmiş, isyancı Ermenilerin aileleriyle birlikte Rusya’ya veya Anadolu içerisindeki çeşitli yerlere gönderilmesini, bu iki şıktan uygun olanının seçilmesini istemiştir.





Dâhiliye Nazırı Talat Paşa, durumun ciddiyeti karşısında Meclis-i Vükela'dan karar almadan ve bu işle ilgili bir geçici kanun çıkart­madan bütün sorumluluğu üzerine alarak Ermeni tehcirini başlattı. Önce Van, Bitlis ve Erzurum bölgelerinde bulunan Ermenilerin harp sahası dışına çıkarılmaları konusunu ele aldı. Bu maksatla 9 Mayıs 1915 tarihinde Erzurum Valisi Tahsin Bey’e, Van Valisi Cevdet Bey’e ve Bitlis Valisi Mustafa Abdulhalık Bey’e şifre emirlerini gönderdi. Bu şifreli emirlerde Talat Paşa, özellikle Van Gölü çevresinde ve Van vilayetince bilinen muayyen mevkilerdeki Ermenilerin isyan ve ihtilal için daimi birer ocak halinde bulunduklarını bildirmektedir. Bunların yoğun şekilde bulundukları yerlerden çıkarılarak güneye doğru sevklerinin kararlaştırıldığını, kararın derhal tatbiki için valilere mümkün olan her türlü yardımın yapılması gerektiğini ve Başkumandanlık Vekâletinden 3 ve 4 üncü Ordu Komutanlarına tebligat yazıldığını, esasen çok faydalı sonuçlar verecek bu teşebbüsün, Van’la birlikte Erzurum’un güney kısmı ve Bitlis’e bağlı önemli kazalara, bilhassa Muş ve Sason ile Talori civarına da teşmilinin iyi olacağını vurguladı. Ayrıca valilerden, ordu komutanlarıyla işbirliği yaparak derhal uygulamalara geçmelerini de istedi.



Talat Paşa, 10 Mayıs 1331 (23 Mayıs 1915) tarihinde 4. Ordu Komutanlığına gönderdiği şifrede de başka vilayetlere nakledilecek Ermeniler hakkında bilgi vermekte ve boşaltılmasını istediği yerleri şu şekilde belirtmekteydi (Bu liste daha sonra genişletilmiştir):



1- Erzurum, Van ve Bitlis vilayetleri;

2- Halep Vilayetinin merkez kazası hariç olmak üzere İsken­derun, Beylan Belen), Cisr-i Şugur ve Antakya kazaları dâhilindeki köy ve kasabalar;

3- Maraş şehir merkezi hariç olmak üzere Maraş sancağı;

4- Adana, Sis (Kozan) ve Mersin şehir merkezleri hariç olmak üzere Adana, Mersin, Kozan ve Cebel-i Bereket sancakları.



Erzurum, Van ve Bitlis vilayetlerinden çıkarılan Ermeniler, Mu­sul vilayetinin Güney kısmı ile Zor sancağına ve Merkez hariç ol­mak üzere Urfa sancağına yerleştirileceklerdi. Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye vilayetinin Doğu kısmı ile Halep vilayetinin Doğu ve Güneydoğusu'na, Hükümetin tayin et­tiği yerlere nakledilecek ve oralarda iskân edileceklerdi. Nakliyat işlemlerine nezaret etmek üzere Adana bölgesine, refakatinde bir mülkiye müfettişi ile maliyeden de bir özel memur bulunmak üze­re mülkiye müfettişlerinden Ali Seydi Bey, Halep ve Maraş için de aynı şekilde Hamid Bey tayin edilmiş ve Ali Seydi Bey görevi başı­na gitmiştir. İskân mahallerine ulaşan Ermeniler, hal ve mevkiin durumuna göre ya mevcut köy ve kasabalarda inşa edecekleri evlere veyahut hükümet tarafından tayin edilecek yerlerde yeniden kuracakları köylere yerleştirileceklerdi. Ermeni köylerinin Bağdat demiryolundan en az yirmi beş kilometre uzakta olması şart koşul­muştu. Nakli icap eden Ermenilerin sevk ve iskânları mahalli me­murların idaresine bırakılmıştı. İskân yerlerine sevk edilen Ermeni­lerin can ve mallarının korunmasıyla iaşe ve istirahatlarının sağlan­ması, güzergâhlarında bulunan idari memurlara aitti. Nakledilecek Ermenilerin, bütün taşınabilir mal ve eşyalarını birlikte götürebile­cekleri ve taşınmaz malları konusunda da mufassal bir talimatname hazırlanarak tebliğ edilmesi kararlaştırılmıştı.



Doğu Anadolu vilayetleriyle bazı Güney-Doğu Anadolu vilayet­lerinden çıkarılarak, Diyarbekir Vilayeti'nin güneyine, Fırat nehri vadisine ve Urfa-Süleymaniye yakınlarına gönderilmelerine karar verilen Ermenilerin, yeniden fesat yuvaları meydana getirmemeleri için Başkomutanlık bazı uyarılarda bulunmuş, bunun için 26 Mayıs 1915 tarihiyle Dâhiliye Nezareti'ne gönderdiği bir yazıda şu husus­ların dikkate alınmasını istemiştir:



1 - Ermenilerin gönderildikleri yerlerdeki nüfusu oradaki aşiret ve Müslüman sayısının %10 nispetini geçmemelidir.



2 - Göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin her biri elli evden çok olmamalıdır.



3 - Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa ev değiştirmemelidir.



Ermeniler konusunda Dâhiliye Nezareti’nin tedbir aldığı bir sırada Rusya, Fransa ve İngiltere hükümetleri 24 Mayıs 1915 tarihinde bir bildiri yayınlayarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Ermenilerin öldürüldüklerini yayınladılar. Şimdiye kadar kışkırtarak destek verdikleri Ermenilerin yaptığı katliamları görmezlikten gelerek, olaylardan Osmanlı Hükümetini sorumlu tutacaklarını bildirdiler.



Olayın milletlerarası bir hüviyet kazanması üzerine Talat Paşa, tehcirle ilgili sorumluluğu tek başına yüklenemeyeceğini bildirerek bu konuyu bir kanun hükmü haline getirmek ve kabinenin diğer üyelerinin de bu sorumluluğa ortak olmasını istedi. Sonunda 12 Recep 1333/13 Mayıs 1331 (26 Mayıs 1915) tarih ve 270 numaralı tezkire hazırlanarak Sadaret’e gönderildi.



Tezkirede Talat Paşa, Osmanlı topraklarında gözü olan dış güçlerin Ermeniler arasına nifak sokarak onları isyana sevk ettiklerini, isyan eden Ermenilerin askerlerin yanı sıra masum halka silahlı saldırıda bulunarak onları katlettiğini, halkın mallarını yağmaladıklarını, askere erzak ve mühimmat nakline engel olduklarını, düşmana erzak temin ettiklerini, Türk birlik ve mevzilerinin yerlerini düşmana bildirdiklerini, devletin selameti için köklü tedbire ihtiyaç duyulduğunu ve bundan dolayı, harp sahasında olaylar çıkaran Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verildiğini ifade etmektedir.



Tezkirede ayrıca Ermenilerin nerelere gönderileceği, mali yönden onlara nasıl yardım edileceği, geride bıraktıkları mallarının nasıl korunacağı, can güvenliğinin nasıl sağlanacağı belirtilmektedir.



Dâhiliye Nezareti’nin bu tezkiresi Sadaret tarafından kaleme alınan 27 Mayıs 1915 tarihli bir tezkire ile meclise gönderildi. Sonunda meclis tarafından 30 Mayıs 1915 tarihinde Ermeni tehciri uygulamasını kabul eden kararı çıkarıldı.



1 Haziran 1915 tarihinde de Takvim-i Vekâyi’de yayınlanarak yürürlüğe giren tehcirle ilgili geçici kanun şöyledir:



Madde - 1: Sefer vaktinde Ordu, Kolordu ve Tümen Komutanları, bunların vekilleri ve Müstahkem Mevki Komutanları ahali tarafından herani bir surette hükümetin emirlerine, vatanın müdafaasına ve asayişin sağlanmasına ait icraat ve tertibata karşı gelen ve silahlı tecavüz ve direnme görülürse, derhal askeri kuvvetlere en şiddetli surette müdahale etmeye, tecavüz ve direnmeyi esasından yok etmeye yetkili ve mecburdur.



Madde - 2: Ordu, Müstakil Kolordu, Tümen Komutanları askeri icaplara dayanan casusluk ve hainliklerini hissettikleri köy ve kasabalar ahalisini tek veya topluca diğer yerlere sevk ve yerleştirebilir. (Dikkat edilirse bu hüküm sadece Ermenilere karşı konulan bir hüküm olmayıp, bu şartlara uyan herkesi kapsamaktadır.)



Madde - 3: iş bu kanun, yürürlüğe girdiği (yayınlandığı) tarihten itibaren geçerlidir.



Mehmet Reşâd 13 Recep 1333 ve 14 Mayıs 1331

(27 Mayıs 1915)

Sadrazam Başkumandanlık Vekili ve Harbiye Nazırı

Mehmed Said Enver



ERMENİ TEHCİRİ (ZORUNLU GÖÇ-YERDEĞİŞTİRME)



Tehcir (zorunlu göç); değişik tarihlerde, değişik uluslar tarafından uygulanmış, ama hiçbirinde Osmanlı da olduğu kadar haksız bir şekilde eleştirilmemiştir. 1896 yılında İngiltere, kendisi için tehlikeli gördüğü 2 milyon İrlandalıyı Avustralya’ya sürmüştür. Yine 2. dünya harbinde Amerika, kendisi için hiçbir tehlike arz etmeyen başta ABD vatandaşlığına geçmiş Japonlar olmak üzere Uzak Doğu Asya ülkesi kökenli vatandaşlarını ABD’nin iç kısımlarına sürmüştür. Ancak günümüzde bu sürgünler hiç dile getirilmediği halde, hep Osmanlının tehciri öne çıkarılmıştır.



Vatanın her yanında cephelerde oluk oluk Türk kanı akarken, Ermeniler; Ermenistan hayali içerisinde Gönüllü Alayları ile Rus ve Fransız ordularının arkasına takılıp Anadolu'yu işgale kalkmıştır. Osmanlı ordusundan çaldıkları silahlarla çeteler kurup, Müslüman Türk köylerini yağma etmiş, yangınlar çıkarmış, yaşlı-genç, kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden müdafaasız Müslüman Türk halkını en vahşi biçimde öldürmüş, can, mal ve namuslarına tecavüz etmişlerdir.



Rus Ordusuna yardım için düzenledikleri plânlı isyanlar, işgal ettikleri yerlerde Türk vatanının ve milletinin varlığına kastetmişlerdir.



Ermeni Yazarı Leo Mazl, 1915 yılında Tiflis'te bastırdığı Ermeni Sorunu Belgeleri isimli eserinde; Ermenilerin Türklere karşı "Çar Ordusu saflarına girişleri"ni çok güzel bir şekilde anlatmaktadır. Yine Ermeni yazarı Leo'ya göre Ermeni isyanları tehcirden önce çıkarılmıştır. Leo bu hususu şu sözleri ile belgelendirmektedir:



"Muş'ta ve Muş Ovası'nda 7.000 Ermeni silahlandırılmıştı. Bunlar köylere dağıtıldılar. Birçokları silahları ile beraber Türk Ordusundan kaçmıştı. Sason (o tarihler de Bitlis ilinin bir sancağı, şimdi ise Batman ilinin bir ilçesi) ne asker vermişti ne de vergi. Hatta bu maksatla gönderilen Türk memurları da öldürülmüşlerdi. Rus Ordusu yaklaşınca Muş bölgesinde hazırlanmış Ermeni gençleri isyan bayrağını açmağa hazırdılar."



Türk hükümeti işte bu olaylar yüzünden Ermeni Tehciri’ni lüzumlu görmüştür. Tehcire tabi tutulan Ermeni sayısını vermeden evvel o tarihte Anadolu’da yaşayan Ermeni nüfusuna bakmakta fayda vardır.



1910/11 nüfus sayımına göre Ermeni nüfusu 1.050.513 Gregoryan, 90.050 Katolik, olarak toplam 1.140.563 kişidir. Protestan Ermenilerin nüfusu 53.880 kişi olduğuna göre toplam Ermeni nüfusu 1.194.443 kişiye ulaşmıştır. Bu rakam 1914 sayımına göre ise Katolik Ermeniler dâhil toplam 1.229.007’dir.



Justin Mc Carthy’nin 1914 nüfus istatistiğinde bütün Osmanlı vilayetlerinde 1.698.301 Ermeni’nin yaşadığı hesaplanmıştır. Bu sayının genel nüfusa oranı ise % 4,4 olarak gösterilmiştir.



İyi bir araştırma yapıldığı zaman görülecek ki 1914 yıllarında Anadolu’da yaşayan toplam Ermeni nüfusunun 1.300.000–1.500.000 civarlarında olduğu söylenebilir. David Magie’nin araştırmalarında toplam Ermeni nüfusu 1.479.000, Mc Carthy’nin araştırmasında ise 1.698.300 olması, yukarıdaki 1.500.000 rakamını doğrular niteliktedir.





Gerçek olarak Osmanlı topraklarında yaşayan toplam Ermeni nüfusu 1.229.007 kişidir. Patrikhane kayıtlarına göre Osmanlı Ermeni nüfusu toplam 1.602.000 kişidir. Tehcir Kararından hemen önce Anadolu’da yaşayan Ermeni nüfusu 1.200.000–1.500.000 arasıdır. Hiçbir kuruluş veya araştırmacı tam rakam verememiştir.



TEHCİRLE İLGİLİ ALINAN TEDBİRLER



Kanundan hemen sonra 14 Haziran 1915 tarihinde Erzurum, Diyarbakır, Elazığ ve Bitlis vilayetlerine gönderilen bir şifreli yazıda, tehcir edilen Ermenilerin yollarda hayatlarının korunması, sevkıyat sırasında firara yeltenenlerle muhafazalarına memur olanlara karşı saldırıda bulunacakların yola getirilmesinin tabii olduğu, ancak buna hiçbir şekilde halkın karıştırılmaması ve Ermenilerle Müslümanlar arasında öldürmeye yol açacak ve aynı zamanda dışarıya karşı pek çirkin görünecek olayların çıkmasına kesinlikle fırsat verilmemesi istenmişti.



Yeni iskân sahalarına dağıtılacak olan Ermeniler Konya, Cizre, Diyarbakır, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplanmıştır. Kayseri ve Samsun’dan gönderilenler Malatya üzerinden, Sivas, Elazığ, Erzurum ve havalisinden gönderilenler Diyarbakır-Cizre yolundan Musul’a, Urfa’dan Nusaybin yoluyla gidenler, (Arap kabileleriyle diğer aşiretlerin saldırılarından korunmak üzere) Siverek yoluyla, Batı Anadolu’dan gönderilen kafileler ise Kütahya-Karahisar-Konya-Karaman-Tarsus üzerinden Maraş-Pazarcık yoluyla Zor sancağına, sevk edilmişlerdir. Bütün bu güzergâhların seçiminde tren yollarıyla nehir nakliye araçlarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir.



Osmanlı Hükümeti savaş şartlarına rağmen, sevkıyatın bir düzen içerisinde yürümesine ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramamasına itina göstermiş, bunun için elindeki bütün imkânları zorlamıştır. Bu sevkıyat esnasında görülen en büyük zorluk, vasıta sıkıntısı olmuştur. Gerek savaş nedeniyle sürekli cephelere mühimmat taşınması ve gerekse hasat mevsimi olması, araba ve hayvanlara duyulan ihtiyaç yüzünden kafilelerin zorluk çektiği görülmüştür.



Bütün bu zor şartlara rağmen Osmanlı Hükümeti, tehcire tabi tutulan Ermenileri büyük bir intizam içerisinde yeni yerleşim alanlarına sevk etmiştir. Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915 tarihinde Büyükelçi Hanry Morgenthau’ya gönderdiği raporda bu durumu açıkça belirtmektedir. Raporda, Tarsus’tan Adana’ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana’dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini, kalabalık yüzünden sefalet ve çektikleri zahmete rağmen hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekte olduğunu, şiddete ve intizamsızlığa yer vermediğini, göçmenlere yeterli kadar bilet sağlandığını, muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu belirtmiştir.



Zorunlu göç sırasında bütün yokluklara rağmen Ermenilerin zorunlu göçü için Osmanlı Devleti milyonlarca kuruş harcamaktan çekinmemiştir. Tehcir uygulaması konusunda yaptığı doktora tezinde araştırmacı Bülent Bakar, yapılan tahsisatı yıl yıl belgelemiştir. Halaçoğlu’nın İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyetinin 1915 yılı bütçesinden özetlediği rakamlara göre de kafilelerin ihtiyaçları için Konya’ya 400.000, İzmit’e 150.000, Eskişehir’e 200.000, Adana’ya 300.000, Halep’e 300.000, Suriye’ye 100.000, Ankara’ya 300.000, Musul’a 500.000 kuruş olmak üzere toplam 2.250.000 kuruş ödenek ayırmıştır.



TEHCİRLE İLGİLİ GELİŞMELER



İstanbul’daki Alman Büyükelçi Vekili Neurath, 26 Haziran 1915 tarihli raporunda tehcirle ilgili görüşünü şöyle belirtmektedir: “Türk hükümeti, Doğu Anadolu’daki Ermeni halkını, yoğun olduğu eyaletlerde isyan çıkarmalarını engellemek için askeri nedenlerden dolayı sürgün etmiştir” Ermenilerin o zamana kadar yürüttükleri faaliyetler ve kendi ülkelerine karşı olan dış güçlerle işbirliği yapmaları, tehcir kararını mecbur kılmıştır.



Tehcir sonrası batı basını her zaman olduğu gibi yine feryatlar koparmaya başlamış, olayları olduğundan farklı göstererek Osmanlı Hükümeti ve Türk milleti haksız olarak itham edilmiştir. Amerika, Rusya, İngiltere gibi devletler ile batılı devletlerin basını olayları hiç araştırmadan, incelemeden tamamen taraflı ve kasıtlı olarak aleyhimize kullanmışlardır. Yukarıda belirttiğim Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan’ın İstanbul’daki Amerika Büyükelçisi Hanry Morgenthau’ya gönderdiği rapor, büyükelçi tarafından tamamen ters şekilde ülkesine bildirilmiştir. Bu büyükelçinin taraflı, yanlış, asılsız ve kasıtlı olarak Amerika’ya gönderdiği raporlar, Amerika basını tarafından Türkler aleyhine kullanılmıştır.



ABD Başkanı Wilson’un, Amerika’nın savaşa katılımını meşrulaştıracak ve bunu için kamuoyu oluşturacak bir takım olayların bulunması talimatı (günümüzde Irak’ta olduğu gibi) doğrultusunda, o sırada Osmanlı nezdinde Büyükelçi olan Henry Morgenthau Ermeni tehciri meselesini ele almıştır. Morgenthau, ezilmekte ve yok edilmekte olan mazlum bir Hıristiyan millet olarak değerlendirdiği Ermenilerle ilgili gelişmeleri ve Ermenilerin zorunlu göçü sırasında meydana gelen bazı ölüm olaylarını, çok başarılı bir katliam propagandasına dönüştürmüştür. Morgenthau’nun esas raporlarıyla açık çelişkiler taşıyan bir senaryo, Büyükelçinin danışmanı ve tercümanı olan Türk Ermenisi Arshag K. Schmavonian, gazeteci Burton J. Hendrick ve Amerika Dışişleri Bakanı Robert Lansing tarafından hazırlanmış ve Ambassador Morgenthau’s Story” adıyla 1918 yılında New York’ta yayınlanmıştır.



Bu propaganda kervanına büyük çapta bilgileri yine Morgenthau’dan alan Lord James Bryce, olaylara uzak olan Alman Protestan papazı Johannes Lepsius ve o sıralarda genç bir tarihçi olan Arnold Toynbee de katılmıştır. Kamuoyu oluşturmada önemli bir rol oynayacak olan Arnold Toynbee, İngiliz Dışişleri Bakanlığı Savaş Propaganda Bürosu’nda görevlendirilmiş ve Türkiye aleyhindeki savaş kampanyasında ön sıralarda yer almıştır. Hazırladığı propaganda kitapçıklarında Osmanlı ülkesinde bulunduğu iddia edilen 1.800.000 Ermeni’den 1,5 milyonuna yakınının katledildiği tezini ilk olarak o ortaya atmıştır. Bu türden propaganda yayınları daha sonraki yıllarda ciddi başvuru kaynakları hüviyetinde işlem görmüştür.



Robert Farrer Zeidner, 1957 Haziran ayında Beyrut’ta ünlü tarihçi Arnold Toynbee’e kendi imzasıyla yayınlanan, The Armenian Atrocities (London, Hodder and Stoughton, 1915) Turkey: A Past and A Future (New York, Geo. H. Doran, 1917) ile The Treatment of the Armenians in the Ottoman Empire 1915–16 (London, HMSO, 1916) adlı kitapları hakkındaki görüşünü sorduğunda Toynbee’nin büyük bir mahcubiyetle, bu erken dönem çalışmaların tümüyle birer savaş propagandası olduğunu ifade ettiğini ve bundan büyük bir üzüntü duyduğunu bildirmektedir.



SOYKIRIM İDDİALARI



Ermeni konularında bir uzman olan ve yazdığı “Ermeni Dosyası” isimli eseri Türkçe, İngilizce ve Fransızca olarak basılan emekli Büyükelçi Kamuran Gürün: “Osmanlı Arşivlerinde 1912’de ülkemiz sınırları içerisindeki toplam Ermeni sayısının 1.300.000.000, 1921’de ise 1.025.000.000 olduğuna göre I. Dünya Savaşı sonunda Ermeni sayısında 300.000’e yakın bir azalma olmuştur. Müslümanlardan aynı dönemde 2 milyon bir azalma olduğu bunlardan ¼’ünün cephede şehit düştüğünü” belirtmiştir.

Kamuran Gürün yaptığı incelemelerinde şu hususları bildirmektedir: “Sevr anlaşmasını Ermeniler imzalamıştır. Tehcir kararı bir katliam kararı değildir. Devletin bunun aksine göçe tabi olanların korunması talimatları var. Sorumlular mahkemelere verilecek denilmektedir. Nitekim bunlara aykırı hareket eden 1380 kişi yargılanarak hapse mahkûm oldu. Ermenileri tutan ABD Başkanı Wilson, uydurma bir kitap yazdırttı. Büyükelçi Morgenthau’nun Hikâyesi diye bütün raporlar değiştirildi. Nitekim 26 Eylül 1915 tarihli belge, Ermenilerin gittikleri yere yerleştiklerini ve rahat içinde olduklarını bildirmektedir. Amerikalı tarihçi Heath Lawry, 1990 yılında bunu yazmıştır.



Sadrazam Tevfik Paşa bu katliam meselesini ve iddiasını incelemek üzere birinci dünya savaşına girmemiş tarafsız Danimarka, İspanya, İsveç gibi ülkelerden ikişer uzman istemiştir. Fakat İngiltere buna mani olmuştur. 144 kişi olaylarla ilgili olarak Malta’ya sürülmüştür.



Maraş’ta 2 bin Ermeni’nin öldüğü söylenmektedir. Zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon bu sayıyı 20 bine, daha sonraları ise 70 bine çıkarmıştır.





Sevr müzakerelerindeki Ermeni delegasyonu başkanı Bogos Nubar Paşa “göçte 260.000 kişi yerlerine varmadı” diye yazmıştı. Ancak bu kişiler hakkında katliam iddiasında bulunmamıştır. Türkler öldürdü diyememiştir.”



Savaşta karşılıklı çarpışmalar olmuştur. Ermeniler öldürdüler ve öldüler. Yeni yetişen Ermeni kuşakları bu sayıları o kadar çok abarttılar ki, önceleri 250.000 olan sayı daha sonraları 750 bin kişiye, 1990’larda 1 milyon iki yüz elli bine ve günümüzde 1 buçuk milyona çıkmıştır. Herhalde 2010 yılında 2.000.000’e ve birkaç yıl sonra da 3 milyona yükselir.



Bu konu ile ilgili olarak Prof. Dr. Stamford Shaw şunu söylemektedir:



“Osmanlıların 1,5 milyon Ermeni’yi sistematik olarak soykırıma tabi tuttukları iddiası, 20. yüzyılın en abartılı aldatmacasıdır. Hitler’in gerçek Yahudi soykırımına gölge düşürmektedir.”



İngiliz tarihçisi Dr. Andrev Mango; TBMM tarafından düzenlenen “Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri” konulu sempozyuma gönderdiği tebliğde şu bilgilere yer vermektedir:



“Atatürk; Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber geçmişle ilgili hesapları kapattı. Ermeniler ise bunun tersine ve geçmişi tarihçilere bırakmak yerine intikamcı bir yol izleyerek toprak ve tazminat taleplerini gündeme getirmeye çalışmaktadırlar.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni nüfusunun yoğun olduğu altı vilayette bile (Vilayet-i Site: Diyarbakır, Van, Bitlis, Elazığ, Erzurum, Sivas) toplam nüfusa oranlarının yüzde 17’yi geçmediği Ermeniler, Osmanlı topraklarında isyan başlatarak ve savaşta taraf olarak yer aldılar.



Osmanlı arşivindeki belgelere göre 448.000 Ermeni için tehcir kararı verilmiş, bunlardan 382.000 kişinin yerine ulaştığı, geri kalanların ise yolda hastalıktan, yaşlılıktan ve çetelerin baskınında öldüğü anlaşılmıştır. (Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu 438.758 Ermeni’nin sevk edildiğini, bunlardan 382.148 kişinin yerlerine vardığını bildirmektedir).



Batılı tarihçilere göre tehcir esnasında hastalık, açlık, salgın hastalıklar, aşiret kavgaları, kıtlık, hava şartları ile 300 bin Ermeni ölmüştür. Ama soykırım yapılmamıştır. 2 milyon insan ise asla değildir. Hatta 300 bin rakamını bile abartmışlardır. Tarihçi Prof. Dr. Stanford Shaw’a göre ölenlerin sayısı 200 bindir. İngiliz gizli servis mensubu Toynbee bu sayıyı 600 bine çıkarmıştır. Tarihçilere göre tehcir dâhil Birinci Dünya Savaşında ölen bütün Ermenilerin sayısı toplam 200–300 bindir (Aslında ölen Ermeni sayısı 60–65 bin civarındadır. 200.000 binden fazla Ermeni, Rusların, 40 bin civarında Ermeni ise Fransızların safında Osmanlı’ya karşı savaşırken ölmüştür. Bunları da eklediğimiz zaman 300.000 rakamına ulaşılır).




3 İngiliz generalinin hazırladığı raporda ise Ermenilerin bir milyon Türk’ü katlettiği yer alır. Çarlık Rusya’sının Dışişleri Bakanı Sazanoff’un, Çar vekili Nikolayeviç’e 27 Haziran 916’da yolladığı telgrafta: “Ermenilerin Doğu Anadolu’da hiçbir zaman çoğunlukta olmadığını, çoğunluğun her zaman Türklerde bulunduğunu, bu şartlar altında bir Ermenistan muhtariyetinin kurulması, azınlığın çoğunluğu idare etmesi bir haksızlık olacaktır.” demektedir.



Aynı yazar bir başka yazısında: “Ermeni çetelerinin tehcirden önce 1 milyon Müslüman Türk’ü katlettiğini, İngiliz generali Harbord Harington ile De Robeck hazırladıkları raporda ifade etmektedirler.



1932’den bu yana 3006 yabancı tarihçi ve uzman, Osmanlı arşivlerini incelemiş ve soykırım ile ilgili hiçbir belge bulamamışlardır. Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan ve neşredilen – Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslarda ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi – isimli 4 ciltlik eserde 1914–1921 yılları arasında Ermenilerin katlettiği 517.955 kişiye ait belgeler, yerleri, tarih ve cinayetin nasıl işlendiği resmi kayıtlarla sabittir. Buna Anadolu’nun diğer yerlerindeki katliamlar eklendiğinde İngiliz generallerinin 1 milyon Türk’ün katli raporu doğrulanmaktadır.”



1982 yılında Münih’te “Dünyadaki Ermenilerin Sorunları Kongresi”nde konuşan Ermeni Profesör Hovannisian, şu gerçeği itiraf etmektedir. “Ermeni soykırımı ispatlanamamıştır. Soykırım hukuken geçersizdir. Ve zaten zaman aşımına da uğramıştır”



Şimdi iyice düşünmek gerekiyor. Müslüman Türk Milleti Anadolu’ya girdiği 1038 tarihinden Kurtuluş Savaşına kadar Anadolu topraklarında Ermenilerle beraber yaşadık. Ermenileri katletmek isteseydik 850 sene beklemezdik. Anadolu’ya girdiğimiz günlerde yok ederdik. Ya da cihan hâkimiyeti olduğumuz günlerde. Bu kadar beklememize gerek yoktu. Oysa onlara insanlıklarını hatırlattık. Onlara değer verdik. Onlara sadık millet manasına gelen “Millet-i Sadıka” dedik. Onları askerlikten muaf saydık. Ticareti ellerine verdik. Onlardan Paşa, Milletvekili, Elçi ve Bakan yaptık. Osmanlı Devletinde 19. yüzyılda 29 Ermeni bürokraside en üst rütbe olan paşalığa terfi ettirildi, 22 Ermeni’ye Dışişleri Bakanlığı dâhil Bakanlık verilmiş, 33 Ermeni Milletvekili olarak atanmış, 7 Ermeni Büyükelçi, 11 Ermeni Başkonsolos ve 11 Ermeni’de Profesör olarak atanarak son derece önemli mevkilerdeki görevlere getirilmiştir. Şimdi düşünelim. Bu kadar âlicenap davranan bir milletin soykırım veya katliam yapması mümkün müdür? Bu sadece bu büyük millete atılan bir çamurdur. Unutulmasın ki güneş hiçbir zaman balçıkla sıvanmaz.



Soykırım düzmecesi, Hıristiyan dünyasının uydurduğu koca bir yalandan ibarettir. Bu yalanın arkasında duran batılı güçler, bu yüce millete olan kinlerini ve bu topraklar üzerinde besledikleri gizli emellerini bu şekilde dile getirmektedirler. Rusya’nın boğazlara kavuşma sevdası, İngilizlerin 3B siyaseti, Fransa’nın Akdeniz bölgesindeki bitmez arzuları, Amerika’nın İsrail ile Ermenistan’ı birleştirecek bir koridor açma ve Orta Doğu hedefleri, Yunanlıların Megalo İdeası ve benzeri çıkarlar.



Gerçekten böyle bir soykırım olmadığını batılı devletler çok iyi bilmektedirler. Ama onlar milli dış politikalarını Türk düşmanlığı üzerine kurmuşlardır. Asırlardır süre gelen “İslam’ı doğduğu Arap çöllerinde boğma, Türkleri geldikleri Asya steplerine sürme” hayalleri, günümüzde de olanca varlığıyla sürmektedir.



Soykırım yalanı ilk defa İngilizler tarafından ortaya atılmıştır. Ermenilerin savunduğu soykırım masalı; James Bryce ve Arnold Toynbee tarafından yazılan Blue Book (Mavi Kitap) isimli esere dayanmaktadır. Bu kitap aslında İngiliz İstihbaratının yalan haber üretme makinesinin bir ürünüdür. Birinci Dünya Savaşı sırasında gerek Almanya’ya gerekse Osmanlı Hükümeti’ne karşı yalan ve karalama kampanyası yürüten ve bu amaçla İngiltere’de Wellington House’de özel bir Savaş Propaganda Bürosu (War Propaganda Bureau) kuran İngilizler, Anadolu’da faaliyet gösteren Amerikalı misyonerler ve İstanbul’daki Amerikan Büyükelçiliği’nin de işbirliği ile belgelere dayanmayan ve tamamen dedikodu ve düzmece bilgilerle sözde Ermeni katliamları senaryolarını yazdılar.



Amerikalı tarihçi ve Osmanlı Uzmanı Prof. Justin Mc. Carthy, bir süre önce Londra’da SOAS’ta (School of Oriental and African Studies) verdiği konferansta, bu olayı şöyle açıklamaktadır:



“Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Wellington House’de gizli bir propaganda birimi kuruldu (2 Eylül 1914-Z.A). Bu birimin amacı, İngiltere’nin düşmanlarını karalamak, Amerika nezdinde İngiliz görüşüne destek sağlayabilmek ve İngiltere’de savaş sırasında moralleri yüksek tutmaktı. Wellington House’deki birimin başında Charles Masterman adlı bir Liberal Milletvekili vardı. Llyod George’un (David, İngiltere Maliye Bakanı) çok yakın bir danışmanıydı. Bu büroda çalışanlar arasında İngiltere’nin ABD Büyükelçiliği de yapan ve ABD’de çok sayıda dostu bulunan ve bir entelektüel olan James Bryce bir da bulunuyordu. Onun yardımcılarından birisi de Arnold Toynbee adında genç bir tarihçiydi. Savaş sırasında Wellington House’nin çalışma kayıtları imha edildi. Ve hatta böyle bir birimin var olduğu bile 1935 yılına kadar gizlendi. Ancak, kaynaklara ilişkin bir defterin kazayla günümüze kalabilmesi sayesinde bu birimin kullandığı kaynakları öğrenebildik. Ayrıca, burada imha edilen yayınların neler olduğunu ve o zamanın teknolojisiyle inanılmaz bir çabayla ABD’ye sevk edilen 7 milyon adet belgenin varlığını ortaya çıkardık. Ne yazık ki Bryce-Toynbee belgeleri İngiltere ve ABD’de genel bir kabul gördü ve Ermeni milliyetçileri tarafından kullanıldı.”



Her yıl 24 Nisan’da Ermeniler tarafından sözde soykırım günü kutlanmaktadır. 24 Nisan 1915 tarihinde Ermenilerin soykırıma uğradıkları dile getirilmektedir. Gerçekte 24 Nisan 1915 tarihinde tek bir Ermeni dahi ölmemiştir. 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan akşamı, güvenlik güçleri Ermeni Komite merkezlerine baskın yaparak ihtilal hareketi içerisinde olan 2345 ihtilalci Ermeniyi tutuklamış ve komite merkezlerini kapatmıştır. İsyan planlarının suya düştüğünü gören Eçmiyazin (üç kilise/Ermenistan) kilisesi Başpiskoposu Kework, ABD Devlet Başkanı Wilson’a bir telgraf göndererek; “Hıristiyan Ermenilerin Türkler tarafından katledildiği”ni bildirmiştir. O günden bu yana 24 Nisan tarihi Ermeniler tarafından asılsız soykırım tarihi olarak kutlanmaya başlanmıştır. Oysa bu tarihte tek bir Ermeni ölmemiş, asılsız bir soykırım ise hiç yaşanmamıştır.



Bütün bu gerçeklere rağmen asılsız soykırım iddiaları hala gündemde, hala tazeliğini korumaktadır. 2006 yılı içerisinde Polonya, Almanya ve Arjantin’le beraber bazı ABD eyaletleri asılsız soykırım iddialarını kabul etti. Polonya varlığını Osmanlı’ya borçlu olduğunu sürekli dile getirmesi rağmen asılsız soykırımı kabul etti. Ya Almanya; onların yüzünden birinci dünya harbine girdik, onlar için birçok cephede, Galiçya’da öldük. Ama onlar bunları hatırlamadan asılsız soykırımı kabul ettiler. İngiltere parlamentosundan; “Mavi Kitabın propaganda amaçlı yazıldığı” ile ilgili ses seda çıkmadı. Demek ki batılı ülkeler ön yargılı kararlarını çoktan vermişlerdir.



Bırakın 90 yıl önce cereyan eden olayları, yakın tarihe bakalım. Onlarca Büyükelçilik görevlimiz Ermeni terörü Asala tarafından katledildi. Halen Azerbaycan toprağının %20’si Ermeniler tarafından işgal edilmiş, binlerce masum Azeri katledilmiş, bir milyon civarında Azeri Türkü kendi vatanında mülteci konumuna düşmüştür. Bu olaylar yakın tarihte ve dünya kamuoyu önünde cereyan eden olaylardır. Uygar geçinene batı dünyası bütün bu katliamlara seyircisiz kalmış, kalacaktır da. Bir Ermeni için bütün dünya ayağa kalkarken, Azerilerin feryadını duyan yoktur. Bu çifte standart, batı dünyasının ne kadar önyargılı ve düşmanca tutum sergilediğini göstermektedir.



Bizler istediğimiz kadar asılsız soykırım iddiaları gerçeklerden uzak, propaganda gayeli, batılı ülkeler bu kararı siyasi olarak alıyor, bu işi tarihçilere bırakalım, gelin birlikte araştıralım desek de sonuç değişmeyecektir. Bu devletler ilmi olarak değil, siyasi olarak kararlarını çoktan vermişlerdir. İstediğimiz kadar arşivlerimizi açalım, başta Ermeniler olmak üzere hiç kimse buna yanaşmayacaktır. Biz tarihimizden, arşivlerimizden sonuna kadar eminiz. Tarihimizle yüzleşmeye hazırız. O zaman yapılacak iş nedir? Yapılacak şudur:



Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir karar alarak bu meseleyi Birleşmiş Milletlere taşıması gerekir. Nasıl ki 1918 yılında Osmanlı devleti savaşa taraf olmayan İspanya, Danimarka gibi ülkelerden bağımsız bir komisyon kurulmasını istediyse, aynı başvuruyu BM’ye yapması gerekir. Taraflı ve tarafsız ülkelerden bağımsız bir komisyon kurulmasını talep etmelidir. Tarihçilerden, Hukukçulardan, Ekonomistlerden, Sosyolog ve dil bilimcilerden kurulu bir komisyon kurulmasını istemelidir. Bu komisyon bütün arşivleri; Osmanlı Arşivi, Rus, Alman, Fransız, İngiliz ve özellikle Ermenistan’daki arşivleri incelemelidir. Bu incelemeyi yapabilmesi için de Erivan’daki soykırım Arşivi’nin, Kudüs ve Lübnan arşivleriyle ABD’nin Boston’daki Taşnaklara ait Zoryan Arşivi’nin açılması gerekir. Bütün bu arşivlerde önyargısız araştırma yapılması, çıkacak sonuca bütün ülkelerin razı olması gerekir. Aksi takdirde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin günlük kararlarıyla bu mesele uzayıp gidecek, asılsız soykırımı kabul eden ülkeler gün geçtikçe artacaktır. Hatta biz bu yola başvurmazsak ileriki bir tarihte Ermeniler ve Ermeni sevdalıları BM’ye başvuracaktır.





BİBLİYOGRAFYA



1. ALTUĞ Yılmaz, “Tarih Boyunca Türk-Ermeni İlişkileri”, Türkiye Gazetesi, 23 Nisan 2001, s. 9

2. BAYUR Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, İİİ/3, Ankara 1963, s. 38

3. GÜRÜN Kamuran, Ermeni dosyası, Ankara 1983, s. 213

4. HALAÇOĞLU Prof. Dr. Yusuf, Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Türk Tarih Kurumu, Türk Tarih

Kurumu Basımevi, Ankara 2001, sah. 47

5. Hikmet ÖZDEMİR, Kemal ÇİÇEK, Ömer TURAN, Ramazan ÇALIK Yusuf HALAÇOĞLU, Ermeniler:

Sürgün ve GÖÇ, Türk Tarih Kurumu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2004,

6. James Bryce-Arnold Toynbee, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere Yönelik Muamele, 1915-1916, Cilt 1,

Pencere Yayınları, İstanbul 2005, sah. 495-496

7. Justin Mc Carty, Muslim and Minorites. s. 112

8. KANTARCI Dr .Şenol, Birinci Dünya Savaşı'nın Öteki Yüzü; Ordinaryüs Prof. Dr. Tevfik Sağlam’ın
"Büyük Harpte 3. Orduda Sıhhî Hizmet İstanbul, 1941" Adli Hazine Değerindeki Eseri ve Düşündürdükleri
9. Meclis-i Vukelâ Mazbatası, Defter nr. 198, Karar sıra no. 163

10. ÖZFATURA M. Necati, “Esas Soykırımı Ermeniler Yaptı”, Türkiye Gazetesi, 22 Mart 2001, s. 9

11. Sadrazam Talat Paşa'nın defteri, Murat Bardakçı, Hürriyet Gazetesi, 26.04.2006

12. SERDAR M. Törehan, Ermeni Tehciri ve Soykırım İddiaları, Uğurel Matbaası, Malatya 2004, sah. 1

13. ŞFR. Nr. 59/244

14. ŞFR. Nr. 56/149; 55-A/73; nr. 54-A/248

15. Takvim-i Vekâyi, nr. 2189, 18 Recep 1333 ve 19 Mayıs 1331 (1 Haziran 1915)

16. URAS Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1976, sah. 626

17. YÜCEER Saime, “Birinci Dünya savaşı ve Kurtuluş Savası Yıllarında Bursa Ermenileri”, Ermeni Sorunu ve

Bursa Ermenileri, Bursa 2000, s. 70-71

ATUKAD