HAZRET-İ ALİ'YE DİL UZATILAMAZ


Sual: İbni Sebeciler, Peygamber efendimizin mübarek damadı Hazret-i Ali’ye, eshabı sevmediği halde senelerce onları idare etti, yani ikiyüzlülük etti diyerek hâşâ münafıklık isnat ediyorlar. Allah’ın verdiği ilmi sakladı sadece torunlarına verdi, onlar da bunu gizledi, ahir zamanda Mehdi meydana çıkaracak diye de hâşâ küfür isnat ediyorlar. Bunların dinde yeri nedir?
CEVAP
Hazret-i Ali (radıyallahü teâlâ anh), Allah Resulünün damadı, Hazret-i Ömer’in kayınpederidir. İslam halifelerinin ve ismen Cennetle müjdelenen on kişinin dördüncüsüdür. Ehl-i beytin birincisidir. Allahü teâlânın aslanı idi. Çeşitli hadis-i şeriflerde methedildi. Evliyanın büyüğü, vilayet yolunun reisidir. Her tarikatta herkese Vilayetin feyzleri ve marifetleri Hazret-i Ali’den gelmektedir.

Hazret-i Ali, Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]

Hazret-i Ali, Eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Allah, [Eshab-ı kiramın] hepsine de en güzeli [Cenneti] vaad etmiştir!) [Nisa 95]

Hazret-i Ali, ağaç altında söz verenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18]

Hazret-i Ali, Bedir savaşına katılanlardan olduğu için Cennetliktir. İşte Bedir ehline katılan müslümanların şânı için bir hadis-i şerif meali:
(Bedir savaşına katılan müslümanlar Cennetliktir.) [Dare Kutni]

Hazret-i Ali, Peygamber efendimizin damadı olmakla şereflendi. Bu nimet ve şeref vesilesiyle de Cennetliktir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi]

(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim]

(Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim]

(Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ. Neccar]
Sırf bu hadis-i şerifler bile Hazret-i Ali’nin Cennetlik olduğunu göstermektedir.

Hazret-i Ali ve Hazret-i Fatıma ve çocuklarının herkes üzerinde hakları vardır. İnsanların en şereflileri onlardır. Onlara tazim, dinimizin emridir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ali Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, ibni Asakir, Beyheki, Dare Kutni, Hakim, Ebu Nuaym, ibni Sa’d]

(Ali’yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğzeder.) [Nesai]
(Ali’yi sevmek, ateşin odunu yaktığı gibi, müslümanların günahını yok eder.) [İ. Asakir]

(Ali’yi seven, beni sevmiştir. Ona düşmanlık, bana düşmanlıktır. Onu inciten beni incitmiştir. Beni inciten de elbette Allah’ı incitmiş olur.) [Taberani]

(Ben kimin mevlası [efendisi] isem, Ali de onun mevlasıdır!) [Nesai]
(Ya Ali, senin sevdiğini sever, senin buğzettiğine buğzederim.) [Taberani]

(İmanın alametleri vardır. Birinci alameti Ali’yi sevmektir.) [M. Ç. Güzin]
(Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır.) [Deylemi]
(Ali’yi sevmek, iman, ona düşmanlık, nifak alametidir.) [Kurret-ül-ayneyn]

(Ya Ali, bana, Harun’un Musa’ya yakınlığı gibisin. Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur.) [Buhari]

(Her şeyin bir kanadı vardır, bu ümmetin kolu kanadı da Ebu Bekir ve Ömer’dir. Her şeyin bir kalkanı vardır, bu ümmetin kalkanı da Ali’dir.) [Hatib]

(Bir kimseyi, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’den üstün gören beni yalanlamış olur.) [Rafi'i]

(Cebrail dedi ki: Allahü teâlâ buyuruyor ki, "Her ümmet kıyamette susuzluk görecek, yalnız Ebu Bekir Ömer, Osman ve Ali’yi sevenler müstesna.) [Rafi'i]

(Şu dört kişinin sevgisi bir münafığın kalbinde toplanmaz. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali.) [İbni Asakir]

(Allahü teâlâ, namazı, zekatı ve orucu farz ettiği gibi, Ebu Bekri, Ömer’i, Osman’ı ve Ali’yi sevmeyi de farz etti.) [Vesile]

(Sünnetime ve hulefa-i raşidinin yoluna sımsıkı sarılın!) [Buhari]

(Ümmetimin en merhametlisi Ebu Bekir, dinde en sağlam olanı Ömer, en hayalısı Osman, en iyi hüküm vereni ise Ali’dir.) [İbni Asakir, Ebu Ya’la]

Allah Resulünün damadı, Hazret-i Ömer’in kayınpederi, Allah’ın aslanı Hazret-i Ali’ye iftiralar:

1) İbni Sebeciler, (Hazret-i Ali, Üç halife ve eshabı sevmiyordu. Onlar da Hazret-i Ali’yi sevmiyorlardı. Hazret-i Ali onları senelerce sever görünerek idare etti) diyorlar.
CEVAP
Elbette Eshab-ı kiram birbirlerini çok sever ve birbirlerinin dostu idi. İşte âyet-i kerime meali:
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve [hicret eden eshabı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]

Eshab-ı kiram birbirlerini çok sevdiği gibi birbirine karşı çok merhametli idi. İşte bir âyet-i kerime meali:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın peygamberidir, Onunla birlikte bulunanların [Eshabın] hepsi, kâfirlere karşı çetin ve birbirlerine karşı merhametlidir. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir.) [Feth 29]

Hepsi insanların en hayırlısı ve Cennetlik idi. İşte âyet-i kerime mealleri:
([Resulullahın eshabı olan] sizler, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.) [Âl-i İmran 110]

(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşanlara, fetihten sonra verenlerden ve savaşanlardan daha yüksek derece vardır. Bunların dereceleri eşit değildir. Hepsi için Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]

(İyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve ensar ile onlara [eshab-ı kirama] güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.) [Tevbe 100]

İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
Araf ve Hicr surelerinde (Biz azimüşşan, onların kalblerindeki gıl ve gışşı nezettik) buyuruluyor. Yani kalblerindeki kin ve düşmanlık gibi şeyleri kökünden çıkarıp attık. Demek ki, hiçbir sahabi, başka bir sahabiye haset ve kin beslemez. Çünkü, hepsi Hakkulyakîn mertebesine ulaşmışlardır. Aralarındaki savaşlar ictihad sebebi ile idi. Her biri, kendi ictihadı ile hareket etmeye mecbur olduğundan, hiçbiri kötülenemez. Eshab-ı kiramdan birini kötülemek, (Allah onlardan razıdır) mealindeki âyete inanmamak olur. (Tathir-ül-cenan)

Allahü teâlânın sıfatları ebedidir, sonsuzdur. Onlardan [eshab-ı kiramdan] razı olması da sonsuzdur. Artık bir daha sözünden dönmez, hep razıdır.
İki âyet-i kerime meali:
(Allah asla sözünden dönmez.) [Al-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31]
(Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6]

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Birkaçını bildirdiğimiz âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler karşısında Allahü teâlâ, mezhepsizlere insaf versin! Herkes bilir ki, iki yüzlülük, hainlik alametidir. Eshab-ı kirama ve hele, en kıymetlilerinden olan, Allah’ın aslanına, hiç iki yüzlü denilebilir mi? İnsanlık dolayısıyla, doğru söz, bir iki saat veya bir-iki gün saklanabilir denirse, yeri vardır. Fakat, Allah’ın aslanına, tam otuz sene, hainlik alametini yüklemek ve bu uzun zamanda, hep iki yüzlülükle yaşadı demek, ne kadar çirkin, ne kadar alçakça bir iftira olur. Küçük günah, her zaman yapılırsa, büyük günah olur buyurmuşlardır. Kötü insanların, münafıkların bir fenalığını otuz sene durmadan yapmanın, artık ne olacağını düşünmeli. Bu sözlerinin çirkinliğini bilip de, Şeyhaynın [yani Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’in] üstünlüğünü kabul etselerdi, böylece Hazret-i Ali’ye ihanet etmekten, alçaltmaktan kurtulurlardı. İki beladan küçüğünü seçmiş olurlardı. Şunu da söyleyelim ki, Şeyhaynın üstünlüğünü söylemekte, Hazret-i Ali’yi küçültmek yoktur ve onun Halifeliği inkâr edilmiş olmaz. Vilayetteki yüksek mertebesine ve hidayet ve irşad makamına dokunulmuş olmaz. Halbuki, bunların dediği gibi, onu iki yüzlü bilmekle, bütün bu meziyetler, kıymetler, kendisinden alınmış olur. Çünkü, iki yüzlülük, münafıkların, en aşağı insanların ve yalancı, dolandırıcı kimselerin işidir. (Eshab-ı Kiram kitabı)

Peygamber efendimiz Hazret-i Ali için, (Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır) (İlim on kısımdır. Dokuzu Ali’de, biri diğer halktadır. O, bu biri de onlardan iyi bilir) buyurdu. Burada birkaçını yazdığımız âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri Hazret-i Ali bilmiyor muydu? Hâşâ o cahil veya münafık mıydı? Yoksa, hâşâ bunları hiçe sayacak kadar gözünü mevki makam yani halifelik hırsı mı bürümüştü?

Maide suresinin ikinci âyet-i kerimesinde mealen, (Allah, kullarını birr ve takvada, birbirlerine yardım etmeye, birbirleri ile iyi geçinmeye çağırıyor. Günahta ve düşmanlıkta yardım etmeyiniz) buyuruldu. Eshab-ı kiramın birbirini sevmemesi, milyonlarla müslümanın birbirine kâfir demesi, lanet etmeleri, birr ve takva olmayıp günah olur. Hazret-i Ali’nin ve Hazret-i Fatıma’nın bu âyet-i kerimeye [ve yukarıda bildirdiğimiz âyet-i kerimelere] uymadıkları söylenmiş olur.

Bunlar, üç halifenin hilafetlerini kabul etmemekle ve Eshab-ı kirama düşman olmakla, sonra gelen müslümanların birbirlerine kâfir diyeceklerine sebep olacaklarını, böylece bu âyet-i kerimeye uymayan bir çığır açılacağını bilmiyorlardı, eğer bilselerdi vazgeçerlerdi denirse, bunların üstünlüğü keşf ve kerametleri de inkâr edilmiş olur.

Hazret-i Ali’nin evladından ve Evliyanın büyüklerinden olan seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri, Gunyet-üt-Talibin adındaki kitabında buyuruyor ki, (Şiilere göre hilafet oniki imama mahsustur. Bunlar masumdur. Günah işlemezler. Keşf ve keramet yalnız kendilerinde görülür. Dünyada, olmuş ve olacak her şeyi bilirler, derler.) Kumların sayısına varıncaya kadar her şeyi bilen Hazret-i Ali’nin, Hazret-i Ebu Bekir’e oy vermediği için, milyonlarca ümmetin yoldan çıkacağını bilmediğini söylemek, bu inanışlarına uymaz. Böyle söylemek, zaten doğru da değildir.

Halifelik ağır bir yüktür. Böyle olduğu kitaplarda da yazılıdır. [Bu yükün ağırlığından Hazret-i Ebu Bekir, bir kuş görüp, (Ey kuş ne mutlu sana ki meyveleri yersin. Yapraklar arasında gölgelenirsin. Kıyamette hesaba çekilmezsin. Keşke, Ebu Bekir de senin gibi olsa idi) demişti. Bir kere de, (Keşke bir yeşil ot olaydım. Hayvanlar beni yiyeydi. Böylece, kıyamet günü yaratılıp hesaba çekilmeseydim) buyurdu. (Zeynül-mecalis)

Hazret-i Ömer bir cemiyette ağladı. Niçin ağladığı sorulduğunda, buyurdu ki: (Niçin ağlamayayım ki, eğer Fırat kenarında oğlak zayi olsa, yarın kıyamet gününde, o Ömer’den sorulur.) Bir kere de eline bir saman çöpü alıp, (Ne olaydı, bu saman çöpü ben olaydım. Ne olaydı mahluk olmaya idim, validem beni doğurmayaydı. Ne olaydı, hatırlanan nesne değil de, unutulan nesne olaydım) demişti. (M. Ç. Güzin)]

Bir müminin, başka müminler, beni niçin seçmediler diye üzülerek, onlara düşmanlık etmesi mi, yoksa bu ağır yükü çok şükür bana vermediler diye sevinmesi mi doğrudur? Hele, onun düşmanlığından, müslümanlar arasında, kıyamete kadar fitne ve fesat çıkacağını biliyor ise, elbette, seve seve oy verip Halifeyi desteklemesi lazım olur.
Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:
(Dünya hayatı, ancak insanları aldatıcı şeylerdir.) [Al-i imran 185, Hadid 20]

(Dünya hayatı oyun ve boş şeylerdir. Allah’tan korkanlar için, ahiret hayatı elbette hayırlıdır. Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz?) [Enam 32]

(Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız sizi imtihan etmek için verildi. Allah, iyiliklerinize karşılık, size çok büyük ecr verecektir.) [Enfal 28, Tegabün 15]

(Dünya hayatını ahiretten daha çok mu beğeniyorsunuz? Dünya hayatında ele geçenler, ahirettekilerden çok azdır.) [Tevbe 38]

(Mal ve çocuklar, dünya hayatının süsleridir. Sonsuz kalıcı olan iyi işlerin sevapları, Rabbinin yanında daha iyidir.) [Kehf 46]

Daha böyle altmışaltı kadar âyet-i kerimeler, dünya malına, mevkiine gönül bağlamamayı tembih buyuruyor. Bu yolda sayısız hadis-i şerifler de bildirilmiştir.

Bu âyet-i kerimeleri, ilim şehrinin kapısı olan Hazret-i Ali ile kadınların en üstünü olan Hazret-i Fatıma-tüz-Zehra elbette herkesten daha iyi biliyorlardı. Bunların dünya mevkii için ve hurma bahçesi için üzülerek didişmeleri, kakışmaları hiç düşünülebilir mi?

Hele yüz milyonlarla insanın Cehennemde sonsuz kalmasına sebep olacak bir didişmeyi, dövüşmeyi yapmaları olacak şey midir?

Bu fakir, [yani Tezkiye-i ehli beyt risalesini yazan Osman efendi], Şii âlimlerinden birine sordum ve Fatıma hazretlerinin, hurma bahçesini vermedikleri için Eshab-ı kirama gücenmesi, dünyayı sevmek demek olup caiz değildir, dedim. (Onun gücenmesi dünyaya düşkün olmasından değildi. Çirkin bir işin yapılmasını beğenmedikleri için idi) dedi. Bu kaçamak cevabı ile, Resulullahın tertemiz kerimesini lekelemiş oluyordu. Çünkü İslamiyet’e uygun olarak yapılan bir işi, ancak nefs-i emmare çirkin sanır. Bunu hatırlattım ve aşağıdaki açıklamayı yaptım. Şaşkına döndü. Diyecek söz bulamadı.

Şöyle ki: Tarih okuyan iyi bilir ki, bir gazada imam-ı Ali hazretleri, bir kâfiri yere yıkıp öldüreceği sırada, canından ümidini kesen bu adam, ağzında olan bütün pislikleri, İmamın yüzüne püskürtmüştü. Yüzü gözü pislik içinde kalan İmam, kâfiri öldürmekten vazgeçmişti. Gözleri dönmüş, aklı gitmiş olan kâfir, daha şaşırıp, niye durdun, korktun mu, dedi. Hazret-i Ali kâfiri bırakıp, (Seni önce müslüman olmadığın için, Allahü teâlânın emri ile öldürecektim. Şimdi ise, yaptığın bu pislikten dolayı nefsim sana karşı düşman oldu. Şimdi öldürürsem, nefsim için öldürmüş olurum. Allahü teâlânın emrini değil, nefsimin isteğini yapmış olurum. Böylece, seni öldürmekle sevap kazanacağım yerde, günah işlemiş olurum) buyurdu. Kâfir, bu sözleri işitince, imam-ı Ali’nin vicdanının dayanmış olduğu İslam dininin üstünlüğüne hayran kalarak, bütün kalbi ile Kelime-i şehadet getirdi. Seve seve müslüman oldu. Birkaç dakika önce, can düşmanları iken, şimdi kucaklaşarak kardeş oldular.

Evliyanın büyüklerinden olan İbrahim bin Edhem, önce Belh padişahı idi. Saltanatı bırakıp, Mekke-i mükerremeye geldi. Sırtında odun taşıyarak ekmek parasını kazanırdı. Ölünceye kadar nefsi ile pençeleşti.

Osmanlı padişahlarının yedincisi olan Fatih Sultan Muhammed hanın babası, altıncı Osmanlı padişahı olan Sultan ikinci Murad han, kendi arzusu ile, saltanatı oğluna bırakarak kendisi Manisa’ya çekildi. Bir köşede ibadet ile meşgul oldu.

Hazret-i Ali’nin ve Hazret-i Fatıma’nın, dünyanın vefasızlığını anlamakta ve nefsle mücahedede, adı geçen sultanlardan aşağı olmadıkları gün gibi meydanda iken, bunların dünya malı ve mevkii için üzüldüklerini ve hele kin beslediklerini, bir müslümanın söylemesine imkan yoktur. Bu iftiraların, Abdullah bin Sebe adındaki münafık bir yahudi tarafından çıkarıldığına şüphe yoktur. Hazret-i Osman zamanında Yemen’den Mısır’a ve oradan Medine’ye gelip müslüman olduğunu söyledi. İslamiyet’e, başkalarının yapamadığı zararı yaptı.

Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbinizden mağfiret istemeye ve Cennete girmeye koşunuz. Bunun için çalışınız! Cennetin büyüklüğü gökler ve yer küresi kadardır. Cennet, Allah’tan korkanlar için hazırlandı. Bunlar, az bulunsa da, çok bulunsa da, mallarını Allah yolunda verirler. Öfkelerini belli etmezler. Herkesi af ederler. Allah, ihsan edenleri sever) [Âl-i İmran 133-134]

(Müminler, birbirleri ile kardeştir. Kardeşleriniz arasında sulh yapınız!) [Hucurat 10]

Bunlar gibi daha otuza yakın âyet-i kerimelerde, müminlerin birbirlerine öfkelenmemesi, birbirlerine iyilik ve ihsan yapmaları, af etmeleri emir olunmaktadır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Birbirlerine merhamet edenlere, Allah merhamet eder. O, merhamet edicidir. Yer yüzünde olanlara merhamet ediniz ki, gökte olan melekler de, size merhamet etsin.)

Buna benzer daha elli kadar hadis-i şerifte öfkeyi yenmek, iyilik ve ihsan etmek emredilmekte, insanlık vazifeleri öğretilmektedir.

İşte, Hazret-i Ali ve Hazret-i Fatıma, mevki için ve birkaç hurma ağacı için öfkelenip, iyilik ve ihsan etmeyip, ölünceye kadar Eshab-ı kirama düşmanlık etselerdi, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymamış olurlardı. Buna hiç ihtimal var mıdır? Böyle yaptıklarını söyleyen bir kimse, her ikisinin yüksek şânlarını lekelemiş olur.

Ehl-i sünnet âlimleri, Resulullahın bu iki göz bebeğine hiçbir kusur gelmemesi için, böyle saçma şeyler söylememiş, bu büyükleri sevmek, son nefeste iman ile gitmeye sebep olur, diyerek çok sevilmelerini teşvik buyurmuşlardır.

Muhammed aleyhisselamın ümmetinin kardeşler oldukları, birbirlerini ne kadar çok sevdikleri herkesçe bilinmektedir. Mesela Abdullah ibni Ömer bir gün Resulullahın huzuru şerifine gelmişti. Buna çok iltifat buyurdu ve (Kıyamet günü herkesin beratı [yani kurtuluş vesikası], her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah’ın beratı ise, dünyada verilmiştir) hadis-i şerifi ile bunu meth ve sena buyurdu. Sebebi sorulduğunda, (Kendisi vera ve takva sahibi olduğu gibi, dua ederken “Ya Rabbi! Benim vücudumu, kıyamet günü o kadar büyük eyle ki, Cehennemi yalnız ben doldurayım. Cehennemi insanla dolduracağım diye verdiğin sözün böylece yerine gelmiş olsun da, Muhammed aleyhisselamın ümmetinden hiç kimse Cehennemde yanmasın” diyerek din kardeşlerini kendi canından daha çok sevdiğini göstermiştir) buyurdu. Ebu Bekri Sıddıkın da böyle dua ettiği (Menakıb-i çihar yâr) kitabında yazılıdır.

Hazret-i Ali’nin, müslümanları sevmesi, Abdullah ibni Ömer’in sevmesinden kat kat fazla olduğu şüphesizdir. Halife yapılmadığı için, milyonlarca müslümanın Cehennemde sonsuz yanmasına sebep olacak bir sevgisizlik göstermesi imkansızdır.

Tebük gazasında ağır yaralanan Eshab-ı kiramdan birkaçı çok susamıştı. Bir müslümanın getirdiği bir bardak su, hangi yaralıya verildi ise, (önce, su istediğini işittiğim din kardeşime ver) diyerek birbirlerine gönderdikleri ve suyu içmeye sıra gelmeden her birinin şehit olduğu, imam-ı Gazali’nin (Kimya-yı saadet) kitabında ve diğer kitaplarda yazılıdır.

İşte, Resulullahın Eshabı birbirini bu kadar çok seviyordu. Bütün gazalarda canını ölüme atan imam-ı Ali ve Resulullahın sevgili kızı olan Fatıma-tüz-Zehra’nın üç Halifeyi ve Eshab-ı kiramın çoğunu sevmemesi hiç düşünülebilir mi? Böyle olduğunu söylemek, Onlar için bir kıymet ve üstünlük olmayıp, âyet-i kerimelerin ve hadis-i şeriflerin yasak ettiği bir kötülük ve alçaklık olur. Kendileri böyle, alçak, kötü işleri yapmaktan uzak ve tertemiz oldukları için, böyle sözlerin, İslam düşmanları tarafından uydurulduğu, yalan ve iftira olduğu anlaşılmaktadır. (Tezkiye-i ehl-i beyt risalesi)

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ensara, Ehl-i beyte, Ebu Bekir ve Ömer’e ancak münafık buğzeder.) [İ. Asakir]

(Eshabıma dil uzatmakta Allah’tan korkun! Benden sonra onları kötü emellerinize alet etmeyin! Onları seven, beni sevdiği için sever. Beni sevmeyen de onları sevmez. Onları inciten beni incitmiş olur. Beni inciten de Allahü teâlâyı incitmiş olur. Bunun da cezası gecikmeden verilir.) [Buhari]

(Eshabımı kötüleyene Allah lanet etsin.) [Taberani, Beyheki, Hakim]
(Kimi çıkıp, Eshabımı kötüleyecek. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır.) [Beyheki]

(Beni gören müslüman, Cehenneme girmez.) [Taberani]

(Ya Ali, müşrik olan bazı kimseler sana aşırı bağlılık gösterecek, sende olmayan şeyleri, sana söyleyecekler ve Ebu Bekir’le Ömer’i kötüleyecekler. Allah onlara lanet etsin.) [Dare Kutni]

(Ya Ali! Sen İsa gibisin! Yahudiler, Ona düşman oldu. Mübarek annesi Meryem’e iftira etti. Hıristiyanlar da, Onu aşırı yükselttiler. Ona yakışan dereceden daha yukarı çıkardılar.) [İ. Ahmed]

Hazret-i Ali bu hadis-i şerifi haber verdikten sonra, (Benim yüzümden iki türlü insanlar helak olur. Birisi, beni aşırı severek, bende olmayan şeyleri bana takarlar. Ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftira yaparlar) buyurdu. Bu hadis-i şerifte, hariciler, Yahudilere; Eshab-ı kirama düşmanlık edenler de, Hıristiyanlara benzetilmiştir.

2) İbni Sebeciler, (Hazret-i Ali’de bir Mushaf vardı, bu eldeki Kur’anın iki misli idi. Bunlar kimseye gösterilmeden 12 imama verilmiştir, ahir zamanda Mehdi meydana çıkaracak) diyorlar.
CEVAP
Allah resulünün damadı, Allah’ın aslanı, Vilayet yolunun reisi Hazret-i Ali’nin de, mübarek torunlarının da, ne kendilerindeki ilmi, ne de Allah’ın âyetlerini saklaması mümkün değildir. Hâşâ Hazret-i Ali ilme ve dine düşman olamaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet ediciler lanet eder.) [Bekara 159]

(Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!) [Al-i İmran 187]

Hazret-i Ebu Hüreyre diyor ki:
Bu iki âyet olmasa idi, hiçbir hadis rivayet etmezdim. (Buhari)

Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(İlmini saklayanların kıyamette ağzına ateşten gem vurulacaktır.) [İbni Mace)

Bu âyet ve hadis-i şerif de gösteriyor ki, Hazret-i Ali, Allah’ın kendisine ihsan ettiği ilmi, hele Kur’an-ı kerimi saklaması asla mümkün değildir.

Tezkiye-i ehl-i beyt kitabının müellifi Osman efendi anlatıyor:
Maarif meclisine gittiğim zamanlarda, Sebecilerin bir sandık içinde tefsirleri geldi. Basılmasına izin verilmedi. Sebebini sordular. (İslamiyet’e uymayan bir yeri mi var?) dediler. Evet, (Hazret-i Ali’nin kâfir ve zalim olduğunu yazıyorsunuz) dedim. Öfkeden gözleri döndü. (Hiddetlenme beni az dinle) dedim. Kitabın başında yazılmış ki:
(Talha, Ali’ye sordu ki, Osman Kur’andan 70 âyeti, Ömer de, 80 âyeti çıkardığı söyleniyor. Bu söz doğru mu? Ali evet doğrudur, dedi. Talha yine sordu ki: Değişmemiş olan Mushaf sende imiş, öyle mi? Ali, evet bendedir. Hem de, bu Kur’anın iki katı bende var, dedi. Sende bulunan Kur’anı Müslümanlara göstermeyecek misin? dedi. Eğer Ebu Bekir yerine, beni halife yapsalardı verirdim. Bana biat etmedikleri için, vermem ve vasiyet edeceğim, kıyamete kadar evladımın elinde gizli kalacak, buyurdu.)

İşte tefsirinizde böyle yazıyor. Yahudiler, Tevrat’taki Muhammed aleyhisselamı bildiren 20 âyeti sakladıkları için, Allahü teâlâ, bunlara (kâfir) diyor. Hazret-i Ali, Kur’anın iki mislini ki üç binden fazla âyeti saklamış oluyor. Bu yazınız ile, Hazret-i Ali’ye kâfir demiş oluyorsunuz, dedim.

Sebeci, şaşırıp kaldı, bir cevap veremedi. Daha sonra “Doğrusunu isterseniz, ben ne Şii, ne de Sünni’yim, ben masonum” dedi.

[Masonluğu da Yahudiler kurmuştur. Her tefrikanın, her oyunun içinde bir Yahudi parmağının olması bir rastlantı değildir.]

Bu yalanları çıkaran kimseler, açıkça gösteriyor ki, ne Şii, ne de Sünni’dir. İbni Sebe denilen bir Yahudi ve onun oyununa gelen zavallılardır. (Tezkiye-i ehl-i beyt)