Hazret-i Ali İle Savaşana Kâfir Diyorlar


Sual: İbni Sebeciler, Hazret-i Ali ile savaşan sahabeye kâfir diyorlar. Eshab-ı kirama kâfir diyen kâfir olmaz mı?

CEVAP
Kur’an-ı kerimde Eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik olduğu bildirilmektedir. Yine savaşmanın, adam öldürmenin küfür olmadığı Kur’an-ı kerimde açıkça yazılıdır. Ayrıca, şirkten başka, bütün günahları Allah’ın affedeceği de, Hazret-i Vahşi gibi sonradan Müslüman olan kimselerin günahlarının sevaba çevrileceği de bildiriliyor. Onun için eshab-ı kiramdan herhangi birisini kötülemek âyetleri inkâr etmek olur. Peygamber efendimiz de, (Eshabımın kusurları, yanlış hareketleri olacaktır. Ancak Allahü teâlâ, benim hatırım için onların kusurlarını affedecektir) ve (Eshabımın kusurlarını söylemeyin! Kalbleriniz onlara karşı değişir) buyuruyor.

İki müslüman ordunun savaşması kâfirlik değildir, birbirleriyle savaşanlar kâfir olmazlar. İşte âyet-i kerime meali:
(Müminlerden iki taife birbiriyle çarpışırlarsa, aralarını bulun, müminler elbette kardeştir, kardeşlerinizin arasını bulun.) [Hucurat 9-10]

Diğer âyet-i kerimeler olduğu gibi bu âyet-i kerime de ibni Sebecilerin belini kırmaktadır. İbni Sebecilere en güzel cevabı Allahü teâlâ vermiştir. Âlemlere rahmet olarak gönderdiği Resulünü ve Onun kıymetli arkadaşlarını yani eshabını Allahü teâlâ müdafaa etmektedir. Kâfirlere en güzel cevabı O vermektedir. Bundan üstün rütbe olur mu?

Adam öldürmek, zina, içki, hırsızlık çok büyük günah iseler de kâfirlik değildir. Sonradan Müslüman olan Hazret-i Ebu Süfyan, Hazret-i Muaviye ve Hazret-i Vahşi, tertemiz birer müslüman, Cennetlik bir sahabi olmuşlar, eski günahları da sevaba çevrilmişti. İşte âyet-i kerime mealleri:
(Tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını sevaplara çeviririm. Allah çok affedici ve çok esirgeyicidir.) [Furkan 70)

(Allah, dilediğinin, şirkten [küfürden] gayri günahlarını affeder.) [Nisa 48, 116]

[Kâfir iken Müslüman bir kimseye dil uzatan bu âyeti inkâr etmiş olur. Bu bakımdan Resulullahın kayınbiraderi Hazret-i Muaviye’ye ve kayınpederi Hazret-i Ebu Süfyan’a kâfir diyen İbni sebeciler bu âyete göre kâfir oluyorlar. Ayrıca şu hadis-i şerife göre de kâfir oluyorlar:
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]

Resulullah efendimiz de, kayınpederine, kayınbiraderine dil uzatanları da lanetleyerek buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte, yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim]

(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi]

Eshabın hepsi Cennetlik idi ve birbirlerini çok severlerdi
Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Cennet ile müjdelenen eshab-ı kiramdan herhangi birine kâfir demek, küfre sebep olur. Eshab-ı kiramın istisnasız hepsinin Cennetlik olduğu âyet ve hadislerle bildirilmiştir. İşte bir âyet-i kerime meali:
(Mekke’nin fethinden önce ve sonra Müslüman olanların hepsine de, Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]

Hepsinin Cennetlik olduğuna dair başka bir âyet-i kerime meali:
(Allah, Eshabın hepsine Cenneti söz verdi.) [Nisa 95]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Fetih suresinin 18.âyet-i kerimesinde, cenab-ı Hak mealen buyuruyor ki, (Ağaç altında sana biat eden, [yani emirlerini kayıtsız şartsız yapmaya söz veren] müminlerden Allah razıdır) ki, bunlar Sahabe-i kiram idi (ve onlara Sekine, [yani Tumaninet, kalblerine kuvvet] veriyor ve sana olan sevgilerini, Sıdk ve ihlası biliyor ve onları yakın bir fetih ve zafer ile sevaplandıracağını müjdeliyor.) Hudeybiye anlaşmasında, Sidre yahut Sümre ağacının altında yapılan söz vermeye işarettir. Görülüyor ki, Sahabeden herbirinin rıza-i ilahiye mazhar olduğu ve kalblerinin temiz ve halis olduğu ve sekinenin inzali ve Feth-i karib ile sevaplandırılacaklarını bildirmesi, mertebe ve şanlarının büyüklüğüne açık bir şahittir.

Fetih suresinin onuncu âyet-i kerimesinde, (Sana biat edenler) yani seninle gaza ve cihatta bulunup, din-i İslamın neşrinde, kullarıma nasihat vermekte ve doğru yolu göstermekte beraber olacaklarını ahd ve vaat edenler, (Allah ile mübayea, [yani vaat] etmiş olurlar) buyurdu. (Eshab-ı Kiram kitabı)

Allahü teâlânın zatı gibi sıfatları da sonsuzdur. Razı olması da sonsuzdur. Allah, Eshabdan birkaç sene razı oldu sonra vazgeçti denilemez. Allah sözünden dönmez.
İki âyet-i kerime meali:
(Allah asla sözünden dönmez.) [Al-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31]
(Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6]

Eshab-ı kiram birbirinin dostu idi. İşte âyet-i kerime meali:
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve [hicret eden eshabı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]
Eshab-ı kiramı birbirine düşman gibi göstermek bu âyet-i kerimeye de aykırıdır.

Eshab-ı kiramın tamamının birbirini sevdikleri, mesela Hazret-i Ali’nin Hazret-i Muaviye’yi sevdiğini şu âyet-i kerime açıkça bildirmektedir:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların [Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı şiddetli, çetin, fakat, birbirlerine karşı merhametli, yumuşaktır. Bunları çok zaman rüku ve secdede görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Çok secde ettikleri yüzlerinden belli olur. Bu Onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar, ekine benzer. İnce bir filiz yerden çıkıp kalınlaşıp yükseldiği gibi, az ve kuvvetsiz oldukları halde, kısa zamanda etrafa yayıldılar. Her tarafı iman nuru ile doldurdular. Herkes filizin halini görüp, az zamanda nasıl büyüdü diyerek, şaşırdıkları gibi, hâl ve şanları dünyaya yayılıp, görenler hayret etti ve kâfirler kızıp, öfkelendiler.) [Feth 29]
Eshab-ı kirama kızanların da kâfir oldukları yine bu âyet-i kerimede bildirilmektedir.

İki âyet-i kerime meali daha:
(İnanıp iyi işler yapanlar, Cennet ehlidir. Orada onlar ebedi kalacaklardır. Onların altlarından ırmaklar akarken, kalblerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. onlar derler ki: "Hidayetiyle bizi bu nimete kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık. Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler." Onlara: İşte size Cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir.) [Araf 42-43]

(Takva sahipleri, Cennetlerde ve pınar başlarında olacak, onlara "emniyet ve selametle girin” denilecektir. Biz, onların kalblerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar.) [Hicr 45,46,47]

Ehl-i sünnet âlimleri, bu âyetleri de, delil getirerek, Eshab-ı kiramın birbirlerini çok sevdiklerini, kalblerinden birbirlerine karşı en ufak kin bulunmadığını, Hazret-i Ali’nin; Hazret-i Muaviye’yi, Hazret-i Muaviye’nin de; Hazret-i Ali’yi çok sevdiğini bildiriyorlar. (Ali ile Muaviye birbirine düşman idi) diyerek bu âyetleri inkâr eden kâfir olur.

Din-i İslamın en büyük alimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurmuştur. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz. (Sava’ik-ul-muhrika)

İbni Hacer-i Mekki hazretleri yine buyuruyor ki:
Araf ve Hicr surelerinde (Biz azimüşşan, onların kalblerindeki gıl ve gışşı nezettik) buyuruluyor. Yani kalblerindeki kin ve düşmanlık gibi şeyleri kökünden çıkarıp attık. Demek ki, hiçbir sahabi, başka bir sahabiye haset ve kin beslemez. Çünkü, hepsi Hakkulyakin mertebesine ulaşmışlardır. Aralarındaki savaşlar ictihad sebebi ile idi. Her biri, kendi ictihadı ile hareket etmeye mecbur olduğundan, hiçbiri kötülenemez. Eshab-ı kiramdan birini kötülemek, (Allah onlardan razıdır) mealindeki âyete inanmamak olur. (Tathir-ül-cenan)

İbni Sebeciler diyor ki:
(Sahabenin hepsinin hayırlı ve Cennetlik olduğunu bildiren âyetler gündeme getirildiği halde, onları itap eden [azarlayan] âyetler niye dikkate alınmıyor? Bu âyetler onların kâfir olduğunu göstermez mi?)

CEVAP
Hâşâ asla göstermez. Kâfirler için inen âyetleri delil gösterip bakın sahabe suçlanıyor demek çok yanlıştır. Aynı iftirayı Necdiler de yapmaktadır. Bununla beraber Eshab-ı kiramı itap eden âyetler olduğu gibi, Resulullahı itap eden âyetler de vardır. Bu âyetler, Peygamber efendimizin şanına noksanlık getirmeyeceği gibi, Eshab-ı kiramın şanına da noksanlık getirmez. Birkaç örnek verelim:
Abese suresinin başından 11 âyet, Resulullahı itap etmektedir. A’ma olan İbni ümmi Mektum hazretleri, Resulullah, müşrikleri imana davet ederken, içeri girip, (Bana dinimi öğret) diye bağırmıştı. Peygamber efendimiz de, şimdi sırası mı gibilerinden yüzünü ekşitmişti. Allahü teâlâ, bu yaptığının yanlış olduğunu bildirmişti. Peygamber efendimiz, bu zatı görünce, (Rabbimin, beni azarlamasına sebep olan zat) diye hitap ederdi.
Başka âyetlerde de buyuruluyor ki:
(Ey Peygamberim, zevcelerinin rızasını düşünerek, Allah’ın helal ettiğini, neden kendine haram ediyorsun?) [Tahrim 1]

(Allah seni affetsin; Doğru söyleyenlerle yalancıların kimler olduğu belli olmadan niçin onlara [münafıklara] izin verdin?) [Tevbe 43]

Resulullah bir münafığın cenaze namazını kılmaya hazırlanırken de şu âyet-i kerime gelmişti:
(Onlardan [münafıklardan, kâfirlerden] ölen kimsenin namazını sakın kılma, kabri başında da durma! Çünkü onlar Allah’ı ve Peygamberini inkâr ettiler, fasık olarak öldüler.) [Tevbe 84]

Savaşta alınan esirleri mal karşılığı olarak salıverince şu âyet-i kerime gelmişti:
(Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak [alınan esirleri mal karşılığı olarak salıvermek] hiçbir peygambere yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah ise, ahireti kazanmanızı istiyor.) [Enfal 67]

Esirleri koyuvermek hakkında Beydavi tefsirinde deniliyor ki:
(Bu âyet-i kerime, Peygamberlerin ictihad ettikleri ve ictihadlarında yanılabileceklerini, ama hatalarının kendilerine hemen bildirildiğini, yanlışlarının düzeltildiğini göstermektedir.)

Peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela, Bedir gazasında alınan esirlere yapılacak muamele için, Server-i âlem bazı Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Ömer-ül Faruk ise, başka türlü ictihad etmişlerdi. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer’in ictihadının doğru olduğunu bildirdi. Bunun gibi Abese suresi de, bir ictihad hatasını düzeltmek için nazil olmuştu. Resulullahın vefatları sırasında, kağıt kalem hakkındaki emirlerinin anlaşılmasında Hazret-i Ömer’in ictihadı da böyledir. Bunlar gibi âyetler çoktur. Demek ki, bazı söz ve işleri, kendi isteği ve ictihadı ile idi. Kağıt istemesi de böyle idi. Hazret-i Ömer de kendi ictihadı ile istediğini bildiği için, rahatsız etmemek maksadıyla kağıt verilmesin dedi. Nitekim dediği gibi oldu. Vahy ile istemiş olsaydı, isteğinden vazgeçmez, tekrar isterdi.
Resulullah böyle âyetlerle itap edilince, Sahabenin itap edilmesi normaldir, onların şanını eksiltmez. Sonra itap eden âyetler içinde, üç halife var da, Hazret-i Ali yok mu? O da eshabdan değil mi?

Allahü teâlâ, Resulüne, (Sana indirdiğim bu Kur’anı açıkla) buyuruyor. (Nahl 44)
Resulü açıklayarak buyuruyor ki:
(Ensarı müminden başkası sevmez, münafıktan başkası da buğzetmez. Ensarı seveni Allah da sever, onlara buğzedene Allah da buğzeder.) [Buhari]

(Eshabımın hiçbirine dil uzatmayın. Onların şânlarına yakışmayan bir şey söylemeyin! Allah’a yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir avuç arpası kadar sevap alamaz.) [Ebu Davud]

(Eshabıma dil uzatmakta Allah’tan korkun! Benden sonra onları kötü emellerinize alet etmeyin! Onları seven, beni sevdiği için sever. Beni sevmeyen de onları sevmez. Onları inciten beni incitmiş olur. Beni inciten de Allahü teâlâyı incitmiş olur. Bunun da cezası gecikmeden verilir.) [Buhari]

(Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar]

(Eshabımın ve akrabamın ve gösterdiğim yolda gidenlerin sevgisinde benim hakkımı koruyun! Onları sevmek suretiyle peygamberlik hakkımı koruyanları, Allahü teâlâ, dünyada ve ahirette belalardan, zararlardan korur. Peygamberlik hakkımı düşünmeyip, onları incitenleri, Allah sevmez. Allah’ın sevmediklerine de azap etmesi yakındır.) [Taberani]

(Eshabımın ismini işitince, susun, şanlarına yakışmayan söz söylemeyin!) [Taberani]
(Eshabımı kötüleyene Allah lanet etsin.) [Taberani, Beyheki, Hakim]

(Eshabımın kusurlarını söylemeyin! Kalbleriniz onlara karşı değişir. Eshabımı iyilikle anın ki, kalbleriniz ülfet etsin!) [Deylemi]

(Eshabım gibi hiç kimse İslamiyet’e hizmet edemez.) [İ. Süyuti]
(Beni gören müslüman, Cehenneme girmez.) [Taberani]

(Eshabım arasında fitne çıkacak, o fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine af ve mağfiret edecektir. Sonra gelenler, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.) [Müslim]

(Eshabımı kötüleyen hariç, kıyamette, her müminin kurtulma ümidi vardır.) [Hakim]
(Eshabımı kötüleyenler, Müslümanlıktan ayrılmış olur.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ, bana eshab ve akraba olarak en iyileri seçti. Birçok kimse, eshabıma ve akrabama dil uzatır, kötülemeye çalışırlar. Böyle kimselerle oturmayın! Birlikte yiyip içmeyin, bunlardan kız alıp vermeyin.) [Dare Kutni]

Münafıklar için inen âyetler
Selefiyye ve necdi denilen sapık fırka, kâfirler için inen âyetleri Müslümanlara, Hurufiler ise, münafıklar için inen âyetleri, Eshab-ı kirama yüklüyorlar. Mesela, (Mücadele 8, Münafıkun 1, Muhammed 16 gibi)
Bu iftiralara Hucec-i katiyye kitabı şöyle cevap veriyor:

Önceleri, münafıkların sayısı çoktu. Sonra azaldı ve Resulullahın vefatına doğru, münafıklar, müminlerden ayırt edildiği. (A. İmran 179) da bildirilmiştir. Buhari’deki hadis-i şerifte de, (Demirci ocağı, demiri pasından ayırdığı gibi, Medine şehri de, münafıkları müminlerden ayırır) buyuruldu.

Aşağıdaki âyetlerle övülen eshab-ı kiramı, münafıklarla aynı kefeye koymak çok çirkindir:
(Sizler, en hayırlı ümmetsiniz.) [Âl-i İmran 110]
(Eshabın hepsi, birbirlerine karşı merhametlidir.) [Feth 29]

(Mekke’nin fethinden önce ve sonra Müslüman olanların hepsine de, Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]

(Allah, Eshabın hepsine Cenneti söz verdi.) [Nisa 95]
(Allah, muhacir ve ensardan razı olmuş ve onlara Cenneti hazırlamıştır.) [Tevbe 100]

Mücadele suresi 8. âyetinin bir kısmı münafıklar için, bir kısmı da Yahudiler için inmiştir. Âyette münafıkların gizli toplantı yaptıkları bildirildiği gibi, (Sana selam verdikleri zaman, Allah’ın, seni selamladığı gibi vermiyorlar) kısmı ile de Yahudiler azarlanmaktadır. Yahudiler, Resulullahın yanına geldikleri zaman, (Selamün aleyküm) yerine, (Samı aleyküm) derlerdi. Resulullah da (ve samı aleyküm) buyururdu. Bunun için, bu âyetin sonunda, (Yerleri Cehennemdir) buyuruldu.

Münafıkun suresinin, (Münafıklar, sana geldiği zaman) mealindeki ilk âyeti münafık Abdüllah bin Selul ve arkadaşları için indiği bütün tefsirlerde yazılıdır. Muhammed suresinin (Onlardan, seni dinleyenler, yanından çıktıkları zaman...) mealindeki 16. âyeti, münafıklar için gelmiştir. Çünkü Allahü teâlâ, müminleri, münafıklardan ayırarak, âyetin sonunda, (Onların kalblerini Allah mühürledi...) buyurmuştur. Bundan sonraki âyette de Eshab-ı kiramı kurtuluş ile müjdeledi. Said bin Cübeyr, “Muhammed suresinin (Kalblerinde hastalık olanları gördün) mealindeki 20. âyeti, münafıkları açıkça göstermektedir” buyurdu.

Huneyn gazvesindeki dağılmak da, kaçmak değil, bir harp oyunu idi. Her savaşta, buna benzer oyunlar olur. Sonra, bu dağılanlar, Eshab-ı kiramın büyükleri de değildi. Birkaç ay önce, Mekke’nin fethinde, azat edilmiş olan esirlerdi. Sonunun zafer olacağı belli idi. Hatta bu çekilmenin zafere yol açtığı, Tevbe suresinin, (Sonra, Resulüne ve müminlere sekine indirdi) mealindeki 20. âyeti ile bildirildi. Resulullah bunu bildiği için, o gün dağılanlara hiçbir şey söylemedi. Hiçbirine darılmadı.

Eshab-ı kiram aleyhine indiği söylenen âyetler, üç halife için inip de Hazret-i Ali’nin bundan istisna edildiğini bildirmiyor. Eğer bu âyet, eshab-ı kiramı suçluyorsa, o zaman Hazret-i Ali de suçlanmış olur.

[Görüldüğü gibi, sahabi düşmanlığı yapacağız diye Hazret-i Ali’ye de hücum ediyorlar ve hâşâ “Bir âyette eshabın tamamı övülüyor, bir âyette de suçlanıyor” diyerek Allah’ı tenakuzlu âyet göndermekle suçlamış oluyorlar.]

Allahü teâlâ, eshab-ı kiramdan razı olduğunu bildiriyor. Allahü teâlânın sıfatları sonsuzdur. Onlardan razı olması da sonsuzdur. Allahü teâlânın bunlardan razı olması değişmez. Sonradan mürted olacak, kâfir olacak kimseden razı olmaz. Münafıklar, eshabdan değildir. Münafıklardan birkaçının, küfürlerini açıklamaları, eshab-ı kiramın mürted olması demek değildir.

Abdülaziz Dehlevi hazretleri buyurdu ki:
Eshab arasındaki münafıklar müminlerden ayrıldı.

Bir âyet-i kerime meali:
(Allah sizi kendi halinize bırakmaz. Habisi tayyibden [münafığı müminden] ayırır.) [Al-i İmran 179]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Medine şehri, münafıkları müminlerden ayırır.) [Buhari]

Hakiki imana kavuşan evliya bile mürted olmaz. M. Masum hazretleri buyurdu ki:
(Tasavvuf büyüklerinde nefs de imana geldiği için, iman yok olmaktan korunmuştur. (Ya Rabbi, senden sonu küfür olmayan iman istiyorum) hadisi ve Nisa suresinin, (Ey iman edenler, iman edin) mealindeki 136. âyeti, hakiki imanı göstermektedir. Bu âyet (Hakiki imana kavuşun) demektir.) [2 / 61]

Senaullah-i Dehlevi hazretleri buyurdu ki:
Tasavvufta fena makamına kavuşan, muhakkak imanla ölür. Bekara suresinin, (Allah, imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyet-i kerimesi ve (Allahü teâlâ, [Fena makamına kavuşan] kulların imanlarını geri almaz) hadis-i şerifi, hakiki imanın geri alınmayacağını göstermektedir. (İrşad-üd-talibin)

Allahü teâlâ, fena makamına kavuşmuş evliyanın imanını almadığına, yani mürted yapmadığına göre, evliyadan daha yüksek olan sahabiyi mürted yapar mı hiç?

Dinimiz zahire göre hüküm verir. Bir dinsiz, küfrünü gizleyip, “Müslümanım” dese, Müslüman kabul edilir ve Müslüman muamelesi görür. Salebe de münafık iken, Müslüman görünmüş; fakat, zekatı inkâr edince, münafıklığı meydana çıkmıştır. Daha önce Müslüman göründüğü için (mürted oldu) denilmiştir. Yoksa âyet-i kerimede bildirildiği gibi, hakiki imana kavuşan asla mürted olmaz. Vahiy katiplerinden de münafık yoktu.

Eshab-ı kiramın büyüklüğünü ve mezheplerin ne olduğunu anlamak için ictihadı iyi bilmek lazımdır:

İctihad etmenin önemi
İctihadın ıstılah (terim) anlamı, müctehid bir âlimin âyet ve hadislerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildiren diğer hükümlere kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkarmaya uğraşması demektir. Mesela Kur’an-ı kerimde, (Ana babaya, öf demeyin) buyuruldu. Burada dövmeyin, sövmeyin denilmemiş, bunların en hafifi bildirilmiştir. Müctehidler, dövmenin, sövmenin ve hakaret etmenin de haram olacağını ictihad etmişlerdir.

Yine Kur’an-ı kerimde şarap içmek yasak edilmiş, başka içkiler bildirilmemiştir. Şarabın haram olmasının sebebi, sarhoş edip aklı giderdiği içindir. Bundan dolayı müctehidler, şarabın haram olmasındaki sebep, herhangi bir içkide bulunsa haramdır, diye ictihad etmişler. Sarhoş eden her şeyin haram olduğunu bildirmişlerdir.

Kur’an-ı kerimde, ictihad ediniz buyuruldu. Fatebiru âyet-i kerimesi, (Ey akıl sahipleri, akıl erdiremediğiniz meselelerde, onları bilen ve derinliklerine tam ermiş olanlara tâbi olunuz) demektir. O halde, ilimde ihtisası tam olan müctehidlerin, manaları açıkça anlaşılmayan âyet ve hadislerin içlerinde saklı bulunan ahkamı ve meseleleri, ictihad ederek açığa çıkarması farzdır. İctihad makamına layık olabilmek için, birçok şartlar vardır. Bu yüksek vasıfları taşıyan kimseler, ancak asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tabiin ve Tebe-i tabiin devrinde bulunabiliyor, sohbet bereketi ile yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulduktan, bid’atler çoğaldıktan sonra, böyle kıymetli kimselerin azaldığı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu sıfatlara malik bir âlimin ortada kalmadığı, Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır.

İctihad makamına varmış bulunan yüksek kimseler, kendi ictihadlarına göre hareket etmek mecburiyetindedir. Başka müctehidlerin ictihadlarına tabi olamazlar. Hatta Peygamberlerin zamanlarında da, sahabeden biri, kendi Peygamberinin ictihadına uymayan ictihadda bulunursa, kendi ictihadına göre hareket ederdi. Peygamberler de ictihad ederlerdi. Fakat ictihadlarında hata ederlerse, Allahü teâlâ, derhal Cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları vahiy ile düzeltilirdi. Yani Peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela, Bedir gazasında alınan esirlere yapılacak şey için, Server-i âlem bazı Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ise, başka türlü ictihad etmişlerdi. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer’in ictihadının doğru olduğunu bildirdi. Bunun gibi Abese suresi de, bir ictihad hatasını düzeltmek için nazil olmuştu. Peygamber efendimizin vefatları sırasında, hokka ve kalem hakkındaki emirlerinin anlaşılmasında Hazret-i Ömer’in ictihadı da, öyledir.

Eshab-ı kiramdan sonra meşhur dört imam ve bunların mezheplerine göre ictihad eden imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Nevevi, imam-ı Gazali gibi yüksek âlimler yetişti. Asr-ı saadet uzaklaştıkça, hadis-i şerifleri nakil ve rivâyet eden 12 silsilenin haber verme zincirinin halkaları arttı. Hadis-i şeriflerin hangi silsileden ve hangi kimselerden alınacağı, düşünülecek bir mesele oldu ve çok güç ve belki imkansız oldu. Bundan dolayı, dördüncü asırdan sonra, ictihad edebilecek bir âlim yetişemez oldu. Bütün Müslümanlar, bu dört imamdan birine tâbi olup, o imamın mezhebine uymaya mecbur oldu. (Eshab-ı kiram kitabı)

Farklı ictihad rahmettir
İctihad, bir ibadet, yani Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid, diğer bir müctehidin ictihadına yanlış diyemez. Çünkü, her müctehide, kendi ictihadı hak ve doğrudur. Beyheki’deki hadis-i şerifte, (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) buyuruluyor. İmam-ı Şafii hazretleri, imam-ı a’zam hazretlerinden farklı ictihadları olduğu ve Hanefi mezhebinde olmadığı halde, (imam-ı a’zam Ebu Hanife’nin rey ve ictihadını beğenmeyene, Allahü teâlâ lanet etsin!) buyurmuştur. İmam-ı Ebu Yusuf ve imam-ı Muhammed ve diğer imamların, İmam-ı a’zama uymayan sözleri, onu beğenmemek, kabul etmemek değildir. Kendi ictihadlarını bildirmektir. Bunu bildirmeye memurdurlar.

Mezheplerdeki farklılıkların çoğu, Resulullah efendimizin ibadetleri değişik şekilde yaptığındandır. Bir de âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden müctehidlerin farklı anlayışları vardır. Müctehid ictihadında yanılabilir. Fakat yanılsa da mahzuru yoktur. Buhari’deki hadis-i şerifte de, (Müctehid, ictihadında isabet ederse iki, yanılırsa bir sevap alır) buyuruluyor. Demek ki ictihad hatası, günah değil, aksine sevaptır. Farklı ictihadlarından dolayı Eshab-ı kirama ve müctehidlere dil uzatılmaz.

Server-i âlem uzak ülkelere gönderdikleri Sahabe-i kirama, güçlük karşısında kalınca, âyet-i kerimelere müracaat etmelerini, orada bulamazlarsa, hadis-i şeriflere müracaat etmelerini, orada da bulamazlar ise, kendi rey ve ictihadları ile hareket etmelerini, kendilerinden daha yüksek ilimli ve fikirli olsalar dahi, başkalarının ictihadına uymamalarını emrederdi.

İşte bunun gibi, imam-ı Ebu Yusuf ve imam-ı Muhammed de hocaları olan imam-ı a’zamın reyine tâbi olmayıp, kendi ictihadları ile hareket ederlerdi. Halbuki, imam-ı a’zamın ilmi onların üstünde idi. Dört mezhep arasındaki farklar da, bundan ileri gelmektedir.

O halde namaz, oruç ve diğer ibadetlerde, büyük âlim olan mezhep imamlarımızın birbirine uymayan ictihadları için, hiçbiri diğerinin sözüne yanlış dememiştir.

Sahabe-i kiram da böylece birçok işlerde birbirlerine uymamışlarsa da, hiçbiri diğerinin ictihadına yanlış dememiş, dalalet, fısk demeyi hatırlarına bile getirmemişlerdir. Mesela, Ebu Bekri Sıddık halife iken, Müslüman olmasını teşvik için, yeni Müslüman olan birisini, bir sahabinin yanına katarak, beyt-ül-malın muhafaza memuru olan Hazret-i Ömer’e gönderdi. Buna zekat hissesini versin dedi. Ömer ise, bu parayı vermedi. Müellefe-i kulub ismi verilen bu gibi kimselere zekat verilmesi, âyet-i kerimede emr edilmiş iken, niye vermedin diye sorunca, Hazret-i Ömer, (Kâfirlerin kalblerini yumuşatmak emri, Allahü teâlânın vaad ettiği zafer ve galibiyet başlamadan önce, kâfirlerin azgın olduğu zamanda idi. Şimdi ise, Müslümanlar kuvvetlenmiş, kâfirler mağlup ve aciz olmuştur. Şimdi kâfirlerin kalblerini mal ile kazanmaya lüzum kalmamıştır) buyurduktan sonra, Müellefe-i kulub denilen kâfirlere zekat verilmesi emrini nesh eden, yani yürürlükten kaldıran âyet-i kerimeyi ve Muaz hadisini okudu. Hazret-i Ömer’in bu ictihadının, Sıddık-ı a’zamın rey ve ictihadına uymaması, onun bu emrini red etmek değildir. Beyt-ül-malın muhafazasına ve idaresine memur olduğu için, ictihadını söylemişti. Hazret-i Ebu Bekir de bu ictihadından dolayı ona bir şey dememişti. Hatta, ictihadını değiştirerek, Eshab-ı kiramın hepsi, Hazret-i Ömer gibi ictihad eylediler. (Eshab-ı Kiram)

Eshab-ı kiram, Resulullahın ictihadına uymayan ictihadlar da yaparlardı. Resulullahın ictihadına uymayan hareketlerde bulunurlardı. Vahy gelmekte iken, onların bu ayrılıklarına bir şey denilmedi. Hiçbiri bu yüzden kötülenmedi. Resulullahın ictihadına uymayan ictihadda bulunmaları yasak edilmedi. Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramın ictihadlarında ayrılık olmasını istemeseydi, ayrılmalarını beğenmeseydi, ayrılmalarını elbette yasak ederdi. Ayrılanların azap göreceği bildirilirdi. Resulullah ile konuşurken, yüksek sesle konuşmanın yasak edildiğini ve yüksek sesle konuşanlara azap yapılacağının bildirildiğini hepimiz biliyoruz. Hücurat suresinin ikinci âyetinde mealen, (Ey müminler! Seslerinizi, Resulullahın sesinden daha yükseltmeyiniz. Onunla konuşurken, birbirinizle konuşur gibi bağrışmayınız!) buyuruldu. Beğenmediği bir hareketi, hemen yasak eylemiştir. (Eshab-ı kiram)

Doğru Allah indinde birdir
Sual: Hak Allah indinde birdir, değişmez. İctihad da ictihadla nakz olmaz. Yani, bir müctehid öteki müctehidin ictihadı yanlış dese de geçerli olmaz. Müctehidler insanlara göre hata etmez ama, birbirlerine göre hata etseler de ictihad ictihadı yok etmez. Yani hangisinin hata ettiği bilinemez. Müctehidler Allah’a göre hata veya isabet eder. Bunu da ancak Allah bilir. Şimdi sorumu soruyorum:
Gerek Cemel gerek Sıffin olayında sahabeden her iki taife ictihad etmiştir. Ehl-i sünnete göre de bu ictihadlarında Hazret-i Ali, haklıdır. Peki ictihadların hangisinin isabetli olduğunu, hani ancak Allah bilirdi? Ehl-i sünnet bu ictihadlarda Hazret-i Ali’nin haklı olduğunu nerden bilmiştir?
CEVAP
Ortada yanlış olan bir şey yok. Müctehid, diğer müctehid için hatalı veya isabet etmiş diyemez mi? O halde ehl-i sünnet de bu savaşlarda Hazret-i Ali'nin haklı olduğunu söylüyor. Bunlar da ictihaddır. Ancak bu icma halini alan bir ictihad olduğu için, Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsinin yanılma ihtimali olmayacağı için, yani âlimler hatada birleşmeyeceği için, Allah indinde de Hazret-i Ali haklıdır. Ötekiler de farklı ictihadda bulundukları için onlara haksız denmez. Şunu da bilmelisiniz ki, hak ile doğru farklıdır. Dört hak mezhebin bütün hükümleri, ictihadları haktır, ama hangisinin doğru olduğunu ancak Allah bilir. Bunun için Hak Allah indinde birdir yerine, Doğru Allah indinde birdir demek gerekir.

Sual: Şafii ve Hanefi’nin kan çıkınca abdestin bozulup bozulmayacağı hususunda, hangisinin isabet ettiği konusunu Allah’a havale eden Ehl-i sünnet, Sıffin ve Cemel savaşlarındaki ictihadı neden Allah’a havale etmeyip de Hazret-i Ali’nin haklılığına hükmetmiştir?
CEVAP
Vahiy kesildi ama keramet kesilmedi. Ehl-i sünnet içinde binlerce keramet sahibi âlim var idi, ilim ile bildikleri gibi, keşf ile de bunu bilmişlerdir.

Sual: Nisa suresinin (Bir mümini öldürenin cezası, içinde temelli kalacağı Cehennemdir) mealindeki 93. âyetine göre, Hazret-i Ali ile savaşan Âişe ve diğer sahabe ebedi Cehennemlik değil midir? (Ali ile savaş, benimle savaştır) hadisine göre de, Ali ile savaşan Âişe ve diğer sahabe kâfir değil mi? Hazret-i Ali ile savaşanlara Müslüman denir mi? Müslüman birbiri ile savaşır mı?
CEVAP
Elbette Müslümanlar da birbiri ile savaşır. Bir âyet meali şöyledir:
(Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine [haksız olarak] saldırırsa, Allah'ın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve adaletli davranın. Allah, âdil davrananları elbette sever. Müminler ancak kardeştir. O halde kardeşlerinizin arasını ıslah edin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz.) [Hücurat 9,10]

Görüldüğü gibi, Allah, iki Müslüman ordunun birbiri ile savaşabileceğini bildiriyor. Onlar mümindir buyuruyor. Müminler kardeştir buyuruyor. Kardeşlerinizin arasını düzeltin buyuruyor. Allah’ın bu emirlerine uymayıp da savaşanlardan bir tarafa kâfir demek ne kadar yanlıştır. Cennet ile müjdelenen eshab-ı kiramdan herhangi birine kâfir demek, küfre sebep olur. Eshab-ı kiramın istisnasız hepsinin Cennetlik olduğu âyet ve hadislerle bildirilmiştir. Bir âyet meali şöyledir:
(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlarla eşit değildir. Onların derecesi, sonradan Allah yolunda harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Fakat Allah hepsine de en güzel olanı [Cenneti] vaad etmiştir.) [Hadid 10]

Âyet-i kerimede, sapıklara fırsat vermemek için, ve küllen vaadallahü hüsna buyuruluyor. Yani Allah hepsine Cenneti söz vermiştir buyuruluyor. Fazilet bakımından elbette Mekke’nin fethinden önce Müslüman olanlar, daha sonra Müslüman olanlardan daha üstündür. Ama hepsi de Cennetliktir.

Hepsinin Cennetlik olduğuna dair başka bir âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin [Mekke’den hicret eden eshabın] ve Ensarın [Medine’de muhacir eshaba yardım edenlerin] önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allah razıdır ve bunlar da, Allah’tan razıdır. Allah bunlar için, altından ırmaklar akan Cennetler hazırladı. Bunlar Cennetlerde sonsuz olarak kalacaklardır.) [Tevbe 100]

Eshab-ı kiram birbirine olan düşmanlıkları sebebiyle değil, hakkın ortaya çıkması için savaşmışlardır. Onlar birbirinin dostu idi. İşte âyet-i kerime meali: (İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve [hicret eden eshabı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72] (Eshab-ı kiramı birbirine düşman gibi göstermek bu âyete de aykırıdır. Eshabın hepsi Cennetliktir.)

1- Âişe validemiz de eshabdan olduğu için Cennetliktir.

2- Resulullahın hanımları müminlerin annesi olduğu için Cennetliktir. (Ahzab 6) Anne ile evlenilmez. Hazret-i Âişe ile de evlenmek haramdır. (Ahzab 53) Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Benimle evlenen kadınlar Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ. Neccar, Şirazi]

3- Nur suresinde Allahü teâlâ onun temiz olduğunu bildirip onu övdüğü için Cennetliktir.

Bunlara rağmen İbni Sebecilere uyup da ona kâfir diyenin kendisi kâfir olur.
Hazret-i Ali Müslüman değildir diye onunla savaşan kâfirdir; fakat Hazret-i Ali, fitneyi önleyemedi, biz önleriz diye, onunla savaşan, kâfir olmaz. Kâfir olmadığı da Kur'anda açıkça bildiriliyor.

Son söz:
Hazret-i Ali ile harp edenler, onların dillerine doladıkları birkaç kişi değildi. İslam büyüklerinden binlerle kimse idi.

[Kısas-ı Enbiyada, Hazret-i Ali ile harp edenlerin sayısının, Cemel, yani deve vakasında otuzbin olduğu yazılıdır. Sıffin vakasında, Hazret-i Ali ile harp edenlerin yüzyirmibin kişi olduğu bildirildi. Her ikisinde ölenlerin toplamı kırkbeşbin idi. Abdullah bin Sebe ismindeki Yahudi ve arkadaşları, müslüman görünerek, Eshab-ı kiram arasına fitne soktular ve binlerce müslümanın şehit olmasına sebep oldular. Yahudilerin birçok Peygamberi dahi şehit ettikleri Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir.]

İyi bilinmelidir ki, Eshab-ı kiramın işlerine karışmak, onlar hakkında, aklına geleni söylemek, bir müslüman için, son derece edepsizlik ve zavallılıktır. Müslüman ismini taşıyan kimse, Eshab-ı kiram arasındaki ayrılıkları, çekişmeleri, Allahü teâlâya bırakmalı, hepsini iyi bilmelidir. Onları sevmek Muhammed aleyhisselamı sevmek demek olduğunu bilmelidir. Çünkü, (Onları seven, beni sevdiği için sever) buyurdu. Bir müslüman için, kurtuluş yolu, ancak budur.

Ehl-i sünnet âlimlerinin buyurduklarına bakalım:
İmam-ı a’zam hazretleri:
(Eshab-ı kiramın tamamını hayırla anarız.)

İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz hazretleri:
[Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında] (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) [M.Rabbani c.2, m.96]

İmam-ı Gazali hazretleri:
(Eshab-ı kiram arasındaki olayları mübalağalı anlatmak haramdır. Çünkü onları sevmemeye sebep olur. Dinimizi bize ulaştıran onlardır. Birini kötülemek, dini yıkmak olur.) [Envar li-amel-il-ebrar]

Seyyid Ahmed Rıfai hazretleri:
(Eshab-ı kiram arasındaki olaylar üzerinde aşırı konuşmak, fikir yürütmek, hiç caiz değildir. Hepsini sevmek gerekir. Allah hepsinden razıdır.) [Tevbe 100, Maide 119, Fetih 18]

İbni Hacer-i Mekki hazretleri:
(Eshab-ı kiramın hepsi adil, salih, evliya ve müctehiddir. Eshab-ı kiramdan birini kötülemek, Allahü teâlânın razı olduğunu bildirdiği âyetlere inanmamak olur.) [Savaik-ul-muhrika]

Eshab-ı kiram, bizim ölülerimiz olduğu için kötü söz söylenmez. Çünkü aşağıda birkaçını yazdığımız hadis-i şeriflere aykırı olur:
(Ölülerinizi hayırla anın, iyiliklerini söyleyin, kötülüklerini açıklamayın.) (Tirmizi)

(Ölülerinize sövmeyin, onlar amelleriyle başbaşa kalmıştır.) [Buhari]

(Hazret-i Âişe, "Lanetlik İbni Kays ne yapıyor?" diye sorar. Oradakiler "Öldü", derler. Hazret-i Âişe hemen, Estağfirullah der. "Neden önce lanetledin, sonra istiğfar ettin?" diyene, "Resulullah (Ölülerinizi kötülemeyin) buyurduğu için" diye cevap verir.) [İbni Hibban]

Diğer maddelerde ve bu maddede bazılarını yazdığımız âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler gösteriyor ki, Allahü teâlâ ve Onun Resulü, Sahabe-i kiramın hepsini adil bilmiştir. Allahü teâlânın ve Onun Peygamberinin adil bildiği kimseleri, başkalarının adil bilmemesinin ne ehemmiyeti ve zararı olur? Eğer Sahabe-i kiram, âyet-i kerime ve ehadis-i şerife ile meth ve sena edilmemiş olsaydı bile, İslam’a yardımları ve bu uğurda mallarını ve canlarını, ana, baba ve evlatlarını feda etmeleri ve Peygamber efendimize yardım etmeleri ve imanlarının kuvveti, hepsinin adil olduğunu ve böyle itikad etmemiz lazım geldiğini açık olarak göstermektedir. Ehl-i sünnet âlimlerinin mezhepleri de budur. (Eshab-ı Kiram)