Dinde Reform
“Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” Hareketinin Seyrettiği İstikâmet
Aşağıda okuyacağınız ibret makalenin bir cümlesine katılmadığımı ifade etmeliyim. O da şudur : Bunca kelime-i küfrü kusan birine ben -haşa- ''hocaefendi'' demem! Gülen'le ilgili cancenk.blogspot.com'da da farklı uyarıcı bilgileri daha önce okumuştuk.( Abdülkadir )
F. Gülen Hocaefendi’nin Favorit Mecmuasındaki Mülâkâtı ve Bazı İfâdeleriyle Alâkalı Mülâhazalarımız
“Evet, aynı kökten geldikleri, aynı temel esaslara sahip bulundukları, aynı kaynaktan beslendikleri halde, asırlarca rakip dinler olarak yaşamış bulunan İslâm, Hıristiyanlık ve Mûse¬vîlik arasın-da başlayan, hattâ eski Hind ve Çin dinlerini de içine alacak şekilde gelişen diyalog teşebbüsleri¬nin olumlu netice-ler verdiği müşâhede olunmaktadır." (F.Gülen, Zaman, 04 Ekim 2004)
“Odessalı Hıristiyanların ise el¬bette rehberleri, din büyükleri vardır ve onla-ra söylenmesi gerekeni söyle¬mektedirler. Bir Müslüman, yani dinle¬rin temel birliğine inanan biri olarak, onların söylediklerinin bir Müslü¬man’ın söylediğinden ve söyleyece¬ğinden farklı olacağını düşünmüyo¬rum” (F.Gülen, Favorit, Nîsân 2009)
“Kâfire kâfir demek mü’minin vazi¬fesi değil. Kâfir demek insanın insan¬lığına saygısızlıktır.” (F.Gülen’le 11 Gün. s. 87)
“Biz renk körleriyiz” (F. Gülen’den naklen M. Şener)
“Bütün dinler buluşuyor, biz hepi¬miz kardeşiz” (4. Türkçe Olimpiyad finali)
TEBLİĞ CEMAATİ
(Teblîg-i cemâ’at) adı ile islâm memleketlerini dolaşıp, müslimânlara va’z ve nasîhat eden kimseler görülüyor. Bunlar, Hindistândan, Pâkistândan üçer beşer kişilik kâfileler hâlinde çıkarak dünyânın her yerine gidiyor. İslâmiyyeti yaymağa çalışıyoruz diyorlar. Eshâb-ı kirâmın yolunda olduklarını söylüyorlar. Hanefî mezhebinde olduğunu, ibni Teymiyyeyi çok beğendiğini söyliyenleri de var. Fâideli ve doğru konuşuyorlar ise de, islâm âlimlerinin ismlerini ve sözlerini ağızlarına almamaları ve Ehl-i sünnet bilgilerinden bir kısmını ört-bas eder görünmeleri şübhe ve üzüntü uyandırdığından, Hindistânda ve Pâkistândaki ba’zı din adamları bunların sapık olduklarını yazmakdadırlar.
İslâm’ı Tahrif Çabaları
ALLAH'ın, Peygamber vasıtasıyla insanlığa gönderdiği İslâm tektir. İnsanların İslâm'ı anlamalarında, yorumlamalarında çeşitlilik vardır. Allah'ın ve Peygamberin razı olduğu dinî anlayış Kur'ân'a ve Sünnete uygun olanıdır.
Son yıllarda ortaya atılan light İslâm, Müslümanları kandırmak için çıkartılmıştır, bir tuzaktır.
Ilımlı İslâm da böyledir.
İslâm'ın ilerlemesinden, Müslümanların çoğalıp güçlenmesinden çok korkan kâfirler ve münâfıklar işlerine gelen, kendilerine zarar vermeyecek olan ehlî/evcil bir İslâm türetmek istiyorlar.
Ilımlı, light, evcil İslâm türetme hareketi ilâhî ve münzel gerçek İslâm'ı bozma, değiştirme, tahrif etme maksadına yöneliktir.
İslâm bize nasıl ulaşmıştır?
1. Kur'ân'la.
2. Sünnetle.
3. Peygambere nurânî bir silsile ile bağlı icazetli ulemâ ile.
Buna tefsir diyecek miyiz?..
Diyanet İşleri Başkanlığı, 2001'de yeni ve daha anlaşılır bir Kur'an meal ve tefsiri hazırlatmaya karar verdi. Hazırlama işi 4 ilahiyat profesörüne havale edildi. Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş.
Tefsir, Allah kelâmı olan Kur'an âyetlerinin açıklamasıdır. Tefsirler, Rabbimizin, biz kullarına neleri emredip neleri yasakladığının izahını yapar. Onun için tefsir çok mühim, mühim olduğu kadar da mes'ûliyetlidir. Dolayısıyla böyle hassas bir iş ancak müfessirlerle/tefsirden anlayan kimselere havale edilmeli, böyle bir işi yüklenenler de ancak tefsir yapabilecek ilme sahip olmalıdırlar.
Bu çerçeve içinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ismi geçen kişilere hazırlattığı 5 ciltlik KUR'AN YOLU Türkçe Meal ve Tefsir isimli eserine baktığımızda şunu görüyoruz:
Eseri kaleme alan dört zattan hiçbiri tefsir profesörü değil. Yani ihtisası tefsir olmayanlara tefsir hazırlama vazifesi verilmiş, onlar da bu eseri 300.000 dolara hazırlamak üzere kabul etmişler.
Bu tıpkı, nasıl olsa o da doktordur diye bir cildiye doktoruna göz ameliyatı vazifesi vermek gibi.
Ehl-i Kitab’ın akıbeti ve bir tartışma
Prof. Dr. Hayreddin Karaman hoca, Polemik Değil Diyalog isimli derleme kitapta yer verdiği görüşlerin tartışma konusu yapılması üzerine kendini savunuyor ve şunları söylüyor: “Polemik Değil Diyalog” isimli kitapta (Ufuk Kitap, 2006) yer alan bir konuşmamda yukarıda özetlediğim bilgileri verdim. Görüş sahiplerinin delillerini açıkladım, çağdaş görüş daha yeni olduğu için onun delillerini daha geniş olarak açıkladım. Tabii konuşma, yazmadan farklı olduğu, ifadeler arasında dağınıklık bulunduğu için bazı kimseler yanlış anladılar, bazıları da fırsat bulmuşken bunu kötüye kullandılar.” (1)
Hoca’nın “yukarıda özetlediğim” dediği görüşler, kendisine tebliğin ulaşmadığı insanların uhrevî akıbeti konusunda Akaid imamlarının görüşleridir ve özetle şöyledir: İmam el-Mâturîdî ve genel olarak Maturidîler’e göre Allah Teala insana, kendisinin var ve bir olduğunu keşfetmeye yetecek aklı verdiği için, herhangi bir hak peygamberin tebliği kendisine ulaşmamış olan insanlar da bu kadarını (Allah Teala’nın var ve bir olduğunu) bilmekle mükelleftir.
Eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş Hoca Vatan’da yazıyor
Eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş Hoca Vatan’da yazıyor. Dünkü yazısının başlığı “Faiz neden haram olsun?”, “Faiz neden bir suç olsun?” diye okuyucusunun sorusunu cevaplıyor. “Bunu insanları faizden uzaklaştırmak için birtakım kişiler uydurup Peygamberimizin ağzına koydular.
Peygamberimizin amcası Abbas, Mekke’de en büyük faizciydi.” Şimdi Hoca’ya Peygamberimizin Veda Hutbesi’ndeki “Faizin her türlüsü ayaklarımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de amcam Abbas’ın faizidir” beyanını ayıp da olsa Hoca’ya hatırlatalım. Yazının devamındaki eleştirilere katılmamak mümkün değil.
Hayrettin Karaman Bey'den gelen cevaba cevabımdır
Aşağıdaki yazıyı Hayrettin Karaman Bey gibi düşünenelere ithaf ediyorum. Bir önceki yazımda kendisine mail yazdığımı belirtmiştim. Doğrusu cevap beklemiyordum ama sağolsun lutfetmiş ve kısa cevabında şöyle demiş:''Sizin tasvip etmeme hakkınız var. Ayrıca ilminiz varsa beni tenkit de edebilirsiniz.Ben ictihad ve tercih selahiyetini bilgimden alıyorum. Bunlar bir makamdan veya şahıstan alınmaz.''
İlmi, gerçekleri görmesine öyle perde olmuş ve kibre sürüklemiş ki, ''benim'' diyor. Yani, pilotlukla ilgili kitapları okumakla hayatım geçti, gider pilot kabinine oturur; yolcu uçağını havalandırır ve hedefteki hava limanına sorunsuz indiririm ! Elbette kendisinin insan olarak şahsına hiçbir garezimiz olamaz. Kariyerli meslektaşlarından olsam bu akla gelebilirdi.
Modernist Çizgi: Nerden Nereye?
Nihai planda, İslâm dünyası içindeki modernist çizgi, "Kur'an ve Sünet'in yeniden değerlendirilmesi ve yorumu"nu öngörüyor. Bu çerçevenin içine, vahyin anlamı, vahiy ve Peygamber ilişkisi, Kur'an'ın zamana ve mekâna göre bağlayıcılığı, Hazreti Peygamber'in din içindeki konumu, söz ve davranışlarının Müslüman için değeri gibi başlıklar giriyor.
Bu da, İslâm'ın bu ana kaynaklarına "modern zamanlar"dan bakmaktan neş'et ediyor.
Soru net olarak şöyle konuyor: Kur'an ve Sünnet, 19'uncu yüzyılda da, 7'inci yüzyılda taşıdığı değeri taşıyor mu, taşımalı mı?
Cevap olarak da, dinin bir kurum olarak eskidiğinden, dolayısıyla yeni insanın herhangi bir konuda dini müracaat alanı görmesinin gereksiz olduğundan tutun da, Kur'an'a ve Hazreti Peygamber'e çok genel çerçeveler getiren değerler olarak bakıp İslâm'ın içini tamamen yeni yorumlarla doldurmaya, ya da dini sadece bir ahlâki referans, bir manevi doyum alanı olarak görmeye kadar uzanan görüşler serdedilmiştir.
"Dini modern zamanların dışına atan" görüşler, bir başka çerçeve, yani din dışı bir çerçeve oluşturuyorlar.
‘KOLAYLAŞTIRILMIŞ DİN’ ANLAYIŞI
Sanki Din bizi, ne halde bulunuyorsak o halde rahatlatmak ve her halükârda tercihlerimizi onaylamak için gönderilmiş gibi, hayatımızı Din’e göre değil, Din’i hayatımıza göre ayarlamanın peşindeyiz sürekli.
Günümüzde Ümmet-i Muhammed olarak yaşadığımız en önemli problemlerden birisi, küresel hale getirilmiş Batılı hayat tarzı ve düşünme biçimi karşısında nasıl hareket edeceğimizi bilemeyişimizdir.
Bu çerçevede yapılması gereken şey, dayatmalar karşısında küresel sisteme adapte olarak müslüman kalmanın yollarını aramak mıdır? Bu soruya “evet” cevabı verdiğimizde hareket tarzımızı ve alanımızı, doğrularımızı ve yanlışlarımızı küresel sistemin belirlemesine evet demiş olacağız.
Evet, ahir zamanda yaşadığımız bu hali, bir “geçici arıza durumu” olarak tespit edip, problemlere bu anlayış doğrultusunda cevap üretmeye çalışmak bir çözüm yolu olarak görülebilir. Ancak bir yandan bu yapılırken diğer yandan da yaşadığımız arıza durumunun düzeltilmesine çalışmak, bunu “nihaî hedef” olarak daima göz önünde tutmak bu işin olmazsa olmazıdır.
Bidaat
Keşke bu bahsin adını "kaba softa ve ham yobaz" koysaydık. Alçalma devrimizden başlayarak bugüne kadar İslâmın ruhlarda karartılması bakımından başımıza ne gelmiş ve küfre hangi güç kazandırılmışsa hep kaba softa ve ham yobaz yüzünden... Onun, yerini ve gayesini bilmeden elinde taşıdığı ve kötüyü devireceğine iyiyi harap etmekte kullandığı "bid'at" bombasından...
• Bir cerrahın (aseptik) ve (antiseptik) usûllerle tedavi sahasını mikroptan korumasındaki prensip titizliğine eş olarak konulan bid'atten kaçınma düsturu, aslında dinin muhafazası bakımından zâbıtaların en mübârek olanıdır. Ve mutlaka bilinmelidir ki, sadece dinin hususî dâiresine mahsustur.
• Bütün ibâdet ve muamele şekilleriyle tecezzi kabûl etmez bir yekpârelik belirten din, bu hususta hiçbir fire vermez ve en hurda cüz'ünü bile fedâ etmezken, bu mutlakiyet sınırı dışında, makbûl gördüğü her yeniliğe kucak açar.
Din'de Reform
Din akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilahi bir kanundur.
Din insanları yaratılıştaki gaye ve hikmetten haberdar eder. İnsanlara hidayet ve saadet yollarını gösterir.
Dinin vãzi-i hakikisi, Cenabı Hak olup menşe-i aslisi vahy ve nübüvvettir. İnsanlar bizzat din vâzi-i olamazlar. Hatta peygamberani izam hazaratı yalnız ahkam-ı diniyyeyi tebliğe memurdurlar.
İnsanlar maddî, manevî her nokta-i nazardan dine muhtaçtırlar. İnsanların ilmî, edebî, ictimaî, siyasî, tekâmülatı hususunda dinden daha ulvî, daha mühim bir âmil olmaz. Ahlâkın esası, medeniyetin en birinci istinatgâhı dindir. (Muvazzah İlm-i Kelam, Ömer Nasuhi Bilmen
Din insanlar için en büyük nimettir. Dinin yerine başka birşey kâim olamaz. İslâm dini zannedildiği gibi akıl dini değil vahye dayanan ilâhî bir dindir. Ancak akla uygundur. Akıl İslâm’ı anlama ve uygulamada güzel bir vasıtadır. Aksi halde akıl yolu ile insanlar vahiyden neşet eden Kur'an ayetleri karşısında Kur'an-ı ve hükümlerini hiçe sayarsa Allah'a şirk koşmuş olur.
Çağdaş din tasavvuru ve kadın erkek eşitliği
“Feodal toplum yapısında egemenlik erkeğin elindedir. Çünkü söz konusu olan, “tarım toplumu”dur. Sosyoekonomik yapı “kas gücü” üzerine kuruludur; o da erkekte mevcuttur. “Geleneksel” toplum yapısının erkek merkezli olmasının sebebi budur.
“Şimdi bunlar çok gerilerde kaldı. Teknoloj ve bilgi çağında yaşıyoruz. Hayat artık kas gücüyle değil, beyin gücüyle kazanılıyor. Bunun doğal sonucu olarak artık kadın-erkek ilişkisi “koruma/itaat” zemininde değil, “eşitlik ve paylaşma” zemininde yürüyor. Hatta pek çok alanda kadın, erkekten daha verimli/üstün olduğunu ispatlamış durumda…”
Modern çağa ait bu telakki, Modernite’nin bilincimizi nasıl bulandırdığının ve değerler sistemimizi nasıl alt-üst ettiğinin göstergesi aslında. Yaşadığımız dönemin “ahir zaman” olduğunu unutarak kapıldığımız düşünce anaforu, bize pek çok alanda yaşattığı dönüşümü, burada da “kadın” üzerinden gerçekleştiriyor.
Kas gücünün ve ataerkil toplumsal/ailevi yapının erkek tarafından kadın aleyhine nasıl istismar edildiğini gösteren (ve maalesef sık rastlanan) su-i misaller de buna hizmet eden araçlar durumunda….
MODERN İSLÂM ANLAYIŞI
İslâm değişmedi ve asla değişmeyecek. Çünkü dinin sahibi Cenab-ı Allah ve dinini koruyacağını vaad ediyor.
Fakat din ve dindarlık anlayışımız bize ait ve hayli zamandır tuhaf bir değişimin girdabında.
Kısaca “Modern Anlayış” diye adlandırdığımız bu yeni anlayışın “kitaplarımızda yeri yok.” Yok, çünkü kendi kitaplarımızın irfanından doğmadı. Kendi aklımızın, kendi kalbimizin teknesinde yoğrulmadı.
Bu durumu anlamamız lazım. Anlayalım ki saf ve arı duru olanı bilelim, ona yönelelim. Kurtuluşumuz orada.
Uzun uzun açıklanabilir ama “modernleşme” kelimesiyle kastedilen şeyi, kısaca, “Batılı insan gibi düşünme, onun gibi davranma, onun değerlerini benimseme tavrı” olarak özetleyebiliriz.
Müslümanın modernleşmesinin temelinde ise kendi değerlerine yabancılaşma ve Batılı insan karşısında aşağılık kompleksi duyma hissi oldukça baskın bir şekilde mevcuttur.
Başka Dinlerde Olur,İslâm'da Reform Olmaz!
EHLİYETİ, liyakati, icazeti, ilmi, irfanı olmadığı halde herkesin ictihad yapması gerektiği bozuk fikrini Farmason Cemaleddin Efgâni çıkartmıştır. Aradan bir asırdan fazla zaman geçti ve bu bozuk fikir, İslâm dünyasını tahrip ve tarumar etti. Müslümanlar arasında dinî konularda verimsiz tartışmalar başladı, her kafadan ayrı bir ses çıktı, birlik bozuldu.
Reformcular ve ictihadçılar, suret-i haktan görünerek şöyle diyorlar:
- Bizim dinimizin ana kaynağı Kur’ân değil mi? Ondan sonra Peygamberin sünneti, hadisleri değil mi? Her Müslüman alsın eline Kitabullah’ı ve Sünnet-i Resulullah’ı ve dinini doğrudan doğruya bunlardan öğrensin.
Kadınlar ile ilgili hadisler ayıklanacakmış
LÜGAT kitaplarındaki atasözleri ayıklanıyormuş. Meselâ “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” lâfı çıkartılacakmış. Bu söz sözlüklerden silinince devleti soyanların sayısı azalacak mı? Bu atasözünü duyup da mı devleti domuzlar gibi soyuyorlar? Bu atasözü mü devlet ve belediye bütçelerini yağmalayanlara teşvikçi oluyor?
Diğer bir ayıklama işi de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın üzerine tahmil edilmiştir (yüklenmiştir.) Kadınlarla ilgili olup da feminizme, muasır (çağdaş) kadın anlayışına uymayan bazı hadisler ayıklanacakmış. İnsan inanmak istemiyor, biz Müslümanlar dinimizi “onların” anlayışına uydurmak zorunda mıyız? Alnı secde görmemiş, bazısı Beyaz Türk yani iki dinli, iki kimlikli, bazısı ateist olan kişiler ve kurumlar birtakım hadîsleri istemiyorlarmış ve bu yüzden “ayıklama” yapılacakmış.Onlar namazı da istemiyorlar, orucu ve haccı da istemiyorlar. Onlar ahkam-ı Kur’âniyeyi (Kur’ân hükümlerini) istemiyorlar, İslâm’ın dünya nizamını istemiyorlar, tek kelimeyle İslâm’ı istemiyorlar. Yarın, bu ayıklama işi nerelere kadar dayanacaktır? Vaktiyle sabık cumhurbaşkanlarından biri “Kur’ân’da pozitif hukuka uymayan üçyüz küsur ayet var, bunlar hükümsüzdür” demişti. Hadîslerden sonra sıra âyetlere mi gelecektir?