Ali Eren

Kur'an ne buyuruyor, bu zat ne diyor?

ÜÇ MUHAMMED isimli kitabın çelişkilerini/tenâkuzlarını ve Müslümanlara attığı çamurları yaza yaza bitiremiyorum.

Tabii ki siz de okuya okuya bitiremiyorsunuz. Bu kitabı baştan beri okuyanlar, ÜÇ MUHAMMED isimli kitabın yazarının ismini ezberlemişlerdir. Artık ismini yazmaya bile ihtiyaç duymadığım yazarın kitabı, sonundaki “Kaynakça”sıyla beraber 292 sahife. Ben şu anda kitabın 146. sahifesindeyim.

Yazar, bu sahifede lafı velilerin büyüklerinden Muhyiddin-i Arabî kuddise sirruh Hazretleri’ne getirerek, “Pisagorcu Hermetik irfan okulunun hocaları elinde yetişmiş olan İbn Arabî…” diye söze başlıyor.

Gayesi baştan belli; karalamak. Ama bir bahane bulması lâzım. Buluyor da…

Muhammed Esed ve Kur’an Mesajı isimli Meâl-Tefsiri

Değerli okuyucular! “Sonradan müslüman oldu.” görülen niceleri var ki, aslında müslüman olmadığı halde öyle görünmüşler. Onlar Müslüman görünmeye mecburdurlar, çünkü vazifelidirler. Esed’in müslüman olmadan yaptığı yolculuklar, insanın aklına böyle şeyler getiriyor. Sanki İslâm âlemine hususi olarak gönderilmiş…

Kur’an Mesajı” isimli eser Muhammed Esed’e ait. Eser hakkında bilgi vermeden önce, kısaca eserin sahibini tanıyalım.

Yahudi bir ailenin çocuğu olan Muhammed Esed, Ukrayna’nın Lvov şehrinde 1900 yılında doğdu. Anne tarafından dedesi bir Yahudi hahamı idi. Ailesinden husûsi bir Yahudilik eğitimi aldı.

Öyle ki, 13 yaşında İbrâniceyi su gibi biliyor, Tevratı ve Yahudiliğe ait diğer kitapları rahatça okuyordu.

Mason Abduh Said Nursi'nin Üstadı mı?

“Siz nasıl kalem karıştırırsınız!”

Mustafa Kaplan Bey, geçen haftaki bir yazısında “Risale-i Nurlara el atıldığını ve bazı değişiklikler yapıldığını” yazıyor ve haklı olarak sert bir şekilde de tenkit ediyordu.

Sakarya Üniversitesi hocalarından Sayın Dr. Alaaddin Yalçınkaya da Cemaleddin Efgani isimli eserinde bu değişikliklerden birine dikkat çekiyor. Alaaddin Bey’in ifadeleri şöyle:

“İttihad-ı İslâm (İslâm birliği) ve Cemaleddin Efgani ile alâkalı, Said Nursi’nin de bazı görüşleri vardır. Said Nursi şöyle demektedir:

Şok edici bir fotoğraf ve mühim sözler...

Geçen haftaki yazımda, Eminönü Halk Eğitim Müdürlüğü binasında yapılacak olan konferansı duyurmuştum. O konferans gerçekleşti. Çok da mühim şeyler söylendi.
Ankara Ü. İlahiyat Fakültesi profesörlerinden 9 dil bilen Mehmet Bayraktar’ın, not alabildiğim bazı cümlelerini aktarmak isterim:
“Dinlerarası Diyaloğu başlatan Vatikan gibi gözükse de, bunu esas isteyenler Yahudilerdir. Dinlerarası Diyalog yapması için Vatikan’a baskı da ABD’den geliyor. Dinlerarası Diyalog esas olarak 1892’de ABD’de başladı. Bu proje, ABD’deki büyük sermaye sahiplerinin finansı ile oluyor.

Gençlere Örnek Gösterilen Bir Zındık: Ali Şeriati

Aslen şiî olup şiîlerin bile tasvip etmediği Ali Şeriatî diye biri var. Birileri, Peygamberimiz örnek olarak yetmezmiş gibi onu örnek bir şahsiyet gibi göstererek, müslüman gençlerin zihinlerini onun bozuk fikirleriyle doldurmak peşinde. Bu gayretkeşlerden biri de Mustafa İslamoğlu…

Allayıp pullayarak gençlere sundukları Ali Şeriatî’nin Peygamberimiz’e bile hakaret ettiğini geçen sayımızda anlattık. Bu yazımızda, onu kendi sözleriyle daha yakından tanıtacağız. Tanınmalı ve hangi derekelerde olduğu bilinmeli ki, onu yüceltenler de tanınmış ve bilinmiş olsun.

Buna tefsir diyecek miyiz?..

Diyanet İşleri Başkanlığı, 2001'de yeni ve daha anlaşılır bir Kur'an meal ve tefsiri hazırlatmaya karar verdi. Hazırlama işi 4 ilahiyat profesörüne havale edildi. Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş.

Tefsir, Allah kelâmı olan Kur'an âyetlerinin açıklamasıdır. Tefsirler, Rabbimizin, biz kullarına neleri emredip neleri yasakladığının izahını yapar. Onun için tefsir çok mühim, mühim olduğu kadar da mes'ûliyetlidir. Dolayısıyla böyle hassas bir iş ancak müfessirlerle/tefsirden anlayan kimselere havale edilmeli, böyle bir işi yüklenenler de ancak tefsir yapabilecek ilme sahip olmalıdırlar.

Bu çerçeve içinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ismi geçen kişilere hazırlattığı 5 ciltlik KUR'AN YOLU Türkçe Meal ve Tefsir isimli eserine baktığımızda şunu görüyoruz:

Eseri kaleme alan dört zattan hiçbiri tefsir profesörü değil. Yani ihtisası tefsir olmayanlara tefsir hazırlama vazifesi verilmiş, onlar da bu eseri 300.000 dolara hazırlamak üzere kabul etmişler.

Bu tıpkı, nasıl olsa o da doktordur diye bir cildiye doktoruna göz ameliyatı vazifesi vermek gibi.

M.İslamoğlu'nun Abdest Konusundaki Fitnesi

Aşağıdaki makale Mustafa İslamoğlu isimli gazete yazarına aittir. Bunun cevabı altta verilmiştir.

Bilmez ki sorsun, sormaz ki bilsin!

Bugünkü yazımızı, cevabı herkesi ilgilendiren bir “soruya” ayırdık. Hayır hayır, bu bir “soru değil, bu bir “sorun!” Hem de çok ciddi ve adı: “Dini anlama sorunu.” Bu sorun, kimi zaman ortaya birden fazla “din” çıkarıyor ve insanlar “hangi dine” inanacağını şaşırıyor. (Siz ‘yanılmaz’ atalarını pazarlayanların dinine değil, kaynağı Kur’an olan Allah’ın dinine inanın.) Kimi zaman, Allah’ın kitabında yazmayan, Peygamber’in sünnetinde yer almayan “farzlar, haramlar” çıkarıyor.Düşünebiliyor musunuz; bu nevzuhur farzlardan Hz. Peygamber’in haberi yok! Bizim akıldanelerimizin bildiği bir “farz” düşünün ki, sahabe bilmiyor? Bir “farz” düşünün ki, müctehid imamların bu -sözümona- “farzdan” haberi yok! Güldünüz değil mi? Hayır, kimse gülmesin; çünkü kendisi gülünç durumda olanların başkalarına gülme hakkı yoktur ve şu an kendini çok dindar sananların dinleriyle ilgisi hurafe düzeyinde, bilgisi ise efsane niteliğindedir. İnsanlar ibadetleri âdetleştirince âdetleri de ibadetleştirdiler.

Bu satırları sert bulmayın lütfen; imamların birçoğuna göre “mukallid”in tarifi şudur: “Amellerini delilleriyle birlikte bilip, o delilleri değerlendirmede mezhep imamının ictihadını benimseyen kimse.”

Hz. İsa ahir zamanda inecek mi?

Kıyamete yakın, Hz. İsa’nın yeryüzüne ineceği, İslâmın ikinci kaynağı olan Peygamberimiz’in hadislerinde haber veriliyor. Zamanımız hariç, İslâm tarihinde Hz. İsa’nın âhir zamanda geleceğini inkara kalkışan bir alim topluluğu görülmüş değil. Bunu ancak şimdiki bazı sayınlar inkar ediyorlar. Bu da başka bir kıyamet alameti mi bilinmez.

Hz. İsa’nın geleceğini bildiren hadisleri, hadis külliyatı içinde en ön safta olan şu hadis kitapları aktarıyor: Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace, Müsned-i Ahmed ibni Hanbel v.d.

KASIMPAŞA KUR’AN KURSU’NUN YIKTIRILMA HİKÂYESİ

Kasımpaşa’daki büyük Piyâle Kur’an kursu haksız hukuksuz bir şekilde Salı günü yıktırıldı. Bu Kur’an kursu ile ilgili benim de hatıralarım olduğundan, yıkımın gelişimini iyi biliyorum. Meseleyi baştan anlatayım:

Kur’an kursunun yanıbaşındaki büyük piyâle camiini yaptıran piyâle paşa burayı zaten kur’ an mektebi olarak yaptırmış. Müslümanlar zamanla kullanılmaz hale gelen mektebi 1959 da onarıp Kur’ an kursu olarak hizmete açmışlar. O gün bu gündür 48 seneden beri hizmet veriyordu. Kursun daimi talebelerinin dışında, yaz tatillerinde mahalle çocukları okutulduğundan, o civarda buradan Kur’an dersi almayan yok gibidir.

Nitekim, Sayın Başbakan da bu kur’an kursunda okuyanlar arasında. kendileri İstanbul Belediye Başkanı Seçildikleri ilk sene bayram namazını piyâle Paşa Camii’nde kıldıktan sonra kur’ an kursuna gelmişlerdi. Başbakan’ın o zaman anlattığına göre Bu kur’ an kursu 1962’de İsmet paşa zamanında yeni bir yıkılma tehlikesi atlatmış. Kursu yıktırmamak için mahalle sakinleri geceleri nöbet tutmuşlar. Nöbet tutanların içinde Sayın başbakan’ın babası da varmış. Ne garip tecelli ki, babasının koruduğu kur’an kursu oğlu zamanında yıktırıldı. Gelelim size hayretten küçük dilinizi yutturacak ve inanılması güç şekilde gelişen yıkım hikayesine :

Laf değil hizmetse, işte bu...

Herkesin, kendi inanç ve düşüncesi uğrunda mücadele vermesi tabiidir.

İnanç ve düşünceler değişik olduğu için, dünyadaki insanlar var olduğu müddetçe dünyadaki kavga da bitmeyecektir.

Bu kavga, bazan mal–mülk için, bazan iktidar için, bazan da iman ve inanç uğrunda olur.

Hadis–i şeriften öğrendiğimize göre, dünyada kıyamet sabahına kadar imanlı insanlar bulunacaktır. Demek ki iman uğrundaki mücâdele de kıyamet sabahına kadar devam edecektir.

Nitekim Peygamberimiz (as)

“Cihad kıyamete kadar devam edecektir” buyuruyorlar.

Cihad nedir?

İmanın yok edilmesi için uğraşanlara karşı verilen mücâdeledir.

***

Kitaplara itimat ahmaklıksa...

Eskiden İslâmî meselelerle başkaları oynarlardı. Devir değişti; bu vazifeyi artık bazı ilâhiyatçılar yerine getiriyorlar; çok da başarılı oluyorlar...

2004’ün ilk ayına, İslâm’ın inanç maddelerinden birini, “Kıyâmete yakın Hz. İsa’nın gökten inip inmeyeceği” meselesini ele alarak başladılar...

Kitap-mitap dinlemeyen bu üstadları dinledik ve öğrendik ki, Hz. İsa’nın gökten inmesi diye bir şey yokmuş; hatta Hz. İsa’nın gökten ineceğine inananlar ahmakmış...

Öyleyse ne yapmalı, ahmak olmamak için bu ilâhiyatçılara inanmalı mı?

Bilen bilir, bilmeyen bir tutam mercimek zanneder

Herhangi bir şey göründüğü gibi değil de başka türlüyse, yani işin içinde başka iş varsa. Orta Anadolular böyle durumlarda şöyle derler: “Onu bilen bilir, bilmeyen bir tutam mercimek zanneder.” Yalnız, bunu herkes söyler de hikâyesini çoğu kimse bilmez. Halbuki, bu sözün enteresan bir hikâyesi vardır. Hikâye şöyle:

Adamın biri, komşusunun hanımına göz koyar. Kadıncağıza, tarlada, bağda, bahçede, nerede rastlarsa ya söz veya hareketleriyle rahatsızlık vermektedir. Kadın, adamdan kurtulamayacağını anlayınca vaziyeti kocasına haber vermiş. Kocası da adamı geriden geriye kollamaya başlamış. Kocanın gayesi, suçüstü yapıp adama iyi bir ders vermek...

Bu, İslâm inancını silmek gayreti değil mi

Peygamberimiz (sav) bir gün:

“Güzel ahlâkın da, kötü ahlâkın da 360 umdesi vardır” buyurduktan sonra, ashaba soruyor:

“Bir kimse 360 güzel ahlâkı bilse mi daha iyi, yoksa 360 kötü ahlâkı bilse mi daha iyi?” Ashabın birçoğu, “Güzel ahlâkı bilmek daha iyidir. İnsan güzel ahlâkı bilmeli ki onları yapsın” diyor. Sadece Hz. Ebubekir (ra) Efendimiz: “Ya Resulallah, güzel ahlâkı bilmek iyidir, ama kötü ahlâkı bilmek daha iyidir. Çünkü insan kötülüğü bilmezse o kötülükten uzak duramaz” diyor. Sevgili Peygamberimiz, Hz. Ebubekir’in cevabının doğru olduğunu haber veriyorlar.

Rus Emine ve Müslüman falanlar

Hayret ve dehşetle okuyacağınız aşağıdaki hadise, Sovyetlerin dağılmasından sonra Rusya’ya giden ve şu anda Nijninograt şehrinde ticarethane işleten bir arkadaşımın ağzından.

Hadise, arkadaşımın Müslüman arkadaşıyla onun sonradan Müslüman olan, 20-22 yaşlarında Emine ismindeki hanımıyla ilgili. Emine ismini, Peygamberimiz’in annesinin ismi olduğu için özellikle seçmiş. Emine’nin kocası Tataristan’ın Kazan şehrinden ve Moskova müftülüğüne bağlı Moskova (İslâmî) İlahiyat okulundan mezunmuş.
Arkadaşımın anlattıkları:

Kapalı yerde söylenen sözler

Alman Adenauer Vakfı’nın tertip ettiği dinî konferanstan bahsettiğim geçen haftaki yazımda, bu vakıfla ilgili bir davadan da bahsetmiş, “Mahkemenin şimdiki safâhatını bilmiyorum” demiştim. Kendileriyle ilgili meseleleri çok iyi takip ediyorlar ki, yazının çıktığı gün, aynı vakıftan arayıp mahkemenin beraat kararını göndererek beni bilgilendirdiler. Takdir edilecek bir tavır.

Bahse konu dava, 2002 senesinde doğrudan bu vakfa yönelik değil, bazı Alman kurumlarının temsilcileriyle, bazı Türk vatandaşları aleyhine açılmış. Dördüncü duruşmadan sonra ise, oybirliğiyle beraat kararı verilmiş...

Bu bilgiden sonra konferanstaki konuşmalara geçelim.