Zehirli | Konular | Kitaplar

Peygamber efendimize uymak

SÜNNETE TABİYET; VAHYE TABİYETTİR

Sünnetin kaynak değeri nedir? Sünnetin İslam’daki önemini açıklar mısınız?

(Hakan Çalışkan)

İslam hukukunda sünnet, ikinci kaynaktır ve teşride Kuran-ı Kerim’den sonra gelmektedir. Sünnet hükümleri açıklama bakımından Kuran’ın tamamlayıcısı ve yardımcısıdır. Aynı zamanda sünnet Kuran’da bulunmayan hükümleri de koyabilir. Sünnetin teşrideki yerini maddeler halinde özetleyebiliriz.

1- Sünnet; Kuran’ın mübhem ve mücmellerini açıklar. Umumi hükümlerini tahsih eder. Fakihlerin çoğunluğuna göre nasih ve mensuhu bildirir.

2- Sünnet; Kuran’da asılları sabit olan konuların hükümlerini tamamlayıcı mahiyette açıklamalarda bulunur.

3- Sünnet; Kuran’da olmayan bir kısım hükümleri açıklar.

Değişmeyen rehber Hz. Muhammed (s.a.v)’i örnek edinmek


Birçok değerlerin ve kıymet hükümlerinin alt üst olduğu, kalbî ve ruhî hayatın iflas ettiği, Muhammedî bir havanın bizden uzaklaştığı günümüzde, Hz.Peygamber (s.a.v.)'e ittiba etmek çoğu meselelerimizi çözümleyecektir. Zîra sevgili Peygamberimiz Veda Hutbesinde; “Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir”(1) buyurmaktadır.

Biz müslümanlar ne bulduysak O'na ittibâ etmekte bulduk, yine ne bulacaksak O'na yaklaşmada, O'nu anlamada ve O'na ittibâ etmekte bulacağız.

Bizler Hz. Peygamber (s.a.v.)'i kaybetmekle her şeyimizi kaybettik, bu uzun yolda kaybettiğimiz herşeye yeniden sahip olmamız, Hz.Muhammed (s.a.v.)'i yeniden bulmaya ve gönüllerimizde O'na karşı coşkun sevginin uyanmasına bağlıdır.

Büyük meselelerin çözüm beklediği çok çetin günlerdeyiz. Hangi asırda yaşarsak yaşayalım, hangi devirde bulunursak bulunalım, önümüzde cereyan eden hadiseler hangi cinsten olursa olsun bizler, Hz. Peygamber (s.a.v.)'i hayatımızda örnek edinirsek kurtuluşa ereceğiz. Aksi takdirde kurtuluşumuz mümkün değildir.

HZ. PEYGAMBER VE O’NA İTTİBA-2


1. Peygamberlere İtaat Gereklidir.

Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden biri de Onların ümmetlerine güzel birer örnek olmalarıdır. Hz. Peygamber (s.a.v)'i örnek edinmek, her şeyden önce Allah'ın emridir. Zira, Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayette Hz. Peygamber'e itaat etmek, Allah'a itaat etmekle denk tutulmuştur. Yüce Allah, Nisa suresinde şöyle buyuruyor: "Rasule itaat eden Allah 'a itaat etmiş olur."(8)

Bu ayette, Allah'ın elçisine itaat edenin Allah'a itaat etmiş olacağı belirtilmektedir. Diğer bir ayette de Allah'ın sevgisine ve mağfiretine nail olabilmek için, Hz. Peygamber (s.a.v)'e tabi olmak emredilmektedir:

"De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(9)

Bu ayetten de anlaşıldığı gibi Allah'ın rızası ve sevgisi Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetine uymakla elde edilebilir. Bir mü'minin en büyük ideali, kendisini Allah'a sevdirmektir. Yani O'nun rızasını kazanmak, gazabından korunmaktır.

HZ. PEYGAMBER VE O’NA İTTİBA-1



Hz. Peygamber'e iman etmek farzdır. Hz. Peygamber (s.a.v)'e iman etmek İslam'ın erkanından birisi, imanın da şartlarından bir şarttır. Bundan dolayı her müslümanın O'nun Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehadet etmesi, O'nun Rabbinden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve O'ndan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, O'nu hayatında kendisine örnek alması gerekir.

Hz. Peygamber'i sevmek, her mümin için en gerekli taatlardan biridir. Zira sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Buhari ve Müslim'in Enes b. Malik (r.a)'den rivayet ettikleri bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

"Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz."(1)

Bu zikretmiş olduğum hadis-i şerif başka bir rivayette şöyle nakledilmiştir:

"Sizden birinize ben, kendi nefsinden, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş sayılmaz."

KURAN SÜNNET AYRILMAZLIĞI

Muhterem müslümanlar!

Son zamanlarda sık sık dile getirilen bir husus var. Kur’an ile sünneti birbirinden ayırmak, hatta sünneti hiçbir şekilde hesaba katmamak. Kur’an bize yeter diyerek sadece Kur’an ile yetinmeye çalışmak. Elbette ki bu, müslümanların kafasını karıştıran yanlış bir telakkidir. Kur’an ve sünnetin bütünlüğünü ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayat-ı pakını anlamadan Kur’an’ı anlayamayacağımızı, dolayısıyla Kur’an ile sünneti bütünleştirerek, İslamî bir hayat yaşamamız gerektiğini özellikle belirtmeliyim.

Sünnet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin söz, fiil ve takrirleridir.

Ayet-i kerimede:

“O hevasından konuşmaz ve O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir.” (Necm 3-4) buyrulmuştur.

Demek ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an olarak biz ümmete ne bildirmişse o Allah’ın kelamıdır. Bir de Kur’an olarak bildirmediği fakat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kalbine Allah celle celaluhun ilham ettiği hak sözler vardır.

PEYGAMBERİMİZİN İHYÂ EDEN ÖRNEKLİĞİ SÜNNET-İ SENİYYESİ


Allah (c.c.) insanı mükemmel bir varlık olarak yaratmış, dünyada imtihan gayesiyle ona belirli ömür tayin etmiştir. Bu müddet içerinde sadece kendisine kulluk etmesini istemiş ve bu kulluğun mahiyetini beyan etmek amacıyla kitaplar indirmiştir. İnsanoğlu yaratılışındaki mükemmelliğe rağmen, ilâhî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebeple Allah Teâlâ, kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak amacıyla onlar arasından seçtiği peygamberleri görevlendirmiştir.
Bütün peygamberler, Allah’ın âyetlerini insanlara ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermek olan elçilik vazifelerinin yanı sıra, bu âyetlerin işaret ettiği Hakk’ın rızasına muvafık yaşayış tarzını da bizzat hayatlarında yaşayarak beyan etmişlerdir. Kısacası tebliğ ve beyan diyebileceğimiz bu kutsi vazifeyi her peygamber gibi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) de yaşayış tarzıyla, güzel ahlâkıyla yani Sünnet-i Seniyye’siyle en güzel bir şekilde yerine getirmiştir.

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V)’E İTAATTEN ALIKOYAN ENGELLER -III-


Peygamber Efendimiz’in ahlâklarının beşerî çirkinliklerden uzak oluşu ve aynı zamanda ilâhî yakınlığa yol veren yüksek meziyetleri aşikârdır. Akl-ı selim olmak, mutlak bir şekilde ona itaat etmeyi gerektirir. Ancak, insanı tesiri altında tutarak bundan meneden menfî kuvvetler vardır. Önceki yazılarımızda, bu kuvvetlerden ‘dünya sevgisi’ ve ‘nefsin’ menfi etkisinden bahsetmiştik. Bu yazımızda ise; itaat hali yaşantısında tezahür edecek olan mü’minin iç dünyasını oluşturan nefis ve ruh keyfiyetinin, itaat noktasındaki ehemmiyetine dikkat çekmek istiyoruz.

Bilgiye Rağmen İtaat Noksanlığı

Peygamber’e itaat, Hakk’ın emri iledir ki O, Peygamber’e itaatin kendisine itaat olduğuna hükmetmiş ve kendi sevgisine açılan yegâne yol kılmıştır. “De ki; eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V)’E İTAATTEN ALIKOYAN ENGELLER-II-



“Kim sünnetimi beğenmez (ondan yüz çevirir)se benden değildir."
(Buhârî, Nikâh 1)

İnsanları itaatten uzaklaştıran manilerden biri olarak önceki sayımızda, ‘dünya sevgisi’nden bahsetmiştik. Yazımızın bu bölümünde ise, Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz’e iman ve itaat noktasında ‘nefsin’ insan üzerindeki menfi etkisine değinmek istiyoruz.

Rasûlullah (s.a.v)’e İman ve İtaat Hususunda Nefsin Menfi Etkisi
Nefis; varlığı âyet ve hadislerle sabit olup, insanın niyet ve ameline etki eden bir kuvvettir. Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Azîmuşşân’da; “Nefse ve ona bir takım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene andolsun ki…” (eş-Şems, 91/7-8) buyurarak nefse yemin etmiştir.

İnsan, nefsini tezkiye ettiği takdirde Cenâb-ı Hakk’ın rızasına nail olacağı gibi, başıboş bırakıp her arzu ve isteğini yerine getirmesi durumunda ise esfel-i safilin derekesine düşer. Zira nefis, sürekli olarak çirkin işleri emreder bir hâl üzere yaratılmıştır. Onun her bir isteğini yerine getirmekte Hakk’ın rızasından uzaklaşma ve O’na muhalefet vardır. Kur’ân-ı Kerim’de nefsin bu durumu şöyle ifade edilmektedir. “Muhakkak ki Rabb’imin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder.” (Yûsuf, 12/53)

PEYGAMBERİMİZ’İ TANIMA VE O’NA İTTİBA -IV-

Sevgi, iman, itaat…

İmanın hakikatine ermek için Rasûlullah (s.a.v.)’i tanıma ve anlama noktasında gerekli olan bilgi, sevgi, iman ve itaat hususlarını ve bunlardaki noksanlıklarımızı Kur’an, Sünnet ve Sahâbe anlayışı çerçevesinde işlemeye çalıştık. Makalemizin bu bölümünde, O’na iman ve itaatle kazanılan nimetler ile O’ndan uzaklaşılınca içine düşülen dalalet çıkmazına değinmeye çalışacağız.

Efendimiz (s.a.v.)’e iman ve itaatle kavuşulan nimetler…
Peygamberimiz’in risaletinden önce ‘Cahiliye’ diye isimlendirilen dönemde insanlar, zulüm ve azgınlıkta son derece ileri gitmiş idiler. O dönemde zina, hırsızlık, zulüm, çapulculuk vs. her nevi kötülük had safhaya ulaşmıştı. Rasûlullah (s.a.v.)’in Peygamber olarak gönderilmesiyle birlikte, kötülüğün her çeşidinin özgürce işlendiği, tevhid inancının kaybolduğu Cahiliye Devri çok kısa bir zamanda Asr-ı Saadet’e, o devrin insanları da hidâyet rehberi kişilere dönüşmüştür.

PEYGAMBERİMİZ’İ TANIMA VE O’NA İTTİBA -III-

Sevgi, iman, itaat…

Peygamberimiz (s.a.v.)’e, Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği ve razı olduğu hal üzere iman etmenin gerekleri ve emareleri olan “O’nu tanımak ve sevmek” hususlarında ümmet olarak eksikliklerimize geçmiş makalelerimizde değinmiştik. Bu makalemizde ise diğer bir emare olan “Peygamber Efendimiz’e itaat” noktasındaki noksanlığa değinmeye çalışacağız.

3- Peygamberimiz’e İtaatteki Noksanlık:

Bugün Mü’min olarak yaşadığımız itaat hayatıyla, Kur’ân’ın ve hadislerin bildirmiş olduğu Peygamber’e itaatteki vasıfların birbiriyle örtüşmemesi, bu husustaki noksanlığımızı açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Peygamber Efendimiz’in dinin bir unsuru olarak bilinip tanınması gerektiğini daha önce ifade etmiştik. Hâl böyle olunca, O’na itaatin vasfını ortaya koymak hususunda ilk müracaat etmemiz gereken yer yine, dinin ana kaynağı olan Kur’ân’ın kendisi olmalıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bütün insanlığı kendisine itaate, Kur’ân âyetleriyle davet etmiştir. O’na olan itaatimiz bu âyetlerin gösterdiği istikamet üzere olmalıdır.

PEYGAMBERİMİZ’İ TANIMA VE O’NA İTTİBA -II- SEVGİ, İMAN, İTAAT

İmanın bir rüknü olan Peygamberimiz’e iman hususunda O’nu Kur’ân’ın tanıttığı gibi, dinin bir unsuru olarak tanımadaki bilgi eksikliğine geçen makalemizde değinmiştik. Bu makalemizde ise sevgi noksanlığına değinmeye çalışacağız.

2- Peygamberimiz’i tanımada sevgi noksanlığı:

Bugün Peygamber (s.a.v.) ile biz ümmetinin arasındaki bağın kopuk olmasının bir diğer sebebi de sevgi noksanlığıdır. Peygamber Efendimiz’e karşı olması gereken sevginin vasfını ortaya koyarken O’na olan imanı göz önünde bulundurmak gerekir ki, bu noktada müracaat etmemiz gereken merci ilk olarak Allah’ın kelamı Kur’ân-ı Kerim, sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadîs-i şerifleri ve O’nun gökteki yıldızlara teşbih ettiği sahâbesidir.

Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Sevgisi

Kur’ân-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz’e sevgi, itaat olarak açıklanmıştır. Bu hususta örnek teşkil edecek çok sayıda âyet-i kerime mevcuttur. Konumuza ışık tutması açısından biz bunlardan sadece birkaç tanesini zikredeceğiz.

PEYGAMBERİMİZ’İ TANIMA VE O’NA İTTİBA -I-

Sözlük anlamı olarak iman; kesin olarak inanmak, herhangi bir şeyi kabul edip onaylamak, tasdik etmektir. Terim olarak ise; Allah (c.c.) ve Rasûlü’nün koymuş olduğu hükümlerin kalp ile tasdik edilmesi ve dil ile ikrar edilmesidir.(1)

İmanın altı şartı vardır. Bunlar; Allah’tan başka ilah olmadığına, O'nun bir olup şeriki (ortağı) bulunmadığına, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, âhiret gününe, kaza ve kadere kesin olarak inanmaktır.(2)

Görüldüğü üzere imanın altı esasından biri de peygamberlere imandır. Cenâb-ı Hakk, insanlara zatını tanıtıp onları razı olduğu istikamet yoluna hidayet etmek üzere peygamberler göndermiştir. Diğer iman esaslarının tam olarak anlaşılabilmesi, ancak hak ile gönderilen bu peygamberlerin doğru bir şekilde tanınıp bilinmesi ile mümkündür.

Peygamber ve peygamberlik, dinin bir unsurudur. Zira bir kimseyi peygamber kılan husus, Allah’tan almış olduğu vahiy ile ortaya konan dini ve o dinin hükümlerini diğer insanlara tebliğ etmektir.

“Ölçümüz Kur’ân ve Sünnettir.”

“Ölçümüz Kur’ân ve Sünnettir.”

-Tüm dünyada müslümanların yaşadığı coğrafyalarda acı, sıkıntı, kan ve zulüm var. Tüm dünyada müslümanların bu gariban hâllerini (tabiri caizse) değerlendirir misiniz? Yani ne oluyor, nereye gidiyor, bundan kurtuluş çareleri nelerdir?

- Buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ediyorum. Allah razı olsun sizden.
Dünya coğrafyasındaki bazı beldelerde, müslümanlar uyanınca, yani kendi benliklerine dönünce, müstekbirler tarafından bu, kabul edilemez bir hâle geldi. Afganistan’ı ele alalım. Hep birleştiler ve Rusya’yı ülkelerinden çıkardılar. Sonra içlerine benlik fitneleri girdi. Dolayısıyla kardeş kardeşi vurdu. Çeçenistan’da Ruslar, Çeçenlerin İslâm’ı yaşamalarını hazmedemiyorlar. Onlar hürriyetlerini ilân etmek istediler, bunun üzerine Ruslar acımasızca o kardeşlerimizin üstüne gitti.

Onlar da yiğitçe dinlerini yaşamak için, tek ferdimiz kalıncaya kadar bu davadan vazgeçmeyiz diye direniyorlar. Allah’a sonsuz hamd olsun, büyük başarılar gösteriyorlar. İnşaallah Cenâb-ı Allah, Rusları lime lime edecek ve Çeçen kardeşlerimiz muzafferiyete ulaşacaklar. Yine Saraybosna’da da toplu soykırım yapıldı.

TARÎKATLAR VE MEZHEPLER

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında tarîkat ve mezhep var mıydı?' diye çokça sorulmaktadır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz zamanında Cenâb-ı Hakk'ın emirleri Peygamberimiz (a.s.) ve O'nun sahâbîlerinin nefislerinde tatbik edilip yaşanıyordu. Ashâb-ı Kiram, ilâhî mesaj olarak gelen âyetleri onar onar ezberleyip nefislerinde uyguluyorlardı. Böylece onlar hem öğreniyor, hem de Kur'ân-ı Kerîm âyetleriyle amel ediyorlardı.

Bir gün sahabeden üç kişi Hz. Rasûlullah (s.a.v.)'in evine gelerek, Hz. Âişe annemize sordular:

"Biz Rasûlullah (s.a.v.)'in bütün hallerine vakıf olamıyoruz. Bize evdeki hallerinden bahseder misin?"

Bunun üzerine Hz. Âişe (r.anhâ) şöyle dedi:
"Siz Kur'ân-ı Kerîm'i okumuyor musunuz? O'nun bütün hali Kur'ân-ı Kerîm'dir, bilmiyor musunuz?"

ALLAH'I VE RESUL-İ EDİBİNİ SEVMEK

Dinin özü, sağlam ve doğru îman; îmanın özü de, hubb-i Rahman'dır; yani ekrem-ül-ekremin ve erham-ür-râhimîn olan yüce Allah'ı sevmek...


O halde bizim asıl işimiz, cok latîf, çok zarif, çok nazik, çok tatlı bir duygu olan SEVMEK'tir; diğer fikir ve duygular, ibadet ve taatler, hayrat ve hasenatlar onun ardından gelirler.


Allah taalayı sevmek, o kadar zor, o kadar ulaşılmayacak ve başarılmayacak bir iş de değildir: çünkü kulun, kendisini kimin yarâtıp, büyüttüğünü; bu mükemmel vücudu, aklı, fikri, faydalanmakta olduğu türlü nimetleri... kendisine kimin verdiğini; kâinatın şu harika nizamının, yerleri, gökleri, fezaları, yıldızları, fizik, kimya, biyoloji ve tabiat kanunlarını kimin kurduğunu... düşündüğü takdirde şükran, hayret ve hayranlık duygularına gark olmaması mümkün değil.