Kuran'a uymak
Hayâtın Mertebe Mertebe Yükselişi
Hayat, dönüşü olmayan bir yolculuk, akıp giden bir sudur. Kundakla kefen, beşikle mezar arasına gerilmiş bir yaydır.
Hayâta irâdemiz dışında geliyoruz, yolculuğa mecbûren başlıyoruz. Bize, “hayâta gelmek, hayat sürmek veyâ hayatta sürünmek istiyor musun” diye soran olmadı. Kendimizi beşikler içinde, kundaklara sarılmış bulduk. İşte bu noktadan itibaren mezarlara, sonsuzluklara doğru yolculuğumuz başlamış oldu. Bu yolculuğa hayat diyoruz.
Bu dünyâya kendi irâdemizle gelmiş olsaydık, geliş maksadımızı bir birimize sormamız gerekirdi. Böyle bir durum söz konusu olmadığına göre, bil-mecbûriye, yaratıcı Yüce Kudrete sormak durumundayız: “Bizim bu dünyâya gönderiliş maksadımız nedir?”
Cevap şu: “Li ya’ büdûn - Bana kulluk.”
Elbette bilme, bulma, hayran kalma safhaları da var işin berisinde.
Kur’ân’a Karşı Mes’ûliyetimiz
İlâhî merhamete nâiliyet için Kur’ân’a edeple yaklaşmak, onu huşû ile dinlemek ve titizlikle yaşamak gerekmektedir. Ona dokunurken bedenî temizlik kadar kalbî temizlik de zarûrîdir.
***
Kur’ân-ı Kerîm’den lâyıkıyla feyizyâb olabilmek için, onun kapağı, hürmet, tâzim ve edep ile açılmalı, onu insanlara Rahmân’ın öğrettiği şuuruyla okunmalıdır. Zîrâ âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Rahmân, Kur’ân’ı öğretti.” (er-Rahmân, 1-2)
“Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (el-A’râf, 204)
***
Kur’ân, ilâhî bir anahtardır ki, açamayacağı kapı yoktur.
***
Saâdetli bir ölüm, Kur’ân nurları ve îman feyizleri ile yaşanılan bir hayâtın mükâfâtıdır.
KUR'AN
1. Kur’ân-ı Kerîm Allah’ın (cellecelâluhu) kelâmıdır, kadîmdir; kul sözü değildir.
2. Bilgi, kültür, inanç olarak doğru ve yanlış olanlar onda gösterilmiştir. Doğru ve sahih olanlarla yanlış olanları Kur’ân ölçüsüyle anlarız.
3. Aksiyonla yâni yapılan şeylerle ilgili iyi ve kötü işleri Kur’ândan anlarız.
4. Güzelin ve çirkinin ölçüsü de Kur’ândadır.
5. Kur’ân bizim düstûrumuzdur.
6. Yapacağımız şeylerin icâzetini Kur’ândan alırız.
7. Kur’ân Yüce Yaratan ile aramızda bir bağdır. Onu okuyarak, ona uyarak, onun hüküm ve ilkelerini hayata uygulayarak Allah’a (cellecelâluhu) mânen yaklaşmış ve rızâsını kazanmış oluruz.
8. Kur’ân, kendisine uyduğumuz takdirde bizi edebî mutluluğa eriştirir.
9. Dünya üzerinde haysiyetli bir hayat sürmemiz Kur’âna uymakla olur.
10. İlim ve icâzet bakımından ehil değilsek, kendimiz doğrudan doğruya Kur’ân-ı Kerîm’in yorumunu/tefsirini yapamayız, ondan kendi kafamıza göre hüküm ve mâna çıkartamayız. Bu işi “ilimde râsih olanlara” yâni gerçek müfessirlere bırakırız.
11. Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmı Kur’ânın birinci müfessiri ve onun Sünnetini Kur’ânı açıklayan ikinci ana kaynak olarak kabul ederiz. .
Tasavvuf İslamı Fıkh İslamı
İslâm'ın, insanların telakki tarzlarına bağlı olarak farklı şekillerde tezahür ettiğini ve bu farklı görünümlerin hepsinin de İslâm'dan onay aldığını söyleyebilmek için islamî disiplinlerden referans aramak, ya bilgisizlikten ya da kötü niyetten kaynaklanan bir tarz-ı harekettir!
Her ne kadar tarihsel ve aktüel vakıalara bakarak bu tarz-ı harekete dayanak arama ameliyesini meşru gösterme eğilimleri var ise de, bizzat İslâm'ın sabitelerinin buna ne kadar müsamaha ettiğini irdelemekle bu meselenin can alıcı noktası gündeme getirilmiş olacaktır.
Her şeyden önce şunu belirtelim ki, İslâm'ın Tasavvuf penceresinden farklı, Fıkıh penceresinden farklı göründüğü tezinin makbul addedilebilmesinin önündeki en büyük engel, bizzat bu ekollerin tarihe mal olmuş simalarının ve önde gelen temsilcilerinin duruşlarıdır.
O büyük şahsiyetlerin hepsi, Kur'an ve Sünnet'in emirleri/yasakları hayata geçirilmeden Mü'min olunamayacağı noktasının altını çizmekte müttefiktirler.
Her hangi bir Sufî "Tabakât" kitabının taranmasıyla bu söylediğimiz hususun gerçeğe ne ölçüde tekabül ettiği anlaşılabilir.
Burada özellikle Tasavvuf büyüklerinin bu konudaki sözlerinin hatırlanmasında büyük fayda mülahaza ediyoruz.
Ehl-i Sünnet’in “Ortaya Çıkışı” ve karakter özellikleri
“Fırkalar içinde bir fırka”dan mı, yoksa müsemmanın isimden önce var olması durumundan mı bahsetmemiz gerektiği sorusunu cevaplamadan Ehl-i Sünnet üzerine yapılacak tahlil ve değerlendirmeler hep önemli bir eksiklik ile malul bulunacaktır.
Ehl-i Sünnet’in “fırkalar içinde bir fırka” olduğunu söylemek, ancak tarihî durumu önyargılı okumakla mümkündür. Söz gelimi şu doğrultudaki tesbitler böyle bir okumanın ürünüdür: Önce Şia ve Haricîlik tarih sahnesine çıktı; bunları Cebriye, Mu’tezile… izledi. Bunların sebebiyet verdiği kargaşa ortamı içinde toplumun birlik-bütünlüğünü sağlama temel gayesiyle hareket eden bir başka akım daha zuhur etti ki, kendisine Ehl-i Sünnet diyen bu grubun temel karakteri “mevcudu meşrulaştırma” anlayışıydı…
Bu tür bir okuma biçiminin “önyargılı” olarak tavsifi şuraya dayanmaktadır: Eğer bu fırkaların oluşum ve gelişim dönemlerinde Ümmet bu fırkalardan ibaret idiyse –ki Ehl-i Sünnet’in sonradan ortaya çıkmış “tepkisel” bir fırka olduğu tezi bu tesbite dayanmaktadır–, bu fırkalardan hangisinin söylemleri Hz. Peygamber (s.a.v)’in Sahabe’ye aktardığı İslam olarak değerlendirilmelidir? sorusunun ikna edici ve sahici bir cevabı yoktur!
Kurtuluş Sünnettedir
Müslüman kendini her fırsatta hesaba çeker. Ben iyi bir insan, kâmil bir müslüman mıyım diye düşünür. Kusurlarını tesbit etmeye, onları bir daha yapmamaya çalışır. Bedenin gıdası olduğu gibi ruhun da bir gıdası olduğunu, gıdasını almayan ruhun sahibini menzile götüremeyeceğini bilir. Kendine Allah'ın kitabını, Resûlullah'ın sünnetini ve İslâm büyüklerinin söz ve davranışlarını rehber edinir. Hemen her devirde görüldüğü üzere her şeyi Kur'an'da arayan, böylece müslümanları şaşırtmaya, kafalarını karıştırmaya çalışan kimselerden uzak durur.
Abdullah İbni Ömer hazretleri seferî iken Resûlullah'ın sünnetine uyarak dört rekâtlı farz namazları iki rekât kılmıştı. Emevîlerin Horasan vâlisi Ümeyye İbni Abdullah ona itiraz etti. Beş vakit namaz ile korku namazı Kur'an'da var; ama sefer namazı Kur'an'da yok dedi. İbni Ömer hazretleri ona şunları söyledi: "Bak yiğenim! Biz doğru yolu yitirmiş ve hiçbir şeyden haberi olmayan kimseler iken Allah Teâlâ bize Muhammed sallallahu aleyhi vesellem'i peygamber gönderdi; bize her şeyi o öğretti. Dört rekâtlı farz namazları seferde ikişer rek'at kılmamız gerektiğini yine ondan öğrendik. Biz onda ne görmüşsek aynen uygularız" (Nesâî, Salât 3, Taksîru's-salât 1).
Hadis Okumalıyız
Peygamber aliyhesselam'ın bize en güzel örnek olduğunu bildiren ayet-i kerîme, onu kendimize model almamızı tavsiye etmektedir. Resul-i Ekrem efendimiz evinde nasıl yaşardı? Sokağa nasıl çıkardı? Yolda nasıl yürürdü? Gördüğü insanlara nasıl davranırdı? Mescide vardığı zaman ne yapar, nasıl ibadet ederdi? İslamiyet'i öğretme metodu neydi? Henüz müslüman olmayanlara karşı tutumu ve onlara İslam'ı tebliğ şekli nasıldı? İnsanlar bir yana, hayvanlara, hatta eşyaya karşı nasıl bir tavır takınırdı? Bütün bunları ve daha başka hususları öğrenmemiz. İslamiyet'i doğru şekilde yaşayabilmemiz Allah'ın Resulü'nü tanımamıza, Allah'ın Resulü'nü tanımamız da Hadislerdeki İslam'ı öğrenmemize bağlıdır.
Hadisleri okuyup öğrendikçe, mükemmele doğru giden yolda mesafeler almaya başlarız. Doğruyu yanlışı tanırız. Davranış bozukluğumuzu farkeder, kusurlarımızı kolayca yakalarız. İşte o zaman kendimizi hesaba çeker, hatalı davranışlardan uzak durmaya çalışırız.
Kur'an'ı Anlamada Sünnetin Yeri
Kur'ân; okunmak, anlaşılmak ve ahkamı uygulanıp yaşanmak üzere insanlığa Hz Peygamber(as) vâsıtasıyla sunulmuş kelâm-ı ilâhîdir. Peygamberlik müessesesi, ilâhî emâneti, tam bir fetânet ve zekâ ile nefsin tutkularına kapılıp eğriliğe düşmeden (ismet), artırma ve eksiltme yapmadan doğruca (sıdk) tebliğ etmeyi gerekli kılar. Hz Peygamber için en büyük emânet, onun kıyâmete kadar devâm edecek olan mûcizesi Kur'ân'dır.
Kur'ân, kendisiyle ilgili olarak nübüvvet pınarının ser-çeşmesi Allah Rasûlü'nden üç önemli görev istemektedir: Tebliğ, tebyin ve tatbik.
"Kur'an Okusunlar Kur'an Onları Düzeltir"
Beyhaki'nin Kitabü-z-Zühd de Enes (r.a)dan rivayet ettiği hadisi şerifde sevgili Peygamberimiz "En amansız düşmanın iki yanıyın arasındaki nefsinde" buyuruyor.
Nefsin en zehirli silahı da kendini beğenme ve kibirlenme silahıdır. Benlik, Firavunun önce ayaklarını yerden kesiyor sonra denizin derinliklerinde boğuyor.
Günümüzde "Bize Kur'an yeter" diyenler iki tarafı keskin bıçakla İslâm'a saldırıyorlar. Bu söz yeni değil. Hz. Ali'nin karşısına dikilen Hariciler de aynı sözü söylemişlerdi. Hz. Ali onlara; "Batıl kasdedilen hak sözü söylüyorsunuz" demişti. Hz. Ali'nin bu sözünün türkçeleşmiş şekli "içim hile dışım şer'i"dir. Kur'an İslâm'ından bahsedenlerin ifadesi böyledir.
Kur'an İslâm'ı ifadesini yabana atamayız hatta aynen kullanırız. Çünkü Kur'an'a göre hareket edecek olursak Kur'an'da sevgili Peygamberimize itaat emrediliyor. Sevgili Peygamberimizin ahlakının en mükemmel ahlak olduğu Kuran ile ifade ediliyor.
Eğer Kur'an'ı Anlayarak Okuyabilseydik...
Mahmut Toptaş İle Kur'an ve Tefekkür Üzerine...
Altınoluk: Hocam Kur'an'ın indiriliş gayesini açıklar mısınız?
Mahmut Toptaş: İndiren ben değilim. İndiren Allah (c.c) olduğu için indiriliş gayesini de O kendisi Kur'anı Kerim'inde bildirmiştir. Ben Kur'an'dan bazı nakiller vereyim.
Kur'an, insanları küfrün karanlıklarından imanın aydınlığına çıkarmak için (İbrahim 1), insanlık ailesinin adalet içinde yaşaması için (Hadid 25), Allah'ın gösterdiği doğrultuda hükmetmek için (Nisa 105), daha önce indirilen kitaplardakileri doğrulamak için (Maide 48), insanları en doğru yola iletmek için (İsra 9), bizim zikrimiz, şanımız, şerefimiz olması için (Zuhruf 44) indirilmiştir.
Altınoluk: Kur'an bütün insanlar için inmiştir. Herkes Kur'an'ı anlayabilir mi?
Mahmut Toptaş: Kur'an, Allah'dan gelen bir kitaptır. Bir feylesofun kitabıyla, bir şairin kitabıyla, bir hukukçunun kitabıyla kıyas yaparak akıl yürütmeyelim.
Prof. Dr. Nurettin İtr ile Sünnet Üzerine Bir Konuşma
F.Emin: Bîze müslümanın hayatında sünnetin önemini belirtir misiniz?
İTR: Bismillahirrahmanirrahim. Sünnet konusu önemli, önemli olduğu kadar da gereklidir. İnsan hayatı taklid ile, gördüğünü uygulama ile özetlenebilir. İnsanın hayatında uygulaması gerekli olanların şekil itibari ile tanımını biz İslam dininde "Sünnet" kavramı içinde bulmaktayız. İyi ile doğruyu kötü ile yanlışı İslam'ın ilk asli kaynağı Kur'an'da bulduğumuz gibi iyinin oluşumu kötünün kaçınılması gerekli yönleri sünnetin temel yapısı içindedir. Kur'an-ı Kerim'in, İslamın ana temel kaynağı oluşu şüphesiz ki hadisin ve sünnetin önemini eksiltmez. İslamın anlaşılmasında Kur'an ile Hadisleri birbirinden ayırt edemeyiz. Bu, temel konu olan akideden İslamın ibadetine ahlaki yapısına müminin günlük yaşayışına kadar hep böyledir.
Müslüman Kimliğinin İki Temeli
Bildirildiğine göre Peygamber Sallallahu aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Size, sıkı sarıldığınız sürece sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: Allah'ın kitabı ve Resûlünün sünneti."(1)
Veda Haccı ile ilgili rivayetler arasında yer alan hadisimiz, efendimizin son tavsiyeleri cümlesinden olma özelliğine sahiptir. Muvatta'daki rivayette açıkça görüldüğü gibi 'vefatından sonraki günlere yöneliktir. Bu sebeple önemle üzerinde durulması gerekmektedir.
BİLİNDİĞİ gibi "mükemmel" ve son din olarak gönderilen İslâm'ın iki ana temeli kitap (Kur'an) ve Hz.Peygamberin hayatı ve irşadı demek olan sünnettir. Bu iki asl'a ya doğrudan ya da dolayısıyla dayanmayan, bunlardan kaynaklanmayan hiç bir görüş ve uygulama İslâmî bir nitelik taşımaz.
Allah'ı Sevmede Peygambere İtaatin Yeri
İnsanoğlunda çok çeşitli duygular vardır. Bunların en soylusu ve üstünü "sevgi duygusu"dur. Gerçekten, sevmek ve sevebilmek çok zordur. Bundan daha zor olanı ise sevilmektir. İnsan, sevmekten çok sevilmeye muhtaçtır. En üstün sevgi seviyesinde şunu diyebiliriz: Kulun Allah tarafından sevilmesi her çeşit sevginin üstündedir. Bu ise, iyi bir kul olmakla mümkündür. Bundan sonra kulun Allah'ı sevmesi gelir.
ALLAH'ın kulunu sevmesinin bir takım belirtileri olduğu gibi, kulun Allah'ı sevmesinin de belirtileri vardır. Allah'a inandığını söyleyenlerin en kolay iddialarından biri de, Allah'ı sevdikleri yönündeki sözleridir. Ancak bunun bir takım belirtilerle ispatının gerektiği Kur'an ve Sünnetin öğrettiği gerçeklerdendir. Sevdiğini iddia eden her insanın, sevdiğine karşı bir davranış biçiminin olacağı bilinen bir hakikattir.
YARATILIŞ itibariyle üstün olan, hakikat bilgisinde, güzel ahlak ve kemalde ilerlemeyi arzu edip, bayağılıklardan uzak duran nefisler, Allah sevgisini gaye edinen kişilerde bulunur. Böyle kimseler, melek tabiatlı insanlar olarak nitelendirilebilir. Kur'an-ı Kerim, böylelerini şöyle tanıtmaktadır: "Rabbimiz Allah'tır deyip, dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner, onlara: Korkmayın, mahzun olmayın, size vaad olunan cennetle sevinin.
SÜNNETE TABİYET; VAHYE TABİYETTİR
Sünnetin kaynak değeri nedir? Sünnetin İslam’daki önemini açıklar mısınız?
(Hakan Çalışkan)
İslam hukukunda sünnet, ikinci kaynaktır ve teşride Kuran-ı Kerim’den sonra gelmektedir. Sünnet hükümleri açıklama bakımından Kuran’ın tamamlayıcısı ve yardımcısıdır. Aynı zamanda sünnet Kuran’da bulunmayan hükümleri de koyabilir. Sünnetin teşrideki yerini maddeler halinde özetleyebiliriz.
1- Sünnet; Kuran’ın mübhem ve mücmellerini açıklar. Umumi hükümlerini tahsih eder. Fakihlerin çoğunluğuna göre nasih ve mensuhu bildirir.
2- Sünnet; Kuran’da asılları sabit olan konuların hükümlerini tamamlayıcı mahiyette açıklamalarda bulunur.
3- Sünnet; Kuran’da olmayan bir kısım hükümleri açıklar.
HZ. PEYGAMBER VE O’NA İTTİBA-2
1. Peygamberlere İtaat Gereklidir.
Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden biri de Onların ümmetlerine güzel birer örnek olmalarıdır. Hz. Peygamber (s.a.v)'i örnek edinmek, her şeyden önce Allah'ın emridir. Zira, Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayette Hz. Peygamber'e itaat etmek, Allah'a itaat etmekle denk tutulmuştur. Yüce Allah, Nisa suresinde şöyle buyuruyor: "Rasule itaat eden Allah 'a itaat etmiş olur."(8)
Bu ayette, Allah'ın elçisine itaat edenin Allah'a itaat etmiş olacağı belirtilmektedir. Diğer bir ayette de Allah'ın sevgisine ve mağfiretine nail olabilmek için, Hz. Peygamber (s.a.v)'e tabi olmak emredilmektedir:
"De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(9)
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi Allah'ın rızası ve sevgisi Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetine uymakla elde edilebilir. Bir mü'minin en büyük ideali, kendisini Allah'a sevdirmektir. Yani O'nun rızasını kazanmak, gazabından korunmaktır.