imam azam
Amelde hak mezhepler ve İmamları...
Ameli mezheplerin itikadi mezheplerden farkı, itikadi mezhepler adından da anlaşıldığı üzere inançlar ile ilgili meseleleri içermesi ve kişinin temiz ve halelsiz bir imana sahip olmasını sağlamışlardır. Ameli mezheplerse ibadet ve toplumsal hareketlerle birlikte hukukta belirleyici unsurdur.
Peygamber Efendimizin irtihali ile birlikte vahiy kesilmiş ve akabinde Kur'an–ı Kerim Hazreti Ebu Bekir'in kısa halifeliği döneminde toparlanarak, düzenleniyor. Hazreti Ömer döneminde ise Mushaf adını alarak kitap halini getiriliyor. Ashab–ı Kiram açıklama gerektiren hususları açıklıyor, insanlara ışık saçmaya devam ettiler.
Bugün mezhepleri inkâr ederek, sünneti reddeden, hadisleri kabul etmeyenlerin amacı ne olabilir? Şunu unutmamak gerekir ki; sünnetin ravileri aynı zamanda da Kur'an'ın da ravileridir. Bu gün sünnet dil uzatan zındıklar yarında dillerini Kur'an'a uzatacaktır. Peygamber efendimizden sonra, peygamber tarafından getirilmiş olan haberler hakkında fikir yürütmeyen ve yorum yapmadan halisane inanan ve peygamber sünneti ile amel eden büyük bir Müslüman topluluk vardı.
Îmâm-ı A'zâm Ebû hanîfe
Tâbiînden. İslâm âleminde Eshâb-ı kirâmdan sonra yetişen evliyânın ve âlimlerin en büyüklerinden. Ehl-i sünnetin reisi ve Hanefî mezhebinin kurucusudur. İsmi, Nûmân bin Sâbit bin Zûtâ'dır. Ebû Hanîfe künyesiyle ve İmâm-ı A'zam lakabıyla meşhûr olmuştur. Kûfe'de doğduğu için Kûfî nisbesiyle bilinir. 699 (H.80) senesinde Kûfe'de doğdu, 767 (H.150) senesinde Bağdât'ta vefât etti. KabriBağdât'ta olup, ziyâret yeridir.
Aslen İran'ın ileri gelenlerinden bir zâtın neslinden olan İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'nin dedesi Zûtâ müslüman olup, hazret-i Ali'ye ikrâmlarda bulundu. Onun sohbetinde bulundu. Babası Sâbit de hazret-iAli ile görüşüp sohbetinde bulundu.Hazret-i Ali Sâbit'e ve onun neslinden gelecek kimselere hayır duâda bulundu.
Asîl, ilim sâhibi, sâlih ve kıymetli bir zâtın oğlu olan İmâm-ı A'zam'ın çocukluğu doğum yeri olan Kûfe'de geçti. Âilesinden üstün bir terbiye alarak küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Arab lisanının sarf, nahiv, şiir ve edebiyâtını öğrenmeye başladı. Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ebî Evfâ, Vâsıle bin Eskâ, Sehl bin Sâide ve Ebü't-Tufeyl Âmir bin Vâsile'yi (radıyallahü anhüm) görerek onların sohbetlerinde bulundu. Bu zâtlardan hadîs-i şerîf dinledi.
İmâm-ı azam ve fıkıh ilmi
Dinin hükümlerini bildiren ilme "Fıkıh ilmi" adı verilir. Fıkıh ilmi, insanların yapması ve yapmaması lâzım olan işleri bildirir. Fıkıh ilmi çok kıymetli bir ilimdir. Fıkıh bilgisi okumak, geceleri nâfile namaz kılmaktan daha sevaptır. Şu hadîs-i şerîfler, fıkıh ilminin şerefini göstermeğe kâfîdir:
“Herşeyin dayandığı bir direk vardır. Dînin temel direği, fıkıh bilgisidir.”
“İbâdetlerin efdali, en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir.”
Ehli sünnet inancına göre, her Müslümanın dört mezhepten birinin fıkıh hükümlerini öğrenip buna göre amel etmesi şarttır. Bir Müslümanın bir mezhebe uyması demek, o kişinin, "Benim, dinimin emir ve yasaklarını dinin dört kaynağından çıkartmam mümkün değildir. (Meselâ, Hanefî mezhebinde olan bir kimse) Bunun için ben İmâm-ı azam hazretlerinin ilminin üstünlüğüne inanıyorum. O'nun bildirdiği bütün hükümlerin, Kur'ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun olduğuna itimat ediyorum. Bunun için de İmâm-ı azam hazretlerini kendime rehber ediniyorum, dinde ne bildirdiyse doğru kabûl ediyorum." demesidir.
Ehli sünnet yolunun esasları
Ehli sünnet vel cemaat yolu; Peygamber efendimiz ve onun Eshabının yolu. İslamda, Cennete götüren orta yol, ana cadde. Bunun dışındakiler, ana caddeden ayrılmış çıkmaz sokak. Bu yolun reisi, kurucusu İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleridir. İslâm âleminde Eshâb-ı kiramdan sonra yetişen büyük âlimlerin en başta gelenlerinden.
Hicri ikinci asrın ortalarına doğru, Dehriyyun denilen dinsizler ve Mutezile, Cebriye, Harici, Şia gibi İslamın ana caddesinden ayrılmış akımlar, bozuk düşünceleri ile İslama büyük zararlar vermeye başlayınca, İmam-ı a’zam hazretleri Ehli sünnetin esaslarını toparlayıp ortaya koydu. Bu büyük imamın yaptığı yeni dini kurallar koymak değil, zaten mevcut olan bu esasları sistemleştirmek, yeni usuller, kaideler koyarak diğer akımlardan ayırmak. Ehli sünnet yolunu daha kolay, daha anlaşılır hale getirmek. Böylece, Müslümanların Peygamberimiz ve Eshabının yolundan ayrılmalarına mani olmak.
Büyük İmam Ebu Hanife Hazretlerinin Menkıbelerinden
Mal Sevgisi kalbi Kaplamamalı
Büyük fıkıh (hukuk) bilgini, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe´nin (VIII. yüzyıl) ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu malumdur. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi:
- Ya imam, gemin battı!... (İmamın ticari mal taşıyan gemileri mevcut)
İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra
- Elhamdülillah dedi.
- Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi:
- Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş.
İmam bu yeni habere de:
- Elhamdülillah, diyerek mukabele etti. Haber getiren kişi hayrete düştü:
- Ya imam, gemin battı diye haber getirdik "Elhamdülillah" dedin. Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine "Elhamdülillah" dedin. Bu nasıl hamdetme böyle?
İmam-ı Azam'ın Talebesi Yusuf B.Halit Es- Semti'ye Vasiyeti
İmam-ı Azam Ebû Hanîfe?nin yanında ilim tahsilini tamamlayan Yusuf bin Halit es-Semtî[2], memleketi Basra?ya dönmek için hocasından izin ister. İmam Ebu Hanife, insanî ilişkiler, ilim erbabının mertebeleri, nefis terbiyesi, avam-havas her çeşit insanın eğitimi ve onların durumundan haberdar olmak gibi konularda gerekli nasihatlerde bulunmak üzere kendisine biraz beklemesini; bu vesileyle memleketine döndüğünde ilmine tesir kazandıracak bir araç edinebileceğini söyler ve şu sözleriyle kendisine nasihat etmeye başlar:
?Evladım! Bilesin ki, insanlarla iyi geçinemediğin takdirde, anan-baban dahi olsalar, onları kendine düşman etmiş olursun. Fakat insanlarla iyi geçinebilirsen, yakının olmasalar bile onları kendine bir anne ve bir baba gibi yakınlaştırabilirsin.?
Yusuf bin Halit es-Semtî devamla o gün hocasının kendisine şunları söylediğini nakleder:
?Biraz bekle de zihnimi toparlayıp sana özel bir vakit ayırayım. Sana takdir edeceğin bazı şeyler öğreteyim. Tevfik Allah?tandır.?
EBU HANİFE
İCTİHADI ŞEHADETLE TAÇLANDIRAN MÜCTEHİT: EBU HANİFE
Adı, Numan… Sabit b. Zûta'nın oğlu...[1] Asıl itibariyle “Numan”, vücuda hayat veren kan demek. Bu yüzdendir ki, bazıları onu “ruh” diye de anlamlandırmaktadır. İmam-ı Azam’ın (r.a.) “Numan” adını almasına daha sonra üstleneceği vazife itibariyle bakıldığında görülmektedir ki O, fıkhın büyük üstadı olması hasebiyle vücuttaki kan gibidir. “Numan”ın “Nimet” kelimesinden türediği kabul edilirse bu takdirde anlam, “Allah Teala’nın kullarına nimeti” demek olur.[2] Çözüme kavuşturduğu meseleler noktasından bakıldığında, Onun ümmet için ne derece büyük bir nimet olduğu ortadadır.
Künyesi
Künyesi, Ebu Hanîfe’dir. Künye, “Hak dine meyleden kişi” anlamına gelen “Hanîf” kelimesinin müennes formudur. “Hanife” adında bir kızının olduğu, bu yüzden “Hanife’nin babası” anlamında Ebu Hanife diye anıldığı söylense de Onun Hammad’tan başka çocuğunun olmadığı kesindir. Bu yüzden künyenin birinci seçenekle irtibatlı olması güçlü bir ihtimaldir.
Nisbesi
Nisbesi hakkında farklı rivayetler vardır. Kumaş satmasından dolayı kendisine; ipek kumaş satan kişi anlamında “Hazzaz”[3] dendiği gibi, doğup büyüdüğü şehir olan Kûfe’ye nisbetle “Kûfi” de denmektedir. Dedesi Zûta’nın Benû Teymillah b. Sa’lebe’nin mevlası olması hasebiyle “Teymî” nisbesiyle de anıldığı bilinmektedir.[4]
Ebu Hanife’nin (r.a.) asıl itibariyle nereli olduğu noktasında farklı rivayetler vardır. Kaynaklarda Kabil, Babil, Nesa, Tirmiz ve Enbar şehirlerinin adı geçmektedir.
EBU HANİFE MÜDAFAASI (MUKADDİME-6)
Modern zamanın seküler anlayışını İslami değerler zarfında sunan oryantalizmin nihai hedefi Müslümanların zihinlerinde Batılı’ların istediği anlamda bir İslam tasavvuru oluşturmaktır. İslam Coğrafyası’na Batılı kimlikleri ile küfür ihraç eden oryantalistler, Müslümanlar tarafından kabul görmeyince farklı arayışlara yönelmişler ve bu çerçevede zeki Hıristiyan öğrencileri Müslüman kimliğiyle okutup İslami ilimler alanında uzman yapmışlardır. Bu yöntem o derece etkin olmuştur ki çeşitli kürsülerde ders/vaaz veren bir çok gayr-i müslim yetişmiştir. Bunlar şüphe uyandırmamak ve görevlerini başarı ile sürdürmek için yalnız kaldıkları ortamlarda dahi yıllarca namaz kılmışlardır.
Camilerimizin mihraplarında, üniversitelerimizin kürsülerinde adı Hasan, Hüseyin diye bilinen nice Protestan, Katolik v.s. yıllarca görev yapmış ve ölünceye kadar da hep Müslüman kimlikleriyle tanınmışlardır.
Protestan bir babanın adını Mr. Nebit koyduğu bir şarkiyatçının Müslüman kimliğiyle İstanbul’da okuyup icazet alması, oryantalizmin yönteminin ne derece aldatıcı ve etkin olduğunu gözler önüne sermektedir.
İngiltere doğumlu olan Mr. Nebit, 13 yaşına kadar sıkı bir Hıristiyan eğitimi alır. Zekasının fevkalade olduğu fark edilince İslami ilimleri tahsil etmesi için 1834 yılında İstanbul’a gönderilir. İngiliz Sefiri tarafından teslim alınan Mr. Nebit, sefarette görevli Kavas (hizmetçi) Hüseyin Ağa’ya kimsesiz bir çocuk diye verilir.
BÜTÜN ZAMANLARIN MÜCTEHİDİ:EBU HANİFE
İlim, Allah Teala’dan Efendimiz’e (s.a.v.), sonra ashabına, sonra tabiuna, sonra Ebu Hanife’ye, sonra da talebelerine intikal etti. Dileyen buna razı olsun, dileyen gücensin. Hakikat değişmez.[1]
-Halef b. Eyyüb-
İlimde en büyük rütbe Allah Resulü’ne (s.a.v.) aittir. Sonra raşid halifeler, fakih/müfessir sahabiler ve müçtehit imamlar gelir. Sahabe asrını takiben gelen ulema kadrosu içerisinde en büyük rütbe ise İmam Şafii’nin (r.a.) ifadesiyle Ebu Hanife’ye (r.a.) aittir. Bu yüzdendir ki “Mebsut” gibi delil ve hüküm hazinesi bir kitabı zindanda -yanında hiç bir eser olmaksızın telif eden- Serahsi gibi bir alim mutlak müçtehit olmaktansa Ona tabi bir fakih olarak kalmayı tercih etmiştir.
Ebu Hanife’nin (r.a.) ilimdeki dirayetini, Kur’an ve Sünnet’e vukufiyetini anlayabilmek için çözüme kavuşturduğu meseleleri tanımak/mütalaa etmek gerekir. Bunun için de asgari bir ilim adamı nosyonuna sahip olmak lazımdır. Bu nosyondan mahrum olanların, Onu (r.a.), çözülmez gibi görünen sorunları halleden “Hallalu’l-Meşakil” kimliğiyle anlamaları aşırı iyimserlik olacaktır. Ebu Hanife’yi (r.a.), bu kimliğiyle en doğru İmam Malik (r.a.) ve Şafii (r.a.) gibi mutlak ya da Ebu Yusuf (r.a.) ve İmam Muhammed (r.a.) gibi müntesip müçtehit ünvanına sahip alimler anladı.
EBÛ HANÎFE MÜNAZARALARI
Tartışılan bir konuda doğruyu ortaya çıkarmak için karşılıklı konuşmaya “Münazara”, taraflardan her birine de “Münazır” denir. Hasmını susturmak için yapılan mübahaseye ise “Cedel”, taraflardan her birine de “Mücadil” adı verilir. Mücadilin amacı her nasıl olursa olsun konuştuğu kişiyi susturmaktır. Bu yüzden onun ameliyesi, bilgi edinme yollarından kabul edilmez. Fakat münazırın gayesi, sadece gerçeği ortaya çıkarmaktır. Doğru, ister kendi tarafında, isterse de tartıştığı tarafta olsun değişmez. Mutlaka doğrunun ona aidiyetini kendisi için gerekli görmez.[1]
Münazaranın sadece gerçeği ortaya çıkarma ekseninde cereyan edebilmesi için tarafların uyması gereken bir takım esaslar vardır. Bunların cümlesine “Münazara ilmi” denir.[2]
Düşünce tarihi çeşitli zamanlarda akdedilen münazara ve cedellere tanıklık etmiştir. Fakat insandaki “Ben” faktörünü tatmin ettiğinden “Cedel” sürekli önde olmuştur. İslam tarihinde ise, önde olan münazaradır. Allah Teala’nın muradını anlayabilmek için oturumlar tertip eden selef-i salihin o derece hasbi davranmıştır ki nefislerine pay vermemek için doğrunun muhataplarının tarafında olmasını istemiştir.[3]
EBÛ HANÎFE MÜDAFAALARI ARASINDA BİR BAŞYAPIT
EBÛ HANÎFE MÜDAFAALARI ARASINDA BİR BAŞYAPIT: TE'NÎBU'L-HATÎB
İmam Ebû Hanîfe'nin biyografisini zikreden kaynaklar arasında el-Hatîbu'l-Bağdâdî'nin Târîhu Bağdâd'ının ayrı bir yeri vardır. Bu eser hem konuyla ilgili ilk kaynak olması, hem de İmam Ebû Hanîfe'nin biyografisine en geniş yeri tahsis etmesi dolayısıyla benzerlerinden ayrılır.
Ancak İmam'ın biyografisi meyanında Târîhu Bağdâd'ı diğerlerinden ayıran sadece bu değildir. "Re'y ehlinin imamı, Iraklılar'ın fakihi. Enes b. Mâlik'i gördü; Atâ b. Ebî Rabah, Ebû İshâk es-Sebî'î… ve daha başkalarından ders aldı…" diye başlayan ifadelerin ardından İmam'ın hayatına ilişkin 21 sayfadan daha fazla yer tutan geniş malumat aktarır. Hatta bu meyanda onun "menakıb"ına da yer vermeyi ihmal etmez.
Fakat okuyucuyu şaşırtmak istercesine birden tavır değiştirir ve şöyle der: "Eyyûb es-Sahtiyânî, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Ebû Bekr b. Ayyâş ve daha başka hayırlı imamlardan, Ebû Hanîfe hakkında övgü ve sena tazammun eden ifadeler naklettik.
İMAM EBÛ HANÎFE VE HADİS İLMİNDEKİ MEVKİİ
"Ebû Hanîfe'nin aleyhinde bulunmak, üzerinde ulemanın icma ettiği bir husustur. Çünkü Basra'nın imamı Eyyûb es-Sahtiyânî'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Kûfe'nin imamı es-Sevrî'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Hicaz'ın imamı Mâlik'tir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Mısır'ın imamı el-Leys b. Sa'd'dır ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Şam'ın imamı el-Evzâ'î'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Horasan'ın imamı Abdullah b. el-Mübârek'tir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur…"[1]
Müçtehid İmamlar arasında İmam Ebû Hanîfe dışında, pek çok güvenilir isim tarafından cerh, taz'if ve ta'n edilen ikinci bir isim mevcut değildir. Yukarıya aldığım pasaj, bu konuda rastlanacak en "yunmuş-yıkanmış" ifadelerden oluşmaktadır. Tarih boyunca tek kanallı beslenmenin, önyargının, tarafgirliğin ve taassubun vücut verip yaşattığı "Ebû Hanîfe aleyhdarlığı", Sünnet'e bağlılık, Selef'e saygı, hamiyet-i diniye… gibi gerekçelere sığınılarak köpürtülüp yaşatılmıştır; ne yazık ki günümüzde de bazı çevreler tarafından olanca şiddetiyle devam ettirilmektedir.
İşte benzer bir "tesbit" daha: İmam Ebû Dâvûd'un oğlu Ebû Bekr b. Ebî Dâvûd soruyor:
"Üzerinde Mâlik ve ashabının, eş-Şâfi'î ve ashabının, el-Evzâ'î ve ashabının, el-Hasan b. Sâlih ve ashabının, Süfyân es-Sevrî ve ashabının ve Ahmed b. Hanbel ve ashabının ittifak ettiği bir mesele hakkında ne dersiniz?" Muhatapları, "Ey Ebû Bekr! Bundan daha sahih bir mesele olmaz" karşılığını verince taşı gediğine koyuyor: "İşte bunların hepsi, Ebû Hanîfe'nin tadlili (dalalette olduğu tesbiti) üzerinde ittifak etmiştir!"[2]
İTİKAT ALİMLERİMİZ İMAM-I MATÜRİDİ
Ehl-i sünnetin iki itikad imamından birincisidir. İsmi, Muhammed bin Muhammed Matüridi'dir. Künyesi, Ebu Mensur'dur. Doğum yeri Semerkand'ın Matürid nahiyesidir. Hicri 333 (m. 944) yılında Semerkand'da vefat etti.
İmam-ı Matüridi, imam-ı a'zam Ebu Hanife'nin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet itikadının, kelam bilgilerini, ondan nakledenler vasıtasıyla kitaplara geçirdi, izah ve ispat etti. Kelam ilminde, akaidde müctehid olan imam-ı Matüridi, kelam ve fıkıh ilmini Ebu Nasr İyad'dan öğrendi.
İlimde çok iyi yetişen imam-ı Matüridi, çeşitli kitaplar yazmak ve talebe yetiştirmek suretiyle Ehl-i sünnet itikadını yaymıştır.
Yetiştirdiği talebelerden el-Hakim es-Semerkandi adıyla meşhur Ebul-Kasım ishak bin Muhammed, Ebu Muhammed Abdülkerim bin Musa el-Pezdevi, Ebul-Leys el-Buhari ve Ebul-Hasen bin Said gibi ilim ve takva yönünden yükselmiş olan büyük âlimler başta gelmektedir. Böylece, İmam-ı a'zam hazretlerinden gelen itikad bilgilerini nakleden İmam-ı Matüridi'den sonra da, talebeleri ve talebelerinin talebeleri bu hususta binlerce kitap yazarak, Peygamber efendimizin gösterdiği doğru yol olan Ehl-i sünnet itikadını yaymışlardır.
İmam-ı Matüridi'nin yaşadığı devir, Abbasi
İmam-ı azam'ın mantığı ve itaat
Sabıkalı bir yazar, “İslamlık sisteminde, herkes Allaha bağlıdır, ama halifelik denilen sultanlık sisteminde ise, baş başa, baş padişaha bağlıdır. Halifelere isyan etmeyen bütün İslam âlimleri saray mollasıdır. Ebu Hanife halifenin zulümlerine isyan ettiği için şehid edildi. Emirin yani halifenin her emrine itaat eden, kula kul olmuş demektir” diyor. Bu sözlerinde bir gerçek payı var mı?
İmam-ı azam ve hocaları
Ehl-i sünnet Müslümanlarının en büyük âlimi, İmam-ı azam hazretleri, bütün dünya işlerini, talebelerini ve vazifeleri bırakarak, iki sene, İmam-ı Cafer Sadık hazretlerinin sohbetinde bulundu. İmam-ı Cafer Sadık hazretlerinin ilim deryasından doya doya bilgi topladı. Onun, Resulullahtan gelen nurları saçan mubarek kalbinden feyzler aldı. (İmam-ı Cafer Sadık hazretlerine iki sene hizmet etmeseydim, bir şeyden haberim olmayacaktı) buyurdu. İmam-ı azam Ebu Hanife hazretleri, İmam-ı Cafer Sadık'tan aldığı bilgilerle, feyizlerle olgunlaştı. Çok kimseye nasip olmayan yüksekliklere kavuştu.