ilahiyatçılar
Din Konusunda Çatlak Sesler
TÜRKİYE’de dinî ve fıkhî bakımdan iki sünnî mezheb hâkimdir. Hanefîlik ve Şafiîlik. Camilerimizde namazlar çoğunlukla Hanefî mezhebine göre kılınır. Şafiî vatandaşlarımızın çoğunlukta olduğu yerlerde Şafiî mezhebine göre. Şiî-Caferî vatandaşlarımızın ayrı camileri vardır. Onlar Sünnîlerin imamlarının ardında namaz kılmazlar, Sünnîler de onların imamları ardında kılmaz.
Son yıllarda Diyanet’e bağlı camilerde bazen Hanefî ve Şafiî fıkhına aykırı lâflar edilmektedir.
Aklı başında vaiz efendileri tenzih ederim. Sayıları az da olsa birtakım reformcuların, mezhepsizlerin cami kürsülerini kullanarak fıkha aykırı konuşmalar yapmaları, hükümler vermeleri son derece yersizdir.
Selman Rüsdi'lige heveslenmek
Sayin Yazar Mehmet Niyazi Özdemir geçen hafta henüz anlatmisti:
-Televizyonda Yasar Nuri Öztürk'ü dinliyordum. Seyircinin biri programa telefonla katilarak Yasar Nuri'yi "sen ne konusuyorsun; ilahiyat hocasisin ama namaz bile kilmiyorsun?!" diye payladi. Verilen cevap insanin ar damarini çatlatacak cinstendi "ben namaz kiliyorum ama sizin gibi Emevi ve Osmanli namazi kilmiyorum!"
Kitaplara itimat ahmaklıksa...
Eskiden İslâmî meselelerle başkaları oynarlardı. Devir değişti; bu vazifeyi artık bazı ilâhiyatçılar yerine getiriyorlar; çok da başarılı oluyorlar...
2004’ün ilk ayına, İslâm’ın inanç maddelerinden birini, “Kıyâmete yakın Hz. İsa’nın gökten inip inmeyeceği” meselesini ele alarak başladılar...
Kitap-mitap dinlemeyen bu üstadları dinledik ve öğrendik ki, Hz. İsa’nın gökten inmesi diye bir şey yokmuş; hatta Hz. İsa’nın gökten ineceğine inananlar ahmakmış...
Öyleyse ne yapmalı, ahmak olmamak için bu ilâhiyatçılara inanmalı mı?
Bilen bilir, bilmeyen bir tutam mercimek zanneder
Herhangi bir şey göründüğü gibi değil de başka türlüyse, yani işin içinde başka iş varsa. Orta Anadolular böyle durumlarda şöyle derler: “Onu bilen bilir, bilmeyen bir tutam mercimek zanneder.” Yalnız, bunu herkes söyler de hikâyesini çoğu kimse bilmez. Halbuki, bu sözün enteresan bir hikâyesi vardır. Hikâye şöyle:
Adamın biri, komşusunun hanımına göz koyar. Kadıncağıza, tarlada, bağda, bahçede, nerede rastlarsa ya söz veya hareketleriyle rahatsızlık vermektedir. Kadın, adamdan kurtulamayacağını anlayınca vaziyeti kocasına haber vermiş. Kocası da adamı geriden geriye kollamaya başlamış. Kocanın gayesi, suçüstü yapıp adama iyi bir ders vermek...
Kapalı yerde söylenen sözler
Alman Adenauer Vakfı’nın tertip ettiği dinî konferanstan bahsettiğim geçen haftaki yazımda, bu vakıfla ilgili bir davadan da bahsetmiş, “Mahkemenin şimdiki safâhatını bilmiyorum” demiştim. Kendileriyle ilgili meseleleri çok iyi takip ediyorlar ki, yazının çıktığı gün, aynı vakıftan arayıp mahkemenin beraat kararını göndererek beni bilgilendirdiler. Takdir edilecek bir tavır.
Bahse konu dava, 2002 senesinde doğrudan bu vakfa yönelik değil, bazı Alman kurumlarının temsilcileriyle, bazı Türk vatandaşları aleyhine açılmış. Dördüncü duruşmadan sonra ise, oybirliğiyle beraat kararı verilmiş...
Bu bilgiden sonra konferanstaki konuşmalara geçelim.
İlâhiyat profesörleri Kur’an’daki hataları (!) düzelteceklermiş
Öğrenince dehşete kapıldım...Kur’an’da da hatalar varmış ve bazıları bunu düzeltecekmiş!
Kur’an’a ve onun Allah’ın koruması altında olduğuna inanan bir kimsenin böyle bir şeye kalkışması, bunu söyleyebilmesi, hatta düşünmesi mümkün değil.
Ama maalesef doğru ve şâhitler hayatta.
Nisan 1994...
Bursa-Gönlü Ferah Oteli’nde bir toplantı yapılıyor.
Kur’an Vakfı’nın tertiplediği toplantıda konu şu: Dinde Islâhât Yapılmalı...
Lügatlar, “Islâhât” kelimesi hakkında şunları yazıyor:
ISLÂHÂT: Düzeltme, iyileştirme işleri, reform. Eksik ve kusurlarını giderme, tamamlama. Kötü yönlerini düzelterek mükemmel bir hale getirme.