Zehirli | Konular | Kitaplar

Hadis

İMAM EBÛ HANÎFE VE HADİS İLMİNDEKİ MEVKİİ

"Ebû Hanîfe'nin aleyhinde bulunmak, üzerinde ulemanın icma ettiği bir husustur. Çünkü Basra'nın imamı Eyyûb es-Sahtiyânî'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Kûfe'nin imamı es-Sevrî'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Hicaz'ın imamı Mâlik'tir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Mısır'ın imamı el-Leys b. Sa'd'dır ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Şam'ın imamı el-Evzâ'î'dir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur; Horasan'ın imamı Abdullah b. el-Mübârek'tir ve Ebû Hanîfe'nin aleyhinde konuşmuştur…"[1]



Müçtehid İmamlar arasında İmam Ebû Hanîfe dışında, pek çok güvenilir isim tarafından cerh, taz'if ve ta'n edilen ikinci bir isim mevcut değildir. Yukarıya aldığım pasaj, bu konuda rastlanacak en "yunmuş-yıkanmış" ifadelerden oluşmaktadır. Tarih boyunca tek kanallı beslenmenin, önyargının, tarafgirliğin ve taassubun vücut verip yaşattığı "Ebû Hanîfe aleyhdarlığı", Sünnet'e bağlılık, Selef'e saygı, hamiyet-i diniye… gibi gerekçelere sığınılarak köpürtülüp yaşatılmıştır; ne yazık ki günümüzde de bazı çevreler tarafından olanca şiddetiyle devam ettirilmektedir.



İşte benzer bir "tesbit" daha: İmam Ebû Dâvûd'un oğlu Ebû Bekr b. Ebî Dâvûd soruyor:



"Üzerinde Mâlik ve ashabının, eş-Şâfi'î ve ashabının, el-Evzâ'î ve ashabının, el-Hasan b. Sâlih ve ashabının, Süfyân es-Sevrî ve ashabının ve Ahmed b. Hanbel ve ashabının ittifak ettiği bir mesele hakkında ne dersiniz?" Muhatapları, "Ey Ebû Bekr! Bundan daha sahih bir mesele olmaz" karşılığını verince taşı gediğine koyuyor: "İşte bunların hepsi, Ebû Hanîfe'nin tadlili (dalalette olduğu tesbiti) üzerinde ittifak etmiştir!"[2]

İMAM EL- BUHÂRÎ VE ZAYIF HADİS

Bismillâhirrahmânirrahîm



Zayıf hadisin amele konu olup olmayacağı, üzerinde ulemanın ihtilaf ettiği bir husustur. Bu konudaki ihtilaflar, hadisin durumuna ve amel edilecek konunun mahiyetine göre alabildiğine geniş bir çerçeve oluşturur.



Kaynaklarda bu konudaki görüşler genel olarak şu üç kategoride toplanmıştır:



1- Zayıf hadisle, –ahkâmda olsun fezailde olsun– amel edilebilir.



2- Bu türlü hadislerle hiçbir konuda amel edilemez.



3- Bu türlü hadislerle sadece fezail, menakıb, mevaiz, tergib-terhib ve kıssalar konusunda amel edilebilir.



Bu görüşlerden ilki Hadis imamlarından Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvud'a, ikincisi Yahya b. Ma'în, el-Buhârî ve Müslim'e, üçüncüsü de Süfyân es-Sevrî, Abdurrahman b. Mehdî ve İbn Ebî Hâtim'e nisbet edilir.[1]



Görebildiğimiz kadarıyla Usul-i Hadis kaynaklarında İmam el-Buhârî'nin ismi, zayıf hadis ile hiçbir konuda amel edilemeyeceğini söyleyenler arasında zikredilmektedir.

EBUBEKİR SİFİL İLE SÖYLEŞİ

Ebubekir Sifil Bey, İslami Camia’da nazarını “Ehl-i Sünnet” ölçülerinden ayırmadan dik durabilen bir yazarımız. Hak bahis olunca ve deliller ortaya konunca fikrinden dönme faziletini gösteren insanlardan..

Bize sıkça gelen sorulardan bir derleme hazırlayarak röportaj teklifimizi iletince kırmadılar, kendilerine teşekkür borçluyuz..Sorulara dokunmadık, Sorular ziyaretçilerimizin ifadesi ile soruldu, bu da bizim için bir ilk oldu.

Ebubekir beyin bazı fikirlerinden rahatsız olanlara da tavsiyemiz, hakikatleri şahıslarla tanımaya kalkmayınız ve adaletli düşünmeyi öğreniniz. Bâkisi hayal ve hüsran..

Soru: Miraç’ta Allah Resulünün(SAV) Hz.Musa ile konuşması ve namazları elli vakitten beş vakte indirmesi hadisesinin aslı var mıdır?

Hz. Peygamber (s.a.v)'in Miraç'ta birçok peygamberle (hepsine selam olsun) ve bu arada Hz. Musa (a.s) ile konuşması ve onun önerisi doğrultusunda namazların 50 vakitten 5 vakte kadar indirilmesi için Rabbü'l-alemin'e (c.c) niyazda bulunması rivayeti sahihtir. Başta el-Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok hadis imamı Miraç rivayeti meyanında bu hadiseyi de aktarmıştır.

BİRAZ CİDDİYET LÜTFEN!...

Bugünden başlayarak birkaç yazı halinde, bir internet sitesinde Sünnet/Hadis konusunda ileri sürülen bazı iddiaları kısaca mercek altına alacağım. “Kur’an İslamı” sloganının bizi nereye çağırdığı meselesi, dinî, siyasî, kültürel nokta-i nazardan ciddi analizler gerektiriyor olmakla birlikte, burada meselenin sadece ilmî veçhesi üzerinde duracağım.


Konuyla ilgili olarak elektronik posta adresime iletilen mesajlardan, sitede ileri sürülen görüşlerin, –İslam Modernizmi’nin yabancısı olmadığımız argümanlarından beslenmekle birlikte– insanımızın bir kesimi üzerinde ciddi etkiler bıraktığı anlaşılıyor.

Ancak birlikte göreceğimiz gibi, söz konusu iddiaların –ilmî bir temele sahip olmak şöyle dursun– son derece acemice kurgulandığı ve ciddiyetten uzak olduğu dikkat çekiyor. İleri sürülen hususların büyük ölçüde Ebû Reyye’nin “Advâ’ ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye”sinin, dilimize “Muhammedî Sünnetin Aydınlatılması” adıyla yapılan çevirisi tarzındaki birkaç kitaptan “kes-yapıştır” yöntemiyle ortaya konduğu bir yazıdan bundan başkası da beklenemezdi doğrusu…

Maksada geçmeden önce –izninizle–, bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olanlara da bir çift laf etmek isterim: Allah’ın dininin, birkaç kitap okuyarak ya da birkaç internet sitesinde gezinerek “tayin edilebilecek” kadar basite indirgenmesi anlaşılabilir bir husus değil.

Tek Başına Bir Hadis Mecmuası:EBU HUREYRE

Sahabe İslam’ı saf haliyle yaşayan ve sonraki kuşaklara aktaran ilim elçileridir. İnsanlar, Allah Rasülü’nü (s.a.v.) onlar vesilesiyle tanımış ve doğrular, rivayetlerine muvafık kaldıkça bir değer kazanmıştır. Fıkıh, Kelam, Tefsir… büyük oranda onların naklettiği hadislerden neşet etmiştir. Her biri kabiliyeti nisbetinde medeniyetin inkişafına katkıda bulunmuş; kimi imareti, kimi siyaseti, kimi de rivayetiyle sonraki kuşakları beslemiştir. Peygamber sonrası zamana “Saadet Asrını” taşıyıp, yaşadıkları bölgelerde “İrfan Siteleri” kurmuşlardır. Allah Rasülü’nün (s.a.v.) Sünnetine en küçük bir müdahalede bulunmadan yapmışlardır bunu.



Onlar, hal ve kâlleriyle Efendimiz’in (s.a.v.) mirasını tebliğ etmede birbirleriyle yarıştılar. Önde olanlar “müksirun” (çok riayet edenler) diye şöhret buldu. Müksirunun alt sınırında yer alan Ebu Said-i Hudri (r.a.) bin yüz yetmiş, zirvede olan Ebu Hureyre (r.a.) ise beş bin üç yüz yetmiş dört hadis rivayet etti. İslam’ın, cemiyetin her şubesine etkin olarak taşınmasında müksirunun katkısı büyük oldu. Nitekim İslami ilimlerin teşekkülünde kullanılan hadislerin çoğu onların rivayetidir.

Sahabenin, özellikle de müksirunun bütün zamanlara Kur’an’ın mübeyyini Hz. Rasülüllah’ın (s.a.v.) Sünneti’ni taşıma gayretleri “elleriyle dini değiştirmek” isteyenlerin önünü kapadı. Çünkü gayri İslami oluşumlar, onların rivayet ettiği hadislerle meşruiyet alanlarını yitirdiler. Bu yüzden İslam düşmanları tenkit oklarını Sünnet’in taşıyıcıları olan sahabeye yönelttiler. Hedefe de Ebu Hureyre’yi (r.a.) koydular. Çünkü tek başına O, bir hadis mecmuasıydı.

SALAVAT-I ŞERİFE GETİRMENİN FAZİLETİ

Efendimiz Aleyhisselam buyurdu:

- Bana en yakın olanlar, üzerime en çok salavat getirenler olacaktir.

- Üzerime salavat getirirseniz Allah da (c.c) sizin üzerinize salavat getirir.

- Bana salavat getirin. Nerede olursanız olun salavatınız bana ulaşır.

- Allah Teala (C.C) buyurdu: "Bir defa salavat getirene Ben ve meleklerim on defa salavat getiririz."

- Cuma günü ve geceleri üzerime (100) defa salavat getirenin Allah Teala (c.c) otuzu dünyaya, yetmişi ahirete ait olmak üzere yüz hacetini kabul eder.

- Dua ile sema arasında bir engel vardır. Üzerime salavat getirilince engel açılır, dua yerine ulaşır.

- Sünnetimi ihya eden, üzerime salavat getiren, darda kalanlara yardımda bulunanlar kıyamet gününde arşın gölgesinde olacaklardir.

- Sırat üzerinde kalmış, hurma yaprağı gibi tirtir titreyen bir adam gördüm .O anda üzerime getirdigi salavat-i şerife gelip o durumdan onu kurtardı.

- Dün gece acayip bir şey gördüm. Adamın biri Sırat üzerinde düşüp kalkıyordu. O anda üzerime getirdiği salavat geldi. Elinden tuttuğu gibi Sırat'tan geçirdi.

EFENDİMİZ VE SAĞLIKLI YAŞAM

İslâmiyet'in hedef olarak gösterdiği dünya ve âhiret saadeti, onun bir bütün hâlinde yaşanmasıyla mümkündür. Bundan dolayı dinimiz, insan unsurunun vazgeçilmez ihtiyaçlarından olan tıp alanına gereken alâkayı göstermiş ve gereken değeri vermiştir. Peygamberimiz (S.A.V.), sadece dinî hükümleri öğretmek için gönderilmiş olmayıp dünyevî konularda, dolayısıyla tıp konusunda da en güzel örnektir. Peygamberimizin tıbbî emir, tavsiye ve tatbikatlarına İslâm literatüründe "Tıbb-ı Nebevî" denmektedir.

Bugünkü modern tıp, yüzyıllar boyunca toplanan bilgi ve buluşların sürekli bir değişim ve gelişim göstermesiyle, gözlem ve tecrübelere dayanarak meydana gelmiştir. Mikroskopların ve labaratuarların rüyasının bile görülmediği 14 asır önce, Yüce Peygamberimiz'in tıp hususunda yaptığı uygulamalar ve söylediği sözler, modern hekimliğin ancak son birkaç yüzyılda ulaşabildiği tabâbet düsturlarıdır. Bunların her biri, Tıp Fakülteleri'nin kapılarına altın harflerle yazılacak niteliktedir.

Biz de Tıbb-ı Nebevî'yi, Peygamber Efendimiz'in hadisleri ve tatbikatları ışığında 3 bölüm hâlinde inceleyeceğiz:

1) SAĞLIĞIN ÖNEMİ:

Bütün ni'metler gibi sıhhatin kadri de, elden çıkmadıkça bilinememektedir. İnsanın bu zaafını iyi bilen Peygamber Efendimiz, iş işten geçmeden bizi şöyle uyarmıştır:

AKLIMIZIN ALMADIĞI HADİSLERİ İNKAR MI ETMELİYİZ?

Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bazı a’mâlin fazilet ve sevaplarından bahseden ehâdis-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu demişler. İmanı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da inkâra kadar gitmişler. Şimdi tafsile girişmeyeceğiz. Yalnız “On İki Asıl”ı beyan ederiz.

BİRİNCİ ASIL: Yirminci Sözün âhirindeki sual ve cevapta izah ettiğimiz meseledir. İcmâli şudur ki:

Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur.

İşte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyât dahi çok muhteliftir; birbirine zıt hükümler olmuş.

Evrensel hak din yalnız İslamdır

Bir ateist, İslamiyetin evrensel olmadığını, sadece Arapların dini olduğunu söyleyerek bazı sualler sordu. Ateist, “Kur’an evrensel midir?” diyor.

CEVAP: Elbette evrenseldir. Başka bir din de gelmeyecektir. Hz. Muhammed son Peygamberdir. Kur’anda bildiriliyor ki: (Muhammed, Allahın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.) [Ahzab 40], (De ki, ey insanlar, ben, Allahın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158], (Biz seni bütün alemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107] , (Hak din yalnız İslamdır.) [Al-i İmran 19], (İslam dininden başka din isteyenlerin, dinlerini Allah kabul etmez.) [Al-i İmran 85], (Her dinden üstün kılmak üzere, resulünü, doğruluk rehberi Kur’an ve hak din İslam ile gönderen Allahtır.) [Feth 28]

Cennet de Nasıl Ağaç Dikilir?

Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki,
- Cennetde ağaç yokdur. Oraya çok ağaç dikiniz!.
- Oraya ağacı nasıl dikelim dediklerinde,
- Tesbîh, tahmîd, temcîd ve tehlîl okuyarak) buyurdu.
Yanî, (Sübhânallahi velhamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber) diyerek Cennete ağaç dikiniz buyurdu.


Bir hadîs-i şerîfde,
-Bir kimse, Sübhânallahil'azîm ve bihamdihi derse, onun için Cennetde bir ağaç fidanı dikilir, buyurdu.

"Ben arabım, fakat arab benden değildir."

"Ben arabım, fakat arab benden değildir."Hadis-i şerifi sahihse açıklaması nasıldır?

Bu hadis-i şerif sahihtir. Size bir ölçü verelim. Hakikî islâm âlimlerinin herhangi bir kitabında bir hadis-i şerife rastlarsanız, (Acaba sahih midir, uydurma mıdır?) diye düşünmeniz doğru değildir. O zaman İslâm âlimlerine itimat kalmaz, din yıkıl­mağa, yerini hurafeler almağa başlar. Dinimizi yıkmak isteyen ler de bu usûlü kullanıyorlar. İslâm âlimlerinin kitablarındaki hadis-i şeriflere (Zayıftır, uydurmadır) diye saldırıyorlar. Bun­lara aldanmamak lâzımdır.

KAZA VE KADERLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

"şüphesiz ki biz, her şeyi bir kader (ölçü) ile yarattık." (Kamer/49),

"Allah her şeyi yaratmış ve her birine belirli bir nizam vererek, onun kaderini tayin ve takdir etmiştir." (Furkan/2),

"Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen her hangi bir olay yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o, kitapta bulunmasın. Doğrusu bunu bilmek Allah'a kolaydır." (Hadid/22),

"Ölümü aranızda biz tayin ettik..." (Vakıa/60),

"Bu sebeple yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da bir takdire göre buraya geldin ey Musa!..." (Taha/40),

AKAİDİN METODU

Akait, hakikatleri açıklamada hem nakil[1] denilen Kur'an ve Sünnetten, hem de akıl[2]dan faydalanır. Kur'an-ı Kerimin ikna ve irşat metodu ile hadislerin tebliğ, talim, müjdeleme ve sevindirme metodu akaidin de metotları arasında yer alır.

Akait ilminde vahye dayalı naklî deliller önemli olduğu gibi aklın, duyuların ve deneyimlerin verdiği bilgiler de önemlidir.

Kısaca, akait metot olarak nakli esas alır; bunun yanında aklı da ihmal etmez. İman esaslarını açıklarken hem aklî, hem de naklî delilleri kullanır.

--------------------
[1] Nakil, vahye dayalı olan Kur’an ayetleri ve sahih hadislerdir. Nakilde aklın hiçbir dahli yoktur. Tamamen ilahidir.

Kader ve Kaza ile İlgili Ayet ve Hadisler

Kader ve kazaya iman, her şeyin Allah'ın takdirine bağlı bulunduğuna işaret eden ayetlerin yanı sıra ilahî ilmin, olmuş ve olacak tüm varlık ve olayları kuşattığını belirten ayetlerde ısrarla vurgulanmıştır. Hz. Peygamber de bazı meşhur hadislerinde kadere imanı bir iman esası olarak açıklamıştır. Kader konusu ile ilgili bazı ayetlerin meali şöyledir:

"...O'nun katında her şey bir ölçü (miktar) iledir" (er-Ra'd 13/8).

"...Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir" (el-Furkan 25/2).

"De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez..." (et-Tevbe 9/51).

Akaid Nedir?

Akaid, akd kökünden türetilmiş olan akide kelimesinin çoğuludur. Akîde, sözlükte "gönülden bağlanılan, düğüm atmışçasına sağlam inanılan şey" demektir. Dinî literatürde akîde, "inanılması zorunlu olan ilke" (iman esası, mü'menün bih), çoğulu olan akaid kelimesi ise "İslam dininde inanılması farz olan hususlar, iman esasları, dinin temel kural ve hükümleri" anlamına gelmektedir. Buna göre, dinin temel kural ve hükümlerini oluşturan iman esaslarından bahseden ilme de akaid ilmi denir.