Zehirli | Konular | Kitaplar

Dr. Ebubekir Sifil

Mardin fetvası

Hangi aklı başında ve ruhunu satılığa çıkarmamış kişi, yaşadığı memleket işgal ve istila edildiği zaman buna bütün gücüyle karşı koymaz? Vatan müdafaası, insanın tabii ve refleksif olarak yerine getirdiği bir görev değil midir?

Başkalarını bir kenara koyalım; İslam dünyasında kâfir tasallutuna çanak tutulabileceğini, yardım edilebileceğini Nasîruddîn et-Tûsî dışında söyleyen bir Allah kulu olmuş mudur? (1)

Soru şu: Herhangi bir mufassal Fıkıh kitabında, "Kâfir tasallutuna maruz kalmış herhangi bir İslam toprağında "nefîr-i âmm" (umumî seferberlik) durumu çerçevesinde cihada iştirak etmek ve vatan savunmasına gücü yettiğince katkıda bulunmak her Müslüman üzerine farz-ı ayndır" hükmünü görmek mümkün iken,(2) İbn Teymiyye'nin "Mardin fetvası" adı altında gündeme getirilen tavrı niçin özellikle seçilmiştir?

Muhtelif meseleler 4

Okuyucunun, "İslam-laiklik-demokrasi ilişkisi" temalı 3. sorusunun cevabına devam ediyoruz.

Önemli olan, Müslümanların, ezelî ve ebedî hakikatleri mümkün olduğunca fazla sayıda insana ulaştırma, mümkün olduğunca fazla sayıda insanı, hayatı bir bütün olarak kucaklayan İslam'ın diriltici soluğuyla buluşturma azminde ve cehdinde olmasıdır. Din'in sabitelerinin, Allah ve Resulü'nin çizdiği sınırların herhangi bir biçimde zedelenmemesine, örselenmemesine azami dikkati göstererek, Din'in bütünlüğünün muhafazasını gözeterek bu temel görevi yerine getirmek, meselenin olmazsa olmazını oluşturuyor. Geri kalan kısım ise nihaî noktada şartlar ve imkânlar göz önünde bulundurularak tesbit edilecek "metot"la ilgilidir.

Filistin Davası

Daru'l-Hikme'nin sitesinde yer alan haber, İslam alimlerinin Filistin davası ve son gelişmeler üzerine uyarılarını aktarıyor. İşgalci Siyonist İsrail devleti özel olarak Mescid-i Aksa, genel olarak Filistin toprakları üzerindeki sinsi planlarını adım adım uyguluyor.

Dikkat çekilmesi gereken en önemli nokta, Siyonist yönetimin, bu planları "haşlanmış kurbağa" metoduyla icra ediyor olması. İsrail, amacına ulaşmak için birden ve topyekün bir hamle yapmak yerine, dünyayı ve İslam alemini "alıştıra alıştıra" gidiyor. İşgali genişletme ve Filistin toprağına Yahudi damgası vurma adına ortaya koyduğu her uygulamaya kendince uygun kılıflar üretmeyi de ihmal etmiyor.

RIHLE 8

Türkiye'nin ve dünyanın gündemi baş döndürücü bir hızla seyr eden gelişmeler etrafında şekillenirken Rıhle, yolculuğuna "sesli ve derinden" devam ediyor. 7. sayı, merhume annemin yoğun hastahane sürecine denk geldiği için "Sahabe" başlıklı o sayıya ve o sayı hakkında yazı yazma imkânı bulamamıştım.

Şu anda 8 sayı önümde ve bu sayıyla birlikte 2. cilt tamamlanmış oluyor. Müyesser kılana sonsuz hamd-ü senalar olsun…

"Modern zamanlar" diye kategorize ettiğimiz zaman diliminin, zamanın son kertesine, yani "ahir zaman"a tekabül ettiği gerçeği dikkate alındığında, insanlığın ve Ümmet-i Muhammed'in yaşadığı zihinsel ve pratik süreçlerin ne anlama geldiği şüphesiz daha net anlaşılacaktır. Hatta yaşadığımız durumu sağlıklı değerlendirmenin başka yolu yoktur!

Size bazı önerilerimiz var

Aşağıdaki yazı hocamızın ''Kandiller'' isimli Milli Gazete'deki yazısının ikinci alt başlığından alınmıştır:

Müslümansanız inancınızın gereğini yerine getirmek mecburiyetindesiniz. Attığınız her adımda başarılı olmak Müslüman olmanızın gereğidir. Başarıyı getiren sebep ihlâstır. İhlâslı davranıyorsanız kaybediyor gözükseniz bile, aslında siz kazanıyorsunuzdur. Bunu önemseyin.

Hep kaybedenler var. Samimiyet sınavında kaybedenler var. Bakın onlara böyleleri kesinlikle karikatür Müslümanlardır. Bunların gerçeği görmelerine, hidayete ulaşmalarına yardımcı olacağız. Allah'tan böyleleri için faziletli olmaları için duâda bulunacağız.

2010: Kur'an Yılı

Diyanet İşleri Başkanlığı 2010 yılını "Kur'an Yılı" ilan etmiş. İnsanı ve toplumu hak ve hakikat zemininde inşa etmek üzere gönderilmiş olan Son Mesaj'ın gereği gibi anlaşılması, yaşanması ve haberdar olmayanlara aktarılması Ümmet-i Muhammed'in temel görevlerinden birisi, hatta birincisidir. Toplumumuzda gün geçtikçe daha fazla yaygınlık kazandığı müşahede edilen ahlak erozyonu, suçluların, suç oranlarının ve çeşitlerinin artması, toplumsal dokunun giderek daha fazla zedelenmesi… gibi olumsuzlukların önüne ancak Kur'an'ın diriltici mesajıyla geçilebilir. Bu doğru.

Ancak bir başka doğru daha var:

Hangi ehli Sünnet

Bugünü ve geçmişi bir takım ideolojilerin gözlüğüyle okuma kolaycılığının pazarlamasını yapmak dışında herhangi bir marifeti olmayan bazı çevrelerin, "Ehl-i Sünnet" vurgusuna her rastladığında niçin kırmızı görmüş gibi davrandığını anlamak zor değil. Olaylara, fikirlere ve vakıalara ideolojilerin refleksiyle tepki vermenin tabii ve kaçınılmaz sonucudur bu.

Bu çevrelerin tesbitine göre Ehl-i Sünnet çizgi, zaman içinde bir tür "eksen kayması"na maruz kalmış, Ehl-i Sünnet'in selefi ile halefi arasında belirgin bir tavır ve tarz farklılığı ortaya çıkmıştır. Bugün Ehl-i Sünnet adına elimizde yaşatılmaya çalışılan, selefin "hakiki" Ehl-i Sünneti değil, sonrakilerin "sahte" Ehl-i Sünnetidir!

Karaman Hoca ve Taha Akyol 4

Bir önceki yazıda Karaman hocanın, recmin hadd değil, takdiri ve uygulaması yöneticilere bırakılmış "ta'zir" türünden bir ceza olduğunu söylediğini görmüştük. Yazının sonunda bunun problemli bir tesbit olduğunu belirtmiş ve gerekçesi üzerinde bugün duracağımı söylemiştim. Evet, bu, problemli bir yaklaşımdır; zira:

Zina eden bekâr bir kimseye içtihadla değiştirilemeyecek bir ceza (hadd) verilmesini hükme bağlayan vahyin, aynı suçu evli birisi işlediğinde içtihada açık bir alan öngördüğünü söylemek Karaman hocanın kendi mantalitesi açısından mümkün değildir.

Karaman Hoca ve Taha Akyol 3

Valide hanımın rahatsızlığı sebebiyle aksayan hususlardan biri de bu seri yazı. Aradan önceki son yazıda, Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocanın recm cezası konusundaki görüşlerinin "Eski Karaman-Yeni Karaman" şeklinde "dönemsel" bir ayrıma tabi tutularak okunması gerektiğinin altını çizmiş ve konuyla ilgili "Yeni Karaman" dönemine ait yaklaşıma örnekler vermiştim.

"Eski Karaman" dönemine gelince, aşağıdaki alıntılar bu döneme ait görüşleri yansıtıyor:

Okuyucu Soruları 16 ÇEŞİTLİ MESELELER-4

3. Şia hakkında Ehl-i Sünnetin duruşu ve tutumu nasıl olmalıdır, Şiilerin inançları küfre götüren bidat mıdır?

Bu soruya daha önce muhtelif vesilelerle cevap vermiştim.[1] Burada özet olarak şunları söyleyebiliriz: İnsanı küfre düşüren haller ve sözler vardır. Kendisinden bu hal ve sözlerden biri –herhangi bir baskı söz konusu olmaksızın, bilerek, isteyerek, iradî ve ihtiyarî olarak–sadır olan kimse küfre girer. Burada onun hangi itikadî mezhebe mensup olduğuna bakılmaz.

Söz gelimi bir kimse Kur'an'a hakaret etse, içindeki emir ve nehiylerin bağlayıcı olmadığını söylese, Hz. Peygamber (s.a.v)'e saygısızlık etse yahut Sünnet'in bağlayıcı olmadığını söylese kâfir olur.

Bu cümleden olarak Kur'an ve Sünnet ahkâmının "tarihsel" olduğunu, yani sadece nazil ve varit olduğu dönemin insanlarını bağlayacağını, o tarih ve coğrafya dışındaki insanlar için bağlayıcılığının bulunmadığını söylemek küfürdür.

Karaman Hoca ve Taha Akyol 2

Taha Akyol'un, "diyânî hüküm-kazâî hüküm" ayrımından laiklik çıkaran yaklaşımının temel yanılgısı, söz konusu tasnifin ilk kısmını oluşturan "diyanî hüküm" tabirindeki "diyânî" kelimesinin "dinsel" anlamına geldiği düşüncesinden kaynaklanıyor. Bu bakış açısına göre "kazâî hüküm"deki "kaza" da "seküler hukuk"u ifade ediyor kaçınılmaz olarak!

Oysa bu tabirlerin ikisi de Fıkhî olmakla "dinî" karakterlidir ve "diyânî" olanı da "kazâî" olanı da "din içi" hükümleri anlatır. Aralarındaki farklılık ise hangi merci tarafından ortaya konuldukları noktasındadır. "Diyânî" hükmün sadır olduğu merci "müftü"dür ve bu hükmün bağlayıcılığı yoktur.

Karaman hoca ve Taha Akyol 1

Bugünlerde, akademik hayatının 50. yılı münasebetiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. tarafından düzenlenen program dolayımında konuşuluyor Prof. Dr. Hayreddin Karaman. Milli Gazete de Cumartesi günü tam sayfa sayılabilecek bir yer ayırmıştı konuya.

Elbette 50 yılı ihata eden bir süreklilik içinde bir alana emek vermek, faaliyet alanı içinde "en iyilerden" sayılmak her faniye nasip olmuyor. Bu noktada Karaman hocanın, dert/dava edindiği hususlarda örnek alınacak bir cehd-u gayret sergilediğinin altını kalın çizgilerle çizmemiz lazım.

GAYBI KİM BİLİR?

Gayb meselesi gündeme geldiğinde bir kısım kimseler “gayb” çerçevesine giren hususların hiç birinin hiçbir insana açık olmadığını, bir kısım kimseler ise bazı insanların gayb alanına giren ne varsa hepsini bildiğini ileri sürer. Bu tavırlardan birinin ifrat, diğerinin tefrit olduğu, dolayısıyla her iki tavrın da Ehl-i Sünnet büyüklerin tutum ve kabulleriyle örtüşmediği açıktır.


Tartışma gündemimizden ne yazık ki düşmeyen konulardan birisi de gayb meselesi. Bu durum, din anlayışımızın dönüşmeye başladığının bir göstergesi aslında. Zira bu türden tartışmalar büyük, “külli” bir problemin yansımasıdır.


Gayb meselesi gibi, itikadî ve fıkhî mezheplerin varlığı, icmaın bağlayıcılığı, Sünnet-i seniyye’nin otoritesi… gibi “tartışmalı” hale getirilmek istenen konular, hep bu “külli” problemin uzantılarıdır. Hatta bu problemin bir görünümü olarak günümüzde Yüce Kitabımız etrafında birçok tartışma açılmaya çalışılmaktadır.

Muhtelif meseleler 5

Mürtedin katli hükmünün "fikir ve inanç özgürlüğü" bağlamında arz ettiği duruma değinerek bu bahsi bu yazıyla nihayetlendirmiş olalım.

İslam insanlara zorla din empoze edilmesini onaylamaz; kimsenin zorla müslümanlaştırılmasına rıza göstermez. Bu doğrudur; ancak bununla, müslüman bir kimsenin İslam'ı terk ederek bir başka dine veya dinsizliğe geçmesi birbirine karıştırılmamalıdır. "Arada ne fark vardır?" diye sorulacak olursa şöyle deriz:

Muhtelif Meseleler-4

Geçen hafta, mürtedin katli hakkında icma bulunduğu tesbitini tartışmalı kılabileceği düşünülen meseleyi ele almıştık. Ve görmüştük ki, bu meselede cumhurun üzerinde birleştiği hükme aykırı kanaatte olduğu nakledilen Hz. Ömer (r.a), İbrahim en-Neha'î ve Süfyan es-Sevrî'den, cumhurdan farklı düşünmedikleri de nakledilmiştir. Dolayısıyla bu meselede icma bulunmadığını söylemek o kadar kolay görünmemektedir.

Bu hafta da meselenin Kur'an'a uygunluk-aykırılık boyutunu görelim.

İddia, mürtedin katli hükmünün pek çok Kur'an ayetine aykırılık teşkil ettiği yönünde. Bu iddiaya delil getirilen ayetlerden bazıları şunlar:

- "Din'de zorlama yoktur. İman ile küfür apaçık ortaya çıkmıştır…"[i]