Zehirli | Konular | Kitaplar

Dr. Ebubekir Sifil

Suriye'de olanlar

İslam coğrafyasında halkına karşı ılımlı politikalarıyla öne çıkan lider görüntüsünü veriyordu Beşşar Esed. Ta ki malum süreç Suriye'ye de sıçrayana kadar.

Bilindiği gibi sürecin ilk başlarında encamı ilk gören lider oydu. Arap liderlerin halklarının taleplerine kulak vermesinin zamanının çoktan geldiğini söyledi ve takdir topladı. O günden bu yana Suriye'de neler oldu. Suriye halkı bugün niçin ayakta ve Beşşar Esed gerektiğinde babasının Hama'da yaptığını yapmaktan geri durmayacağını gösteren uygulamaların altına niçin imza atıyor?

Burada Esed'in, Suriye halkının taleplerini tatmin edici şekilde karşılayıp karşılamadığı sorusu öne çıkıyor. Hama'da yaşananların hafızalardaki tazeliğini koruduğu bir süreçte ne oldu da Suriye halkı ve Suriyeli ulema Esed'in demir pençesiyle karşılaşmayı göze alarak sesini yükseltti ve kan aktı?

Takva- tağva gerilimi

İki temel İslamî kavram "takvâ" ve "tağvâ". İlki genellikle meallerde "Allah korkusu" veya "sorumluluk bilinci" olarak veriliyor. Oysa takvanın bunları aşan boyutları var. Her şeyden önce "Allah korkusu" tabirini karşılayan bir değil, iki kavram var: Huşu ve haşyet. Bunlardan ilki korkuyla karışık saygıyı, bir dinginlik ve sekinet halinde idrak anlamını içerirken, ikincisi istiğrak halinde, her an canlı ve diri bir şuur halinde hissedilen korkuyu anlatıyor.

Takva ise, iman ve istikamete zarar vermesin diye, nefsi zabt-u rabt altına almak için mübahlardan bile gönüllü olarak vazgeçmeyi, uzak durmayı ihtiva eden "imanda ve amelde kemal" diye ifade edebileceğimiz bir hassasiyetin, incelmiş bir ruh halinin, ahlak ve seciyede billurlaşan bir tavrın teşahhusu. Biz bunu, insanın pozitif yönde, insaniyette zirveyi yakalaması olarak ifade edebiliriz.

Tağva ise azgınlıkta, isyan ve taşkınlıkta varılan son noktayı anlatıyor. "Tuğyan" ile aynı kökten. Bunu da insanın negatif yönde, şeytaniyette zirveyi bulması olarak işaretleyebiliriz.

Okuyucu Soruları 26 Bediüzzaman ve Risalei Nur

Fethullah Gülen hocaefendiye ABD'de sağlanan sadece ikamet imkânı değil. Cemaatin orada da yapılandığı ve çok yönlü faaliyetler yürüttüğü bilinen bir husus. Bu durumu nasıl değerlendirmeliyiz?

Şu bir gerçek: ABD için öncelik sıralamasının en başında yer alan husus kendi "kırmızı çizgileri"dir. Herhangi bir ekonomik girişim, fikrî oluşum, devlet, rejim, cemaat, tarikat, kişi, kuruluş... bu çizgileri geçme anlamına gelecek bir eğilim göstermediği etmediği sürece ABD için problem oluşturmaz. Böyle bir eğilim taşıyanların "kara liste"ye alındığı ise herkesin malumu. Hatta "eğilim" de şart değil, bu anlamda bir "potansiyel"in tesbit edilmiş olması dahi yeterli!

Şu nokta kesin: ABD herhangi bir kişi, kuruluş... vb.nin üstünü çizmişse, onu kendisi için tehlikeli/zararlı telakki etmiş demektir. Açıklığa kavuşturulması gereken nokta ise şu: ABD'nin üstünü çizmediği kişi, kuruluş... vb.nin "ABD'nin dostudur, öyleyse İslam'ın düşmanıdır, ya da en azından İslam'a zararlıdır" denebilir mi?

Meal yerine ne öneriyoruz?

A. Selçuk isimli okuyucu sormuş: "Ebu Bekir Bey, "Düşüncelerinizden etkilenen bazı insanların, insanları Kur'an ve meallerini okumaya davet eden bizleri sapkın düşünceli olarak ilan edip iftira ettiklerini bilmenizi istedim. Ve sorumlu olduğunuzu düşünüp bu maili size göndermeye karar verdim. Samimiyetime inanıp inanmamanız sizin meselenizdir.

"Meal, insanların Kur'an'ın kendi mesajlarında anlayabilmesi için yapılmış bir eylemdir ve bir alimin Kur'an'ı arapça okuyup dinleyenin kendi diline çevirerek izah etmesi de mealdir.

"Meal okunmasını önerenler dışlandığına göre ortaya koyduğunuz çözüm nedir? Bu çözümü gerçekten merak ediyorum.

"Kur'an'ı anlamak için yerküredeki insanlar ne yapmalı? Söyleyin ki; size göre sapkın düşüncelere sapmış olmayalım. Hakkımızda müfteri olmayın.

Tercüme farkı..

Aşağıda Muhterem Ebubekir Hocanın makalesini okuyacaksınız. Tercüme farkının son örneği, birilerinin otorite (!) diye pek övdüğü Karaman'a ait. Allah (cc) kendisinden razı olsun, Ebubekir hoca uyarmasa ve Karaman'ı okuyan biri , Ebubekir hocayı okumasa; Saduddin Teftazani gibi bir alime su'i zan yapmamız işten bile değildi.Bazen cehaletimin imanıma şahit olduğunu düşünüyorum. Ne cesaretle Kur'an ayetlerine, hadislere ya da ulema eserlerine kendi fikirlerini söylettirebiliyorlar.Allah (cc) ümmeti islah etsin.(Amin)

''ET-TEFTÂZÂNÎ VE SAHABE
Milli Gazete - 7 Şubat 2011

"Mu'âviye'yi sevmiyorum" diyen Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocanın, bu tavrını et-Teftâzânî ile desteklemek amacıyla ondan naklettiği bir pasaja 31 Ocak tarihli yazımda yer vermiştim. et-Teftâzânî'nin genel olarak Sahabe ve özel olarak da Hz. Mu'âviye hakkındaki görüşünü yine aynı yazıda özetle aktarmıştım.

Acaba et-Teftâzânî'nin konu hakkındaki tavrını hangi iktibas gerçek olarak yansıtıyor?

Hz. Mu'âviye (ra)

Hayreddin Karaman hocanın bir cümlesi ve daha sonra o cümleyi açıklama/gerekçelendirme sadedinde kaleme aldığı yazı dolayısıyla gündeme gelen Hz. Mu'âviye hakkında, tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de Şia'nın iddia ve ithamlarına cevap vermek ve Ehl-i Sünnet'in konuya bakışını yansıtmak maksadıyla hayli çalışma yapılmıştır.

Şia'nın tavrını anlamak mümkündür de, her fırsatta Ehl-i Sünnet olduğunu söylemekten geri durmayan insanların tavrını anlamak gerçekten mümkün değildir.

Ne diyor hoca?

"Peygamberimiz (s.a.) "Sövmeyin" diyor, ben de sövmüyorum, Peygamberimiz "onları seven benim sebebimle (beni sevdikleri için severler, onlardan nefret edenler de benden nefret ettikleri için böyle yaparlar" buyuruyor. Ben bu hadise de dayanarak

Okuyucu Soruları 26 Bediüzzaman ve Risalei Nur 22

Bediüzzaman'ın siyasete bakışı konusunda geçen iki yazıda aktardıklarımdan hareketle şunu söylemek mümkün: Kendisi siyasete bizzat karışmak istemediği, hatta mesafeli durduğu gibi, talebelerinin de aynı şekilde hareket etmesini istemektedir. Ancak önemle belirtelim ki, buradaki "siyasete karışmak"tan kasıt, siyasî faaliyetlere girmek, özellikle de "seçilme" mevkiinde olmamaktır.

Yoksa Bediüzzaman'ın siyasetle ve siyasetçilerle hiçbir şekilde ilişki ve irtibat kurulmamasını istediği şeklinde bir sonuç çıkarmak yanlış olacaktır. Bilhassa CHP zihniyeti söz konusu olduğunda son derece tavırlı ve tepkili iken, DP iktidarında ilişkilerin daha sıcak ve olumlu seyrettiğini söylemek doğrunun ifadesi olacaktır. Aşağıdaki pasaj bu söylediğimin oldukça güzel bir iadesini oluşturuyor:

EHL-İ KİTAP İLE ARAMIZDAKİ 'ORTAK KELİME'

Pek çok ayetinde Ehl-i Kitab'ı "şirk" ile vasıflandırmış bulunan Kur'an'ın, 3/Âl-i İmrân, 64. ayette onlarla aramızda "ortak" bir kelime/söz/ilkeden bahsetmesini nasıl anlamalı?

Öncelikle bu ayette geçen ve tırnak içinde verdiğim "ortak" kelimesiyle ifade edilen "sevâun"dan başlayalım. Bunun, "ortak" diye çevrilmesi, Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasında müştereken kabul edilmiş bir iman umdesi çağrışımı yaptığı için sakıncalıdır. Gerek tefsir, gerekse lugat kaynaklarının ağırlıklı olarak bu kelimeyi "adl" ile karşılamış ve İbn Mes'ûd (r.a) mushafında "sevâ" yerine "adl" kelimesinin zikredilmiş olması, İbn Atıyye'nin (bkz. "el-Muharraru'l-Vecîz", I, 449) bu noktadaki tavrı üzerinde dikkatle düşünmemizi gerektiriyor.

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI- 23

Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocanın kendi sorduğu "İslam'da Ne Var Ne Yok" sorusuna verdiği cevaplar içinden medar-ı itiraz gördüğüm hususları ihtiva eden yazılara bugün son vermiş olacağım. Bir "toparlama yazısı" olarak bu yazıda birkaç hususun altını çizmeyi gerekli görüyorum:

Söz konusu yazılara girizgâh olarak kaleme aldığı satırlarda Karaman hoca şöyle demişti:

"Örneklere geçmeden önce "İslam'da şu var, bu yok" demenin "usulü" üzerine bir iki cümle yazalım.

"Üzerinde ittifak edilmiş inanç, ibadet ve hayat kuralları "İslam'da vardır", bunlar için bir mümin "Bu İslam'da yok" diyemez.

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI- 22

Hz. Ömer (r.a), Hz. Huzeyfe (r.a)'ın gayrimüslim (kitabî) bir kadınla evlendiğini duyunca kendisine bir mektup yazmış ve derhal o kadını boşamasını söylemiştir. Halife'den gelen bu talep/talimat üzerine Hz. Huzeyfe (r.a), "Yoksa kitabî kadınlarla evliliğin haram olduğunu mu söylüyorsun?" diye sormuş, Hz. Ömer (r.a) bu soruya şöyle mukabele etmiştir: "Hayır! Kitabî kadınlarla evliliğin haram olduğunu söylemiyorum. Fakat Müslüman kadınları bırakıp (bilmeden) zinakâr kadınlarla evlenmenizden korkuyorum."1 Bu son cümle bir diğer rivayette, "Kitabî kadınların zinakâr olanlarıyla evliliği yaygınlaştırmanızdan korkuyorum" şeklindedir.2

Birden fazla mü'min kadınla evlilik ile bu olay arasında dağlar kadar fark var. Fark bulunduğu açık. Her şeyden önce Hz. Ömer, Sahabe'nin "mukteda bih" (uyulan, örnek alınan) bir nesil olduğunun farkındadır ve kitabî kadınlarla evliliğin yaygınlaşması halinde mü'min kadınların ihmal edilmesi tehlikesi söz konusu olacaktır.

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI-21

Hz. Ali (r.a)'ın Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz üzerine evlenmek istemesinin Efendimiz (s.a.v) tarafından kesin bir şekilde men edilmesi hadisesini ileri sürerek çok eşliliğe karşı "Hepimiz Fâtımayız" diye bayrak açan hocanın atladığı önemli gerçekler var.

Bunlardan birisi, Efendimiz (s.a.v)'in, Sahabe'den herhangi birisini taaddüd-i zevcattan men etmemiş olmasıdır.

Bir diğeri, Hz. Ali (r.a)'ın, Hz. Fâtıma (r.anha) validemiz vefat ettikten sonra birden fazla kadınla evlilik uygulamasını vefat edene kadar sürdürmüş olmasıdır. Bu hususla ilgili olarak bir önceki yazıda bir-iki örnek zikretmiştim. Bu noktayı biraz daha açmakta fayda var:

Hz. Ali (r.a), Hz. Fâtıma (r.anha) validemizin vefatından sonra pek çok kadınla evlenmiştir. Bu kadınlarla yaptığı evliliklerden 14'ü erkek, 17'si (veya 19'u) kız olmak üzere 31 (veya 33) çocuğu dünyaya gelmiştir.

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI

Hocanın, 4/en-Nisâ, 3. ayeti üzerinde dururken söylediği çok önemli şeyler var. Diyor ki: "Şu halde İslâm bunu (teaddüd-i zevcâtı, poligamiyi) getirmemiş, mevcût uygulamayı belli şartlara ve hukuka bağlayarak devam ettirmiştir. Devam ettirirken de iki durumu birbirinden ayırmış gibidir: a) Henüz evlenmemiş olanlara -bu âyette- bir kadınla yetinmelerini tavsîye etmiş, birden fazla kadınla evli olanlar için adâlete riâyet edememe tehlikesinin bulunduğunu, bundan uzak kalmanın en uygun yolunun ise bir kadınla evlenmek olduğunu dile getirmiştir. b) 129. âyette ise birden fazla kadınla fiilen evli olanlara hitap etmiş, birden fazla kadın arasında adâlete tam riâyetin mümkün olmadığını bir kere daha hatırlattıktan sonra hiç olmazsa adâletsizlikte, farklı ilgi ve muamelede ölçünün kaçırılmamasını istemiştir.

"Burada ne kadar istense, üzerine düşülse, gayret edilse de birden fazla eş arasında âdil davranmanın mümkün olmadığı açık ve kesin bir ifade ile dile getirilmiştir. Bu gerçeklik karşısında beklenirdi ki Allah Teâlâ birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklasın; ancak O, zarûretleri, mübrem ihtiyaçları, fevkalâde halleri bildiği için bunu yasaklamadı, kulların uygulamada zorlanacakları bir yasak hükmü yerine ikili bir tavsiye ile yetindi: a) Tek hanımla evli olanlar -aksine bir zarûret bulunmadıkça- bununla yetinmelidirler;

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI-18

KARAMAN HOCANIN "VAR"LARI VE "YOK"LARI-18

Milli Gazete - 8 Kasım 2010

Hocanın kölelik ve cariyelik konusunda Seyyid Sâbık'ın Fıkhu's-Sünne'sinden naklen ve tasdiken söyledikleri tek tek ayrıntılı olarak tartışılmaya muhtaç şeyler.

Söz gelimi "Kur'an-ı Kerim'de köleleştirmeyi serbest bırakan bir ayet yoktur, aksine mevcut köleleri azad etmeye çağrı vardır" tesbiti.

Kur'an ve Sünnet'in delalet vecihleri konusunda az-buçuk bilgisi olan herkes bilir ki, Kur'an'da köleleştirmeyi yasaklayan bir ayet yoktur. Mevcut kölelerin azad edilmesini teşvik etmek başka şeydir, köleleştirme uygulamasını yasaklamak başka şeydir. Daha önce de ifade ettiğim gibi Kur'an içkiyi, faizi, zinayı ve daha birçok fiili/uygulamayı kesin bir şekilde yasaklamış olmasına rağmen köleleştirme uygulaması hakkında yasaklama ifade eden herhangi bir ayet yoktur.

Karaman hocanın “Var”ları ve “Yok”ları

Prof. Dr. Hayreddin Karaman hoca, "İslam'da Ne Var Ne Yok?" sorusuyla başlattığı seri yazılarına kölelik ve cariyelik meselesiyle devam ediyor ve "Köle Ve Cariye Yok (Olmalıydı)" başlığı altında şöyle diyor:

"İslam'da var sanılan veya gösterilen birkaç konuya temas etmekte olduğum yazılarımda bugün kölelik meselesine geldik. Diğer konularda "yok" dediğim halde bu konuda "yok olmalıydı" dedim. Bundan maksadım şudur:

"Temel kaynağımız Kitab'a ve onun açıklaması, uygulaması mahiyetinde olan sünnete baktığımda şu sonuca varıyorum: İslam gelince önce köle ve cariyelerin perişan durumları ıslah edilecek, sonra da -İslam'ın aldığı tedbirler ve yaptığı düzenlemeler sayesinde- zaman içinde İslam toplumunda köle ve cariye kalmayacaktı. Vakıa böyle oldu mu? Hayır. Peki kusur kimde, dinde mi, Müslümanım diyenlerde mi? Şüphesiz zevklerini ve menfaatlerini ilahi maksada tercih eden Müslümanlarda.

Karaman hocanın “Var”ları ve “Yok”ları

Hocanın, recmle ilgili yazılarını nihayetlendirirken kullandığı ifade hayli dikkat çekici: "İslam alimleri arasında recim cezasının değişmez bir ceza olmadığını veya Yahudi şeriatına ait olan bu cezayı İslam'ın kaldırdığını ve şeriat adına uygulamanın mümkün ve caiz olmadığını savunan önemli isimler vardır. Bu sebeple günümüzde İslam aleyhine kullanılan ve insanları İslam'dan korkutmaya yarayan bir cezayı sahiplenmek ve savunmak uygun değildir."

Tarihin herhangi bir döneminde İslam'ın herhangi bir hükmünü tartışmaya açan birisinin varlığının bizi "bu hüküm tartışmalıdır" noktasına götürmesi normal değil. Prof. Dr. Hayreddin Karaman hocada sıklıkla görmeye başladığımız bu tavrın -hoca Fıkıhçı olduğuna göre- usulî/metodolojik ve fıkhî bir izahı da olsa gerek.