Zehirli.Org köşesi

Zehirli Fikirlere panzehir başlığı ile 2006 yılında zehirli.org sitemiz yayına başladı. Yüzbinlerce kişinin ziyaret ettiği sitemiz kritik noktalarda bilgilendirici içerikler sunmaya devam ediyor.

Güzel ahlâkı bilmek iyidir, ama kötü ahlâkı bilmek daha iyidir.
Çünkü insan kötülüğü bilmezse o kötülükten uzak duramaz.

Gayemiz ithal ve zararlı ideolojik fikirlere dair toplumda farkındalığı oluşturmaktır.


Bidaat


Keşke bu bahsin adını "kaba softa ve ham yobaz" koysaydık. Alçalma devrimizden başlayarak bugüne kadar İslâmın ruhlarda karartılması bakımından başımıza ne gelmiş ve küfre hangi güç kazandırılmışsa hep kaba softa ve ham yobaz yüzünden... Onun, yerini ve gayesini bilmeden elinde taşıdığı ve kötüyü devireceğine iyiyi harap etmekte kullandığı "bid'at" bombasından...

• Bir cerrahın (aseptik) ve (antiseptik) usûllerle tedavi sahasını mikroptan korumasındaki prensip titizliğine eş olarak konulan bid'atten kaçınma düsturu, aslında dinin muhafazası bakımından zâbıtaların en mübârek olanıdır. Ve mutlaka bilinmelidir ki, sadece dinin hususî dâiresine mahsustur.

• Bütün ibâdet ve muamele şekilleriyle tecezzi kabûl etmez bir yekpârelik belirten din, bu hususta hiçbir fire vermez ve en hurda cüz'ünü bile fedâ etmezken, bu mutlakiyet sınırı dışında, makbûl gördüğü her yeniliğe kucak açar.

PEYGAMBERÎ AHLÂKI MUHAFAZA


“Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”
(Kur’ân-ı Kerim, 5/51)


PEYGAMBERÎAHLÂKIMUHAFAZA VE YILBAŞI KUTLAMALARI

Cenâb-ı Hak, insanlara (inanç itibariyle bir olmakla beraber) farklı şeriatlar göndererek, kendisine bu ilâhî davet yollarıyla kulluk yapmalarını emretmiştir. Kendilerine gelen Peygamber ve kitaplarla kulluk istikametleri belirlenen her millet için; emirler, nehiyler, ibadet ve itaat şekilleri belirlenmiştir. Bunu Mâide sûresinde geçen şu âyet-i kerime açıkça ifade etmektedir. “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk.”

Önceki şeriat ve kitapları nesheden Muhammedî şeriat ile de kıyamete kadar gelecek olan mü’minlerin ibadet, muamelat, yaşam biçimleri belirlenmiş, Rasûlullah (s.a.v.)’in bizatihi hayatı ile hakikati üzere ortaya konmuştur. Bu Muhammedî şeriat, bütün insanlığı içine alan bir davettir.

İTİKADÎ BOŞLUK UÇURUMA GÖTÜRÜR


İnandığı gibi yaşamak

İtikat, dinin temel inanç değerlerine kalbî bağlılık ve inanmak demektir. İman ve itikat aynı şey olup Allah'tan başka ilah olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahadet etmekle başlar. İslam dinindeki iman esasları "amentü"de formülize edilmiştir.

Müslümanlar, Allah'a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret Gününe ve Kadere; hayır (iyilik) ve şerrin (kötülük) Allah'tan olduğuna inanırlar. Nitekim Rabbimiz; "Sana isabet eden iyilik Allah'tandır, sana isabet eden kötülük de nefsindendir" (Nisa, 4/79) buyurur.

Yani kötülük, günahın sebebiyledir, ben de onu sana günahın sebebiyle takdir ettim buyurmaktadır. Keza Allah şöyle buyurur: "Size isabet eden her musibet, ellerinizle işlediklerinizden dolayıdır." (Şura, 42/30). Ayrıca Kuran'ı Kerim ve hadislerde bildirilen bütün gerçekler, beyan edilen hususlar, Müslümanlar için esastır.
İnanç değerleri, insan davranışının temelini oluşturur. İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. Bilindiği üzere her insanın temel değerlerini oluşturan, benimsediği hususlar söz konusudur. Temel itikadî konular, aslında bütün ilahi dinlerde aynıdır. Çok az bazı detay noktalarda farklılık vardır. Ancak İslamiyet, en son ve en mükemmel dindir. Bütün dinlerde Allah ve Ahiret inancı, imanın temelini oluşturur.

ALLAH TEÂLA (Celle Celaluhu) MAHLÛKATINA BENZER Mİ? -II-


Sevgili Okuyucular

Bir önceki sayıda “Allah Tealâ Celle Celâlûhu mahlûkatına benzer mi” sorusuna cevap arayan “ya da cevap veren” yazı dizimizin ilk bölümünde İslâm inancının böyle bir soru karşısında yanılgılar ve kargaşalar içinde kaldığından bahsetmiştik.
Yine aynı paragraflar içinde; bu sıkıntıların başka dini inanç sistemlerinden bizlere geçtiğini, özellikle Tabiun döneminde İslâm coğrafyasının bir hayli genişlemesi ve bu genişleme neticesinde yabancı kültürlerle temas sürecinin başlamasıyla arıduru İslâm inancının birtakım yabancı unsurları da bünyesinde yer etme eğiliminin arttığından söz etmiştik.

Bununla beraber uzmanlık alanı olmadığı hâlde bazı haber ve hadis nakilcilerinin Kur’an ve sahih hadislerin ince manâlarını kavrayamadıkları, zayıf ve güvenilmez ravilerin naklettiği bazı rivayetlere de aldandıkları için Tevhid inancına aykırılıklar teşkil eden tutumlar sergileyip inanılması caiz olmayan bir kısım hususlara inanç umdesi gibi sarıldıklarından bahsetmiştik.

Bu yanılgıların günümüze kadar büyüyerek geldiğini Allah Tealâ’ya bazı sıfatlar yükleyip mekânlar biçmeye kadar uzanan bir yanlış inanç sisteminin halâ bizleri de meşgûl ettiğini, hattâ bazı kesimlerin işi körüklediklerini görmekteyiz.

ALLAH CELLE CELÂLÜHÜ MAHLÛKATINA BENZER Mİ? - IV-


Değerli Okuyucularımız!

Allah Teala Celle Celalühu mahlûkatına benzer mi? konu başlığıyla sizlere sunduğumuz, yazı dizimizin dördüncü serisinde, böyle bir benzetmenin kesinlikle mümkün olmadığını, ilmi açıklamalarla ispat ederek, tekrar sizlerin bilgisine takdim ediyoruz. Mukadder bir haldir ki, bu tip açıklamalar yazarımızın da açık bir şekilde ifade ettiği gibi, ilk olmamakla birlikte son da değildir. Cevap verebilecek insanlar var oldukça, böyle yanlış bilgilendirmeler ve sorular da var olmaya devam edecektir...

İslam tarihinde, çalışmalarıyla bilinen simaların bu yanılgılarının, günümüze kadar büyüyerek geldiğini, Allah Teala’ya bazı sıfatlar yükleyip, mekânlar biçmeye kadar uzanan bir yanlış inanç sisteminin hâlâ bizleri de meşgul ettiğini, hatta bazı kimseleri bu fikrin girdabına çektiğini esefle seyretmekteyiz. Evvelki yazılarımızın devamı olarak, bu sayımızda da böyle yanlışa düşen ilim adamlarının görüşleri ve onlara verilen cevapları sizlere aktarıyoruz

EHL-İ SÜNNET ÜZERİNE

Soru: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır…" hadisindeki ‘ümmet’ten kastedilen nedir?

Cevap: "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri hariç hepsi ateştedir. O kurtulanlar kimlerdir ey Allah’ın Resûlü ? diye sordular. Peygamberimiz de (s.a.v.): ‘Onlar benim ve ashabımın bulunduğu çizgi üzere olanlardır’ buyurdu" hadisindeki ‘ümmet’ten maksat, icâbet ümmetidir. Sözü edilen fırkalar ise İslam fırkalarıdır. ‘Ateştedir’ ifadesinin anlamı da ‘inançlarından ötürü ateşe girmeyi hak ederler’ demektir. Yoksa ‘fiilen girmişlerdir’ anlamında değil.. Çünkü –inançlarının insanı küfre sokan nitelikte olmaması kaydıyla- Allah Teala’nın affına mazhar olmaları veya şefaatçilerin şefaati sebebiyle cehenneme girmemeleri de mümkündür. Ne var ki insanı küfre düşüren bir inanca sahip olanlar, İslam fırkalarının dışına çıkmış ve ateşte ebedi olarak kalmayı hak etmiş kimselerdir.

ZENGİNLİĞİN EN İYİSİ



Zenginliğin en iyisi akıl zenginliğidir.
En büyük fakirlik de ahmaklıktır.
En büyük yalnızlık kendini beğenmektir.
En büyük şeref güzel ahlâktır.
Hz. Ali -kv-

***

Ne söyleyeyim diye başta düşünmek, niçin söyledim diye sonunda pişman olmaktan iyidir!
Sadi Şirazi -ks-

***

Allah-u Teâlâ bir kulunu, nefsinin zilletini kendisine göstererek aziz kıldığı kadar, hiçbir şeyle aziz kılmamıştır. Diğer bir kulunu, nefsinin zilletini kendisinden gizlemek suretiyle zelil kıldığı kadar, hiçbir şeyle zelil kılmamıştır.
Zünnûn-ı Mısrî -ks-

***

YILBAŞI NEYİMİZ OLUR?


Yılbaşı neyimiz olur?Ramazan Bayramımız mı?Kandilimiz mi?Kurban Bayramımız mı?
Biz,Muharremlerle,Martlarla başlayan yıllar da biliriz...Ki,hiçbiri böyle şımarıklıkla,böyle ayyaşlıkla,böyle kumarbazlıkla açılmazdı.Hepsi,efendi yıllardı.

Bu bahsi bu kadarla geçiyor ve Noel Baba'ya geliyorum:Memleketimize,herhalde,Beyoğlu'ndan giren,Haliç'i atlayarak Fatih'lere,Aksaray'lara,sonra Rumeli'ye ve Boğaz'ı aşarak önce Kadıköy'lere,Moda'lara ve sonra Üsküdar'lara ve oradan Anadolu'ya geçen bu bunak,neyimiz olur:Babamız mı,dedemiz mi,amcamız mı,yoksa Avrupalılıktan pîrimiz mi?

Her Musaya Bir Hızır Gerek

Desem ki, Hz. Hızır Hz. Musa’nın iç sesidir. Onun, bilincindeki hikmetin sesidir…

Nasıl ki, Hamlet’e babasının ruhu olarak görünen hayalet, gerçekte, onun bilinç altının tecessümü idi… Tabiî ki, Hamlet, Hızır aleyhisselamın zıddı kâmilinde yer alarak bir negatif benzetme değeri taşıyor. Hamlet’e, amcasını öldürmesini buyuran ve ona babasının ruhu – hayaleti- olarak görünen birsam, gerçekte, bizzat Hamlet’in bilinçaltının dışavurumudur diyebiliriz.

Hazreti Yunus’un “Bir ben vardır bende benden içeru” deyişi de aynı hikmetle örtüşmektedir.

Aslında hikmet, eşyanın özüne içkin olarak orada durmaktadır. İnsana düşen, onu, oradan bulup çıkartmaktır. Arşimet’e kralın verdiği görev zor mu zor bir işti. Kral belli ölçüde bir altın külçesini kuyumcusuna vererek ondan güzel bir taç yapmasını istemişti. Kuyumcu, tam da kralın arzuladığı ölçüde bakmaya kıyılmayacak denli güzel mi güzel bir taç yapıp getirmişti. Kral, kuyumcuya verdiği altının tamamının bu tacın içinde kullanılmış olup olmadığını merak ediyordu. Arşimet’e verilen görev, kralın bu merakını gidermekti. Ancak bir şartı vardı: yapılmış olan taç öylesine güzeldi ki, Arşimet taca dokunmayacaktı, çünkü verilen altından çalıntı yapılmamışsa, güzelim taç yok yere bozulmuş olacaktı. Yoksa başka türlü, zaten problem yoktu: Tacı eriterek içinde hangi madenlerin kullanıldığını herkes anlayabilirdi.

Develerle Taşınan Kitaplar

Kitap meraklıları, kütüphane sahipleri, hayatlarının en zor günlerini taşınma esnasında yaşıyorlar. Yüzlerce, binlerce cildin nasıl nakledileceği büyük bir problem olarak karşımıza çıkıyor. İki taşınma, bir yangına bedelmiş. Dört defa taşınmak zorunda kalırsanız artık nasıl korkunç bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunuzu düşünebilirsiniz. Bu sıkıntıyı ben defalarca yaşadım. Her seferinde gözüm gibi esirgediğim kitapların büyük bir kısmı zarar gördü. Kiminin cildi bozuldu, kiminin sayfaları dağıldı, kimi de kayboldu. Kütüphanemin raflarını, harp malullerini andıran perişan kitaplar dolduruyor.

Son defa ev değiştireceğim sırada nakliyecilerle telefon pazarlığı yaptım. Evde çok sayıda kitap var, ona göre fiyat belirleyin dedim. Anlaştık. Fakat adamlar fakirhaneye gelip zengin bir kütüphaneyle karşılaşınca anlaşmayı bozdular. İki misli fiyat istediler. Çaresiz kabul ettim. İçlerinden biri takviye kuvvet istemek için telefona sarıldı. Mahalli şiveyle, “Ula Haso, biz bir belaya çattık! Bana üç kişi daha gönder!” dedi. Adam açıkça, kitaplarıma “bela” diyordu. Ne çare ki o anda ben buna katlanmak zorundaydım. “Bela” çıkarmak istemiyordum.

Taşınmalar esnasında meydana gelen tahribat şöyle dursun, bir de eve kitap taşıma konusu var ki o da başlı başına bir problem teşkil ediyor. Satın aldığı kitabı akşam eve götürmenin usulünü ve yöntemini bilmeyenler, çoğu zaman zor durumda kalıyorlar. Hanımlarıyla kavgalı hale geliyorlar. Halbuki her meselenin bir çözümü vardır. Mesela ayrı bir ev tutmak veya oda kiralamak da bunlardan biridir. Merhum İsmail Saib Hoca’nın bir han kiraladığı, bütün odalarını satın aldığı kitaplarla doldurduğu, ölümünden sonra anlaşılmıştı. Muallim Cevdet de, Sahaflar Çarşısı’na giderken yanına iki de hamal alıyordu. Ama unutmayalım ki merhum bekârdı, dolayısıyla “kadın korkusu” yoktu. Al alabildiğin kadar, taşı taşıyabildiğin kadar. Unutmadan söyleyeyim, Muallim Cevdet’in kitapları vefatından sonra Beyazıt Meydanı’ndaki Belediye Kütüphanesi’ne, sonra da Taksim’deki Atatürk Kitaplığı’na taşındı.

BU DEVİRDE TASAVVUF

align=right>Bir şey asırlardır insanlığın gündeminde kalabilmişse, onun insan fıtratı ve toplum hayatıyla ciddi bir irtibatı mevcut demektir. Ortaya çıktığı günden itibaren gönüllerden ve gündemden hiç düşmeyen kavramların birisi de tasavvuf. Onu birileri tenkid ederek, diğerleri de tatbik ederek hep gündemde tuttular.

Tasavvufu dışarıdan tenkid edenler, onu insanın dünya ile ilişkilerini koparan bir miskinlik ve tembellik merkezi olarak görürken, içine girip yaşayarak tadanlar, insanı Kur'an ve Sünnet dairesinde terbiye eden ve ilahî edeple süsleyen bir okul olarak tanıtı-yorlar.

Bu konuda kime kulak verilmelidir. Yolunca gidene ve bilene mi, hiç tatmadığı şeyi inkâr edene mi?

Tasavvufu değerlendirirken yapılan temel yanlışlardan biri, ehil kaynaklara başvurmamak... Oysa, özellikle dini konularda ehil kaynaklara başvurmak şarttır. Ayrıca dini anlamak için başvurulan kişinin ehil olmanın yanında, ârif ve zikir ehli olması da gerekiyor.

Allah Teâlâ, "sabah akşam Rabbinizin rızasını isteyerek ona yalvaran kimselerden ayrılma ve onlardan gözünü ayırma. Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız kimseye de tabi olma" (Kehf/28) buyuruyor. Ayrıca "bilmiyorsanız zikir ehline sorun" (Nahl/43) ayeti diğer ilahî emirler gibi tasavvufu öğrenme konusunda da izlenecek yolu belirlemiş oluyor.

EN TEHLİKELİ BİD'AT, İSLAM DIŞI HAYATTIR

Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz beka yurduna göçmeden birkaç ay önce, bir cuma günü Cenab-ı Mevlâ şöyle ferman buyuruyordu: “Bugün dininizi kemâl e erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim.” (Maide, 3)

Bu ayet-i celilenin ifade buyurduğu üzere Din-i Mübin-i İslâm kemâle ermiş, müminler için nimet tamamlanmış ve hayat tarzı olarak da İslâm seçilmiştir.

Bu durumda her kim Allah'ın kâmil nizamı ve ebedi dini olan İslâm'dan başka yol ararsa, muhakkak ki doğru yoldan ayrı düşer, hüsrana uğrar. Alemlerin Rabbi'nin beyanı ile, insanlık için artık İslâm'dan başka huzur ve mutluluk kaynağı bir hayat tarzı ve doğru bir yol yoktur. Onun dışında hepsi batıl ve çıkmazdır. Esasen insanlığın bunca tecrübesi de bu durumu isbat ve teyit eder.

Cenab-ı Hak ayet-i celilede şöyle buyuruyor: “Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki bu din asla kendisinden kabul olunmayacak ve o ahirette ziyana uğrayanlardan olacaktır.” (Âli İmran, 85)

ÇAĞIMIZIN EN ÖNEMLİ ÇİRKİN BİD’ATI

Çirkin bid’at kapsamına giren fiil ve tutumlar içinde en tehlikeli olanı hangisi olabilir? Hiç şüphesiz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ilkelerine aykırı İslâm anlayışıdır.

Hangi görüntü ve iddia ile ortaya çıkmış olursa olsun, tıpkı geçmişte olduğu gibi Ehl-i Sünnet çizgiye, dolayısıyla doğru İslâm anlayışına aykırı olan her türlü akımın, “bid’at mezhep” olarak nitelendirilmesi gerekir.

İslâm tarihinde Sahabe döneminin sonlarına doğru bazı yanlış inanç ve tutumların ortaya çıktığını biliyoruz. Daha ziyade Akaid ve Kelam ilminin sahasına giren bu inanç ve tutumlar, İslâm’a yabancı din, gelenek ve felsefî sistemlerden kaynaklanmıştır.


Bu dönemde İslam coğrafyasının sınırlarının hayli genişlemesi ve farklı kültür ve dinlere mensup kitlelerin İslâm’a girmeye başlamasıyla, ağırlıklı olarak eski Hint, İran ve Yunan’a ait bazı inanç ve anlayışlar bir kısım müslüman topluluklar üzerinde yıkıcı bir etki yapmaya başlamıştır.

DİN TAHRİFÇİLERİ

“Şimdi (ey müminler) onların size inanacaklarını mı sanıyorsunuz? Oysaki onlardan bir kısmı, Allah’ın kelamını işitirler de iyice anladıktan sonra bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)

İnsanlık tarihine baktığımızda ne gariptir ki, tamire müvekkel kılınan insan, sanki tahrife müvekkel kılınmışçasına, kimi zaman bilerek, kimi zaman bilmeyerek, kâinattaki ölçü ve dengeleri tahrife (bozma, değiştirme, çaptırmaya) yönelmiştir.

Bunu tarihimizde ve günümüzde tarihin her alanında görmek mümkündür. Allah’ı inkâr, Allah’a isyan, Allah’ın ahkâmını keyfî yorumlama, insanın yaradılış gayesini unutmuş, nefsinin şeytana uyması, kötü ahlakları huy edinmesi, keyfî bir şekilde suretine müdahale (estetik v.b) etmesi, tabiata müdahale, bilinçsiz ziraî mücadele, hayvan ve bitkilerin fıtratlarına müdahale, hepsi birer tahrifattır. Tabiata bilinçsiz müdahale günümüzde küresel ısınma v.b sıkıntılara kapı aralamıştır.

Maddî ve manevî hayata yönelik her türlü bilinçsizlik ve bilgisiz müdahale, insanın o alanla ilgili mezarını kazmasına sebep olmakta ve olacaktır da.

Emsâlsiz Örnek Şahsiyetten Yüce Ahlâk Ölçüleri -1-

Bir mü’minin, rûhânî vasıflarını tekâmül ettirerek kâmil bir hâle gelebilmesi, ancak Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbî hayâtından ve yüce ahlâkından nasiplenebilmesiyle mümkündür. Bu hâl, Fahr-i Kâinât Efendimiz’e duyulan muhabbet ve O’nun rûhâniyetine bürünebilme nisbetinde gerçekleşir.

Zîrâ bütün insanlık âlemi, gönüllere şifâ ve ferahlık bahşeden ilâhî terennümleri, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek lisânından işitmiştir. Beşeriyet, Rahmân’ın uçsuz-bucaksız af ve kerem ummânına, O “Varlık Nûru”nun muhabbeti hürmetine mazhar olmuştur. Yine bütün günahlarına rağmen insanlık, Rabbimizin; “Ey benim kullarım!” şeklindeki müşfikâne hitâbına da, yine O Âlemlerin Efendisi’nin yüzü suyu hürmetine nâil olmuştur.

Bütün bu ihsan, ikram ve iltifatlar karşısında biz Ümmet-i Muhammed’e düşen vazîfe, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in emir, nehiy ve tavsiyelerine cân u gönülden tâbî olarak hayâtımızı O’nun Sünnet-i Seniyye’sinin rûhâniyeti içinde yaşayabilmektir.

Rabbimiz, en yüce makâm olan “Makâm-ı Mahmûd”u, Efendimiz’e lutfetmiş, O’na lâyık olduğu makâmın yüceliğini ifâde eden tavsiyelerde bulunmuştur.