Zehirli.Org köşesi
Zehirli Fikirlere panzehir başlığı ile 2006 yılında zehirli.org sitemiz yayına başladı. Yüzbinlerce kişinin ziyaret ettiği sitemiz kritik noktalarda bilgilendirici içerikler sunmaya devam ediyor.
Güzel ahlâkı bilmek iyidir, ama kötü ahlâkı bilmek daha iyidir.
Çünkü insan kötülüğü bilmezse o kötülükten uzak duramaz.
Gayemiz ithal ve zararlı ideolojik fikirlere dair toplumda farkındalığı oluşturmaktır.
ERMENİ SORUNU
1960'lı yılların ikinci yarısından itibaren, çeşitli ülkelerde yerleşik olan Ermeni grupların, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyaları ile varlığını hissettiren sözde Ermeni sorunu, 1973'den sonra "Kanlı Ermeni Terörizmi"ne dönüşmüştür.
Bu tarihten itibaren Türkiye'ye yönelik Ermeni faaliyetleri, "Dört T" planı çerçevesinde uygulamaya konulmuştur. Bu plan, sözde Ermeni sorununun tüm dünyada Tanıtılması, soykırımın Tanınması, Türkiye'den Tazminat alınması ve Toprak elde edilmesi aşamalarını içermektedir.
Bugün, maksatlı olarak gündemde tutulmaya çalışılan sözde Ermeni sorununun ne derece mesnetsiz olduğunu ve ne tür çıkar kaygıları ile ortaya atıldığını daha iyi anlayabilmek için tarihsel gelişiminin incelenmesinde fayda görülmektedir.
DÖRT SORUDA ERMENİ SORUNU
Soru 1: Tarihte toplumların birbirlerini öldürmelerine sıkça rastlanır. Özellikle son yüzyıllarda yaşananları nasıl değerlendirmek gerekir?
Cevap 1: a. Ulus-devlet kuruluş sürecinde yaşananlar ve milliyetçilik düşüncesinin etkisi dolayısıyla ortaya çıkanlar:
Tüm ulus-devletlerin kuruluş sürecinden benzer sorunlar yaşanmıştır. Ermeni Sorunu’na da bu çerçevede bakmak gerekir
b. Sömürgecilik düşüncesinin ortaya çıkması sonucu, sömürgecilerin sömürdükleri yerlerin halklarına yönelik eylemleri: Güney Amerika’da Portekiz ve İspanyolların Aztek, Maya ve İnka uygarlıklarını ortadan kaldırmaları; İngiltere’nin Afrika’daki zencilere, Amerika’daki Kızılderililere,Avustralya’daki Aborjinlere yaptıkları; ABD’nin Kızılderililere ve zencilere yönelik eylemleri, Vietnam’da yaptıkları; Fransa’nın Cezayir’de yaptıkları; İtalya’nın Habeşistan ve Libya’da yaptıkları bu çerçevede sayılabilir.
Kadın,Erkek Ve Akıl
Sual: Kadının erkekten daha akıllı olduğunu, bu bakımdan, kadına daha çok hak verilmesi gerektiğini söyleyenler var. Her kadın, her erkekten akıllı olur mu?
CEVAP
Önce, aklın ne olduğunu bilmek gerekir. Cenab-ı Hak, aklı, hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt etmek için yaratmıştır. Hangi şeyin hak, hangi şeyin bâtıl, hangi şeyin iyi, hangisinin kötü olduğu da ancak, bütün mahlukatı yoktan var eden Allahü teâlânın bildirmesiyle anlaşılır. İnsanların iyi veya kötü demesiyle, bir şey iyi veya kötü olmaz. Çünkü birisine göre iyi olan bir şey, diğerine göre kötüdür. Mesela evlilikte nikah, müslümanlara göre, lüzumlu ve iyi bir şey iken, bazı dinsizlere göre saçmadır! Bu bakımdan dinimiz akıllıyı nasıl tarif ediyorsa ona göre karar vermek gerekir. Akıl hakkında hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Akıllı şudur ki, Allah’a ve Peygambere inanır ve ibadetlerini yapar.) [İbni Muhber]
(En akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkan, Onun emir ve yasaklarına en güzel uyandır.) [İbni Muhber]
(Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir.) [Tirmizi]
PEYGAMBER GÖNDERİLMESEYDİ
Sual: Peygamber gönderilmeseydi, akılla, Allah’ın varlığı, helal ve haram bilinebilir miydi?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın Peygamberler göndermesi, bütün mahluklara rahmet ve ihsandır. Allahü teâlâ, kendi varlığını ve sıfatlarını, bizim gibi aciz insanlara, bu büyük Peygamberleri ile haber verdi. Beğendiği şeyleri, beğenmediklerinden bunlar vasıtası ile ayırdı. İnsanlara dünya ve ahirette faydalı şeyleri zararlılarından, bunların aracılığı ile ayırt etti. Eğer Peygamberler gönderilmeseydi, akıl, Allah’ın varlığını anlayamaz, Onun büyüklüğünü kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları, Allahü teâlânın varlığını anlayamadılar. Yaratanı inkâr ettiler. Kısa akılları her şeyi zaman yapıyor sandı. Nemrud’un, Hazret-i İbrahim ile çekişmesi Kur'an-ı kerimde bildirilmektedir. Firavun da "Benden başka tanrınız yoktur" demiş ve Hazret-i Musa’yı "Benden başka tanrıya inanırsan, seni hapsederim" diye korkutmak istemişti. Demek ki, insanların kısa akılları, bu en büyük nimeti anlayamaz. Bir Peygamber olmadıkça, bu sonsuz saadete kavuşamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dini, aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur.) [Taberani]
AKILLI KİMDİR
Sual: "İslamiyet akıl dinidir. Bundan dolayı aklımın almadığı şeye inanmam" demek doğru mudur?
CEVAP
Bu sözün ikinci kısmı yanlıştır. İslamiyet akıl dinidir. Hadis-i şerifte (Aklı olmayanın dini de yoktur) buyuruluyor. Fakat akıl eşit değildir. Akıl akıldan üstündür. Bir cahil ile bir âlimin aklı aynı değildir. Akıllar eşit olsaydı, herkes aynı şeyi düşünürdü. İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, selim akla uymayan birşey yoktur. Zaten (İslamiyet akıl dinidir) demenin manası da budur.
Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip yanılan kimseye felsefeci denir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği yanıldığı yerlerde, İslam ışığı altında akla doğruyu gösteren büyüklere İslam âlimi denir. Akıl göz gibidir. İslamiyet de ışık gibidir. Göz karanlıkta cisimleri göremez. Görmesi için ışık gerekir. Akıl da hakikatı göremez. Görmesi için İslam ışığı gerekir. Eğer İslam, hak ile bâtılı bildirmeseydi, aklımızla bulmamız mümkün değildi. Hadis-i şerifte, (Akıl, hak ile bâtılı birbirinden ayıran bir nurdur) buyuruluyor. Şu halde hak ile bâtılı ayıramayana akıllı denmez.
Karma İnancına Göre Reenkarnasyon Nedir?
Karma felsefesinin bir sonucu olarak reenkarnasyon, -yani bir insanın öldükten sonra başka bir bedenle dünyaya tekrar geldiği- inancı Hint dinlerinde çok köklü olarak yerleşmiştir. Karma ve reenkarnasyon arasındaki ilişki Dinler Tarihi isimli kitapta şöyle açıklanmaktadır:
Karma doktrinine bağlı olarak tenasuh, yani ruhun bir bedenden ötekine geçtiği inancı doğdu. Böylece ölümden sonra devamlı var olma, ruhun bedenden ayrı olduğu fikri gelişmiş oldu. Bu inanışa göre, ruh kendi derecesi içinde yüksek veya alçak olarak doğar. İnsan yaptıklarına göre hayvan, bitki, insan veya tanrı şeklinde doğar. (Buna göre insan kendi kaderinin mimarıdır.) Bu doğuş, bir sebep sonuç ilişkisi içinde gerçekleşir. Manevi ve ahlaki karşılık, yani yapılanların sonucu ruhun tenasuhu ile mümkün olur. Sonraki hayatta mutlu olmak, doğru harekete bağlıdır. Her şahıs, işlerinden sorumludur. Ölümden korkmaya gerek yoktur. Devamlı yeniden doğuşlarla insan, arzularına ulaşır, devamlı bir tatmin elde eder. O, tanrı Brahma'da yaşar. Bu inanışın Hintliyi kuvvetli bir iyimserliğe ulaştırdığı ileri sürülmektedir.1
GADİR-İ HUM HUTBESİ
Rafiziler, Resulullah Gadir-i Hum’da Hz. Ali’yi yerine vekil etti diyorlar.
Abdullah-i Süveydi hazretlerinin, Molla başı ile konuşmasının bu konu ile ilgili kısmı Hucec-i katiyye kitabından alınarak aşağıya çıkarılmıştır:
Molla başı dedi ki:
Resulullah efendimizin ümmetine çok şefkatli olduğu, onların haklarını, düzenlerini korumaya uğraştığı, herkesin bildiği şeydir. İşte bu şefkatinden dolayı, Medine şehrinden çıkıp, başka yere giderken yerine, birisini kordu. Böyle iken, vefatından sonra, milyonlarca ümmetinin işlerini çevirecek, ihtiyaçlarını karşılayacak bir imam ve vekil ayırmayıp, bunları kıyamete kadar başı boş bırakması nasıl olabilir? Halbuki Gadir-i Hum hutbesinden ve başka haberlerden anlaşılıyor ki, (Resulullah, hem açıkça, hem de işaret ile, yerine Hz. Ali’yi vasiyet buyurmuştur. Hatta, imam tayin etmek, Rabbülâlemin üzerine vacip olduğundan, vefat edeceği zaman, bu mühim işin yapılması için ve inatçıların bu vazifeden kaçınmalarını önlemek için, bir vasiyet yazmak diledi. Kağıt, kalem istedi. Yanında bulunanlardan Ömer, ayak takımlarının bile söyleyemeyeceği birkaç kırıcı ve aşağılayıcı sözü Resulullaha karşı söyleyerek, bu düşüncesinden vazgeçirmiştir.
KUR'AN-I KERİM DEĞİŞMEDİ
İbni Sebeciler, Kur’anı ilk üç halife değiştirdi diyorlar. Kur’anı değiştirmek mümkün mü?
CEVAP
Diğer hususlarda olduğu gibi burada da ibni Sebecilere en güzel cevabı Allahü teâlâ vermektedir. Bu cevap karşısında ibni Sebecilerin beli kırılmaktadır. Onlar da cevap veremedikleri hususları inkâr ederek, masal diyerek ya da üç halife değiştirdi diyerek bulundukları küfür yolunda kalmayı tercih ediyorlar, yani küfür yolunu seçiyorlar. Halbuki bozuk itikadlarına tevbe edip, iman yolunu yani ehl-i sünnet yolunu seçselerdi kendileri için iyi olurdu.
Şimdi âyet-i kerimelere bakalım:
GÜNAH ZARAR VERİR
İbni Sebecilerin, Ali’yi sevene hiçbir günah zarar vermez demeleri doğru mudur?
CEVAP
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed aleyhisselamı yani Peygamberi sevene günah zarar veriyor da, müslüman olması bu yüce Peygambere iman etmeye bağlı olan Hz. Ali’yi sevene günah hiç zarar vermez mi? Yüce derecesi bir yana o da her müslüman gibi bir müslümandır. O da, hepsi Cennetle müjdelenen sahabelerden biridir.
Yahu! Âlemlerin rabbi, her şeyin yaratıcısı, dinin sahibi Allahü teâlâyı sevene, Ona iman edene günah zarar veriyor da, yüce derecesi bir yana, Onun aciz bir kulu olan Hz. Ali’yi sevene günah hiç zarar vermez mi? Halbuki Allahü teâlâ bu istisnayı kendisi için bile yapmamıştır. Allah bile, beni sevene günah zarar vermez buyurmuyor. Zerre kadar kötülük yapan cezasını görecek buyuruyor.
Ne demek istiyor bunlar, hâşâ, O Peygamberden, Allah’tan üstün mü? Zaten tanrı da peygamber de diyenleri de var. Peki, böyle diyenlerin İslamiyet’le ne alakası var, dinle imanla ne alakası var?
BÜTÜN İNSANLIK HZ.MUHAMMED'E (S.A.V) MİNNET BORÇLUDUR
Alemlerin Rabbi (c.c), onu kendisine ve bize şöyle tanıtmıştır: "Rasülüm! Biz seni ancak alemlere bir rahmet olarak gönderdik."( Enbiya, 107.)
Allahu Teala, Hz. Adem'i yasak ağaçtan yediğinden dolayı Cennet'ten dünyaya indirdiği zaman, Hz. Adem (a.s) kusurunu anladı, affı için ağladı ve şöyle yalvardı:
"Ya Rabbi! Beni Habibin Muhammed hatırına affeyle." Yüce Rabbimiz:
"Ey Adem, sen benim habibim Muhammed'i nereden tanıyorsun?" diye sordu. Hz. Adem:
"Ya Rabbi! Sen beni Cennet'e yerleştirdiğin zaman Cennet'in her yerinde, Arş'ın üzerinde "La ilahe illallah Muhammedur-rasulullah" yazısını gördüm. İsmi senin isminle birlikte zikredilen ve her yere nakşedilen bu zatın senin katında çok kıymetli ve sevgili birisi olduğunu anladım. O sevgili kulunun hatırına beni affetmeni istiyorum." dedi.
EN MÜŞKİL SORUYA MÜHİM BİR CEVAP (KADER VE KAZA)
Kader ve kaza konusunda çoklarının sorduğu ve anlamakta zorlandığı soru şudur: Her şey Allah'ın takdiri, dilemesi ve hükmüyle oluyorsa ve bunun dışına çıkmak mümkün değilse, kendisine takdir edilen çizgide amel eden ve kötülük yapan bir kimseye Allah niçin hesap soruyor, ceza veriyor?
Cevap: Önce şunu belirtelim ki, Allahu Teala herkese değil, sadece mükellef olan insanlara, ihtiyarî fiillerinden hesap soracaktır. İhtiyarî fiil demek, yapıp yapmamakta serbest iken, yapmaya karar verilen fiil demektir. İnsanın iradesi dışındaki yaptığı işlere "ızdırârî, zarurî, mecburî" fiiller denir. Bu tür fiillere bir sevap veya günah yoktur. Midemizin çalışması, kanımızın dolaşması, susuzluk, açlık, uyku gibi haller, irade dışı fiillerdir, mecburi işlerdir.
Mükellef olmak için şu dört şartın bir arada bulunması gerekir:
1-Akıl.
2-İrade,
3-Güç,
4-İlim.
Aklı olmayanlara veya aklı olup da temyiz çağına ulaşmayanlara hesap ve ceza yoktur. Deliler ve çocuklar gibi.
KADER VE KAZAYA İMAN
Kader, Allahu Teala'nın ezeli ilmiyle kainatta olacak her şeyi önceden bilmesi, onların planını yapması, zaman, yer, şekil, vazife, vaziyet ve akıbetini belirleyip Levh-i Mahfuz'da tesbit etmesidir.
Kaza ise, Allahu Teala'nın ezelde takdir ve tayin ettiği şeyleri ezeldeki plana göre icra etmesi, yaratması ve ortaya koymasıdır. Mâturidîler, kader ve kaza konusunda bu taksim ve tarifi benimsemişlerdir.
İslam alimlerinden bazıları -Eşâriler de bu gruptandır-yukarıdaki taksimde kader yerine kaza, kaza yerine kaderi koymaktadırlar. Buna göre kaza ezeldeki ilahi takdir, kader de bu takdirin meydana gelmesi şeklinde tarif edilmiştir. Bu sadace lafızlardaki bir farklılıktır. Kader ve kazaya imanın farz olduğu konusunda bir ihtilaf yoktur.
Kader ve kaza, ilahi bir ilimdir, Rabbani iradedir, sonsuz kudretin tecellisidir. Hiç şüphesiz Yüce Rabbimiz, varlık aleminde olacak her şeyi önceden bilir; yaratacağı her şeyi ezelî iradesiyle irade eder; zamanı gelince de halkeder.
SAHİH BİR İTİKAD NASIL OLMALI?
İman, İslam binasının temelini oluşturmaktadır. İman olmadan hiçbir amel Allah katında makbul değildir.
İslam'da ilk önce iman gelir. İman, her Müslümanın öncelikle sahip olması gereken bir özelliktir. Dolayısıyla Müslümanın en değerli varlığı imanıdır diyebiliriz. Çünkü insan, dünyada huzur ve saadete, ahirette ebedi mutluluğa ancak imanla kavuşabilir. Ancak, son nefese kadar imanı korumak ve ahirete bu imanla gitmek gerekir.
İman ve inanç çok önemli olduğu için Kur'an'da, Mekke döneminde inen ayetlere baktığımızda, tamamen inançla ilgili prensipleri açıkladığını görmekteyiz. Mekke döneminde hüküm ayetlerinin çok az olduğu, hükümle ilgili ayetlerin genellikle Medine'de inmeye başladığı görülmektedir.
Yani, ancak inançla ilgili prensipler açıklanıp da insanların zihinleri yanlış, batıl ve hurafe düşüncelerden temizlendikten sonra Medine döneminde ibadetlerle ilgili ayetler inmeye başlamıştır.
Müslümanlar Niçin Geri Kalmıştır
İslamiyet, faydalı her yeniliği emreden bir dindir. Bundan dolayı, ilim adamlarına çok önem verilmiş, ilmi, fenni ve teknik tecrübeler yapılmış, müslümanlar, tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta, matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlak ve sosyal bilgilerde, en mükemmel dereceye vasıl olmuşlar, bugün de tazim ile yâd edilen kıymetli âlimler, hakimler, mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyetin rehberleri olmuşlardır.
O zaman, yarı vahşi olan Avrupalı, fen bilgilerini İslam üniversitelerinde öğrenmişler, hatta Papa Sylvester gibi, Hıristiyan din adamları da Endülüs üniversitelerinde okumuştur. Bugün, hâlâ Avrupa’da kimyaya, Chemie ve cebire, [Arabi El-cebir kelimesinden] Al-gebra ismi verilmektedir. Çünkü bu ilimler, önce müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir.
Misyonerlerin Uydurduğu Hikaye
Sual: Bir misyonerin uydurduğu şu hikaye anlatılıyor. Bu hususta açıklama yapar mısınız?
(Bir misyoner, uydurduğu hikayede, meşhur bir Kur’an hocasının oğlunu ve torununu hıristiyan yapıyor. Bir hıristiyan, hocanın oğluna incillerden birini veriyor. Ona, “Kur’an beni kurtarmadı, değiştirilmiş İncil beni nasıl kurtarabilir ki?” dedirtiyor. Ama yine de okutuyor. İnciller sevgiden söz ediyormuş, günahlardan da temizliyormuş. (Ey İsa, sen benim rabbimsin) demiş. İsa, hocanın oğlunun hayatını değiştirmiş, bütün kötü alışkanlıklarını bıraktırmış.
Hocanın oğlu, hıristiyan olunca hiç kimse ona iş vermemiş. İsa’nın kendisini nasıl kurtardığını anlatınca, vahşi Müslümanlar ona hücum etmiş, polis onu tutuklamış. Karakolda, İncilleri komisere açıklamış. Komiser İncillerdeki gerçekleri öğrenince, onu serbest bırakmış.