MİLAT SONRASI İLK YÜZYILLARDA YAPILAN ÇALIŞMALAR

Yeni Ahidin Hz.İsa 'dan sonra ortaya çıkışı ile birlikte, hatta bu kitap tam olarak yazılıp düzenlenmeden önce, Eski Ahidin başına gelenler aynen bu kitabın da başına gelmiştir. Yeni Ahidde yer alan bütün kitapların orjinal nüshaları düşmanlar tarafından daha ilk devirlerde tahrib edilmiş ve yok edilmişlerdir. Dolayısı ile Yeni Ahidi teşkil eden kitapları yeniden yazma ve toplama zarureti ortaya çıkmıştır. Orjinal nüshalar olmaksızın gerçekleştirilen bu yeniden yazma esnasında, birçok değişiklik ve tahrifat olmuştur. Metnin yeniden yazılması tek elden yapılmadığından, herkes kendine göre yeni nüshalar meydana getirmiş ve bu nüshalar arasında sayıları yüzbinlerle ifade edilebilecek olan farklılıklar ortaya çıkmıştır. M.S. ikinci asırda yaşamış olan Celcus (M.S. 180), Hristiyanlara karşı yazmış olduğu bir eserde, o sırada Hristi-yanların ellerinde bulunan İncillerde pekçok farklılıkların ve çelişkilerin olduğunu belirtmiştir. Celcus'un yapmış olduğu bu tenkide Origen (M.S.182-251), zayıf bir şekilde cevap vermekle beraber, verdiği cevapta dolaylı bir biçimde İncillerde bazı farklılıkların ve değişikliklerin olduğunu itiraf etmiştir. Origen, Celcus'a verdiği cevapta bunların bazı sapıklar tarafından yapıldığını söylemiştir.

Hristiyan kaynakların incelenmesinden anlaşıldığına göre, Yeni Ahidi teşkil eden yirmiyedi kitaptan ilk dördü, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından kaleme alınan İnciller olmasına karşılık, Pavlos'un mektupları, bu İncillerden önce yazılıp ortaya çıkmışlar ve kutsal yazma muamelesi görmüşlerdir. Halen elde mevcut olan Yeni Ahid içinde yer almayan yüzden fazla İncil ve Risale, daha birinci asırdan itibaren Hristiyan dünyasında ortaya çıkmış, bunun neticesi olarak, Hristiyanlığa karşı olan bazı kimseler bu kitapları inceleyerek bunlardaki farklılıkları ve çelişkileri ortaya koymuşlardır. İkinci ve üçüncü asırlarda ise, bizzat Hristiyanların kendileri, bu kitaplardan bazılarının sahte olduğunu ileri sürmüş ve bunları kötü niyetli ve sapık fikirli kişilerin yazdığını iddia etmişlerdir.

Tıpkı Yahudilikte olduğu gibi, Hristiyanlıkta da mezhep ihtilafları ilk asırdan itibaren ortaya çıkmaya başlamış, ortaya çıkan her mezhep, kendi görüşünü haklı çıkaracak şekilde İnciller yazmak sureti ile kendi görüşüne destek sağlamaya çalışmıştır. Bu yolla İnciller, gitgide çoğalmış, çoğaldıkça da bu kitaplar arasındaki farklılıklar artmaya devam etmiştir. Mezhep kavgaları şiddetlendikçe sayıları çoğalan İncil ye Risaleler öylesine artmış ki, Hristiyan Kilisesi bunun önüne geçebilmek için tedbir almak üzere konsiller toplamaya başlamıştır. M.S. dördüncü asrın ortalarında yapılan konsillerde Kilise yönetimine hakim olanların baskısı ile, İncillerin içinden, dört tanesi seçilerek bunlar sahih, diğer bütün İnciller ise sahte sayılmışlardır.

Sahihlikleri üzerinde karar kılınan bu İncilleri okuyan akıl ve insaf sahipleri, daha o dönemde bu dört İncil arasında bü-yük farklılıklar olduğunu gördüler. Kilise babalarının, bu dört İncilin muhtevalarının aynı olduğu şeklindeki ısrarlı iddialarına karşılık, yine bazı Kilise babalan, İncillerin sayısının birden fazla olmasını hazmedememiş ve dört İncili birleştirerek bir kitap haline getirmeye çalışmışlardır. M.S. ikinci yüzyılda Süryanî asıllı Tatian, "Dört İncilin ma'nasını kapsayan" anlamına gelen "Diatesseron" isimli bir İncil yazmıştır. Bu İncil, dört İncildeki bilgilerin birleştirilerek tek metin haline getirilmesi ile meydana gelmiştir. Rivayet edildiğine göre "Diatesseron"u ilk olarak Tatian'nın hocası Justinuous, Yunanca olarak yazmış, Tatian ise daha sonra bunu Süryanîceye çevirmiştir.

Hz. İsa'dan hemen sonra Hristiyan dünyasında ortaya çıkan ihtilaflar, muhtevaları birbirinden oldukça farklı İncil ve Risaleleri meydana çıkarırken, öbür yandan Hristiyanların, Yahudi Tanahını Eski Ahid diye isimlendirerek kabul etmeleri daha birinci yüzyılda Hristiyanlarla Yahudiler arasında birtakım münakaşalara sebep olmuştur. Yahudiler, Hristiyanların elinde bulunan Eski Ahidin Yunanca tercümesi "Septante"nin kendi ellerinde bulunan Tanah'ın aynısı olmadığını, Septan-te'de birçok tercüme yanlışlarının bulunduğunu ileri sürmüş-lerdir. Böylece Yeni Ahid üzerinde Hristiyanlar arasında meydana gelen ihtilaflara, Yahudilerle Hristiyanlar arasında meydana gelen ihtilaf da eklenmiş oldu. Halen elde mevcut'Hristiyan Eski Ahidinin Yunanca tercümesi ile, İbranîce Yahudi Tanahı karşılaştırılınca, gerek kitapların sayısı ve gerekse bu kitapların muhtevası bakımından birtakım farklılıkların olduğunu görürüz. Bu hususu daha önce belirtmiştik,
M.S. ikinci asrın sonlarına doğru Eski ve Yeni Ahidin birleştirilerek Hristiyan Kitâb-ı Mukaddesinin ortaya çıkarılması ve dördüncü asırda Yeni Ahidde yer alacak olan kitapların tesbiti çalışmaları sonucu, ortaya çıkan Kitâb-ı Mukaddes kol-leksiyonu, Hristiyanlar tarafından çoğaltılarak her tarafa dağıtılmaya başlanmıştır. Daha önce ortaya çıkan değişik İncil ve Risalelere, bu defa sahihlikleri üzerinde karar kılınan kitapların çoğaltılması,esnasında ortaya çıkan farklılıklar eklenmeye başlamıştır.

Ancak hemen ilâve etmek gerekir ki, dört İncilin dışındaki diğer İnciller, uzun süre Hristiyan dünyasında dolaşmaya ve kabul görmeye devam etmiş ve bunları benimseyen, hatta savunanlar olmuştur. Mesela M.S. 209 yılında Aziz İrene, bu incillerin aslında tek bir İncilin muhtelif suretleri olduğunu iddia etmişti. Aslında üçüncü asrın başlarına kadar Hristiyan dünyası, ihtilafın hangi boyutlara ulaştığının pek farkında bile değildi. M.S. 216 yılında İskenderiyeli Aziz Clement'in her Hristiyanın, dört İncilin sahih, diğer İncillerin sahte olduğuna inanması gerektiğini açıklaması üzerine, Hristiyan dünyası konuyu kavramaya başlamıştır.

Konsil kararları ile pekiştirilen Clement'in bu görüşünün arkasından, otantik sayılan nüshaların çoğaltılmaya başlandığını, bu çoğaltma sırasında bir kitabın birbirinden farklı kopyalarının ortaya çıktığını tesbit etmekteyiz. Aslında Kilise, sadece sahihlikleri kabul edilen kitapların kopya edilip çoğaltılmasına müsade etmişti. Fakat, bu çoğaltma işi başından itibaren bir plan dahilinde ve kontrollü olarak yapılamadığından, farklı kopyaların ortaya çıkışı engellenememiştir. Kopya işi başlangıçta ferdî ve düzensiz bir şekilde yapılmış, bu yüzden telâfisi imkânsız farklılıklar ortaya çıkmıştır. Nüshaları çoğaltma ve kopya işleminin iyice çığırından çıktığını gören Kilise, işe yeniden müdahele ihtiyacını hissetmiş ve herkesin rastgele kopya ve çoğaltma işine girmesini engellemeye çalışmıştır.

Kilise, bir tehlikeyi önlemeye çalışırkan, daha büyük bir tehlikeyi davet etmiş, okuma yazma bilen köleleri kopya yapma işinde görevlendirmiştir. Kölelerin elinde çoğaltılan her kitabın, yeni kopyalarında hatalar ve farklılıklar daha da artmış, nüshalar arttıkça farklılıklar da çoğalmıştır. Kölelerin dikkatsiz ve düzensiz yazmaları sonunda ortaya çıkan hataları düzeltmek üzere Kilise, yeni nüshaları tashih etmek için çalışmalara başlamıştır. Origen'nin kardeşi Pamphilus, çoğaltılan nüshaları yeniden inceleyerek gerekli düzeltmeleri yaptıktan sonra bunları halka vermeye başlamıştı. Ama bu tashih işi uzun süre devam edememiş veya tam olarak kontrol edilememiş olacak ki, farklı kopyalar gitgide çoğalmıştır.

Bir süre sonra Kitâb-ı Mukaddes yazma işi, özel bir meslek haline gelmiş ve bu işle daha ziyade münzeviler meşgul olmaya başlamışlardır. Münzevilerin yanısıra gençlerin ve okul çocuklarının da çoğaltma ve kopya işine girdiğini kaynaklardan öğreniyoruz. Tabî ki bunun da bir takım sakıncaları ortaya çıkmaya başlamıştı ve Charlemagne gibi kişiler bunu farkede-rek bu işle sadece köle ve çocukların değil, büyüklerin de uğraşması gerektiğini söylemişler ve yaşlıları bu işle görevlendirmişlerdir. Köle ve çocuklar tarafından yapılan kopyalardaki hatalar, Pamphilus'un yaptığı gibi bir süre tashih edilmiş ama, dağınık Hristiyan dünyasında siyasî bir otoritenin yardımı olmaksızın bunun tam olarak başarılması imkânsız olduğundan, Kilise babalarının gayretleri bu konuda yetersiz kalmıştır. Kitapları çoğaltanlar, bir yandan işin ehemmiyetini tam olarak kavrayamadıkları için, kopya esnasında lâubalilikler yapmışlar, diğer yandan imlâ kurallarını tam olarak bilmedikleri için yazarlarken fahiş hatalar yapmışlardır. Bu acemi yazarlar, bazen önlerinde bulunan yazma nüshayı tam olarak okuyamadıklarından rastgele yazmışlar, bazen bir satırı veya bir cümleyi okuma güçlüğü veya unutkanlık sebebi ile atlamışlardır. Mezhep taassubu yüzünden yapılan ilâve ve çıkarmalarla adeta neredeyse her nüsha başka bir kitap haline gelmiştir.

Kitapları kopya etme işinde çoğaltma, ilk nüshalara bakılarak yapılmamış, kopya edilmiş nüshalardan yeni kopyalar yapılmıştır. Dolayısı ile en eski nüshadan yapılan kopyalarda meydana gelen hatalar, bu kopyalardan, yeniden kopya edilen nüshalara aynen geçmiş, bir kitap ikinci olarak kopya edilirken kopyayı yapanın yeni hataları bu kopyaya eklenmiş, ikinci kopyadan üçüncü kopyayı yapan, birinci ve ikinci kopyacının hatalarını aynen tekrarladığı gibi, kendisi de yeni hatalar ilâve etmiş, dördüncü, beşinci, altıncı ilah.. kopyacılarda böylece hatalar ve farklılıklar katlanarak artmıştır.

Kopya işinde zincirleme hatalar ve farklılıklar devam edip dururken, Kilise bunu önlemekten ziyade, konunun incelenerek, farklılıkların ortaya çıkarılmasına yarayacak ilmî araştırmaların yapılmasını yasaklama yoluna gitmeyi tercih etmiştir. Kilise,Yeni ve Eski Ahidde yer alan bütün kitapların vahiy mahsûlü olduğunu, bunlarda herhangi bir hata ve yanlışlık olamıyacağını iddia ederek, bu kitaplar üzerinde çalışma yapılmasını engellemiştir.

Bugün Kilisenin elinde olan en eski Kitâb-ı Mukaddes yazması, M.S. 1000'li yıllara ait olan bir yazmadır. Bu yazmanın, M.S. 300'lü yıllarda kaleme alınmış bir yazmadan direkt olarak kopya edildiği ileri sürülmektedir. Ancak, bu ilk nüsha şu anda elde yoktur, bilgimiz sadece 1000'1i yıllarda kopya edilmiş nüshadaki bilgiye dayanıyor, başka hiçbir delil olmadığından herhangi bir mukayese imkânı da yoktur. Kilise, özellikle Kutsal kitaplarını matbaada bastırmaya karar verince, en sağlam metni ortaya çıkararak baskıda bu metne dayanmak istedi. Fakat Kilisenin yapmak istediği revizyon imkânsızdı. Bir kere elde orjinal metin yok, 300'1ü yıllara ait olduğu söylenen en eski kopya da yok, 1000'1i yıllarda kopya edildiği söylenen metnin ilk kopyaya dayandığını gösteren başka bir delil de yok, böyle olunca revizyon ne ile yapılacaktır?

Hristiyanların ellerinde bulunan parçalar halindeki en eski kopyaların bir kısmı günlük olarak yazılan alelâde yazılar türünde olduğundan ve bunlar hem çok, hem de dikkatsiz kullanıldığından çabuk yıpranmış ve kullanılamaz hale gelmiştir. Bununla birlikte biraz önce belirttiğimiz gibi eskiden kalma bazı kısmî yazma kopyaları vardır. Bunlar dosyalar halinde muhafaza edilmekte olup üç kısma ayrılırlar: 1- Parşömen üzerine orjinal dilde yazılmış kopyalar, bunlara "Biblical Manuscripts" adı veriliyor. 2- Orjinal dilde olmayan Süryanice, Koptca, Latince vb. dillerde yazılan yazmalar, bunlara "Versiyon" (tercüme) adı veriliyor. 3- İkinci asırla beşinci asır arasında Kilise babalarının yazdıkları eserler. Kilise son zamanlarda bu üç kaynağı kullanarak en güvenilir nüshayı elde etmeye çalışmaktadır.

Kitâb-ı Mukaddesin, Eski Ahid kısmının orjinal dilinin İbranice olmasına karşılık, Yeni Ahid kısmının orjinal dilinin Yunanca olması, Kilisenin karşısına bir problem olarak çıkmıştır. Hz. İsa ve Havarilerinin, Eski Ahidi orjinal dili olan İbranice ile okuyup anladıkları ifade edildiğine göre, Eski Ahidin

Yeni Ahidle birleştirilip yazılması sırasında neden İbranice orjinal nüshası değil de, Yunanca Yetmişler tercümesi esas alındı? Buna şöyle cevap veriyorlar: Yeni Ahid, orjinal dili olan Yunan lisanı ile yazılmıştır, Eski Ahid de aynı dille yazılarak uyum sağlama yoluna gidildi, Fakat Yahudiler, Yetmişler tercümesinde birçok hata ve yanlışlığın olduğunu söylediklerine göre, orjinal İbranice nüsha olduğu gibi yazılsa daha iyi olmaz-mıydı? Nitekim M.S. beşinci yüzyılda St. Jerome, Eski Ahidi Latinceye çevirirken, Yunanca Yetmişler tercümesi yerine, İbranice nüshayı takip etmiştir.
KİTÂB-I MUKADDES NEDİR?