tahrifat

İslâm’ı Tahrif Çabaları

ALLAH'ın, Peygamber vasıtasıyla insanlığa gönderdiği İslâm tektir. İnsanların İslâm'ı anlamalarında, yorumlamalarında çeşitlilik vardır. Allah'ın ve Peygamberin razı olduğu dinî anlayış Kur'ân'a ve Sünnete uygun olanıdır.

Son yıllarda ortaya atılan light İslâm, Müslümanları kandırmak için çıkartılmıştır, bir tuzaktır.

Ilımlı İslâm da böyledir.

İslâm'ın ilerlemesinden, Müslümanların çoğalıp güçlenmesinden çok korkan kâfirler ve münâfıklar işlerine gelen, kendilerine zarar vermeyecek olan ehlî/evcil bir İslâm türetmek istiyorlar.

Ilımlı, light, evcil İslâm türetme hareketi ilâhî ve münzel gerçek İslâm'ı bozma, değiştirme, tahrif etme maksadına yöneliktir.

İslâm bize nasıl ulaşmıştır?

1. Kur'ân'la.

2. Sünnetle.

3. Peygambere nurânî bir silsile ile bağlı icazetli ulemâ ile.

Buna tefsir diyecek miyiz?..

Diyanet İşleri Başkanlığı, 2001'de yeni ve daha anlaşılır bir Kur'an meal ve tefsiri hazırlatmaya karar verdi. Hazırlama işi 4 ilahiyat profesörüne havale edildi. Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadrettin Gümüş.

Tefsir, Allah kelâmı olan Kur'an âyetlerinin açıklamasıdır. Tefsirler, Rabbimizin, biz kullarına neleri emredip neleri yasakladığının izahını yapar. Onun için tefsir çok mühim, mühim olduğu kadar da mes'ûliyetlidir. Dolayısıyla böyle hassas bir iş ancak müfessirlerle/tefsirden anlayan kimselere havale edilmeli, böyle bir işi yüklenenler de ancak tefsir yapabilecek ilme sahip olmalıdırlar.

Bu çerçeve içinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ismi geçen kişilere hazırlattığı 5 ciltlik KUR'AN YOLU Türkçe Meal ve Tefsir isimli eserine baktığımızda şunu görüyoruz:

Eseri kaleme alan dört zattan hiçbiri tefsir profesörü değil. Yani ihtisası tefsir olmayanlara tefsir hazırlama vazifesi verilmiş, onlar da bu eseri 300.000 dolara hazırlamak üzere kabul etmişler.

Bu tıpkı, nasıl olsa o da doktordur diye bir cildiye doktoruna göz ameliyatı vazifesi vermek gibi.

Hayreddin Karaman ve Süleyman Ateş

Hayreddin Karaman 26 Ekim 2008 tarihinde Yeni Şafak'ta şunları yazmış:

M. Abduh, Reşîd Riza ve Süleyman Ateş gibi çağımıza yakın veya çağdaş bazı alimlere göre ellerinde, aslı kısmen bozulmuş da olsa bir ilâhî kitap bulunan Hristiyanlar ve Yahudîler gibi Ehl-i kitab da, şirk koşamadan Allah'ın birliğine ve ahirete iman eder, salih amel işlerlerse, Son Peygamber'i de –bildikleri takdirde- inkar etmemek şartıyla ahirette kurtuluşa ererler.

"Polemik Değil Diyalog" isimli kitapta (Ufuk Kitap, 2006) yer alan bir konuşmamda yukarıda özetlediğim bilgileri verdim. Görüş sahiplerinin delillerini açıkladım, çağdaş görüş daha yeni olduğu için onun delillerini daha geniş olarak açıkladım. Tabii konuşma, yazmadan farklı olduğu, ifadeler arasında dağınıklık bulunduğu için bazı kimseler yanlış anladılar, bazıları da fırsat bulmuşken bunu kötüye kullandılar.

AHMET HULUSİ’ NİN , İNSANI KÜFRE SOKACAK YANLIŞLARI

Kitapları Baştan başa kelime oyunları ve tüm gerçekleri inkâr eder nitelikte ve tahriflerle dolu olan. İnsanları yanıltıp inkâra götürücü ve bindörtyüz seneden beri gelen süzel inançları yok edici sözleri aşağıdaki bölümlerde tek tek açıklanacaktır.

Öncelikle Sayın Hulusi; Tüm kitabınızda Kur’an-ı Kerîm’e ve sağlam hadislere dayanan, peygamberimizden günümüze kadar sapasağlam en güzel şekilde gelen:

Özgürlük ve Allah’ın Çizdiği Sınırlar

Bizi insan olarak var eden kudret sahibi, insanlığımızı koruyarak yaşamanın yollarını da göstermiştir. İslâm’ın insanı “sorumlu varlık” olarak görmesi, bu çerçevede temel bir öneme sahiptir.

İslâm dışı inanç ve düşünce sistemleri ise, özellikle modern kültür insanı “özgür varlık” olarak tarif eder. Modernitenin hayatın temeline yerleştirdiği en temel kavramlardan birisidir “özgürlük.”

İslâm’ı bugünün modern değerler ekseninde anlama ısrarında olanların yaygın olarak düştüğü hatalardan birisi, diğer inanç ve düşünce sistemleri gibi İslâm’ın da insanı “özgür varlık” olarak gördüğünü söylemeleridir. İslâm’ın kölelik kurumunu ortadan kaldırmak için getirdiği çözümleri de bu yaygın hatayı delillendirmek için kullanırlar.

Evet İslâm’ın köleliği teşvik etmemek, her fırsatta köle azadına yönlendirmek gibi tedbirlerle köleliği ortadan kaldırmaya yönelik uygulamalar getirdiği bir vakıadır.
Ancak bizim burada kasdettiğimiz, köleliğin karşıtı olan özgürlük değildir. Kölelik/özgürlük meselesini konuşurken, aynı kelimeleri kullanmak zorunda olduğumuz için bir zihin kayması durumu yaşıyoruz. Yoksa hukukî anlamdaki kölelik/özgürlük ile varoluşsal anlamdaki kölelik/özgürlük arasında uçurumlar vardır.

DİN TAHRİFÇİLERİ

“Şimdi (ey müminler) onların size inanacaklarını mı sanıyorsunuz? Oysaki onlardan bir kısmı, Allah’ın kelamını işitirler de iyice anladıktan sonra bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)

İnsanlık tarihine baktığımızda ne gariptir ki, tamire müvekkel kılınan insan, sanki tahrife müvekkel kılınmışçasına, kimi zaman bilerek, kimi zaman bilmeyerek, kâinattaki ölçü ve dengeleri tahrife (bozma, değiştirme, çaptırmaya) yönelmiştir.

Bunu tarihimizde ve günümüzde tarihin her alanında görmek mümkündür. Allah’ı inkâr, Allah’a isyan, Allah’ın ahkâmını keyfî yorumlama, insanın yaradılış gayesini unutmuş, nefsinin şeytana uyması, kötü ahlakları huy edinmesi, keyfî bir şekilde suretine müdahale (estetik v.b) etmesi, tabiata müdahale, bilinçsiz ziraî mücadele, hayvan ve bitkilerin fıtratlarına müdahale, hepsi birer tahrifattır. Tabiata bilinçsiz müdahale günümüzde küresel ısınma v.b sıkıntılara kapı aralamıştır.

Maddî ve manevî hayata yönelik her türlü bilinçsizlik ve bilgisiz müdahale, insanın o alanla ilgili mezarını kazmasına sebep olmakta ve olacaktır da.

KÜFRÜN İSLAM'I ÇÖKERTME PLANI

Etrafımız “ Medeniyet”in defnedildiği makberlerle çevrili. Taftazaniler, Ebussuudlar dünyamızdan çekileli hayli zaman oldu. İlim meclislerinde derinlik, edebiyat oturumlarında lezzet kalmadı. Ne ilimde ne de aksiyonda İslam’ı temsil kabiliyetine sahibiz.
Kur’an imamesine bağlı “ nizam taneleri” bir bir koparıldı. “Kitap” tan uzaklaştıkça “yeksenak” duruşumuz kayboldu. Rekaket önce ilimde başladı. Sonra dinin muhkem kaleleri olan mezhepler tenkit edildi. Onlarda gedikler açılınca hedefe Sünnet alındı. Şimdilerde ise tarihselcilik belası ile Kur’an’ı Kerim buharlaştırılmak isteniyor. Kurgusu oryantalizme ait olan İslam’ı çökertme planı Tanzimat’tan günümüze kadar bu şekilde sahnelendi.

Hadiseyi somut bir örnek çerçevesinde tevsik edelim: Hintli bir Abdullah Çekralevi ( ö.1914) vardı. Nezir Hüseyin Dehlevi’den dersler almış, sıkı bir “ Ehl-i Hadis” ekolü bağlısı olarak yetişmişti. Yani ilk planda sadece mezheplerin münkiriydi.Kur’an ve Sünnet’ten başka otorite tanımazdı. Hadis müdafaası adına yıllarca mezheplerle savaşmıştı.

19 Kur'an'ın Sırrı mı Yoksa?..

Son iki yıldan beri, bana, Kur'an'daki 19 rakamının merkezî bir vazife gördüğünü ifade eden küçük-büyük bir çok broşür ve risale gönderildi. (Bu broşürlere göre) Kur'an'daki çeşitli kelimeler (in harfleri) bilgisayar vasıtasıyla toplanarak ve çarpılarak, bütün bu kelimelerin 19 sayısı etrafında döndüğü ve bu sayının Kur'an'ın matematiksel temeli olduğu ispatlanmıştır. (Onlara göre) Bu matematiksel temel, Yüce Kur'an'ın bir mucizesi, bir delili veya onun ilahî orijinli olduğunun bir ispatıdır. Aynı zamanda, bu konuda USA'da bilgisayar yardımıyla bir araştırma yapılıp oradan da her yere yayıldığı ortaya çıkmıştır. (Yine onlara göre) Kur'an'ın bu mucizesi ancak son bir kaç yılda bilinmeye başlanmıştır. Bundan önce ise kimse tarafından bilinmiyordu.

Bu araştırma şu teze dayanmaktadır: Yüce Allah Kitab'ının 30. sûresi olan Müddessir'de 19 tane meleğin cehennemde vazifeli olduğuna işaret etmiştir. Besmelenin harflerinin sayısı 19'dur. Daha sonra çeşitli kelimelerin harf sayılarını veya onların 19 ile çarpımlarını vererek şu imaj ortaya konmuştur. Yüce Kur'an 19 sayısı etrafında merkezîleşen bir matematiksel sistem üzerine dayanmaktadır.

ALLAH CELLE CELÂLÜHÜ MAHLÛKATINA BENZER Mİ? - IV-


Değerli Okuyucularımız!

Allah Teala Celle Celalühu mahlûkatına benzer mi? konu başlığıyla sizlere sunduğumuz, yazı dizimizin dördüncü serisinde, böyle bir benzetmenin kesinlikle mümkün olmadığını, ilmi açıklamalarla ispat ederek, tekrar sizlerin bilgisine takdim ediyoruz. Mukadder bir haldir ki, bu tip açıklamalar yazarımızın da açık bir şekilde ifade ettiği gibi, ilk olmamakla birlikte son da değildir. Cevap verebilecek insanlar var oldukça, böyle yanlış bilgilendirmeler ve sorular da var olmaya devam edecektir...

İslam tarihinde, çalışmalarıyla bilinen simaların bu yanılgılarının, günümüze kadar büyüyerek geldiğini, Allah Teala’ya bazı sıfatlar yükleyip, mekânlar biçmeye kadar uzanan bir yanlış inanç sisteminin hâlâ bizleri de meşgul ettiğini, hatta bazı kimseleri bu fikrin girdabına çektiğini esefle seyretmekteyiz. Evvelki yazılarımızın devamı olarak, bu sayımızda da böyle yanlışa düşen ilim adamlarının görüşleri ve onlara verilen cevapları sizlere aktarıyoruz

Sünnetli Misyonerler


DOSYA/HAÇLI SEFERLERİNDE YENİ DÖNEM ÖRTÜLÜ HAÇLI SEFERİ BAŞLADI

Yer, ABD’nin güneyinde bir üniversitenin ders salonu. Dersler başlamamış, çünkü daha yılbaşı tatilinin bitmesine iki hafta var. Ama salon ağzına kadar dolu. Yazı tahtasının başındaki eğitimci ön sırada oturan dikkatli öğrenciye gözlerini kısarak soruyor: ‘Eğer insanlar size ‘Neden buradasınız?’ diye sorarlarsa ne cevap vereceksiniz?’ Öğrenci kıpırdıyor; ama cevap veremiyor; çaresizlikle ellerini açıyor: ‘Tabii!’ diyor eğitimci gülümseyerek, ‘Açarsınız ellerinizi, insanlar ‘Tabii canım bu bir şey saklamıyor bizden’ derler ve gidiverirler....’ Sonra kendi tecrübesini anlatmaya başlıyor: ‘Bana bu soruyu birisi sordu. Soranın gözünün taa içine baktım ve dedim ki, ‘Ben İngilizce öğretmeniyim. Eğitimciyim ve İngilizce öğretmeye geldim’.

Love adlı eğitimci Batı Endonezya’da yaşadığı bu tecrübesini, her biri bir Müslüman ülkede vazifeli misyonerlere, örnek olsun diye anlatıyor.

Hakkı Batıla Karıştırmak

Allah Teâlâ buyuruyor:

"Hakkı bâtıla karıştırmayın ve hakkı bildiğiniz halde saklamayın!" (Bakara sûresi: 42)

Yahûdiler hasedlerinden nâşi hakkı tebdîl (değiştirme) ile bâtılı tervîc ederek (destekleyerek) halkın zihinlerini iğfâla çalıştıklarından Cenâb-ı Hak bu âyeti ile onları telbîsden (hile edip aldatmak) nehyetmiştir. Her ne kadar bu âyet-i celîle yahudiler hakkında nâzil olmuşsa da hükmü umumî olduğundan her mü'min de hakkı bâtıla karışdırmaktan nehyolunmuştur. Binâenaleyh gerek şahsî ve gerekse başkasına müteallık hususatda ve gerekse menâfi-i umumiyeye âid ahvalde hakkı bâtıla karıştırmak ve bâtılı yani haksız bir şeyi tervic ile kabul etmek ve hakkı setretmekden bilcümle mü'minler memnu'durlar. Ayet-i celîlede şöyle buyurulur:

Din'de Reform

Din akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilahi bir kanundur.

Din insanları yaratılıştaki gaye ve hikmetten haberdar eder. İnsanlara hidayet ve saadet yollarını gösterir.

Dinin vãzi-i hakikisi, Cenabı Hak olup menşe-i aslisi vahy ve nübüvvettir. İnsanlar bizzat din vâzi-i olamazlar. Hatta peygamberani izam hazaratı yalnız ahkam-ı diniyyeyi tebliğe memurdurlar.

İnsanlar maddî, manevî her nokta-i nazardan dine muhtaçtırlar. İnsanların ilmî, edebî, ictimaî, siyasî, tekâmülatı hususunda dinden daha ulvî, daha mühim bir âmil olmaz. Ahlâkın esası, medeniyetin en birinci istinatgâhı dindir. (Muvazzah İlm-i Kelam, Ömer Nasuhi Bilmen

Din insanlar için en büyük nimettir. Dinin yerine başka birşey kâim olamaz. İslâm dini zannedildiği gibi akıl dini değil vahye dayanan ilâhî bir dindir. Ancak akla uygundur. Akıl İslâm’ı anlama ve uygulamada güzel bir vasıtadır. Aksi halde akıl yolu ile insanlar vahiyden neşet eden Kur'an ayetleri karşısında Kur'an-ı ve hükümlerini hiçe sayarsa Allah'a şirk koşmuş olur.

Mustafa islamoğlunun üç muhammed kitabına eleştiri


Bugünden başlayarak birkaç yazı halinde Mustafa İslamoğlu'nun, "anlama problemi" üzerine kurguladığı Üç Muhammed adlı çalışmasını konu edineceğim. Hemen belirteyim ki, okuyacaklarınız "book review" tarzı yazılar olmayacak. Zira mezkûr kitabın kurgusuyla, iddiasıyla ve ortaya koyduğu argümanlarla ilgilenecek o tarz bir yazı, takdir edersiniz ki bu köşenin sınırlarını hayli zorlayacaktır. Bu itibarla burada yapmayı tercih edeceğim şey, "anlama problemi"nin altını çizen İslamoğlu'nun bu kitabında göze çarpan "anlama problemleri" ile sınırlı bir "hatırlatma" olacak.

Anlaşıldığına göre İslamoğlu, kapağında sekizinci kere basıldığı ifade edilen bu kitabı yazdıktan sonra bir daha gözden geçirme ihtiyacı hissetmemiş. Değineceğim "anlama problemleri" konusunda iki şey söylenebilir: 1) İslamoğlu bu kitabı "alelacele" kaleme almıştır; bu sebeple bahse konu problemleri fark edememiştir. 2) İslamoğlu, bu kitapta söylediği her sözden, arkasında sonuna kadar duracak denli emindir. Bu şıklardan hangisinin doğru olduğunu zaman gösterecek.

SİYONİZMİN TARİHSEL KÖKENLERİ


Siyonizm din dışı bir ideolojidir ve zaten onu zararlı, tehlikeli, yıkıcı hale getiren asıl neden de budur. Ancak Siyonizmin bir de Yahudi inançları içinde yer alan bazı kaynakları, öncülleri vardır. Bu yazımızda Tevrat’ın nasıl tahrif edildiğini, Siyonist ideolojinini mistik boyutunu, Siyonizmin tarihsel ve siyasi kökenlerini inceleyeceğiz.

Yahudilik İlahi bir dindir. Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği Tevrat'a dayanır. Ancak, Yahudi tarihi içinde sık sık bu İlahi temelden sapmalar olmuştur. Bu sapmalar doğrudan dinden uzaklaşma şeklinde olduğu gibi, dini dejenere etme şeklinde de yaşanmıştır. Bu ikinci sapmanın en belirgin şekli, Yahudilik içinde, son derece kibirli, katı ve Yahudi olmayan insanlara karşı husumet dolu bir eğilimin gelişmesidir.

İlginçtir ki elimizdeki Yeni Ahit'in (İncil'in) içinde, Yahudilerin bu dini görünüşlü sapmasını eleştiren önemli pasajlar vardır.

Hz. İsa'nın ağzından aktarılan bu İncil pasajlarında, Yahudi toplumuna önderlik eden din adamlarından bazılarının çok kibirli, katı ve yabancılara düşman oldukları anlatılır ve samimi dindar Yahudiler bunlara karşı uyarılır.

İbn-i Teymiyye'nin İlim Adamı Kimliğinin Güvenirliği

Alim, alamet ve alem kelimeleri ile aynı kökten türemiştir. Alamet insanlara çöllerde yönlerini gösteren işaret, iki araziyi birbirinden ayıran gösterge; alem ise dağ ve bayrak gibi anlamlara gelir.[1] Alim, alamet/gösterge gibi insanlara yönlerini gösterir, helal ve haram sisteminin sınırlarını çizer, bayrak gibi de durulması gereken yeri işaret eder. Dağ anlamına gelen alem kelimesi teşbih yoluyla alimler için de kullanılır. Nasıl alem/dağ yeryüzünün hareket ve temayülüne engel oluyorsa ümmetin arasında ki alimler de onların sapma ve inatlarına mani olurlar.[2]

İnsanların hedeflerine ulaşabilmeleri için alemlerin ne anlam ifade ettiklerini bilmeleri gerekir. Aksi bir durum yönlerini kaybetmelerine, yakınlaştıklarını zannettikleri anda uzaklaşmalarına yol açabilir. Onlara rehberlik eden alimlerin bilinirlikleri de en az alemler kadar önemlidir. Zira Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem) kötü niyetli alimlerin insanları saptıracaklarını ifade etmektedir. Bu yüzden usul-ü fetva kitaplarında bir alimin fetvası ile amel etmenin şartları sayılırken kimlik bilgilerinin bilinmesi de zikredilmektedir. Nitekim adı meşhur olmasına rağmen biyografisi meçhul kalan ?Molla Miskin?in fetvalarıyla amel edilmemiştir.