Sünneti inkar

SÜNNET'SİZ DİN DÜŞÜNÜLEBİLİR Mİ?

Yüce dinimizin temeli, hiç şüphesiz, indirilişiyle birlikte ilahî koruma altına alınmış olan Kur’an ve onun gereği gibi hayata intikalinin yegane garantisi olan Sünnet’tir.



İlâhi kelâm olan Kur’an, insanlık alemine Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz vasıtasıyla intikal etmiştir. Üstelik Cenab-ı Hak, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’i, Kur’an’ı insanlara sadece tebliğ etmekle değil, aynı zamanda açıklamakla da görevli kılmıştır.



Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e uymayı, O’na muhalefet etmemeyi, O’nun getirdiklerini alıp, sakındırdıklarından uzak durmayı emreden, Allah’ın rızasını arayanlar için O’nda güzel örnek bulunduğunu haber veren, ancak O’na itaat etmekle gerçek anlamda Rabbimiz’i sevdiğimizi söyleyebileceğimizi ve bağışlanmamızın da buna bağlı olduğunu bildiren ayetler, Sünnet’in dindeki yerini ve fonksiyonunu tayin edici ilâhi beyanlar cümlesindendir.



Buradan hareketle şunu söylemek kaçınılmaz olmaktadır: Eğer Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in açıklaması olmadan Kur’an’ın Cenab-ı Hakk’ın muradına uygun olarak anlaşılması ve yine Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu bir hayatın yaşanması mümkün olsaydı, Efendimiz’e vurgu yapan onlarca ayete gerek olmazdı.

'SAPKINLIĞIN KAYNAĞI SÜNNETİ İHMALDİR'

MEHMET SOYSALDI:'SAPKINLIĞIN KAYNAĞI SÜNNETİ İHMALDİR'


“Ehl-i Sünnet” Bir Yaşam Tarzıdır



Gülistan: Muhterem hocam, son yıllarda bazı çevreler Sünnet-i Resulüllahı bir kenara iterek Kur’an’ın esas alınması gerektiğini söylüyorlar. Bu kapsamda Ehl-i Sünnet Nedir? Açıklarmısınız.



Prof.Dr.Mehmet SOYSALDI *: Ehl-i Sünnet, Hz.Peygamber’in sünnetine uyan ve Hz.Peygamber’i hayatta örnek edinen ve onun sünnetine göre hayatına yön veren demektir. Bu ifadeyi biraz açmak için, önce Sünnet nedir? bunun üzerinde durmamız gerekmektedir.



Sünnet: Arapça bir kelime olup; “yol, birinin devamlı gittiği yol, âdet, gidişat, hayat tarzı” gibi anlamlara gelmektedir. Terim anlamı olarak da “sünnet”, Peygamberimiz (sav)’in söz, fiil ve takrirlerini ifade eder.Takrir, Peygamber’in yapılışını görüp de tasvip ettiği, yasaklamadığı davranışları belirtir.



Kısaca söylemek gerekirse sünnet: “Hz.Peygamber (sav)’in hayat tarzı” demektir. Hayat tarzı, kişinin hayat anlayışının dışa vurmuş şeklidir. Şu halde Peygamber (sav)’in sünnetinin temelinde, O’nun hayat anlayışı vardır.

KUR'ÂN İSLÂMI ( ! ) ÜZERİNE

Günümüzde bir takım insanlar, “Size düşen Kur’ana sarılmaktır, onun helal dediğini helal, haram dediğini de haram saydığınızda kurtuluşa erersiniz!” diyerek inanan insanları sadece bir kaynağa yönelmekte ve bilerek Allah’ın Rasulü(s.a.v.)’nü ve hadisi devreden çıkartarak: “Sünnetsiz bir hayat”ın savunuculuğunu yapmaktadırlar.

Tam bir müsteşrik kafasıyla hareket eden bu yerli “oryantalist işbirlikçileri”nin asıl amaçları sadece sünneti devreden çıkartmak değil, koskoca hadisler deryasını bir çırpıda yok saymak ve dolayısıyla da onları rivayet eden eşsiz sahabiyi nerdeyse “yalan hadis” gibi ağır bir ithamla suçlayarak, inananların gözünden sahabinin etkinliğini silmektir. Bu yüzden olsa gerek, her önüne gelen ahkam kesmekte, hadisleri reddetmekte, sünneti kabul etmemekte ve eşsiz sahabeye dil uzatabilmektedir. Bir de bu yaptıklarını “Kur’an İslamı, Kur’anî İslam, Hanif İslam, Kur’an eksenli İslam” gibi yaldızlı ve süslü tabirlerle cahil halka yutturmaktadırlar.

Bu makalemizde gayemiz, Kur’an İslâmı söyleminin tarihi arka planını irdelemek, İslam'ın ilk dönemindeki örnekleri ve günümüzdeki izdüşümlerini tespit etmek olacaktır..

SÜNNET Mİ, GELENEK Mİ?

Müsteşrikler, Batı dillerinde yaptıkları İslâmiyat çalışmalarında “Sünnet” ve “Hadis”i “ tradition ” (gelenek) kelimesi ile ifade ettiler. Bu, onların, Sünnet ve Hadis'i (tıpkı kendi geçmişlerinde olduğu gibi) Rasul -i Ekrem s.a.v. Efendimiz'den sonra gelenlerin O'na atfettiği ve fakat aslında O'na ait olmayan bir yığın söz ve uygulamalar olarak ya da toplumun zaman içinde oluşturduğu örf, an'ane , adetlerle aynı özelliğe sahip, onlardan farklı ve üstün bir yanı bulunmayan bir olgu olarak nitelendirmelerinin sonucuydu.

Müsteşrikler'in *, çalışmalarını Sünnet sahasına kaydırdıkları dönemlerde yaygın olarak kullanılmaya başladığı dikkat çeken bir kavram “gelenek”.

İslâm dünyasında onların çalışmalarından etkilenen bir takım ilim adamı ve araştırmacılar, bu kavramı, onu oluşturan ve anlam sınırlarını belirleyen dinî ve kültürel arka planı dikkate almadan İslâm dünyasına aktarınca, bize tamamen yabancı bir düşünme biçiminin anahtar kavramlarından biri dilimize yerleşmiş oldu. Dolayısıyla kendisi öz Türkçe olmasına ve dilimizde öteden beri kullanılagelmesine rağmen, “gelenek” kelimesi anlam genişlemesine ve dönüşüme uğrayarak islâmî ilimler alanında kaleme alınan hemen her metinde rastlanan bir “kavram” haline geldi.

Bizim ilim ve kültür hayatımızda “gelenek”, bu anlam genişlemesine uğramadan önce, “örf”, “adet” ve “ an'ane ” kelimeleri ile hemen hemen aynı şeyi anlatırdı. Halk arasında yaygın olarak görülen uygulamalara/muamelelere tekabül etmesi hasebiyle Fıkıh ilminin de ilgi sahasına giren bu kelimeler, (belli şartları taşımaları kaydıyla) ancak temel delillerin arkasından gelen “ talî deliller” kategorisinde dikkate alınan bir özelliğe sahiptir.

DEĞİŞİKLİK YOK ETMEK DEMEKTİR

Bid’at sahiplerini sevmemek hatta buğdi fillah etmemiz lazım ama iç içeyiz ne yapmamız lazım?

CEVAP
Sevmemek başka iyi geçinmek başka. Herkes ile iyi geçinmek gerekir. Bid’at ehli, küfre düşmemişse müslümandır. Din kitaplarımızda, kâfirlerin bile kendilerinin değil, itikadlarının pis, kötü, yanlış olduğu bildirilmektedir. Bid’at ehlinin hâli de buna benzer.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Bid’at ehli, yapacağı değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannederek bid'at çıkarıyor, bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değil, kâmildir. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [çağa uydurmaya, çeşitli bid’atler çıkarmaya] çalışmak, Maide suresinin, (Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) mealindeki 3. âyetine inanmamak olur. (m.260)

BİD'AT EHLİNİN İBADETİ

Bid’at ehlinin amelinin kabul olmayacağına dair hadis var mıdır? Bunun uydurma olmadığını nasıl bileceğiz?

CEVAP
İctihad ictihadla nakzedilmediği gibi, bir âlim başka bir âlimin kitabındaki hadise uydurma demekle o hadis öteki âlime göre de uydurma olmaz. Ayrıca birçok din adamı da sahih olmakla, kabul olmanın ne demek olduğunu bilmiyor. Aşağıdaki yazılardan bir kısmı bu konu ile ilgilidir. Bid’at ehlinin amelinin kabul olmayacağına dair birçok hadis-i şerif vardır. Bir tanesi şöyledir:

(Bir bid'at ehlinin namazı, orucu, haccı, umresi, cihadı, tevbesi, farzı, nafilesi ve hiçbir iyiliği kabul olmaz, hamurdan [yağdan] kıl çıkar gibi, dinden çıkması kolay olur.) [İbni Mace]

Hadika ve Berika’da (Bid'at ehlinin hiçbir ibadeti kabul olmaz) hadis-i şerifi açıklanırken, (İbadetleri sahih olur, fakat sevap verilmez) deniyor. Fasıkların ve bid’at ehlinin ibadetleri sahih olsa da kabul olmaz. Kabul olmaz demek, sahih olmaz demek değildir. Sahih olur, fakat sevabı olmaz [yani işlediği günahlar yüzünden sevabı azalır veya hiç kalmaz] demektir. (Redd-ül Muhtar)

Bir hadisin uydurma olup olmadığını imam-ı Buhari, imam-ı Müslim, imam-ı Gazali, imam-ı Rabbani gibi İslam âlimleri bilemiyorsa, biz nasıl bileceğiz? Resulullahın vârisleri olan bu âlimler, sahih ile uydurma hadisi ayıramayacak kadar, cahil mi? Yahut kasten uydurma hadis alacak kadar din düşmanı mı? Dini yeniden mi açıklayacağız? Mezhep imamlarımızı, hadis imamlarımızı, hâşâ biz mi sorguya çekeceğiz? Onlar dinimizi eksik olarak mı tanıttılar? (Kasten bana izafe ederek yalan söyleyen, hadis uyduran, Cehennemdeki yerine hazırlansın) hadis-i şerifini bilmiyorlar mı veya biliyorlar da önemsemediklerinden dolayı mı uydurma hadisi kitaplarına alıyorlar? Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis var demek, Resulullahın vârislerine çirkin bir saldırıdır.

BİD'AT NEDİR, NE DEĞİLDİR

Bid’at nedir?
CEVAP
Bid'at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar ya âdette olur veya ibadette olur.

Âdette bid'at, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid'at, bir ibadeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği bir şey değilse günah olmaz. Âdette olan bid'at, ceket, pardesü giymek, çay ve kahve içmek gibi dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimizin papaz ayakkabısı ve Rum cübbesi giydiği hadis-i şerifle bildirildi. (Tirmizi)

Fen ve fen bilgileri dinde bid'at değildir. Fenni buluşlara sahip çıkmak, dinimizin emridir. (İlim Çin’de de olsa alın! Fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın) hadis-i şerifleri, kâfirlere uymayı değil, fenni onlarda bile olsa, arayıp bulmayı emrediyor. (Mevduat-ül-ulum)

İbadette bid'at, Resulullahın ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve âdetlere denir. İbadetlere bid'at karıştırmak büyük günahtır. Bid’ati sünnet diye işlemek haramdır. Bunların hepsini din diye, ibadet diye uydurmak veya dinin önem verdiği şeyleri dinden ayrıdır, din buna karışmaz demek bid'attir. Bid'atlerin bazıları küfür, bazıları büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Her bid'at sapıklıktır) buyuruldu. (Müslim)

KUR'AN VE SÜNNETİ İNKAR

Peygamberin hadislerine niye bu kadar önem veriyorsunuz?

CEVAP
Allahü teâlâ, Resulüne Kur’anın açıklamasını, hüküm koymasını emredip, iman, itaat ve Kelime-i şehadette de Resulünü kendisiyle birlikte bildiriyor:
(Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44]

(İhtilaflı şeyleri insanlara açıklayasın ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye bu Kitabı sana indirdik.) [Nahl 64]

(Aralarındaki anlaşmazlıkta seni hakem tayin edip, verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmedikçe, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65]

(Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158]
(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21]

(Allah, dilediğine hikmeti verir. Hikmet verilene de, çok hayır verilmiştir.) [Bekara 269]

(Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151]

YALNIZ KUR'AN DİYEN YALANCILAR

Kur’andan başka delil var mıdır?

CEVAP
Mezhepsizler, dindeki dört delilin ikisini kabul etmeyip Kitap ve Sünnet’ten başka delil yok diyorlar. Mezhepsizleri de geride bırakan türediler, Kitap ve Sünnet tâbirine bile saldırıp, “Kur’andan başka bir sünnet adı altında din çıkarmak İslam’ı yıkmaktır, Peygamber Kur’anı getirmekle işi bitmiştir, o bir postacıdır” diyerek Sünneti Kur’andan farklı bir şey gibi göstermeye çalışıyorlar.

Yalnız Kur’an diyenler, kesinlikle Kur’an-ı kerime inanmıyorlar. İslamiyet’i yıkmak için inanmış gibi görünüyorlar. Bunların başında İgnaz Goldziher, Shacht gibi Oryantalist denilen gayri müslimler gelir. Hıristiyanların çıkardığı bu akıma kapılıp biz de resulüz diyenlerden Hintli Mirza Gulam Ahmet ile Mısırlı Reşat Halife ve daha başka zındıklar vardır. Reşat Halifenin kurduğu on dokuzcular bâtıl dinini savunanlar da yalnız Kur’an diyor, Sünneti inkâr ediyorlar.

Dindeki dört delilden üçü inkâr edilince, herkes kendi anladığını doğru kabul edecek ve böylece insan sayısı kadar din meydana gelecek, bir kaos yaşanacak ve nihayet din yıkılacaktır. Fakat bu dini yıkmaya muvaffak olamayacakları Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir:

(Onlar, ağızları ile Allah’ın nurunu [Kur’an, Sünnet, icma ve kıyastan meydana gelen Allah’ın dinini] söndürmeye yelteniyorlar.

DİNİMİZİ YIKMA PLANLARI

Dinimizi yıkmak isteyenlerin uyguladıkları belli başlı planları nelerdir?

CEVAP
Planları çoktur. Fakat özellikle şu yollarla saldırıyorlar:
Âlimlere olan itimadı yıkmak, Mezhepleri birleştirerek herkesi mezhepsiz yapmak, Eshab-ı kirama olan itimadı sarsmak, halifeleri gözden düşürmek, kapalı ictihad kapısını kırarak açmak, Hadis-i şeriflere olan itimadı sarsmak, meal okumayı teşvik.

Şimdi bunları teker teker cevaplandıralım:
1- Âlimlere olan itimadı yıkmaya çalışıyorlar. Halbuki Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Bu misalleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43]
(Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!) [Nahl 43]
(Bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9]

Peygamber efendimiz de buyuruyor ki:
(Âlimlere tâbi olun.) [Deylemi]
(Âlimler benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Nuaym]
(Âlimler, kurtuluş rehberleridir.) [İbni Neccar]

2- Mezhepleri birleştirerek herkesi mezhepsiz yapmak istiyorlar. Mason Abduh’un çömezi Reşit Rıza ile onları taklit eden mezhepsizler, mezheplere saldırıyorlar. Halbuki mezhepler kardeştir. Birinde yapılması güç olan şey, ötekine göre yapılır. Bunun için Peygamber efendimiz, (Âlimlerin farklı ictihadları, mezheplere ayrılmaları rahmettir) buyuruyor. (Beyheki)

SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -I-

Sünneti inkar edenler veya sünnet ve hadiste "ayıklama" yapmak isteyenler, maksatlarına ulaşmak için iki yol takip ediyorlar. Bunlar:

a) Hadislerin Resûlullah’a (sav) âit olup olmadığı hususunda kalplerde kuşku uyandırmak.

b) Buna rağmen ilmî usullerle yapılan araştırmalar sonucunda, bir sözün Resûlullah’a âit olduğu kesinleştiğinde de "Bizim ona uymamız ve onu uygulamamız şart değil" gibi hezeyanlar ortaya atarak -hâşâ- Peygamberimizi sıradan bir beşer konumuna indirgemek.(1)



Bunun için de değişik gerekçelerle sünneti reddetme yoluna gidiyorlar.



Sünneti İnkar Edenlerin Gerekçeleri

Bu gerekçeleri şöyle maddeleştirebiliriz:



I- Her Şeyin Kur'ân'da Açıklandığının Bildirilmesi:



Sünneti inkar edenler, hiç alakası olmayan âyetleri görüşlerine delil olarak ileri sürmektedirler. Bu âyetler şunlardır: "Biz Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık."(2) "Biz Kur'ân'ı her şeyin bir açıklaması olarak indirdik." (3)



İşte bu âyetleri delil göstererek, Kur'ân'ın dinle ilgili her şeyi açıkladığını, sünnetin veya başka bir şeyin dinî hükümlere kaynaklık etmesine, Kur'ân'ı açıklamasına gerek kalmadığını iddia ediyorlar ve aksini savunmanın Kitab'ın din konusunda yetersiz kaldığını söylemek demek olacağı hezeyanında bulunuyorlar.



Böyle kimseler, kendilerinden önce sünneti inkar eden, Haricîlerin "Hüküm ancak Allah'ındır" hak sözü ile, Hz. Ali'ye (ra) karşı bâtıl bir dava ileri sürdükleri gibi, bu âyetlerle bâtıl bir mânâ kast etmekte, bâtıl bir dâvanın peşinde gitmektedirler. Bu âyetler hiç bir şekilde sünnetin inkârına gerekçe gösterilemez.

SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -II-

4. İnsanları Kur'ân'a Yöneltme



Sünnet inkarcıları, sünnet/hadis düşmanlıklarını masum bir havaya büründürmek için, hadislerin Kur'ân'ın yanında değersiz olduğunu, kendilerinin Kur'ân'a ve Allah'ın emirlerine aşırı değer verdiklerini söylemektedirler.




Kur'ân, İslâm dininin en önemli bilgi kaynağı olmakla birlikte, tek bilgi kaynağı değildir. Kur'ân'ı tebliğ eden, onun yaşayan bir tefsiri olan Resûlullah’ı devre dışı bırakarak insanları Kur'ân'a yöneltmek iddiası kadar gülünç bir iddia düşünülemez.



Kur'ân, her türlü sözü dinlemeye ve en güzeline tâbi olmaya çağırır. (2) "Allah size bilmediklerinizi açıklamak ve sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek istiyor" (3) âyetinde olduğu gibi, Müslümanları, hidâyet üzere olan önceki ümmetlerin hayat nizamına çağırır. Böyle iken, insanlara örnek olarak gösterdiği, (4) en yüce ahlakın sahibi olduğunu bildirdiği (5) Resulünün sünnetlerine uyulmasını hiç istemez mi?



Bizzat Kur'ân'ın sünnete önem verdiğini ve Müslümanları Resûlullaha uymaya çağırdığı düşünülürse, böyle bir fikrin ne derece asılsız olduğu kendiliğinden anlaşılır ve "Kur'ân'daki İslâm"ı savunanların, Kur'ân'la nasıl tezata düştüğü görülür.

SÜNNET İNKARCILARININ BAHANELERİ -III-

Önceki yazılarımızda Sünneti inkar ederek yalnızca Kur’an’la amel etmek gerektiğini söyleyenlerin asılsız iddialarını bir bir ortaya koyup çürütmüştük. Bu yazımızda da Hz. Peygamber’i (s.a.v.) aradan çıkarmak demek olan sadece bir ‘nakilci’ olduğu iddiasını ele alacağız.



Resulullah’ın Sadece Kelamı Nakleden Olduğu İddiası



Sünneti inkar edenlerin bir başka iddiası da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sadece bir nâkil-i kelâm, diğer bir ifâdeyle bir "postacı" olduğu, vazifesinin, sadece Kur'ân'ı tebliğden ibaret bulunduğudur.



Kur'ân'ın dışında hüküm kaynağı tanımamanın idarede büyük sıkıntılar çıkaracağını, yöneticilerin ihtiyaca cevap veremeyeceklerini ifâde eden Hayri Kırbaşlıoğlu, sonraki cümlelerinde bağlayıcı hükümlerin Kur'ân'la sınırlı olduğunu savunanlara, günümüzde Kur'ân'ın temas etmediği konuların nasıl çözüme kavuşturulacağını sorduktan sonra iddia sahiplerinin bu suâle ancak şöyle cevap verebileceklerini söyler:



"Evet, mutlak bağlayıcı olan Kur'ân'dır. Kur'ân'ın Hz. Peygamber dönemiyle mukayese edilemeyecek ölçüde gelişmiş ve karmaşık bir hal almış olan çağımızın toplumsal meselelerine, hazır çözümler sunmasının söz konusu olamayacağı da bir gerçektir.

Resulullah'ı yalanlayanlar

Hadis, icma, âlim, mezhep falan tanımayanlar çıkıyor. Yalnız Kur’an diyorlar ama Kur’ana da inanmıyorlar. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]
(O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4]
(Allah’ın yolu ile, peygamberlerin yolunu farklı göstermek isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150-1]

Bunları kabul etmeyen Kur’ana inanmış sayılmaz.

İbret vesikası olacak bir sapığın yazısı:

Dini bozmaya çalışanlar

Dînimiz yeni inmedi. Dinimizde eksiklik fazlalık yoktur. Bu bakımdan asla reforma ihtiyacı yoktur. Reforma ihtiyaç olan, din olamaz. Hâşâ Allah noksan göndermiş demektir. Bu bakımdan dine yeni bir şey ilave etmek veya çıkarmak dini bozmak olur. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

Bazıları yapacağı değişiklikle, dîni düzelteceğini zannediyorlar, dînin noksanlığını tamamlayacaklarını iddia ediyorlar. Halbuki din noksan değildir. Kur’ân-ı kerîmde, (Bugün sizin için dîninizi ikmâl eyledim, üzerinize olan ni’metimi tamamladım, size din olarak İslâmiyeti vermekle râzı oldum) buyuruldu. Dîni noksan sanıp, tamamlamaya [reform yapmaya] çalışmak, bu âyeti inkâr olur. (m.260)