sünnete uymak

Âdetler dinde delil olur mu?

(Ahkam zaman ile değişir) kaidesine göre âdetler dinde delil olur mu?

CEVAP
Âdetler, Delil-i şer’i olamaz. Din, âdetlere tâbi olamaz. Âdetlerin, modaların İslamiyet’e uygun olması gerekir. Bir işin İslamiyet’e uygun olmasını sağlamak için, bu iş ile ilgili çeşitli kaviller varsa, bunlardan zamana ve şahsa uygun, elverişli olan kavle uygun olması sağlanır. (Ahkam zaman ile değişir) de bu demektir. (Berika)

Sual: Âdetle ilgili sünnetler nelerdir? Âdetle ilgili sünnetleri yapmak müstehap dediniz. Sol eli kullanmak yani müstehabın terki mekruh değil mi?

CEVAP
Mekruh değildir. Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır. Bunlara zevaid sünnetler denir. Ayakkabı, gömlek giyerken, saç tararken, misvak kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide girerken, tuvaletten çıkarken, sadaka verirken, yemek yerken, su içerken sağdan başlanır.

ALİMLERE UYAN DOĞRU YOLU BULUR

"Elimizde Kur'an var iken âlime ne lüzum var" demek doğru mudur?
CEVAP
Bunları söyleyenler, âlimin dindeki yerini bilmeyenlerdir. Kur'an-ı kerimi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyaç kalmazdı. Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerimin açıklaması mahiyetindedir. Hakiki âlimler de, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Arapça bilen herkese âlim denmez. Hakiki âlim, Kur'an-ı kerimi, hadis-i şerifleri açıklayan yetkili yüksek insandır. Sünneti, bid'ati bilir. Hakkı bâtıldan ayırır. Selef-i salihin itikadındadır. Yani Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadındadır.

Çok ilmi olduğu halde, hakkı bâtıldan ayıramayan, hakiki âlim değildir. Yetmiş iki sapık fırkanın önderleri de derin âlim idi, hakkı bâtıldan ayıramadıkları, Ehl-i sünnetten ayrıldıkları için dalalete düşmüşlerdir. Mesela Vasıl bin Ata, Hasan Basri hazretlerinin talebesi iken, hocasına itiraz edip, Ehl-i sünnetten ayrılarak Mutezile fırkasını kurdu. İbni Teymiye’nin de ilmi çok idi. Selef-i salihinin yani Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliğinden ayrıldı. Necdi fırkasının kurulmasına sebep oldu. Bugünkü mezhepsizlerin de önderi durumundadır.

SÜNNET-İ SENİYYE EDEPTİR

Kâinatın ve içindekilerin, yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Zat, Hz. Muhammed'e (a.s.m.) selam olsun.

Varlığımızı ve herşeyimizi borçlu olduğumuz Hz. Muhammed'in (a.s.m) hakkını ödemek ancak ve ancak Sünnetine tabi olmakla mümkündür. Çünkü kulluğun en mükemmelini dahi o yapmıştır. Yüce Yaratıcımız: "Ey Habibim, sen olmasaydın bu alemleri yaratmazdım!" buyurmuştur. Evet böyle bir peygambere ümmet olmakla şereflendirilmişiz. Ücretimizi peşin almışız, teşekkür etmek bizim üzerimize bir borçtur. Hatemü'l-enbiya ve kalblerin tabibi oluşuyla, teşekkürün yolunu dahi bizlere o öğretiyor. Açtığı Sünnet-i Seniyye (selametli yol) yolunda yürüyenler hem Allah'a kul olmanın şuuru, hem de Resûlüne ümmet olmanın şükrü ile hareket ediyorlar.

O yalnız insanların değil, cinlerin dahi rehberi. Bir dönemin değil, asırların peygamberi. Bize sunduğu en edepli örnek hayat modeli, asırlardır nuraniyetini muhafaza ediyor. Ve müjde veriyor: "Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız, o emanetler Allah'ın kitabı Kur'ânı Kerim ve Peygamberinin (a.s.m.) sünnetidir."

DÜNYA BARIŞINA "SÜNNET-İ SENİYYE" MODELİ

İslâm kelimesi, Arapçada ‘barış’ anlamına gelen ‘Selâm’ kelimesinden türetilmiştir. Bu anlamıyla selâm, bir çok yerde geçer ve Müslümanların konuştukları dillerde günlük hayatın bir çok alanında kullanılır. Ayrıca ebedî olarak kalınacak Cennete “Dâru’s-Selâm-Kurtuluş yurdu” denilmiştir. Haddizatında bütün semâvî dinlerin insanlar arasındaki düşmanlık ve çatışmaları sona erdirmek, emniyet ve sulhü temin etmek için geldiklerini1 düşünecek olursak, son ve en mükemmel din olan İslâmın barışa verdiği önemi anlayabiliriz.

Günümüz Arap dilinde barış ifadesi için ‘selâm’ın hakimiyetinden bahsedebiliriz. Klasik eserlerde savaşın karşıtı olarak ‘barış’ anlamında sadece ‘sulh’ kullanılırken, modern Arapçada bu kelime, giderek ‘savaştan barışa geçiş’ olarak sınırlandırılmıştır. Önceleri siyâsi anlam taşımayan ‘selâm’ kelimesi ise ‘sulh’ün yerini alarak, başta da belirttiğimiz gibi, ‘savaş halinin zıddı olan barış hali’ anlamında kullanılmaya başlanmıştır.2 Yine modern Arapçada devletler arasındaki barışı ifade için kullanılan ve selâmla aynı kökten gelen “Silm” kelimesini burada zikredebiliriz.

İman Sahipleri İçin Sünnet-i Seniyyenin Önemi -1-

"Size iki şey bırakıyorum ki, onlara tutunduğunuz müddetçe asla dalâlete düşmezsiniz: Allah'ın Kitabı ve Peygamberi'nin sünneti." (1)

Rabbimiz'in "Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim..." (Maide Suresi, 3) ayetiyle de bildirdiği gibi İslam dini "son hak din"dir, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ise "Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur." (Ahzab Suresi, 40) İman edenler Allah (cc)'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için nasıl bir ahlak göstermeleri gerektiğini; nelerden sakınıp nelere dikkat etmeleri gerektiğini; haram ve helalleri; kısaca Allah (cc)'ın hoşnut olacağı umulan bir yaşamın nasıl olacağını tüm ayrıntıları ile Kuran'dan öğrenirler. Rabbimiz'in tüm inananlara bir diğer rahmeti ve lütfu ise Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetidir.

Peygamberimiz (sav), Allah (cc)'ın "Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikreden

Gariplere müjdeler olsun

Müslüman garipler ikiye ayrılır: İmanı düzgün olan garipler, sapık inanca sahip olan garipler. İmanı düzgün ve salih olan garipler Allah indinde çok değerlidir. Böyle garipler için hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Allah indinde en kıymetli kimseler, dinleri için yurtlarını terk eden gariplerdir. Allahü teâlâ, kıyamette onları Hz. İsa ile haşreder.) [İbni Mace]

(Garip, gurbette Allah yolundaki mücahid gibidir. Her adımında derecesi yükselir ve elli sevap yazılır. Gurbette garibe Cennet vaciptir. Garibe ikram edin. Çünkü, onun kıyamette şefaat hakkı vardır. Belki onların şefaati ile kurtulursunuz.) [Ebu Nuaym]

(Gariplerin dostu ve yardımcısı Allah ve Resulüdür.) [Tirmizi]

İman herkese lâzımdır

İslâmiyet, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan akıldır. Birinin aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun gelebilir. Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslâmiyette aklın ermediği şey çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allaha ibâdet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsaydı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilseydi, Peygamberlere lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulabilirdi ve Allah, hâşâ Peygamberleri boş yere göndermiş olurdu. Bunlar bilinemeyeceği için, Allah, her asırda, Peygamber göndermiş ve son olarak da bütün dünyaya, Muhammed aleyhisselamı göndermiştir.

Allahü teâlâyı tanımak

Hemen herkes Allahü teâlâyı tanıyor ve Allah vardır diyor. Ama Allahı tanımak nasıl olur? İyi bir şeyi tanıyan onun iyiliklerinden istifade etmeye çalışır. Kötüyü tanıyan kötülüklerden uzak durmaya çalışır. Bunlara riayet etmeyenin tanıması yanlış demektir. Yılanın sokacağını bilen yılanla oynamaz. Aslanın parçalayacağını bilen onun yuvasına giremez. Bombanın patlayacağını bilen onu elinde patlatmaz. Allahü teâlâyı tanıyan onu sever. Onu seven de dinin emirlerini yapar. Haramlardan kaçınır. Bunlara yani emir ve yasaklarına riayet etmeden ben Allahı tanıyorum, onu seviyorum demek yanlış olur. Sevmenin bir tarifi de itaat etmek demektir. Sevginin derecesi, itaatteki sürat ile ölçülür.

Rahmet olan farklı hükümler

Bazı art niyetliler, “Kur’an varken sünnete, Peygamberin açıklamalarına ihtiyaç yok diyorlar. Halbuki Allahü teâlâ buyurdu ki: (Resule itaat, Allaha itaattir.) [Nisa 80], (Resul ne emretmişse ona uyun!) [Haşr 7], (İndirdiğim Kur’anı insanlara açıkla!) [Nahl 44]

Bazıları da, Kur’an ve hadis varken, alimlere, mezheplere uymak gerekmez diyorlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ümmetimin âlimlerinin farklı ictihadları, mezheplere ayrılması rahmettir.) [Nasr El-Makdısî, Beyheki], (Kur’an-ı kerime uymak farzdır. Onda bulamazsanız, sünnetime, sünnetimde de bulamazsanız, Eshabımın sözüne uyun.) [Beyhekî], (Âlimlere uyun.) [Deylemî], (Alimler, peygamberlerin varisleridir.) [Tirmizî],

İnanmayan Kur’anı anlayamaz

Allahın yolu ile Peygamberimizin yolu birbirinden ayrı değildir. Yalnız Kur’an diyerek ayırmaya çalışanların kâfir olduklarını Kur’an-ı kerim bildiriyor: (Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151], (Allaha ve Resulüne uyun [uymayıp] yüz çeviren [kâfirdir] Allah da kâfirleri sevmez.) [A. İmran 32], (Ey inkârcılar [Resulümün bildirdiklerini] yalanladığınız için, yakanızı azap bırakmaz.) [Furkan 77]

Kur'anda (Meyte ve kan size haram kılındı) buyuruluyor. (Maide 3)