sünnete uymak
SÜNNETE TABİYET; VAHYE TABİYETTİR
Sünnetin kaynak değeri nedir? Sünnetin İslam’daki önemini açıklar mısınız?
(Hakan Çalışkan)
İslam hukukunda sünnet, ikinci kaynaktır ve teşride Kuran-ı Kerim’den sonra gelmektedir. Sünnet hükümleri açıklama bakımından Kuran’ın tamamlayıcısı ve yardımcısıdır. Aynı zamanda sünnet Kuran’da bulunmayan hükümleri de koyabilir. Sünnetin teşrideki yerini maddeler halinde özetleyebiliriz.
1- Sünnet; Kuran’ın mübhem ve mücmellerini açıklar. Umumi hükümlerini tahsih eder. Fakihlerin çoğunluğuna göre nasih ve mensuhu bildirir.
2- Sünnet; Kuran’da asılları sabit olan konuların hükümlerini tamamlayıcı mahiyette açıklamalarda bulunur.
3- Sünnet; Kuran’da olmayan bir kısım hükümleri açıklar.
HZ. PEYGAMBER VE O’NA İTTİBA-2
1. Peygamberlere İtaat Gereklidir.
Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden biri de Onların ümmetlerine güzel birer örnek olmalarıdır. Hz. Peygamber (s.a.v)'i örnek edinmek, her şeyden önce Allah'ın emridir. Zira, Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayette Hz. Peygamber'e itaat etmek, Allah'a itaat etmekle denk tutulmuştur. Yüce Allah, Nisa suresinde şöyle buyuruyor: "Rasule itaat eden Allah 'a itaat etmiş olur."(8)
Bu ayette, Allah'ın elçisine itaat edenin Allah'a itaat etmiş olacağı belirtilmektedir. Diğer bir ayette de Allah'ın sevgisine ve mağfiretine nail olabilmek için, Hz. Peygamber (s.a.v)'e tabi olmak emredilmektedir:
"De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.”(9)
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi Allah'ın rızası ve sevgisi Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetine uymakla elde edilebilir. Bir mü'minin en büyük ideali, kendisini Allah'a sevdirmektir. Yani O'nun rızasını kazanmak, gazabından korunmaktır.
HZ. PEYGAMBER VE O’NA İTTİBA-1
Hz. Peygamber'e iman etmek farzdır. Hz. Peygamber (s.a.v)'e iman etmek İslam'ın erkanından birisi, imanın da şartlarından bir şarttır. Bundan dolayı her müslümanın O'nun Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehadet etmesi, O'nun Rabbinden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve O'ndan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, O'nu hayatında kendisine örnek alması gerekir.
Hz. Peygamber'i sevmek, her mümin için en gerekli taatlardan biridir. Zira sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Buhari ve Müslim'in Enes b. Malik (r.a)'den rivayet ettikleri bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"Sizden birinize ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz."(1)
Bu zikretmiş olduğum hadis-i şerif başka bir rivayette şöyle nakledilmiştir:
"Sizden birinize ben, kendi nefsinden, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş sayılmaz."
KURAN SÜNNET AYRILMAZLIĞI
Muhterem müslümanlar!
Son zamanlarda sık sık dile getirilen bir husus var. Kur’an ile sünneti birbirinden ayırmak, hatta sünneti hiçbir şekilde hesaba katmamak. Kur’an bize yeter diyerek sadece Kur’an ile yetinmeye çalışmak. Elbette ki bu, müslümanların kafasını karıştıran yanlış bir telakkidir. Kur’an ve sünnetin bütünlüğünü ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayat-ı pakını anlamadan Kur’an’ı anlayamayacağımızı, dolayısıyla Kur’an ile sünneti bütünleştirerek, İslamî bir hayat yaşamamız gerektiğini özellikle belirtmeliyim.
Sünnet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin söz, fiil ve takrirleridir.
Ayet-i kerimede:
“O hevasından konuşmaz ve O’nun konuşması kendisine vahyedilenden başkası değildir.” (Necm 3-4) buyrulmuştur.
Demek ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an olarak biz ümmete ne bildirmişse o Allah’ın kelamıdır. Bir de Kur’an olarak bildirmediği fakat Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kalbine Allah celle celaluhun ilham ettiği hak sözler vardır.
PEYGAMBERİMİZ’İ TANIMA VE O’NA İTTİBA -IV-
Sevgi, iman, itaat…
İmanın hakikatine ermek için Rasûlullah (s.a.v.)’i tanıma ve anlama noktasında gerekli olan bilgi, sevgi, iman ve itaat hususlarını ve bunlardaki noksanlıklarımızı Kur’an, Sünnet ve Sahâbe anlayışı çerçevesinde işlemeye çalıştık. Makalemizin bu bölümünde, O’na iman ve itaatle kazanılan nimetler ile O’ndan uzaklaşılınca içine düşülen dalalet çıkmazına değinmeye çalışacağız.
Efendimiz (s.a.v.)’e iman ve itaatle kavuşulan nimetler…
Peygamberimiz’in risaletinden önce ‘Cahiliye’ diye isimlendirilen dönemde insanlar, zulüm ve azgınlıkta son derece ileri gitmiş idiler. O dönemde zina, hırsızlık, zulüm, çapulculuk vs. her nevi kötülük had safhaya ulaşmıştı. Rasûlullah (s.a.v.)’in Peygamber olarak gönderilmesiyle birlikte, kötülüğün her çeşidinin özgürce işlendiği, tevhid inancının kaybolduğu Cahiliye Devri çok kısa bir zamanda Asr-ı Saadet’e, o devrin insanları da hidâyet rehberi kişilere dönüşmüştür.
TARÎKATLAR VE MEZHEPLER
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında tarîkat ve mezhep var mıydı?' diye çokça sorulmaktadır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz zamanında Cenâb-ı Hakk'ın emirleri Peygamberimiz (a.s.) ve O'nun sahâbîlerinin nefislerinde tatbik edilip yaşanıyordu. Ashâb-ı Kiram, ilâhî mesaj olarak gelen âyetleri onar onar ezberleyip nefislerinde uyguluyorlardı. Böylece onlar hem öğreniyor, hem de Kur'ân-ı Kerîm âyetleriyle amel ediyorlardı.
Bir gün sahabeden üç kişi Hz. Rasûlullah (s.a.v.)'in evine gelerek, Hz. Âişe annemize sordular:
"Biz Rasûlullah (s.a.v.)'in bütün hallerine vakıf olamıyoruz. Bize evdeki hallerinden bahseder misin?"
Bunun üzerine Hz. Âişe (r.anhâ) şöyle dedi:
"Siz Kur'ân-ı Kerîm'i okumuyor musunuz? O'nun bütün hali Kur'ân-ı Kerîm'dir, bilmiyor musunuz?"
MODERN İSLAMCI KADINSI SÖYLEM
Batılılaşma serüveninde geldiğimiz son aşama, İslam'ın, bizzat onu talep edenler eliyle dönüştürülmesi vakıasının yaşandığı bir garip süreç. İslam'ın Müslümanlar'dan esirgediğini (!) Batı'dan ithal düşünce kodları sayesinde keşf ettik. Bu "tartışma dışı" zeminde ayağımız yer tuttuktan sonra sıra "özgürlük", "eşitlik"… gibi kavramlarla çatışma teşkil eden Kur'an ve Sünnet nasslarına geldi.
Bu paragrafı okuyan "İslamcı kadınsı söylem" sahiplerinin, "İslam'ın Müslümalar'dan esirgediği" ifadesi üzerinde odaklanacağında kuşku yok. "Eğer kadınıyla erkeğiyle Müslüman bireylerden esirgenen bir şeyler varsa, onu esirgeyen İslam değil, onun kaynaklarını "geleneksel" bakış açısıyla yorumlayan Ulema/Fukaha'dır" diyecekler. Bunu da "Din'in tarihsel ve evrensel okunuşu" başlığı altında dile getirilen "Batı kaynaklı" tesbitlere yaslanarak yapacaklar çaktırmadan. Bu yolun kıvrımları "İslam başka, Şeriat başkadır" ya da "Sabit Din, Dinamik Şeriat"dan geçerek "Çağdaş İslam"a kadar uzanacak tabii olarak.
EFENDİMİZİN (SAV) 24 SAATİ
Hiç merak ettik mi acaba, canımızdan çok sevmemiz gereken ve -inşallah- sevdiğimiz Hz. Peygamber (sav) Efendimiz bir gününü nasıl geçiriyordu? Ne zaman yatıyor, nasıl kalkıyor ve bütün gün boyunca neler yapıyordu?
Peki O’nu niçin sevmemiz gerektiğini de biliyor muyuz? Güçlü bir iman ve derin duygularla bağlı olduğumuz peygamberimizi, ilim ve şuur yönüyle de tanımak ve bilmek, bizi gerçek kulluğa götürecek en büyük vesile olacaktır.
Sevmek Benzemeyi Gerektirir
Hz. Peygamber (sav)'i sevmek, herkese farzdır. Zaten, Cenab-ı Hakkı sevmek de buna bağlıdır. Allah-u Teâla’nın sevgili Peygamberini sevmedikçe, ona uymadıkça, Allah-u Teâla’yı sevmek saadeti ele geçmez.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin." (Al-i İmran; 31) Allah-u Teâla, Habib’ine böyle demesini emir buyurmaktadır. .
YOZLAŞMA,SÜNNETTEN AYRILMAKLA BAŞLAR
"Her bid'at dalâlettir"
Resûl-i Ekrem (sav)'in devr-i saadetlerinde izledikleri yol ve Hülâfa-i Raşidin dönemindeki tatbikat "sünnet" kavramı ile açıklanabilir. Hûlefa-i Raşidin döneminden sonra İslâm'a sokulmaya çalışılan itikâdî, siyasî ve ameli yaklaşımlar, bid'at hükmündedirler.
Bunların bir çoğunu bid'at-ı hasene olarak nitelendirmeye çalışanlar, Resûl-i Ekrem (sav)'in: “Dinimizden olmayan herhangi bir şeyi uyduranın ortaya koyduğu merduttur. Her bid'at dalâlettir” (Sahih-i Müslim, Cuma/43) hükmünü dikkate almıyorlar, demektir. Bid'at, sünnetin zıddıdır.
Peygamberlerin yolundan gitmek
Yüce yaratıcı insanoğlunu mükerrem ve mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğine rağmen insan, ilahî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya sahip değildir. Bu sebeple dünyada insan hayatının başladığı günden beri, Allah Teala, onların arasından seçtiği "Nebî" veya "Resul" denilen peygamberleri kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak ve açıklamakla görevlendirmiştir.
Doğru yolda olmanın şartları
Sual: Çeşitli cemaatler, birbirlerinden farklı şeyler söylüyorlar, birinin helal dediğine diğeri haram diyor, birinin sünnet dediğine diğeri bid'at diyor. Hangi cemaat daha uygundur?
CEVAP
Hadis-i şeriflerde, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadında olmak ve salihleri sevip onlarla beraber olmaya çalışmak, onlardan ayrılmamak emrediliyor. Doğru yolda olmanın şartları vardır. Bunların bazılarını maddeler halinde bildirelim:
1- Tek hak din İslamiyet’tir.
Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
2- Hubb-i fillah ve buğd-i fillah üzere olmalı.
Üç hadis-i şerif meali:
(İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.) [Buhari]
(İmanın temeli, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.) [Ebu Davud]
Kıyas ve ictihad ne demektir
Sual: Âyet ve hadis varken ictihad yapılamayacağına göre, imam-ı a’zam niçin kıyas yaptı?
CEVAP
Önce kıyas ve ictihadın tarifini yapalım:
Kıyas; Bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, nasstan anlaşılmayan bir şeyin hükmünü, bu şeye benzeyen başka şeyin hükmünden anlamak demektir. Haşr suresinin, (Ey ilim sahipleri itibâr edin) manasındaki 2. âyet-i kerimesi, (Bilmediklerinizi, bildiklerinize kıyas edin) demektir. İtibâr, benzetmek demektir. (Menâr şerhi)
İctihad; Âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildirilen diğer hükümlere kıyas ederek, benzeterek, bunlardan çıkarılan yeni hükümlere ictihad denir. Kıyas, yani ictihad yapabilecek derin âlimlere “Müctehid” denir. Bu benzetme işine “İctihad” denir. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin “Mezheb”i denir. İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. İctihadda yanılmak da günah değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari]
Mezhebin lüzumu
Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Eshab-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyaset, idarecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf marifetlerinde birer derya idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resulullahın kalblere işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Herbirinin mezhebi vardı. Mezhepleri az veya çok farklı idi.
Tâbiinin ve Tebe-i tâbiinin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin mezheplerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhepleri unutuldu. Bu dört mezhebin imanları Eshab-ı kiramın ortak olan imanıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir. İmanları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirlerini severler. Birbirlerine uymayan işlerinde, zaruret olunca, birbirlerini taklit ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheplerin böyle ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, müslümanlara Allahü teâlânın rahmeti olduğunu, Peygamberimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezhep arasındaki ufak tefek başkalıklar, müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her müslüman, vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbadetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar.
Bir Hristiyana Cevaplar
Sual: Bir hıristiyanın ekteki sorularına cevap verir misiniz?
CEVAP
Bu Hıristiyan (1914’de kıyamet kopacak) diyen Amerikalı C. Russell’in kurduğu hıristiyan mezhebine mensuptur. Russelciler, böyle suallerle zihinleri bulandırmak istiyorlar. Fakat, dinini bilen hiçbir müslüman hıristiyan olmaz. Dinden habersiz kimseler, herhangi bir dine girebilirler. Bunun için (Müslüman cahil kalınca, Hıristiyan da, ilim sahibi olunca dinini terk eder) sözü meşhurdur.
Russelci hıristiyan soruyor:
Sual: 1- Hakiki din İslam ise, hangi mezhebidir? Hakiki din nasıl anlaşılır, meyveleri nelerdir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
KURTULUŞ FIRKASI HANGİSİDİR
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i şerifte, Müslümanların 73 fırkaya ayrılacakları, sadece bir fırkanın kurtulacağı bildirildi. Bu 73 fırkadan her biri, Cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın kendi fırkası olduğunu iddia eder. Rum suresinde de, (Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinir) buyuruldu. Peygamber efendimiz ise, (Kurtuluş fırkası, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır) buyurdu.
İslamiyet’in sahibinin, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da, söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, (Eshabım benim yolumdadır, benim yolum, Eshabımın yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Nisa suresi, 79. âyetinde, (Resule itaat, Allah’a itaattir) buyuruldu. Eshab-ı kiramın yolunda gitmeyip de, Peygambere uyduğunu söyleyen, Ona uymuş olmaz. Böyle yol tutan kurtulamaz. Mücadele suresinin, (Doğru bir şey yaptıklarını sanıyorlar.
Peygambersiz Kur'an Müslümanlığı Olur mu?
Bir tanıdığı okuyucuma soru sormuş. Okuyucum da bu soruya bir hadisle cevap vermiş. Ancak soru sahibi hadisle cevaptan pek memnun olmamış da demiş ki:
– Bize Kur’an müslümanlığı lazım. Başka şeylerden delil göstermeyin. Bizi Kur’an’dan başkası bağlamaz!...
Şaşıran okuyucumuz diyor ki:
– Kur’andan sonra hadisler de dinimizi anlatan deliller değiller mi? Yani hadissiz Kur’an’ı anlamak mümkün mü? Peygamberimizin görevi Kur’an’ı yaşayışıyla, sözleriyle açıklamak değil mi? Sünneti, hadisi devre dışına iterek sadece “bize Kur’an müslümanlığı lazım, başkası bize delil olmaz” demek doğru bir iddia mı?
Efendim, dinde tartışılamayan bir temel doğru da şudur:
– Rabbimiz gönderdiği Kur’an’ı, kullarının doğru anlamaları için bir de peygamber görevlendirmiştir. Peygambersiz Kur’an’ı anlamak mümkün değildir. bu itibarla, Peygamberimizin Kur’an’da geçen emir ve yasakları anlatma görevini hiçbir Müslüman basite alamaz, yok sayamaz. “Bize sadece Kur’an müslümanlığı gerek, sünnet bize delil olmaz, hadisler bizi bağlamaz” diyemez.