Zehirli | Konular | Kitaplar

modernizm

ÇAĞDAŞLIK VE HAKİKAT

“Çağ dışı” nitelemesini hayatın bütün alanlarına tesir edecek şekilde kullanmak, çağdan çağa, mekândan mekâna ve insandan insana değişiklik göstermeyen “hakikat”e yapılan en büyük haksızlıktır. Zira “hakikat”in en temel özelliği, “ölçü” olmasıdır.

Modernizm'in dünya hakimiyeti, adına “klasik/geleneksel” dediği hayat tasavvurunu ve onun dinî, kültürel, toplumsal, bireysel... bütün pratik yansımalarını “çağ dışı” ilan etmesiyle mümkün olmuştur. Bunu da çok büyük ölçüde, kendine özgü anlamları bulunan kavramlar üreterek ve o kavramları türlü propaganda/telkin metotlarıyla insanların bilinç altına zerk ederek yapmıştır. Bu operasyon tamamlandığı zaman, insanlar bir şey hakkında hüküm verirken, muhakemelerini işletmeden, kendilerine benimsetilmiş hazır kalıplar doğrultusunda hareket etmeye başlar.

Abluka altında kalan zihinler

Söz gelimi yukarıdaki paragrafta tırnak içinde verdiğimiz “çağ dışı” nitelemesi, aslında kavramsal bir ağırlığa sahiptir. Öyle ki, bir fikir, düşünce veya tutumun “çağ dışı” olduğu söylendiği zaman, onun “kötü, yanlış ve geçersiz” olduğu ifade edilmiş olur.

Oysa “çağ” bir zaman dilimidir ve değer ölçüsü değildir. Her zaman diliminin olduğu gibi, içinde yaşadığımız zaman diliminin de hem değişebilen telakkileri, hem de değişmez değer ölçüleri vardır. “Çağ dışı” nitelemesi, hakkında kullanıldığı şeyin, içinde bulunduğumuz zaman diliminde yaşayanların genel kabulüne uymadığını anlatır.

EHL-İ SÜNNET İNANCI VE TARİHSELLİK

İslam'ın ilk yüzyıllarında ortaya çıkan ve İslamî ilimlerin hemen bütün dallarında kendisini hissettiren "fırkalaşma" olgusu, tarih içinde olduğu gibi bugün de varlık ve etkisini muhafaza etmektedir. Geçmişte bu hareketler Haricîlik, Mu'tezile, Mürciîlik... şeklinde kendisini ifade etmişti; bugünse daha başka isimler altında fırkalaşmalar devam ediyor.

Tarih içinde "Sünnî duruş"un nasıl her sürecin/akımın gündemine ilişkin canlı ve dinamik bir söylemi var idiyse, günümüzde de Ehl-i Sünnet olmanın, İslam'ın "güncel" problemleri karşısında bir anlam ve özgünlüğü bulunmalıdır. Bu alanda yapılması gereken tesbitler, hem Ehl-i Sünnet olarak bizleri, tarihte kalmış, hiçbir güncelliği bulunmayan meseleleri "Ehl-i Sünnet akidesini öğrenmek" adına tekrar etme ve bu suretle adeta "sanal" bir dünyayı yaşatma anlamsızlığından uzak tutacak; hem de çağdaş dünyanın aktüel meseleleri karşısında etkin ve dinamik bir duruş sergileme yeteneğine kavuşturacaktır.

Esas konuya geçmeden önce –muhtemel bir yanlış anlamanın önünü peşinen almış olmak için– bir noktanın altını çizelim: Tarih içinde yaşanan fırkalaşma olgusunun Ehl-i Sünnet dünyanın gündemine taşıdığı problemlerin tamamının bugün için güncelliğini yitirdiğini söylemek yanlış olur.

Prof.Dr.Hüsameddin Farfûr :Modernistler İslami İlimlere Yabancı

İlmî ve kültürel değerlerine yabancı, ne olduğunun idrakinden uzak, özgüven itibariyle yetersiz olan akademisyenlerin yer aldığı çevrelerde “İslam’ın sol yorumu”, “Liberal İslamcılık”, “Laik İslamcılık”, “Tarihselcilik” gibi adlandırma ve yaklaşımların yüksek sesle dile getirilmesi aslında çok da sürpriz bir durum değildir. Mısır, Türkiye, Endonezya başta olmak üzere bütün bir İslam coğrafyasında etkin olan bu tür akımları ve bu bağlamda ilmî gündeme ilişkin bazı hususları Şam “el-Fethu'l-İslâmî Enstitü”sü idarecisi ve hocası Prof. Dr. Hüsâmuddîn Farfur hocayla konuştuk.


Şam'da 8 asırlık bir geçmişi olan Farfûr âilesi kuşaktan kuşağa yetiştirdiği âlimleriyle meşhurdur. Sözgelimi Hüsâmuddîn Farfûr hocanın dedesi Meşhûr Hamefî fakihlerinden Abdurrahîm el-Farfûr, babası Allâme Muhammed Sâlih el-Farfûr'dur. Muhammed Abdullatîf Farfûr, Veliyyüddîn Farfûr, Abdurrahmân Farfûr, Nasruddîn Farfûr ailenin ilimle meşgul olan diğer fertlerinden bazılarıdır. Hüsâmuddîn Farfûr şu anda el-Fethu'l-İslâmî Enstitüsü'nün ihtisas bölümü başkanı ve hocasıdır. Enstitüde İslâm Düşüncesi ve fıkıh dersleri okutmaktadır.


Enstitü 1956'dan günümüze dünyanın dörtbir yanından Şam'a gelen talebe-i ulûmun ehl-i sünnet anlayışı çerçevesinde yetişmelerine katkıda bulunan önemli bir eğitim kurumudur. Türkiye'den de talebelerin bulunduğu Enstitünün başkanlığını değerli âlim Şeyh Abdurrezzâk el-Halebî el-Hanefî yapmaktadır.

Modern İslam Düşüncesinin Fikrî Ve Toplumsal Tahribatı

"Dinin sekülerleştirilmesi" veya "dinî bir çözülme" olarak nitelendirilmesinin pek de yanlış olmayacağını düşündüğümüz Modern İslam Düşüncesi kendisini orijinal bir yaklaşım olarak takdim etse de, varlık sebebi ve en temel karakteri olan tepkisellik, onu sanıldığından daha belirsiz ve kaygan zeminlerde hareket etmeye itmektedir. Buna bir de hareketin literal yapısındaki heterojenite ve argümanlarınının kendisini isbat etmiş bir metodolojiden yoksunluğu vakıası eklenince, ortaya kelimenin tam anlamıyla bir "karmaşa" çıkmaktadır.



Hemen bu noktada, İslam Modernizmi'nden bahis açıldığında mutlaka hatırda tutulması gereken bir hususu vurgu­lamamız gerekiyor.



İslam dünyasında Modernist çalışmalara kuşbakışı baktığımızda görünen manzara şudur: Aslında ortada bütünlük arz eden, sistemini kurmuş, altyapısını ve üstyapısını oluturmuş ve kendi literatürünü geliştirmiş yeknesak bir "İslam Modernizmi" yoktur. Görünen, sadece belli "sloganlar"ı benimsemekten başka ortak bir tarafı bulunmayan Modernistler topluluğudur.



Bunun içindir ki, Modern İslam Düşüncesi'nin yapısını tahlil etmeyi hedefleyen hemen bütün çalışmalarda yapılan, İslam Modernistleri'nin belli konulardaki görüş ve düşüncelerini alt alta koyup sıralamaktan ibarettir. Başka türlü olması mümkün de değildir. Çünkü "geleneğin sorgulanması", "aklın otoritesi", "dinde kolaylık", "değişimin belirleyici kılınması" ve "ilerlemecilik" gibi şemsiye kavramlar altında serdedilen görüşler, detaylara inildikçe farklılaşmakta ve giderek birbiriyle uzlaşmaz tavırlar sergilendiği dikkat çekmektedir.



Bu bakımdan, Modern İslam Düşüncesi dendiğinde ne anlaşılması gerektiği konusunda yanlışlara düşülmemesi için, sorun ya sadece bu şemsiye kavramlar etrafında irdelenmeli, ya da tek tek modernistlerin görüşleri ele alınmalıdır.

MODERN İSLAM DÜŞÜNCESİ ÜZERİNE

Altınoluk: İslâm içerisinde Modernist çizgi deyince neyi anlamak lâzım, isterseniz buradan başlayalım.

E.S: İslam dünyasında tarihin muhtelif dönemlerinde fikrî ve toplumsal anlamda bir takım inkıta dönemleri var. (Felsefe ve tercüme hareketleri ve) Moğol istilası vb. gibi. Bu inkıta dönemlerinin her birinden sonra İslam Ümmeti sahip olduğu dinamikler sayesinde yeniden toparlandı; yeniden selefî anlamda İslamî öze dönüşü hedefleyerek, bunu kısmen tarihî süreç içerisinde gerçekleştirdi. Fakat İslam dünyası tüm bu fetret dönemlerinin sonunda ve belki de son ve en önemli ayağı olarak modern zamanların getirdiği bir retorikle karşılaştı. Bu, aynı zamana İslam dünyasının fikrî, siyasî, ekonomik, askerî anlamda ve hayatın her alanında Batı karşısında zayıfladığı bir döneme tekabül ediyordu. Fakat, çok enteresandır; İslam dünyasının tarihte gerçekleştirdiği "Selef'e dönüş, "öze dönüş, "Sadr-ı İslam'a dönüş" hareketi modern zamanlarda bir türlü kendini gösteremedi. Bunda Batı'da geliştirdiler, modern zamanların teknikleri, ilmî faaliyetleri, bilinç süreçleri çok etkin bir rol oynadı. Çünkü artık Müslümanlar, "Neden Sadr-ı İslam'a dönmeliyiz?" sorusunu da sormaya başladılar. O zaman (tarihte) bu soru sorulmuyordu. "İdeal İslam orasıdır, oraya dönmeliyiz" deniyordu. Ama bugün, daha doğrusu bizim, Modernite'yle başlayan serüvenimiz, bu anlayışı da sorgulayarak başladı. "Neden Sadr-ı İslam?" "Neden Asr-ı Saadet?"

MODERN ÇAĞIN FETVACILARI

Şimdi artık fetva verilirken delilin kuvvetine bakılmıyor. Kimse söylediklerinin Kur’an’a, Sünnet’e, İcma’a ve Kıyas’a, dolayısıyla Allah Tealâ’nın rızasına uygun olup olmadığını dikkate almıyor, araştırmıyor. Dikkate alınan tek bir husus var: Çağdaş değer yargılarıyla çelişmemek…

Fetva vermek, fetva soran kişiye, sorduğu meselenin dinî hükmünü bildirmek demektir. Hüküm doğrudan doğruya dine mal edildiği için fetva verme işi son derece hassas ve risklidir.

Bu itibarla fetva ile hükme bağlanan, daha doğrusu hükmü karşı tarafa bildirilen mesele sağlam delillere dayalı olmalıdır. Zira fetva veren kişi, “Bu konuda Allah Tealâ’nın razı olduğu hüküm budur.” demiş olmaktadır.

Fetva verme işinin hassasiyeti, sadece ilgili kaynakların ittifakla naklettiği bu keyfiyetten kaynaklanmamaktadır. Yüce Rabbimiz’in şu ayetlerde beyan buyurduğu hükümleri “fetva vermek” olarak Yüce Zatı’na izafe ve isnad etmiş olması, fetva işinin ehemmiyetini ortaya koyan bir diğer önemli noktadır.

“Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: Onlar hakkında fetvayı Allah veriyor…” (Nisa, 127)

“Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah kelâle (babası ve çocuğu olmayan) hakkında şöyle fetva veriyor…” (Nisa, 176)

Dini Hassasiyetin Zayıflaması Mezhep Hassasiyetinin Zayıflamasıyla Doğru Orantılıdır

Hocam mevzu hadislerin varlığı bir gerçek. Ancak bundan hareket ederek hadislerin sıhhatini sorgulayanlar bir müddet sonra sahih hadislerin varlığından da şüphe etmeye başlıyor. Bunun dengesini nasıl korumak lazım? Şimdi mevzu hadisler var diye hadis kurumunun zaafa uğratılması doğru mudur? Çünkü böyle örneklerle bazen karşılaşıyoruz.

Evet, eğer kastettiğiniz bir kurum olarak hadis ve sünnet karşısında zayıflayan hassasiyet ise bunu şöyle ifade edebilirim: Bu bir anlayışın ürünüdür, sonuçtur. O anlayışın arka planında başka kabuller vardır. Hadislerin sıhhatiyle ilgili tereddüt aslında bu kabullerin bir sonucu olarak yansır. Yok, bir araştırma meselesiyse, yani hadisler konusundaki sahih midir değil midir tarzındaki tartışmalı tavır, mütereddit tavır bir araştırmanın sonucunda ortaya çıkmışsa buna saygı duymak lazım. Demek ki kişi bilmiyor ama araştırıyor, bir sonuca varacak. Fakat günümüzde yaygın olan ilk söylediğimdir.

Yani hadiste bir kurum olarak gösterilmesi gereken hassasiyeti insanların kaybetmesi söz konusu. Bu da Kevserî merhumun, ‘mezhepsizlik dinsizliğin köprüsüdür’ tarzındaki ifadesinde kristalize oluyor.

MODERN İSLAM DÜŞÜNCESİNİN TENKİDİ ÜZERİNE

İlahiyatçı yazar Ebubekir Sifil’le “Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi” üzerine konuştuk

İslam Batılı Terakkiye Manidir

Hocam, modern İslam düşüncesini oluşturan etkenlerin niteliğinden başlayalım isterseniz. Nedir bu etkenler ve nitelikleri nelerdir?

Modern İslam düşüncesini anlamak için önce Modernizm’i anlamak lazım. Kısaca söylersek, Aydınlanma dönemi denen süreçle ifade edilen, Rasyonalizm (mutlak akılcılığın) ön plana geldiği, (din, gelenek gibi) diğer unsurların arka plana itildiği bir anlayış. Kutsal’a ilişkin hiçbir değer ve sınır tanımayan bir düşünce.

Bu düşünce ile Batı dünyası 19. yüzyıldan itibaren kendi yolunda müthiş bir ilerleme kaydetmiştir. Bu ilerleme karşısında İslam dünyasında yaşanan şaşkınlık sonucu bir iç muhasebeye gidilmiştir. Bu muhasebe bir soruyu gündeme getirmiştir: Batı dünyası ilerliyor, İslam dünyası ise geride kaldı. Acaba bunun nedeni ne olabilir? Bizde mi bir yanlışlık var, yoksa dini algılayış tarzımızda mı?

İSLAM MODERNİZMİ ÜZERİNE

M.G: Önce çalışmalarınızdan başlayalım isterseniz. Okuyucu sizi, “Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi” adlı bir seri kitap çalışmanız ile tanıdı. Neden “tenkit” ve neden “Modern İslam düşüncesi”nin tenkidi?

E.S: Bismillâhirrahmanânirrahîm.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, “tenkit” olgusu, bizim kültürümüzün ve ilim geleneğimizin yabancısı olduğu bir husus değil. Hatta diyebiliriz ki, geçmişten devraldığımız devasa ilim mirasının temelinde “tenkit” olgusu vardır. Meşru sınırlar içinde kalmak ve kabul edilebilir gerekçelere dayanmak kaydıyla insanların herhangi bir konu üzerinde görüş ayrılığına düşmesi normaldir, tabiidir.

“Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat zuhur eder” sözünün anlattığı hikmeti, görüş ayrılığına düşülmesini yanlış bulma eğilimindeki bir anlayışın kavraması mümkün değildir. Görüşler farklı olacak ve belli bir zeminde, belli şartlar doğrultusunda çarpışacak ki, hakikat şimşeği de oradan zuhur etsin değil mi?..

AYETLERİN İNİŞ SEBEBİ VE GEÇERLİLİĞİ

En son bid’at mezheplerden birisi olan “ modernizm”in temsilcilerinin, Kur’an’ın “tarihsel” bir kitap olduğunu, yani ihtiva ettiği hükümlerin 7. yüzyıla ait olduğunu, bugün için geçerliliğinin bulunmadığını söylemesi, en başta sakat bir “Allah inancı” taşıdıklarını gösterir.

Günümüzde birçok itikadî bid’at fırkası mevcut. Bu fırkalardan kimisi geçmişten beri varlığını sürdürüyor (Şia gibi); bir kısmı ise evvel yok idi, yeni çıktı.

“ Modernizm ” denen düşünce akımı, işte bu nevzuhur bid’at fırkalarının başında geliyor. Bu cereyanın mümessillerinin Kur’an , Sünnet, Fıkıh, Kelam… ve diğer sahalarda Ehl -i Sünnet çizgiye aykırı düşen bir hayli görüşleri mevcut.

Modernistlerin , adına “tarihselcilik” dedikleri bir anlayışları var ki, bu yazının konusunu işte bu anlayış oluşturuyor.

Ebu Leheb öldü ama…

Tarihselcilik görüşünü benimseyen modernistler , Kur’an ayetlerinin sadece indikleri dönemin meseleleriyle ilgilendiğini, dolayısıyla bugüne hitap etmediğini söylerler. Mesela Tebbet Suresi hakkında şunları duyarsınız tarihselcilerden: “Bu surede Ebu Leheb ve karısı anlatılıyor. Oysa bugün ne Ebu Leheb ver, ne de onun “odun hamalı” karısı. Öyleyse Ebu Leheb’in ve karısının hayatta olduğu dönem için anlamlı olan bu sure, bugün bize hitap etmiyor demektir…”

H.Kırbaşoğlu'nun "Hz.İsa'yı Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi"Başlıklı Makalesine Reddiye

Kur’an’a tarihselci zaviyeden bakan modernist müslümanlar bu gün geldikleri nokta itibariyle ameli hükümlerin yanı sıra itikadi meselelerin arka planında da tarihi motifler aramaktadırlar. Zihinlere nakşedilmeye çalışılan İslam, “buhar gibi yerden göğe yükselen, sonrada yağmur olarak geri dönen” dinin adıdır. Tarihselci anlayış, İslam medeniyetini var eden değerlerin yekununa bu bakış açısını hakim kılma arzusundadır. Bu çerçevede Kur’an’ın açık hükümleri bir takım gayi formüllerle te’vil kılıfına sokulup reddedilirken, Sünnet; “çağdaş” kabul edilen değerler mi’yar ittihaz edilerek doğrudan devre dışı bırakılmaktadır. Sünnet’i etkisiz bir konuma taşımada müracaat edilen en belirleyici unsur ise “metin tenkidi”dir.

Eslafın elinde, hadis-i şeriflerin sahihini zayıfından ayıran bir usul olarak işleyen metin tenkidi, modernist Müslümanlar için İslam’ın müteal değerlerini beşeri formlarda anlamlandırma ameliyesinin bir unsuru olarak faaliyet göstermektedir. Batılılar'ın, özellikle Kitab-ı Mukaddes bağlamında geliştirdikleri, metin tenkidi yöntemi, ellerinde bulunan dini metinlerin beşer müdahalesine maruz kaldığı, hatta beşer eliyle oluşturulduğu gerçeği üzerine ibtina eder. Kur’an’ı da aynı bakış açısıyla okuyan batılılar onun da metin tenkidine tabi tutulmasını talep ederler.

Dinde Reformcular

DİNDE REFORMCU YAKLAŞIMLAR VEYA DİNÎ MODERNİZMİN YÜKSELİŞİ -I-

Abdülkadir Coşkun

Günümüzün en çok tartışılan konularından birisi de modernizm meselesidir. Bu konu hakkında pek çok kitap, makale ve sempozyum bildirileri yayınlanmıştır. Ancak konuyla ilgili yapılan tartışmalara bakıldığında problemlerin açık bir şekilde ortaya konulamadığı görülmektedir. Özellikle bir kısım müslüman düşünürlerce yapılan modernizm tartışmalarına ufak bir göz atıldığında modern dünya karşısında duyulan eziklik ve aşağılık kompleksinin çok şiddetli hissedildiği ve bunun neticesinde tartışmaların te'sirsiz kaldığı hemen göze çarpmaktadır. Şunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz ki; modernizm beşerî olan ve ilâhî vahiy ile bağını kesmiş olanı kastedmekte; din ise, ilâhî olan her şeyi ve onun beşerî plândaki tezâhür ve tecellilerini kastedmektedir. 'Modern' kelimesine çağdaş, yenilikçi, yaratıcı ve asra uygun gibi pek çok anlamlar verilmektedir. Dolayısıyla modernist, kendisini bu sıfatlarla da ifade etmektedir. Bir modernist için mevcud bir fikrin veya kurumun hakikatin bir yönüne isabet edip etmediği önemli değildir; onun için önemli olan o fikrin veya kurumun modern olup olmamasıdır. Aslında 'modern', çağdaş/asrî veya muasır demek değildir.